KOMİSYON KONUŞMASI

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Kurt, öncelikle şu "kadınlarımız" kelimesinden vazgeçsek "kadınlar" diye ifade etsek daha iyi olur sanki diye düşünüyorum.

RESUL KURT (Adıyaman) - Öyle mi demişim ben?

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - "Kadınlarımız" dediniz, evet. O alışkanlığımızdan vazgeçsek iyi olur sanki.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli hazirun; hepinizi öncelikle saygıyla selamlıyorum.

Tarım, kadın emeğinin en yoğun olduğu alanlardan bir tanesi ama buna rağmen maalesef her alanda olduğu gibi tarım alanı da kadın emeğinin en az görünür olduğu alanlar. Şu an yani buraya baktığımız zaman da görüyoruz kadın sayısının ne kadar az olduğunu. Yanlış değilsem, istatistiklerde şöyle bir bilgi var: Tarım ve Orman Bakanlığının merkez teşkilatı çalışanlarının yüzde 36'sı, taşra teşkilatlarının da yüzde 24'ü kadın arkadaşlardan oluşuyor. Bu, genel toplama baktığımız zaman, yani sadece yüzde 25'ine tekabül ediyor ve gerçekten, kadın emeğinin bu alanda da daha fazla görünür olması gerektiğini düşünüyoruz. Bu teşkilatta çalışan kadın arkadaşların sayısının da artırılması gerektiği kanaatindeyiz. Bunları söyleyip başlamak istiyorum.

Bugün üzerinde yaşadığımız coğrafya, insanlığın ilk üretim yaptığı, toprağa ilk tohum serptiği coğrafya. Özellikle "Mezopotamya" dediğimiz zaman aklımıza hemen bereketli hilal gelmektedir, arkadaşlarımız da bunu öncesinden ifade etmişlerdi. Buğday burada evcilleşti, insanlığın vazgeçilmez gıdası oldu. Kürt halkının "Gire Miraza" dediği Göbeklitepe, Nevalı Çori ve Çatalhöyük toplu yaşamın ilk mekânları olarak karşımıza çıkmakta. Dolayısıyla buğday, arpa, mercimek, nohut dediğimizde, fındık ve fıstık üretimi söz konusu olduğunda dünyada önemli bir noktada olması gereken ülkelerin başında yer alıyoruz.

Birkaç yıl önce, sizin de konuşma metninizde ifade ettiğiniz gibi, bu Covid-19 da başta olmak üzere tarımsal üretimin ve gıda güvenliğinin önemini çok net bir şekilde açığa çıkardı. İklim krizi, küresel ısınmanın etkileri her gün biraz daha kendini gösteriyor. Ukrayna ve Rusya global gıda krizine neden olurken kaynakların çeşitlendirilmesinin, üretimin artırılmasının önemi de bir kez daha ortaya çıkmış oldu. Ne var ki, diğer politikalarda olduğu gibi, yine tarım politikasında da AKP iktidarı, değişen 8 bakanına rağmen tarımda da bildiğini okumaya, geçmişin yanlışlarında ısrar etmeye devam etmekte. Bu nedenle tarımsal üretim ve hayvancılıkta da yirmi bir yıllık iktidar değilmiş gibi "destekleyeceğiz" "planlanmaktadır" kelimeleri kullanılmaya devam edilmekte. Oysaki bugün denizlerde görülen müsilaj, artan hava kirliliği, toprak kaybı ve kuraklık, bölgede büyüyen savaş tehlikesi uluslararası gıda krizinin de ayak sesleri olarak karşımıza çıkmaktadır. Elbette, AKP iktidarlarında tarımda birçok değişikliğe de gidildi, bunu söylemek gerekiyor, yeni yasalar da çıkarıldı: Tarım Kanunu, Tohumculuk Yasası, Biyogüvenlik Yasası ve daha birçok yasa bu dönemde açığa çıkarılmış yasalardan. Sorun aslında yasaların çıkarılmasıyla çözülmüyor, çözülmeyecek de bu şekilde giderse; sorun aslında tamamıyla AKP'nin insana, toprağa, börtü böceğe, doğaya yaklaşım politikasında çünkü bu iktidar, ithalatı önceleyen neoliberal tarım politikalarının da sıkı bir savunucusu konumunda karşımıza çıkmaktadır.

Ülkede eskiden imece usulüyle dayanışmacı bir üretim diyebileceğimiz birçok tarım ürününün ortaya çıkarıldığı klasik bir tarım ekonomisi söz konusuydu. Toprağı olmayan köylü bile icar yoluyla, ortaklık ve kiralama usulüyle de olsa toprağa tohumunu atardı ama maalesef bugün, toprağı olan çiftçiler bile artık bunu üretemez durumda, üretemez duruma gelmiş ve topraktan her geçen gün uzaklaşılıyor, bu tarlalar boş kalıyor. Elbette, bunun bir mazisi var; 1980'lerde Özalizmle başlayan, 2000'lerde AKP'yle sürdürülen bir mazi bu. Küresel neoliberal politikalarla, özelleştirme furyasıyla üretenler, çiftçiler neye uğradıklarını bile anlamadılar. Geleneksel tarım ürünleri tamamen serbest piyasanın insafına bırakıldı. Tarımsal üretimde emek yoğun bir üretim yerine, ulusal ve uluslararası büyük şirketlerin etkili olduğu sermaye yoğun üretim tercih edildi. Dolayısıyla neoliberal piyasada küçük üretici, küçük aile işletmelerinin rekabet gücü ortadan kaldırıldı. Tarımı, çiftçilerin öz üretim gücünü destekleyen kurumların kapatılması ya da özelleştirilmesi bu süreci daha da kötü bir noktaya getirdi maalesef.

Özellikle söz konusu AKP iktidarı olunca tarımsal alandaki günahlarını da ortaya çıkarmak için bayağı bir zamana ihtiyacımız olacak çünkü sadece doğrudan çiftçiler hedef alınmıyor, çiftçilerin tarlası, bahçesi de bu şekilde talan ediliyor. Mera ve yayla yasakları bunun başında geliyor. Tarım alanlarının içinden geçirilen otoyollar, maden sahasına dönüştürülen alanlar, talan edilen zeytinlikler, HES ve barajlarla suya gömülen toprak bunların sadece bir kısmını oluşturuyor Sayın Bakan. Hepimiz şahit olmuşuzdur, etrafımızda bir insan zorda kalsa dahi toprağını satmazdı, onunla bir şekilde bütünleşirdi ama insanlar ahırda hayvanını besleyemez duruma getirildi, ektiği tarlanın masrafını karşılayamaz hâle geldi maalesef çünkü AKP çiftçinin yanında değil, müteahhitlerin yanında, toprağa tohum atılmıyor, artık toprağa resmen beton dökülüyor.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; toprağın bereketi, onun işlenmesiyle, ona bakılmasıyla eşdeğer ölçüde artar ama tarlada, bahçede maalesef her geçen gün üretim azalıyor, insanlar tarımsal üretimden her geçen gün uzaklaşmaya başlıyor. Bunun en önemli nedeni, tarım ve hayvancılığın stratejik bir sektör olarak ele alınmamasından kaynaklanmakta. Bakın, 2002'de 26 milyon hektar alan tarım arazisi bugün 23 milyon hektara düşmüş durumda. AKP iktidarı döneminde kaybedilen 3 milyon hektar arazinin sebeplerini az önce ifade ettik. Bunun yanında, yıllarca nadasa bırakılan milyonlarca hektar arazi de söz konusu. Yine, 2002 yılında kayıtlı çiftçi sayısı 2 milyon 588 bin iken bugün 2 milyona kadar düştüğünü biliyoruz. 500 bin insanın bundan neden vazgeçtiğinin aslında iktidarın ortaya koymuş olduğu politikalar sonucu olduğunu hepimiz çok iyi biliyoruz. Kaldı ki aktif çiftçi sayısı, doğrudan üretenlerin sayısı 2 milyon bile değildir. Dolayısıyla AKP Sudan'da ve Venezuela'da tarla kiralayacağına bizce çiftçisini desteklesin, insanlar daha fazla üretsin diyoruz. Çiftçiler desteklenmiyor dediğimizde AKP bir reaksiyon gösteriyor ama sonuçlar nedenleri ortaya fazlasıyla koyuyor. Çiftçi borç batağında, kazandığını yatırıma dönüştürecek şartları maalesef yok çünkü hasadını kaldırınca, mahsulünü satınca icralık olmamak için kredi borcunu ödemek zorunda. Bugün çiftçilerin bankalara kredi borcunun 400 milyara yaklaştığı ifade ediliyor. Bir çırpıda holdingci Cengiz'in 425 milyon liralık vergi borcunu silen AKP iktidarı neden kavurucu sıcakta üretim yapan çiftçinin borcunu silmiyor? Ziraat Bankası çiftçiyi desteklemeli ama çiftçi kredi istediğinde kefil isteyen banka, söz konusu yandaş olunca, Demirören olunca 750 milyon doları anında verebiliyor. Tam da bu nedenle 2024 yılı bütçesinde sınıflar aslında çok net bir şekilde açığa çıktı. Bizler halkın, emekçinin yanındayız; AKP ise sermayenin ve holdinglerin yanında yer alıyor.

Ülkenin nüfusu mültecilerle birlikte 90 milyona ulaşmış durumda. Üretim olmalı ama buğdayı Ukrayna'dan, cevizi Şili'den, soğanı Mısır'dan, pamuğu Brezilya'dan, samanı Bulgaristan'dan ithal eder duruma geldik. Nüfus artıyor ama yirmi yıldır buğday üretimi 19 ila 20 milyon tonda sabitlenmiş durumda çünkü yeterince destek yok; çünkü gübre, mazot, tohum, elektrik gibi girdi maliyetleri artık altından kalkılmayacak bir düzeye geldi maalesef. Bakın, mazot 2021 yılında 6-7 lira bandındaydı ama bugün 40 lira civarında. Birkaç yıl önce 1 traktörün fiyatı 300 binken bugün 800 binin altında bir traktör almak artık mümkün değil gibi.

Güya Tarım Kanunu'yla gayrisafi yurt içi hasılanın yüzde 1'inin tarıma ayrılması gerekiyordu ama 2007-2023 yılları arasında çiftçiler bu oranda desteklenmedi. Bunun yeniden gözden geçirilip yüzde 1 noktasında uygulamalarının hayata geçirilmesi elzemdir.

Bakın, şöyle bir not var elimde: Bir araştırmaya göre 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu'na göre millî gelirin en az yüzde 1'inin tarımsal desteklemeye ayrılması gerekmektedir yani 2007-2017 yılları arasında tarıma 188 milyar TL destekleme ödemesi yapılması gerekiyordu; şu ana kadar ödenen destekleme 88 milyar civarında yani devletin destekleme ödemelerinden dolayı çiftçiye yaklaşık 100 milyar TL borcu var.

Onlarca kalemde destekler var ama bunun sadeleştirilmesi gerekiyor Sayın Bakan. Mazotsa mazot desteği, gübre ise gübre desteği verilmeli. Farklı kalemleri birleştirip destek diye sunduğumuzda ihtiyaç duyulan kalemde desteğin azalması açığa çıkıyor.

Değerli hazırun, tarım dediğimizde bunu hayvancılıktan da ayırmamamız gerekiyor çünkü devletin ikisini bir arada düşünerek yani bütüncül bir politika hayata geçirmesi lazım. Eğer yem yoksa, saman ithal ediliyorsa bu doğrudan hayvancılıkla uğraşanların maliyetine yansıyor. Hayvancılık önemli çünkü kırmızı et almak artık ülkede bir lükse dönüşmüş durumda. Süt fiyatları da aynı şekilde uçmuş. Hayvancılığa da gerekli değerin ve desteğin verilmesi elzemdir diyoruz çünkü istihdama olan katkısının yanında gayrisafi millî hasılaya katkısı, toplumun protein içeren temel gıda ürünlerine erişimi noktasında da çok ciddi bir değerde bunlar. Maalesef ki iktidarın politik tercihleriyle bu sektörün de sorunları artmış durumda.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Sayyiğit, toparlayın lütfen.

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim.

1980 yılından bu yana Türkiye'de nüfus 45 milyondan 86 milyona yükselmesine rağmen, hayvan varlığı 85 milyondan 70 milyon başa kadar düşmüştür. Nüfus artışı ile hayvan sayısı arasında bir ters orantı var ve bunun tersine çevrilmesi gerekiyor. Seçim bölgem Van da bu anlamda öne çıkan kentlerden biri çünkü küçükbaş hayvancılığın en yoğun olduğu kentlerden bir tanesi ama maalesef, buna rağmen kırmızı etin de en pahalı olduğu kentlerden bir tanesi. Ve yine biliyorsunuz, Van'da meşhur otlu peynir var, bu süreçte artık alınmayacak durumda çünkü fiyatı her geçen gün artıyor.

AKP iktidarı bugün yurttaşa varlık içinde yokluk yaşatıyor. İnsanlar buna itiraz etmesin diye her türlü tedbiri almayı da ihmal etmiyor ayrıca. Yurttaş gıdanın fiyatından yakınıyor ama iktidar sahipleri "Bir merminin fiyatı kaç lira biliyor musunuz?" diye cevap veriyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Toparlayacağım Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun Sayın Sayyiğit.

GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim.

Bakın, Hollanda dünyanın 2'nci büyük tarım ihracatçısı. Bunun bir sebebi de aslında çiftçisine verdiği değerden kaynaklanıyor; hükûmet bir yanlış politika yaptığında, çiftçi traktörüne atlıyor, gidiyor bakanlığın önünde bunu protesto ediyor. Ama bugün Türkiye'de itiraz edene saldıran bir iktidar gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Sonuç olarak şunları ifade etmek istiyorum: Küresel nüfusun yüzde 29,6'sının yeterli gıdaya erişemediği bir süreçte tarımsal üretim ve hayvancılığa partilerüstü bir yaklaşım sergilenerek destek ve hibelerin yeterli ölçüde olacak şekilde zamanında ödenmesi, gıda riskinin arttığı bir dönemde stratejik ürünlerin belirlenip desteklenmesi, tarım kredi borçlarının küçük ve orta ölçekli köyler için kamu borcu hâline getirilmesi, mazot için KDV ve ÖTV muafiyetinin getirilmesi, imara açılan yerlerin ise iptal edilerek üretim alanlarının korunması gerekmektedir diyorum.

Teşekkür ediyorum.