KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, sunumunuzda, Mezopotamya'nın ve Anadolu'nun kadim halklarını görmedik maalesef; diller ve kültürler bahçesinde sadece tek bir çiçekten bahsettiniz. Bu sebeple, değerli hazırunu bugün ana dilimde selamlamak istiyorum. Keşke bunu Lazca, Arapça ve diğer tüm dillerde de yapabilseydik. "..."

Şimdi, söz konusu Millî Eğitim Bakanlığının bütçesi olunca, aslında sorun başlıkları o kadar fazla ki yirmi dakika içerisinde ne kadarına değinebileceğiz, o konuda da emin değilim.

Şu an eğitime baktığımız zaman aslında eğitim, herkese eşit koşullarda sunulması gereken temel bir insan hakkı olarak karşımıza çıkıyor, kamusal bir haktır ama biz 2024 yılı MEB bütçesine baktığımız zaman 1 trilyon 92 milyar olarak belirlenen bir bütçe var karşımızda; bu pay 2023 bütçesine göre 2 kattan fazla artmış gibi görünse de bu durum tamamen bir yanılsamadır çünkü eğitimdeki en temel ihtiyaçlar görmezden gelinerek hazırlanan 2024 Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin zorunlu eğitim harcamalarını bile karşılamaktan uzak olduğunu görmek mümkün. Eğitim bütçesinin millî gelire oranına baktığımızda da OECD ortalaması olan yüzde 6'nın yarısına bile ulaşmış değildir maalesef ve hâl böyleyken eğitim harcamalarının esas yükü büyük oranda maalesef velilerimizin sırtına yıkılmış durumda, zaten geçim sıkıntısı yaşayan velilerimiz bu son süreçte bu tarz politikalarla iyice bu yükün altında kalmak zorunda bırakılmıştır. Beraberinde bu neyi getiriyor? Okullarda, her ne kadar kabul edilmese de bağış, aidat adı altında bazı pratiklerin açığa çıktığını gösteriyor. Tekrar ediyoruz, velilerin yükünü bu şekilde daha fazla artıran politikalar maalesef son yıllarda AKP iktidarı döneminde fazlasıyla gündeme gelmeye başladı.

Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin büyük bir bölümünü personel giderleri oluşturuyor yani bunun yüzde 72,34'ünden oluşuyor ve sosyal güvenlik devlet primi giderleri de yüzde 8,63'e tekabül ediyor. Bu verilere de baktığımızda aslında her yıl bütçeden en çok payı eğitime ayırdığınızı iddia etseniz de bu payın yüzde 81'i zorunlu olarak personel harcamalarına giden bir bütçe. Millî Eğitim bütçesinden eğitime ayrılan paya baktığımız zaman 2002 yılında yüzde 17,18 iken bugün yüzde 9,16'ya kadar bir gerilemeyle karşılaşıyoruz. Şimdi, bir de Diyanet Başkanlığının bütçesine bakalım, Millî Eğitime ayrılan bütçeden farkı ne? 2024'te Diyanet İşlerine ayrılan paya baktığımız zaman 91 milyar 824 milyonla 6 tane bakanlığı geride bırakan bir bütçeyle karşılaşıyoruz. Aralarında dinî vakıf ve derneklerin de olduğu TÜGVA, TÜRGEV, İlim Yayma Cemiyeti, Ensar Vakfı ve benzeri kamu yararı gütmeyen kuruluşlara aktarılacak kaynaklarla birlikte düşünüldüğünde iktidarın yıllardır aslında "tek din, tek mezhep" anlayışı temelinde kullandığı dinî faaliyetlere ayırdığı bu kaynakların 2024'te de artmaya devam edeceğini çok net bir şekilde görebiliyoruz. İktidara hizmet eden dinsel bir eğitim sisteminin inşası için maalesef bu bütçeler kullanılıyor, her geçen gün de bu bütçelerde artışlar meydana geliyor.

Şimdi, bu siyasi iktidarın eğitime yönelik ideolojik müdahalelerinden biri inanç istismarına dayanan pratik uygulama ve söylemleridir. AKP iktidarı "tek din ve tek mezhep" anlayışıyla aslında ideolojik amaçlarını eğitimin her alanında yaygınlaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor, özellikle son yıllarda Diyanet İşleri, dinî vakıf ve cemaatler eğitim politikalarının oluşturulup uygulanmasında baş aktör rolünü üstlenmiş durumdalar. Bu süreçte vakıf ve derneklerle sayısız protokol imzalanıp eğitimin dinselleştirilmesinde cemaatlere özel görevler verildiğini hepimiz çok iyi biliyoruz. Bununla beraber ne yapıyor iktidar? "Seçmeli" adı altında dinî içerikli derslerin dayatılması, cemaat ve tarikatların vakıf ve dernek adı altında okullara yerleştirilmesi, karma eğitime karşı söylemlerin fiilî uygulama örneklerinin artması, yine, "değerler eğitimi" adı altında okul öncesi öğretimden yükseköğretime kadar tüm derslerin, eğitim uygulamalarının dinsel içeriklerle donatılmasını görüyoruz ve bunu hiçbir şekilde kabul etmediğimizi de her defasında teşhir edeceğimizin de altını buradan bir kez daha çizmek istiyorum.

Şimdi, her ne kadar bu seçmeli dersler zorunlu değil denilse de ama zorunlu dersler olarak karşımıza çıkıyor. Size sadece bir velinin bize göndermiş olduğu bir yazıyı okuyacağım. "Yardıma ihtiyacım var." diye başlıyor yazısında, "Kızım normal bir ortaokula gidiyor, sene başında öğrendik ki zorunlu seçmeli Kur'an-ı Kerim dersi var. Ben bu eğitimi bu şekilde almasının doğru olmadığını düşündüğüm için okul müdürüyle ve onun yönlendirmesiyle ders öğretmeniyle görüştüm." diyor velimiz. "Çocuk derse katılacak ama ödevlerden ve görevlerden sorumlu olmayacaktı. Çocuğu dersten almamıza... Veya başka bir seçmeli derse yönlendirme yapılmıyor. Şimdi öğretmen derste çocuğu ayağa kaldırıp sorular sormaya başlamış, bir çeşit mobbing uygulanıyor çocuğuma; ne yapacağımı, nasıl yapacağımı gerçekten artık şaşırdım. Bakanın konuşmasını dinledim, yaşadıklarımla konuşma arasında ciddi farklar var. Lütfen, bana ve bizlere yardım edin." diyor velimiz. Şimdi, bu nedenle, biz, özellikle son yirmi bir yıllık AKP-MHP iktidarının karma eğitimi hedef alan ve ÇEDES tarzı uygulamalardan vazgeçilmesinin altını tekrar tekrar çiziyoruz.

Aslında ben de bir eğitim emekçisiyim, eğitim emekçilerinin mücadelesini yıllardır yürüttüğü ana dilde eğitim sorunumuz var Türkiye'de ve yıllardır bu noktada herhangi bir adım atılmış değil. Türkiye'nin biyokültürel zenginliğine ve etnik çeşitliliğine rağmen 2023 ve 2024 eğitim öğretim yılında maalesef bu zil yine tek dilde çaldı. Pedagojik kaygıları taşıması gereken Millî Eğitim Bakanlığı eliyle eğitim bizzat siyasi iktidarın kontrolüne alınmış ve bir kuruma dönüşmüş durumda. Yine, pedagojik realiteye, ülkenin bireysel ve toplumsal açıdan çok dilli bir ülke olmasına rağmen ana dilinde eğitim hâlen bu topraklarda yasaklı bir şekilde karşımıza çıkıyor. Kürtçe başta olmak üzere Lazca, Çerkezce, Arapça ve diğer dillerde eğitime maalesef yer verilmiyor. AKP iktidarı aslında ana dilinde eğitimin zorunluluğunu seçmeli derslerle geçiştirmeye çalışıyor. Oysa milyonlarca insanın ana dili olan, milyonlarca insanın konuştuğu bir dilin seçmeli ders olarak verilmesini biz kabul etmiyoruz. Kaldı ki yani her ne kadar görüntüde bunlar seçmeli ders olarak verilse bile fiilen işletilmemekte, materyal tedariki noktasında sıkıntılar yaşanmakta ve öğretmen ataması sınırlı tutulmaktadır. Bugün Kürtçe, Zazaca ve Kurmançça derslerini seçebilen öğrenci sayısı 80 binlerden maalesef 20 binin altına düşerken Lazca sınıf artık açılmıyor bile. Kürtçe öğretmen ataması da sembolik bir şekilde karşımıza çıkıyor. Önceki yıllarda bir Kurmanci, bir Zazaca olmak üzere 2 atama yapılıyorken bu işte 2023-2024 eğitim öğretim sürecinde 50 atama yapıldı ama biz bu atamanın da yetersiz olduğunu buradan bir kez daha vurgulamak istiyoruz. Asimilasyon politikalarının yaratmış olduğu dilsel tahribata rağmen Millî Eğitim Bakanlığı ana dilinde eğitim noktasında gerçekten ciddi bir adım atmamıştır ve atmamaya da devam ediyor. Özellikle müfredatta yer alması noktasında başka girişimlerin yapılması gerektiğinin altını çiziyoruz.

AKP iktidarının yine tek dil yaklaşımını terk ederek demokratik, bilimsel, çağdaş değerler üzerinde bir politika izlemesi gerektiğini vurguluyoruz. Bu tekçi yaklaşım, Kürt illerindeki başarı oranını da ciddi şekilde etkiliyor. Başarı sıralamalarına baktığımız zaman, yine Kürt çocuklarının yaygın olarak yaşadığı yerlerde başarı sıralamasının en düşük olduğunu da görmekteyiz. Eğitimde başarı sıralamasında son 10 ile baktığımız zaman Bitlis, Kars, Batman, Diyarbakır, Ardahan, Van, Mardin, Muş, Urfa, Ağrı, Şırnak, Hakkâri olarak karşımıza çıkıyor. Bu çocuklar aslında zehir gibi, çok zeki çocuklar ama az önce belirttiğimiz, ana dilinde eğitim başta olmak üzere bölgesel eşitsizlikler, yatırıma ayrılan paydaki eşitsizliklerden dolayı maalesef başarı oranında böyle tablolar her alanda olduğu gibi yine eğitim alanında da karşımıza çıkan bir tablo.

Şimdi, Sayın Bakan, ben KHK'li bir eğitim emekçisiyim ve bizzat sizin imzanızla ihraç edilen bir eğitim emekçisiyim. KHK'leri siz şu şekilde hayata geçirdiniz: 15 Temmuz darbe girişiminden sonra darbecilerle hesaplaşma, devletin FETÖ'den temizlenmesi gerekçesiyle ilan edilen OHAL, süreç içerisinde bizzat AKP tarafından kendi muhaliflerini susturmak, emek ve demokrasi güçlerini baskı altına almak için kullandığı bir yöntem hâline geldi. Bu süreçte toplumu en fazla etkileyen mevzulardan biri de binlerce kamu emekçisinin KHK'Lİlerle mesleklerinden ihraç edilmesi oldu. İhraçlardan darbe girişimi öncesinde hem Gülen cemaatine hem de AKP hükûmetinin politikalarına karşı mücadele eden eğitim emekçileri de maalesef bundan payını aldı. 15 Temmuz darbe girişiminden sonra ilan edilen OHAL kapsamında çıkarılan KHK'lerle 132 bin kamu emekçisini görevinden uzaklaştırdınız. İhraç edilen kamu emekçilerinin 41.705'i eğitim ve yükseköğretim kurumlarında çalışan arkadaşlarımızdan oluşuyordu. Bunun 34.393'ü Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde, 7.080'i de yükseköğretim bünyesinde çalışan arkadaşlarımız. Bu KHK'lerle ilgili şunları ifade etmek istiyoruz: Ülke tarihine kara bir leke olarak geçen KHK, dönemin bizzat yetkili ağızlarından dökülen "İdari tasarrufla ihraç ettik." Söylemi, kelimenin tam anlamıyla aslında sizin gibi düşünmeyenlere karşı nasıl bir hıncın, nasıl bir öfkenin, nasıl bir kinin dışa yansıdığını çok açık bir şekilde ifadelendiriyor. Bizzat sizin talimatınızla gerçekleştirilen bu ihraçlardan birisi de benim Sayın Bakan. 24 Ekim 2016'da verdiğiniz bir röportajda şu cümleler geçiyor; Size sorulan soru şu: "28 bin öğretmeni nasıl tespit edip görevden ihraç ettiniz?" Karşılığında verdiğiniz cevap şu: "Kamuoyunun şunu bilmesi gerekir ki Millî Eğitim Bakanlığı bu yöndeki hazırlıklarını yaklaşık üç yıl önce başlatmıştı. Dershane tartışması başladığında yani Kasım 2013'te MEB üzerinde vesayet uygulayan bu yapının temizlenmesi gerektiğine dair, Hükûmete, yetkililere ve yargı organlarına bizzat brifing vermiştik." Devamında da "Darbe girişiminden sonra da KHK'yle ihraç ve kapatma kararı uygulanacak." denildiğinde şunu söylüyorsunuz: "Bizim elimizde zaten oluşturulmuş olan bir liste vardı." Peki, size sormak istiyorum: İktidarınızın "Allah'ın lütfu" olarak nitelendirdiği ve sizlerin de bizzat ortak olduğunuz bu günahta, hakkında hiçbir soruşturma olmayan, darbeye ve darbecilere karşı yıllarca mücadele eden emekçileri ihraç ederken vicdanınız hiç sızlamadı mı?

Kendimle ilgili örnek vereyim. Beni açığa aldınız, yüz dokuz gün boyunca ben açıkta bırakıldım, sonra görevime iade edildim, sonra soruşturma gerekçesiyle müdür yardımcılığı görevim sonlandırıldı, sonra farklı bir okula gitmem noktasında zorlandım ve yeni okulumda sadece iki günde toplam beş saat derse girdim, sonrasında 686 sayılı KHK'yle, gece mesleğimden ihraç edildim. Madem bu iş bu kadar titiz yürütülüyordu ben niye yüz dokuz gün açığa alındıktan sonra işime iade ediliyorum, niye bir yer değişikliği yapılıyor ve sonrasında niye bir ihraç oluyor? Bu, benim yaşadığım en basitinden çünkü bizim bu noktada ciddi sorun yaşayan binlerce emekçi arkadaşımız var. O kadar öngörülüsünüz ki ihraç edildikten sonra hakkında soruşturma başlatılan ve takipsizlik, beraat kararı almasına rağmen ihraca gerekçe gösterdiğiniz arkadaşlarımız var. Sayın Bakan, ihraç edilenlere bir savunma hakkı bile tanımadınız, bu hâliyle tam bir sivil darbe yaptınız, bunun altına imza attınız. Laik, bilimsel ve ana dilinde eğitimi savunan; emek, barış ve demokrasi mücadelesi yürüten eğitim emekçilerinden intikam alırcasına hareket ettiniz. 2017'de kurulan OHAL Komisyonunuz tam anlamıyla oyalama komisyonu görevi gördü. 22 Ocak 2023'te görevi sona eren Komisyona Aralık 2022 tarihi itibarıyla 127.292 başvuru yapılmış, yüzde 86'sının başvurusu reddedilmiş, sadece yüzde 14'ü kabul edilmiş; bu sonuç Türkiye için bir utanç kaynağıdır.

Sayın Bakan, en az 17 kişi hayatını kaybettikten sonra göreve iade edildi, bununla ilgili bilginiz var mı? Birkaç arkadaşımızın ismini okuyacağım: Kazım Kurnaz, Nasır Sönmez, Atilla Yalçıntaş, Zeynep Bilen, Bülent Uçar, Emine Yürükçü, Salman Taş, Aslan Duman; sadece arkadaşlarımızdan birkaçı. Birçok arkadaşımız bu ülkedeki politikalardan kaçmaya çalışırken boğularak yaşamını yitirdi, birçoğunun aile bütünlüğü bozuldu, birçok arkadaşımız annesi ve babası tarafından reddedilir duruma geldi, birçok arkadaşımız ağaç kabuğu yemesin diye ayakta kalmaya çalıştı ve ayakta kalmaya çalışırken iş cinayetlerinde yaşamını yitirdi ve hâlen bu politikalarınız ısrarla devam ediyor. Yine, onlarca kişi sağlık sorunlarıyla mücadele etmek zorunda kaldı, bu insanları Resmî Gazete'de "terörist" diye yaftaladınız; bu iade ettikleriniz, yaşamını yitirip iade ettikleriniz için özellikle bunu söylüyorum. Şimdi, onların çocuklarına, öğrencilerine, arkadaşlarına ne diyeceksiniz; gerçekten çok merak ediyorum.

Ret alan yüz binlerce insan hâlâ OHAL komisyonlarında yani daha doğrusu OHAL mahkemelerinde sürecini beklemekte. Barış bildirisine imza attığı için ihraç edilen akademisyenlerimizi AYM kararlarına rağmen göreve iade etmiyorsunuz, göreve iade ettiğiniz akademisyenleri tekrar işten atmak için de çalışmalar yürütüyorsunuz, AİHM Yalçınkaya kararını ve diğer içtihatları uygulamaya bile yansıtmıyorsunuz. Dün dediğimiz gibi, bugün yine ısrarla tekrar ediyoruz: KHK'ler gidecek, bizler kalacağız Sayın Bakan.

Şimdi, bu işin içerisinde ihraç ettikleriniz bir tarafa bir de hâlen görevde olup ciddi sıkıntılar yaşayan eğitim emekçileri var. AKP'nin iktidara geldiği 2002'den bu yana öğretmenlerin aydın yönü her geçen gün aşındırılmaya çalışıldı, öğretmenlik teknik bir mesleğe dönüştürüldü; bununla öğretmenlik mesleğinin toplum ve okul üzerindeki etkisi, ülkenin sosyopolitik gelişimindeki rolü maalesef görünmez kılınmak isteniyor. Siyasi iktidar, eğitim emekçilerinin özlük ve mali haklarını her geçen gün azaltırken öğretmenleri yoksulluk sınırının altında bir ücrete yaşamaya maalesef mahkûm etmiştir. Özellikle Temmuz 2016'dan sonra kadrolu atama yapmak yerine sözleşmeli atamalarla güvencesizliği eğitim emekçilerine dayatan politikalarla karşı karşıyayız. Yine, mülakat dayatmasıyla atamalarda hakkaniyet gözetilmemiş, hak ihlalleri yaygınlaştırılmıştır. Bugün yüzlerce öğretmen atamayı beklerken ücretli öğretmenlik üzerinden emek sömürüsü bizzat Millî Eğitim Bakanlığı tarafından yapılıyor ve birçok öğretmen arkadaşımız asgari ücretin altında çalışmak zorunda bırakılıyor.

Yine, AKP iktidara geldiğinde ataması yapılmayan öğretmen sayısı 70 bin iken bugün 600 bin civarında ataması yapılmayan eğitim emekçisi var. Bununla yedek iş gücü sayısının artırılma, devlet okullarında ve özel okullarda öğretmenlerin güvencesiz, ucuz ve esnek çalışma koşullarına mahkûm edilmek istendiğini çok iyi biliyoruz. Bu nedenle ısrarla şunu söylüyoruz: Atanmayan değil, ataması yapılmayan öğretmen vardır. Dolayısıyla ciddi bir eğitim planlamasıyla öğretmenlerin atamasının yapılarak eşit işe eşit ücret hakkının ve mesleki özlük haklarının tüm öğretmenler için uygulanması çağrısında bulunuyoruz. Bunun için de şunu ifade ediyoruz: Öğretmenin sözleşmelisi, ücretlisi yoktur; öğretmen öğretmendir ve statüsü de kadroludur.

Yine, özel sektörde çalışan eğitim emekçilerinin yaşadığı sıkıntılar var. Özlük haklarının iyileştirilmesi, düşük ücretle çalışmaya son verilmesi sizlerin temel görevlerindendir Sayın Bakan. Öğretmenler geleceği yetiştiriyor ama maalesef bugün kendi geleceklerini göremez duruma getirildi öğretmenler çünkü öğretmenlerin yüzde 95'i kredi kartı borçlusu, yüzde 90'ı da maalesef bankalara borçlu bir şekilde yaşamını idame ettirmeye çalışıyor. Eğitim emekçilerinin aldığı maaş ile asgari ücret arasındaki makas her geçen gün daralıyor. Enflasyonun resmî olarak yüzde 58 olduğu bir yerde öğretmenlerin mevcut koşullarda hak ettiği yaşamı kurması mümkün değildir.

Yine, eğitim içerisinde en çok sıkıntı yaşayan bir diğer kesim çocuklar. Türkiye'de bugün her 5 çocuktan 1'i derin yoksulluk sınırıyla karşı karşıya maalesef. Bu çocuklar yeterli ve besleyici gıdaya ulaşamıyorlar. Türkiye, OECD ülkeleri arasında çocuk yoksulluğunda ilk sırada yer alan ülke. Bugün 20 milyonu aşkın çocuk eğitim görmektedir. Siz de kendi sunumunuzda bunu ifade etmiştiniz. Birçoğu biliyoruz ki okula kahvaltı yapmadan gitmekte, yine birçoğunun okulda hiçbir şey yemeden günü tamamladığını ve eve döndüğünü hepimiz kendi çevremizden, belki kendi çocuğumuzdan da biliyoruz. Bölgesel eşitsizlikleri de bunun içine koyduğumuz zaman ücretsiz 1 öğün sağlıklı yemek verilmesi zaruridir diyoruz.

Her geçen gün okul dışı kalan çocuk sayısında da ciddi bir artış yaşanmaktadır. 5 yaşta okullaşma oranı sizin verdiğiniz bilgilerde de açığa çıktı, yüzde 87; 6-9 yaş arası yüzde 98,59; 10-13 yaş arası yüzde 98,37; 14-17 yaş arası yüzde 94,50 yani Türkiye'de resmî olarak kayıtlı çocukların 609.817'si ya eğitimin dışında ya da okul dışında yer alıyor. Bu da beraberinde neyi getiriyor? İşçileştirilmiş çocuk oranının artırılmasını getiriyor maalesef.

Yine iktidarınızın engellileri dışlayan sağlamcı politikaları eğitime de doğrudan yansıyan çalışmalardan bir tanesi. Millî eğitim politikasının erişilebilir olmak adına yapması gereken altyapı düzenlemeleri neredeyse yok gibi. Veli, öğrenci, öğretmeni içeren bir engelli eğitim politikasının ciddi bir şekilde hayata geçirilmesi gerekiyor. Yine, engellilerin toplam nüfustaki oranı yüzde 8 ila 10 civarındayken okullarda istihdam edilen özel öğretim öğretmenlerinin kadro oranı yüzde 2 civarında karşımıza çıkıyor. Mülteci çocukların da bu noktada yaşadığı ciddi sıkıntılar var. Eğitime erişebilmeleri zaten zor. Erişebildikleri zaman da dil ve kültür problemiyle karşı karşıya kalmaktadırlar. Bununla ilgili düzenleyici çalışmaların yapılması gerekiyor.

Sayın Bakan, bize gelen bazı talepler var, onları size iletmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Sayyiğit, iki dakika süre vereceğim, toparlayın lütfen.

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Millî Eğitim Bakanlığı Yükseköğretim ve Yurt Dışı Eğitim Genel Müdürlüğü tarafından 1416 sayılı Kanun kapsamında öğrenim görmek üzere yurt dışına gönderilenler artan döviz kurları nedeniyle mağdur çünkü yurt dışı bursları döviz olarak veriliyor. Sabit kur politikası da olmayınca birkaç yıl önceki burs borcu dolar-euro kuru nedeniyle katlanmış durumda. Bunun çözülmesi için Millî Eğitim Bakanlığının gerekli adımları atmasını bekliyoruz. YLSY bursiyerleri sizden çözüm beklemekte.

Yine, coğrafya öğretmenlerinin talepleri var. Coğrafya öğretmeni atama sayısının artırılması, liselerde seçmeli olan coğrafya derslerinin zorunlu olmasını talep ediyorlar.

Bir diğer talep, bilişim teknoloji öğretmenlerinden. "Bilişim teknoloji branşının öğretmenlik branşları arasında atama taban puanı en yüksek branş hâlini alması, teknoloji çağında teknoloji öğretmenlerinin değersiz görülmesine sebep olmaktadır." diyorlar. "Bilişim teknoloji branşı önceki yıllarda yapılan öğretmen atamalarında her yıl binli sayıları görürken uzaktan eğitime mecbur kaldığımız, teknolojiye en çok muhtaç olduğumuz dönemlerde ve sonrasında, 2020, 2021, 2022 yıllarında yapılan toplam 100 bin öğretmen atamasında ani bir düşüşle toplamda 430 kontenjan alabilmiştir." diyor arkadaşlarımız. "Eğitimde bir teknoloji hamlesinin yapılmaması, bilişim teknolojileri ve yazılım dersinin artırılarak tüm kademelere yayılmaması, biz bilişim teknoloji öğretmenlerini ülkemiz adına kaygılandırmaktadır." diyorlar. MEB'in bilişim teknoloji öğretmenlerinin yaşamış olduğu türlü mağduriyetlerin üzerine eğilmesini ve bir an evvel çözüm odaklı çalışmalar yapmasını temenni ediyorlar diyorum.

Teşekkür ederim.