| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Yükseköğretim Kurulu c) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı ç) Yükseköğretim Kalite Kurulu d) Üniversiteler |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 14 .11.2023 |
FETHİ AÇIKEL (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, Millî Eğitim Bakanlığımızın değerli bürokratları, bağlı kuruluşların değerli yöneticileri, saygıdeğer milletvekilleri, çok kıymetli basınımızın fedakâr gazetecileri ve Cumhuriyetimizin eğitim camiasının gerçek emektar mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime on gün sonra kutlayacağımız 24 Kasım Öğretmenler Günü'ne atıfla, kendilerine verilen norm kadroya atanma ve mülakatları kaldırma sözleri tutulmadığı için hayal kırıklığına uğratılmış, Öğretmenlik Meslek Kanunu tarafından bile mesleki kimlikleri örselenmiş, özlük hakları törpülenmiş tüm emektar öğretmenlerimizin ve gencecik öğretmen adaylarımızın Öğretmenler Günü'nü buruk bir biçimde de olsa şimdiden kutlayarak başlamak isterim. O öğretmenlerimizdir ki ellerinde taşıdıkları bilim ve eğitim meşalesiyle Türkiye'yi geri kalmış bir Orta Doğu ülkesi olmaktan kurtaran, en uzaktaki köylerimizdeki çocukların ve bilhassa kız çocuklarının eğitimini sağlayan ve yüzlerce sene mesleksiz ve eğitimsiz bırakılmış bu büyük milleti yeniden çağdaş medeniyet düzeyine taşıyan ve taşıyacak olan eğitim neferleridir. Aynı zamanda, bu vesileyle de 10 Kasım Ata'mızı Anma Haftası'nda bulunmamız nedeniyle Başöğretmenimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü, tüm öğretmenlerimizi, mesleğini icra ederken şehit edilen eğitim şehitlerimizi saygı, şükran ve minnetle anıyorum. Tüm eğitim camiasına saygılarımı sunuyorum.
Bir başöğretmen olarak Büyük Atatürk'ü bugünlerde anmak bilhassa çok önemli. Zira eğitim alanında cumhuriyet tarihimizin en dramatik çöküşüne tanık olduğumuz bir dönemden geçiyoruz. Ülkemizin kalkınma ve demokrasi alanında ilerlemesinin en önemli kaldıracı olan eğitimin tahrip edildiği bir dönemden geçiyoruz. Oysa Büyük Atatürk'ün millî eğitim alanında katettiği mesafe öylesine hayati bir niteliğe sahipti ki henüz Kurtuluş Savaşı devam ederken dahi 1921'de Maarif Kongresi'ni toplayarak milletin geleceğinde eğitime verdiği önemi göstermiş, yarı müstemleke bir ekonomi durumundan kurtulmak için millî kalkınmayı bilhassa yerelden yani köy okullarından başlatan ve Anadolu'nun muhtelif kentlerinde kurulan kamu iktisadi teşekküllerinin ve modern fabrikalarının hemen yanı başında, bu fabrikaların ihtiyaç duyduğu mühendisleri ve teknikerleri yetiştiren meslek okullarını inşa eden bir geleneği ortaya çıkarmıştır. Bu cumhuriyetçi ve ilerici gelenek, Büyük Atatürk'ün "Eğitimdir ki bir milleti ya hür, bağımsız, şanlı yüksek bir topluluk hâlinde yaşatır ya da esaret ve sefalete terk eder." dediği gibi, bilhassa eğitimi, milletin hayatta kalabilmesi için devletin ifa etmesi gereken en temel kamu görevlerinden biri olarak işaret etmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; daha 1924 yılında Tevhid-i Tedrisat Kanunu'yla vücut bulmuş bu kamucu, eşitlikçi ve halkçı eğitim felsefesi sayesindedir ki Türkiye'de eğitimde cinsiyet eşitliğini önceleyen sınıfsız ve imtiyazsız bir vatandaş topluluğu yaratma idealinden ve bilhassa kız çocuklarını okutarak onları yüksek diploma ve meslek sahibi yapma ve erdemli, eşit yurttaşlar olarak yetiştirme amacından bahsedebiliyoruz. Atatürk'ün bu cumhuriyetçi ve bilimsel anlayışı sayesindedir ki Türkiye'nin bugün bir Afganistan ya da bir Yemen olmaması için, cehalet ve bağnazlıkla boğuşan bir Orta Doğu ülkesi hâline dönüşmemesi için tüm kaynaklar seferber edilebilmiştir. Bu amaçla da cumhuriyetimizin daha ilk gününden itibaren ülkemizin her köşesinde öğretmen okulları, kız olgunlaşma enstitüleri, ziraat, madencilik, sağlık ve demir yolu meslek okulları, mühendislik okulları, sanat ve akşam okulları, gezici köy kursları, Refik Saydam Hıfzıssıhha Enstitüsü gibi uzmanlık enstitüleri ve nihayetinde köy enstitüleri gibi devrimci eğitim kurumları açılabilmiştir. Türkiye'nin çağdaş dünyayla rekabet edebilecek yükseköğretim kurumlarını ve üniversitelerini büyük reformlarla Batılı standartlara kavuşturabilmişlerdir. Daha 1920'lerden itibaren Türkiye'yi Batı'nın saygın bilim insanları için kapıları sonuna kadar açılmış ve beyin göçü alabilen cazip bir bilimsel üretim merkezine dönüştürebilmişlerdir. Bu sayede Atatürk cumhuriyetinin eğitim kurumları yüzlerce Batılı, yabancı akademisyene ve uzmana ev sahipliği yapabilmiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bugün Millî Eğitim Bakanlığımızın 2024 yılı bütçesi hakkındaki konuşmamızı maalesef cumhuriyetimizin 100'üncü yılının gereklerine uygun olmayan bir gerileme, dağınıklık ve savrukluk koşullarında yapıyoruz. Partim adına bu muhalefet konuşmasını bu nedenle ve öncelikle eğitim, fen ve sosyal bilimler fakültesi formasyonu ve diploması olan, atanmayan 1 milyonu aşkın genç öğretmenimiz, öğretmen adayımız için yapıyorum. Norm kadroları kendilerinden esirgenen ve okullarda madde bağımlılığı, akran zorbalığı, deprem travmasına müdahale edebilecek formasyona sahip olan psikolojik danışmanlık ve rehberlik öğretmenlerimiz için yapıyorum. Bu muhalefet konuşmasını yoksulluk sınırı 44.500 liranın altında maaşa mahkûm edilen öğretmenlerimiz ve açlık sınırının altında, asgari ücretin altında özel sektör öğretmenleri ile Millî Eğitim Bakanlığının âdeta paryası hâline dönüştürülen ücretli öğretmen kardeşlerimiz adına yapıyorum. Bu konuşmayı mülakatlar kaldırılacak sözüne rağmen mağdur edilen on binlerce aday öğretmen için yapıyorum; eşit işe eşit ücret talep eden özel okul öğretmenleri ve sayısı 80'e yaklaşan vakıf üniversitelerinde görev yapan akademisyenler ve genç asistanlarımız adına yapıyorum.
Bu muhalefet sunuşumuzu az gelişmiş ülke standartlarında kalabalık, ranzalı odalarda yatırılan ve 21'inci yüzyılda öğün atlamak zorunda bırakılan üniversite öğrencisi genç kardeşlerimiz için yapıyorum; temel beslenme ihtiyacı dahi karşılanmayan, sıcak yemek bulamayan ve okullarda açlıktan bayılan ülkemizin küçücük yavruları, evlatları ve gençleri adına yapıyorum. Velhasılıkelam, bu konuşmayı Türkiye'de kreşten dershaneye, üniversiteden istihdama kadar uzanan zorlu yolda ticarileşmiş eğitimden muzdarip, kamu ya da özel fark etmeksizin pahalı ve fahiş eğitim masraflarından, beslenme ve servis ücretlerinden mağdur olan tüm orta ve orta alt sınıf yurttaşlarımız adına yapıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; öncelikle şunu söylemek isterim ki maalesef, teklif edilen 2024 yılı bütçesi eğitimdeki yapısal ve güncel sorunları çözmekten uzak bir niteliktedir. 2024 yılı merkezî yönetim bütçesinin 11 trilyon 89 milyar lira olması öngörülmüştür. Millî Eğitim Bakanlığı bütçesi ise 1 trilyon 92 milyar TL olarak teklif edilmektedir. Millî Eğitim Bakanlığı için teklif edilen 1 trilyon 92 milyar liralık bütçe, 20 milyona yakın öğrencimiz ve 1,5 milyonu aşkın tüm eğitim camiamızın ihtiyaç duyduğu kaynak miktarının oldukça altındadır. Millî Eğitim Bakanlığının merkezî bütçe içindeki payı 2016 yılından itibaren azalmaktadır. 2016'da Bakanlığın merkezî bütçe içindeki payı yüzde 13,38 iken bu oran 2023 yılında yüzde 9,74'e kadar düşmüştür. Aynı şekilde, 2016 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinin gayrisafi yurt içi hasılaya oranı yüzde 2,9 iken 2023 yılında bu oran yüzde 2,3'e kadar gerilemiştir.
Eğitim yatırımları açısından ise AK PARTİ'nin iktidara geldiği 2002 yılında Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden eğitim yatırımlarına ayrılan pay yüzde 17,18 iken 2024 yılı itibarıyla bu oran neredeyse yarıya, yüzde 9,15'e gerilemiştir. Dijital dönüşümü, eğitimde yeni teknolojileri ve yüksek vasıflı iş gücüne sahip gençlerin eğitimini ve mesleki becerilere kavuşturulmasını tartıştığımız bu bilgi çağında, bu dijital çağda eğitimde yatırım bütçesine yüzde 10 oranında bir payı dahi ayırmamız bizim açımızdan bir ayıptır. MEB bütçesi içerisinde yatırımlara ayrılan payın en az yüzde 20 seviyesinde olması dijital dönüşüm çağında sorunların çözümü açısından büyük önem arz etmektedir.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri; AK PARTİ yönetimi altında Millî Eğitim Bakanlarının görevde kaldığı ortalama süre iki buçuk yıldır. AK PARTİ yirmi bir yılda 8 kez Millî Eğitim Bakanı değiştirmiştir. Mevcut Bakan, görevi üstlenen 9'uncu Millî Eğitim Bakanıdır. Değişen bakanlarla birlikte sınav sistemleri, tüm müfredatlar, tüm kadrolar çok ciddi yapısal değişikliklere maruz bırakılmıştır. Bakanlık bu süreçte Millî Eğitim Bakanlığı kadar "millî yapboz bakanlığı" gibi çalışmıştır. Halef bakanlar ve selefler arasında gereksiz rekabet, olumlu politikaları inkâr ve gereksiz kendini ispat çabalarıyla yirmi bir yıl geçmiştir. Millî eğitim politikalarında keyfekeder değişimler ve revizyonlar âdetten olmuştur. Millî Eğitim Bakanlığı bu yapbozlar yüzünden sadece sıfır toplamlı bir Bakanlık hâline gelmemiş, pek çok alanda ve parametrede maalesef daha da geriye gidilmiştir. Kaybedilen kuşaklar, kaybedilen yıllar, kaybedilen eğitimci kadrolar ve kaybedilen kaynaklar bunun acı göstergesidir.
Eğitime yapılan en büyük kötülüklerden biri, şüphesiz kamusal eğitimden kopuş ve sosyal devletin adım adım eğitimden çekilmesidir. Nitekim 2002 yılından günümüze kadar özel okullaşma oranı her geçen yıl artmış, 2023 yılı itibarıyla örgün eğitimde özel okul sayısı 14 bini aşmıştır. Özel okullarda eğitim alan öğrenci sayısı ise 1 milyon 700 bine yaklaşmıştır. 2011-2012 döneminde 4.600 olan özel eğitim kurumu sayısı 2022-2023 döneminde 14.200'e kadar yükselmiştir. Özel okul sayısı yüzde 206; özel okullarda kayıtlı öğrenci sayısı ise yüzde 211 oranında artmıştır. Bu, eğitimde kamunun ağırlığının azaldığının, piyasalaşmanın arttığının ve Türkiye'de sınıf eşitsizliğinin, eşit yurttaş yaratma ve meslek sahibi kılarak fırsat eşitliğiyle ülkenin bölgesel ve sınıfsal adaletsizliğini gidermenin önündeki en önemli kaldıracın kaybedildiğinin bir göstergesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yirmi bir yılda eğitimde tabii ki birtakım çalışmalar yapıldı, kimi büyük projeler medya kampanyaları aracılığıyla başlatıldı. Ancak maalesef, bu proje ve tecrübelerin sonunda ya başlangıç noktasına dönüldü ya da bazen de daha gerisine düşüldü. Biriken tecrübe ise sonuçta yıkım tecrübesi ve yapboz tecrübesiyle sınırlı kaldı. Bu yönüyle Millî Eğitim Bakanlığı en tecrübeli batık proje bakanlığı oldu. Bakınız, örneklerle söylemek gerekirse; Millî Eğitim Bakanlığı temel dik yazı uygulamasından birleşik eğik yazısı uygulamasına geçti, yaklaşık on iki yıl bu uygulama yürürlükte kaldı. Çocuklarımız temel dik yazıdan birleşik eğik yazıya geçerken zorlandılar, yazmayı beceremediler; bu sistem on iki yıl uygulandıktan sonra terk edildi.
MEB, sözde "asrın projesi" olan FATİH Projesi'ni uyguladı ancak Covid-19 döneminde dahi öğrenci ve öğretmenler teknolojik yetersizliğin mağduru oldu; internetsiz, tabletsiz ve bilgisayarsız kaldı. Eğitim kuşak kayıpları yaşandı. Genel liseler anadolu liselerine dönüştürüldü, nitelikli okullar âdeta yok edildi. Millî Eğitim Bakanlığının Kur'an kurslarındaki denetime son vermesi ise çok ciddi bir yetki feragatidir. Dinî eğitim, merdiven altı tarikat ve cemaatlerin kontrolüne geçti, çocuklarımız her türlü suistimalin ve pedagojik hırpalanmanın konusu hâline geldi. Trajik bir biçimde, çocukların okula başlama yaşı önce altmış aya ardından altmış altı aya ve sonunda da altmış dokuz aya çıkarıldı, küçücük çocukların kayıt yaşıyla sürekli oynandı, aileler ve küçücük çocuklarımız, evlatlarımız eğitim kobayı hâline getirildi. Bu sorumluluğu üstlenen bir tek Bakan, bir tek yüksek bürokrat, istifa eden bir tek Türkiye Cumhuriyeti bürokratı bilmiyoruz, tanımıyoruz. Aynı şekilde, AK PARTİ döneminde dershaneleri sözde kaldıran 6528 sayılı Kanun çıkarıldı; ne dershaneler kaldırıldı ne de özel okula dönüştürülen dershanelerin imkânsızlıkları, şehir içi binalara tıkılmış, spor alanı, çevresel imkânları, fiziksel yeterlilikleri sağlanabildi. En son olarak da Öğretmenlik Meslek Kanunu deneyi başlatıldı. Deney diyorum çünkü önce öğrencileri denek olarak kullanan Millî Eğitim Bakanlığımız, şimdi de fedakâr öğretmenlerimizi denek ve deneme tahtası olarak kullanmaya başladı.
Tüm bu sözde projelere ve reformlara baktığımızda eğitimdeki büyük çöküşü görmek çok daha kolay olacaktır. Bakınız, bir başka dramatik örnek de PISA sonuçlarıdır. Bakanlık Pisa sonuçlarındaki hezimeti örtmek için kendi ölçme ve değerlendirme tekniğini yahut projesini uyarlamak zorunda kalmıştır. PISA'da alınan kötü sonuçlara cevaben 2015 yılında pilot uygulama, 2016'da ise genel uygulamayla yürürlüğe alınan ABİDE projesi, Akademik Becerilerin İzlenmesi ve Değerlendirilme Projesi uygulamaya sokulmuştur. Ancak bu projenin ne sonuçları şeffaf bir biçimde uzmanlar ve kamuoyuyla paylaşılmış ne de düzenli bilgilendirme yapılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; burada, okullaşma oranı hakkında da okullaşma oranının anlatıldığı gibi başarılı olmadığını söyleyerek sözlerime devam etmek zorundayım. 2011-2012 eğitim öğretim yılında ilkokulda okullaşma oranı yüzde 98,67 iken bugün ilkokulda okullaşma oranı yüzde 93,85'tir. 2011-2012 eğitim yılında ortaokullarda okullaşma oranı yüzde 93 iken bugün yüzde 91'e düşmüştür; her iki alanda da düşüş aşikârdır. 2002-2022 döneminde ise 19.708 köy okulunun kapısına kilit vurulmuştur. Türkiye'de, kırsal kalkınmanın, tarımın önündeki en önemli mecralardan biri olan köylerde yaşayan nüfusun tasfiyesi, Millî Eğitim Bakanlığının yanlış politikaları nedeniyle hızlandırılmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; unutmamamız gereken bir diğer konu ise deprem bölgesinde yaşanan eğitim krizidir. Deprem bölgesinde eğitim âdeta kaderine terk edilmiştir. Büyük bir travmayla karşı karşıya kalan depremzede öğretmen ve öğrenciler psikolojik sorunlarla yapayalnız kalmış, tek başına mücadele etmek zorunda bırakılmıştır. Bu sorunlar da acil şekilde çözüm beklemekteyken yani çok sayıda PDR öğretmenimiz istihdam edilip deprem bölgelerinde görevlendirilebilecekken bu yapılmamaktadır. Mevcut bütçe teklifi deprem bölgesindeki eğitim sorunlarını çözme potansiyeli özellikle PDR öğretmenlerinin taleplerinin bu bölgelerde karşılanması potansiyelini taşımamaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; temel eğitimdeki en büyük çöküşün yaşandığı alanlardan biri yükseköğretimdir. 2016 yılından bu yana YÖK ve üniversitelerin bütçesi neredeyse yüzde 19 azalmıştır. Yükseköğretim düzeyinde yaşanan nitelik sorununun başlıca nedeni despotik siyasi iklim ve politik atamalar kadar bu bütçe eksikliğidir. Her ile bir üniversite projesi iflas etmiştir. Maalesef, üniversitelerimiz genç işsizliğini dört beş yıl ertelemenin aracı hâline gelmiştir. Eğitim ve istihdam arasındaki bağ kopmuştur. Tekrar ediyorum Sayın Bakan: Eğitim ve istihdam arasındaki bağ kopmuştur. Yükseköğretim planlaması ile ekonomi ve kalkınma politikaları arasında kurulması gereken mekanizmalar kurulamamıştır. Bununla birlikte, üniversitelerde intihaller, siyasi kriterlerle atanan kayyum rektörler, kişiye özel akademik kadro ilanlarıyla, torpilli yükselme jürileriyle, hileli akademik yayın rekorlarıyla Türkiye, yetersiz araştırma bütçeleri ve yoksulluk sınırında ve altında çalışan akademisyenlerle küme düşmektedir. Bizzat YÖK Başkanı tarafından söz verilmesine rağmen akademisyenlerimizin akademik zam talebi sümen altı edilmeye çalışılmaktadır.
En başta Boğaziçi Üniversitesinde ve ülkemizin köklü tüm üniversitelerinde ve fakültelerinde büyük akademik kıyımlar yapılmıştır, yapılmaktadır. Üniversitelerimiz dünya sıralamalarında hızlı bir gerileme dönemine girmiştir. Saray rejimi ve YÖK, liyakat ilkesini hiçe sayarak siyasi atama ve yükseltmelerde keyfî ölçütleri gözetmekte ve kayırmacı ve kıyıcı bir anlayışla üniversitelerimizi yönetebileceğini zannetmektedir. Boğaziçi Üniversitesi akademik ve idari kadro atamalarında siyasi etkiler ve keyfî nüfuz çabaları sadece beyin göçünü hızlandırmakla kalmamış, kadroların tüm yükseköğretim kurumlarında liyakatsizleşmesine, partizanlaşmasına ve yetkinlikten uzaklaşmasına neden olmuştur. Bu yüzden tıp fakültelerimizden ve seçkin üniversitelerimizden dışarıya beyin göçü, âdeta oluk oluk insan göçüne dönüşmüştür. Beyin göçü kervanına katılan akademisyenlerin vebali, yirmi bir yıldır yanlış millî eğitim politikalarıyla bu ülkenin gençlerini, nitelikli ve zeki evlatlarını bu ülkeden umudunu keser hâle getiren sizlerin üzerindedir. GATA gibi askerî tıp fakültelerini kapattığınız ve açmamakta ısrar ettiğiniz için doktor açığı halk sağlığını tehdit edecek düzeye ulaşmıştır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ancak kayıt ve tutanaklara da girmesi adına kısaca hatırlatmak istiyorum: Sayın Bakanın Müsteşarlığı ve Bakanlığı, yıkım tecrübesi ve yapboz tecrübesi olarak tarihe geçmektedir. Kendisi beş aydır Millî Eğitim Bakanlığı koltuğundadır ancak 2013-2018 yılları arasında Millî Eğitim Bakanlığı Müsteşarlığı yapmış ve AK PARTİ'nin Türk eğitim sistemini tahrip eden ve hâlâ da tahrip etmeye devam eden politikalarının pek çoğunun altına imzasını atmıştır. 2013'te Andımız'ın kaldırılmasından 2014'te Proje Okulu uygulamasıyla Türkiye'nin köklü eğitim kurumlarının içinin boşaltılmasına kadar...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Açıkel, süreniz doldu, mikrofonunuz kesildi otomatik olarak.
Sözlerinizi toparlamak için iki dakika veriyorum.
Buyurun.
FETHİ AÇIKEL (İstanbul) - 2016'da sözleşmeli öğretmenlik uygulaması başlatıldığında maalesef görevdeydiniz. 2017'nin şaibeli TEOG'unda 17 bin öğrenci 1'inci olduğunda Milli Eğitim Bakanlığı Müsteşarı sizdiniz Sayın Bakan. Sizin "ÇEDES" "Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum" adı altında sunduğunuz proje, ülkenin pedagojik, sosyolojik ve istihdam beklentilerinin hiçbiriyle örtüşmemektedir. Türkiye'de çok sayıda psikolog ve PDR mezunu öğrencimiz görev beklerken merdiven altı yapıların sırf ideolojik ve dogmatik hedeflerinin Millî Eğitim Bakanlığı bünyesinde hayata geçirilmesi yanlıştır.
Son olarak şunu söylemek istiyorum Sayın Bakan ve sayın milletvekilleri: Millî Eğitim Bakanlığının yıkım ve yapboz projelerini ve bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Çağdaş medeniyeti ıskalatan, Türkiye'yi Orta Doğu'nun ve Orta Asya'nın geri kalmış ülkelerinden göç alan fakat kendi eğitimli genç mühendis, doktor ve yazılımcılarını ise Batı'ya kaptıran bu millî eğitim sisteminin bütçesini kabul etmemiz mümkün değildir. Millî Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurumu, sınavlardaki kayırmacılık mekanizmalarıyla, siyasi atamalarla, mülakatlarda oluşturduğu hayal kırıklıklarıyla beyin göçünün en önemli sebepleri arasındadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri, şüphesiz sarayın boğucu otoriter ve bağnaz siyasi iklimi kadar maalesef Milli Eğitim Bakanlığının politikalarıdır. Öğretmenlerimizi işsizliğe, düşük ücrete, kadrosuzluğa, güvencesizliğe, hak kayıplarına, imkânsızlıklara, meslek içi adaletsizliklere, ayrımcılığa, kayırmacılığa, mesleki şiddete ve değersizleştirmeye mahkûm eden bu bütçe teklifini kabul etmemiz mümkün değildir.
Saygılarımı sunuyorum.