KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakanın sunuşunu dinledik. Hukuk devleti ve hukukun üstünlüğünden bahsetti; "Ne yapıyorsak hukuk devletini geliştirmek için yapıyoruz." dedi. Öyle mi, şimdi, buna bir bakmamız gerekiyor.

"Hukukun üstünlüğü" dediğimiz zaman, yasama ve yürütme işlemleri karşısında son sözü hukukun söylemesini anlıyoruz. Yani, başka bir deyişle, devletin hukukla sınırlı olmasını anlıyoruz. Devlet her ne yapıyorsa, yasama, yürütme, yargı hukukla sınırlanacak, anlaşılan şey bu. Ama, maalesef, Türkiye'de öteden beri -sadece sizin döneminizde değil- bu konuyla ilgili atılacak bütün adımlar değişik bahanelerle engellenmiştir.

Evet, yani, siyasi partilerin aslında kapanmaması gerekir ama, işte, memlekette bölücülük tehlikesi var. Evet, şu hak ve özgürlükler olması gerekiyor, işte, tutukluluk süreleri, gözaltı süreleri çok uzun ama, ne yapalım, komünistlik var, faşistlik var, bölücüler var. Sürekli olarak bir engel bulunmuştur ve hep ötelenmiştir. Şimdi de paralelciler var. Yani, yarın başka birisi çıkacak ve bunlar ötelenecek.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakan; şimdi şöyle bir şey var Türkiye'de sürekli olarak: Yani, bu vesayet sistemi... Yani, hukuka da bu gözle bakılıyor ve gerçekten de bazı mahkemeler geçmişte -ve hâlâ belki- vesayet sistemi olarak değerlendirilmiştir, yani, seçilmişlerin önünün bir şekilde kesilmesi için, kesilmesi anlamına gelebilecek kararlar almışlardır. Siz de geçmişte, öteden beri, işte, en çok bu vesayet sistemini eleştirmişsinizdir, 12 Eylül sistemini, 1982 Anayasası'nı eleştirmişsinizdir. Ve "Vesayeti kaldırıyoruz." diye çok sayıda seçime gittiniz, güzel, fakat görünen o ki iktidara iyice yerleştikten sonra iktidarı devam ettirmek için ya da daha iyi Hükûmet etmek için bu vesayet kurumlarına siz de alıştınız. Nasıl alıştınız? Yani, bu vesayet kurumları neydi? Diyelim ki Yükseköğretim Kurumu vesayet kurumuydu, işte, Millî Güvenlik Kurumu vesayet kurumuydu ya da bazı kurumlar, mesela Cumhurbaşkanlığı da vesayet kurumu... "Vesayet kurumu" derken, "siyasetin önünü kesen kurumlar" olarak gözüküyordu. Sizin de, aslında, bu konuyla ilgili çok fazla rahatsız olmadığınız ve bu kurumları muhafaza ettiğiniz görülüyor. Yargı üst kurullarıyla ilgili -işte, Anayasa Mahkemesi, yüksek yargı, Yargıtay, Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu- bu konuyla ilgili de bir kavga var. Ne kavgası bu? İktidar kavgasının bir yansıması. Yani, yüksek mahkemelerin, özellikle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun yargının bağımsız, tarafsız olabilmesini temin edecek şekilde kurgulanması, yasaların, Anayasa'nın bu şekilde değiştirilmesi, düzenlenmesi değil de "Bizim elimizde olması." gibi bir eğilim var. Adalet ve Kalkınma Partisinin bana göre en büyük yanlışı budur. Daha evvel eleştirmiş olduğu bu kurumları şimdi iktidar olduğunda, şimdi o kurumların içini kendisi doldurduğunda, kendi insanlarını yerleştirdiğinde sorun olmaktan çıkardı. Dolayısıyla, hukuk devleti bir türlü gelemiyor.

Sayın Bakanım, aslında bu konu, hukuk devleti meselesi sadece Türkiye'yi de ilgilendiren bir konu değildir. Dün de İçişleri Bakanlığı bütçesi görüşülürken ifade etmeye çalışmıştım. Özellikle 11 Eylülden sonra Amerika'dan başlayarak sonra Avrupa'da ve sonra bunların nüfuz alanı olan bütün ülkelerde ve Türkiye'de hukuk devleti yerine bir olağanüstü hâl devletine doğru bir evrilme var. Ne demek, neyi kastediyorum? İşte, Amerika Birleşik Devletleri terörü bahane göstererek -önce orada başladı- Antiterör Yasası'ndan ABD'yi birleştirme ve güçlendirme yasasına, oradan Vatandaşlık Yasası'na ve benzer yasalar da Avrupa'da eş zamanlı olarak ya da daha sonra çıkarıldı. Buna benzer yasalar da Türkiye'de çıkarılıyor. Nedir bunlar? Bunlar şu: Aslında, terör bahane ediliyor. "Terör tehlikesi" diye bir tehlike de var yani. Avrupa'nın değişik yerlerinde patlıyor, Türkiye'de patlıyor, her tarafta da patlıyor. Bir terör tehlikesi var ama terörün tanımı o kadar genişletiliyor ki, mesela bir ülkenin siyasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yok etmek, istikrarını bozmak, bütün bunlar bile terör parantezi içine alınabiliyor. Sizlerin, Hükûmetinizin de böyle bir eğilimi olduğunu görüyoruz, uygulamalarında da bunları görüyoruz. Buradan şunu anlamayın yani... Her türlü terör ya da yasa dışı ne varsa bütün bunlar elbette devlet tarafından takip edilecek, suçlular yakalanacak, adalete teslim edilecek. Bunları kastetmiyoruz ama buradan hareket ederek nasıl bir bahane bularak "Siyasi partileri, evet, çok kolay kapatıyoruz ama ne yapalım bölücü partiler de geliyor. Dolayısıyla, biraz daha bu işi geciktirelim der." gibi, "Efendim tamam, yani, hak ve özgürlüklere dokunuyor bu iş ama ne yapalı, böyle bir tehlike var." diye bütün bir muhalefeti terör parantezine alıyoruz. Yani, sendikal hareketten çevre hareketine kadar terör parantezine alıyoruz. Ben davalar biliyorum, gözaltılar biliyorum, Karadeniz'de Yeşil Yol'a karşı çıkanlar, HES'lere karşı çıkanlar bile terör parantezine alınmıştır bu ülkede. Zaten muhalefet eden sivil toplum örgütleri, örgütler falan hepsi "ideolojik", "siyasi" diye... Bir de "siyasi" diye... Elbette siyasi. Siyasi partiler bile siyasi parantezine bir terör göndermesi yapılarak siyasi parantezine alınabiliyor. Elbette siyaset olacak.

Sayın Bakanım, bir ülkenin yurttaşları eşittir. Yani, eşit yurttaşlık cumhuriyetin temel ilkelerinden biridir. Bu eşit yurttaşlar arasında suç işleyenler de olabilir, bunların arasında terör suçu işleyenler de olabilir. Böyledir, vardır yani, bütün ülkelerde vardır ama bunlar düşman olarak değerlendirilemez. Evet, biliyorum, dünyadaki trend böyle, ABD'de, Avrupa'da bu şekilde gidiyor ve onlar ikili bir hukuk uyguluyorlar ama bu 2'nci hukuk, olağanüstü hâl hukuku -sizin de yaptığınız gibi- giderek genişliyor ve her tarafı, hepimizi bütünüyle kuşatmaya başlıyor. Buradan nereye gideceğiz? Yani, buradan nasıl bir demokrasi çıkaracaksınız?

Başka bir şey daha var. Bu kadar büyük kitleleri terör parantezine alarak, düşman, hain parantezine alarak Türkiye'de nasıl bir uzlaşma yapıp yeni sivil, demokratik bir anayasadan falan söz ediyorsunuz? Bunu nasıl yapacağız? Yani, ağzını açan en yüksek katlardan, Cumhurbaşkanından, Başbakandan, bakanlardan, partinin önemli yetkililerinden -sizin partinizi kastediyorum- muhalefet olan herkesi terör parantezine alırsanız, herkesi düşman kategorisinde gösterirseniz nasıl bir uzlaşmaya gideceğiz? Daha bugün Sayın Cumhurbaşkanı ana muhalefet partisinin Genel Başkanını terörle aynı göstermeye çalıştı, birlikte göstermeye çalıştı. Efendim, neymiş? CHP'nin bir mensubu bir yerde bir şey söylemiş. Yahu, bu tartışılabilir, edilebilir ama bir ana muhalefet partisini siz terör kategorisine, teröre yazarsanız, terör parantezine alırsanız ne yapacaksınız? Sayın Bakanım bu ülkeye huzuru, barışı, demokrasiyi nasıl getireceksiniz? Kimle uzlaşarak bir Anayasa yapacaksınız? Ülkenin yarısını, yüzde 50'sini bu ülkeden gönderecek misiniz? Ne yapacaksınız yani? Operasyonlar düzenleyip bunları ortadan mı kaldıracaksınız? Böyle bir şey mümkün mü? Bu gidişin gidiş olmadığını ifade etmek istiyorum.

Değerli arkadaşlarım, hukuk devleti dediğimiz zaman yani vatandaşlarına hukuk güvenliğini sağlayan, yönetimde keyfîliğin egemen olmamasını sağlayan ve kendisini hukukla sınırlayan devlet anlıyoruz. Bunun alt başlıkları var yani hukuk devletinin ilkeleri: "Devletin faaliyetlerinde hukuk kurallarıyla bağlı olması." diyor. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanımızın -tevil, mevil- kaymakamları topluyor -bu yeni oldu- diyor ki: "Siz mevzuata falan bakmayın." Bu ne demek yani? Kaymakamlar mevzuata bağlı kalmadan, mevzuata takılmadan iş yapacaklar. "Hukukun önünde eşitlik ve devletin tarafsızlığı" diyor. Yani, gerçekten, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları hukukun içinde eşitler mi? Devlet gerçekten tarafsız mı? Bakın, bir seçim yapıldı, Türkiye'de seçim yargı denetiminde yapılıyor -yüksek yargının mensupları buradadır- bu seçimde gerçekten devletin tarafsızlığı söz konusu oldu mu? Yani, 2 tane seçimi, 7 Haziran ile 1 Kasımı kastediyorum Sayın Bakanım. Olmadı. Yani iktidar partisi, iktidarın bütün imkânlarını kullandı. Zaten medya diye bir şey kalmamış. Sayın Bakanım, iş adamlarının güvencesinden falan söz etmişsiniz. Böyle bir şey yok ya, iş adamlarını basıyorsunuz, el koyuyorsunuz, kayyumlara teslim ediyorsunuz. Önemli de iş adamları bunlar yani medya patronları. Bunları bir anda şey yapıyorsunuz. Bu keyfîlikle nasıl bir hukuk devletinden söz ediyoruz biz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ek süre veriyorum.

Buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bakın, Sayın Bakanım şunu açık ve net ifade ediyorum: Evet, çok güzel adalet sarayları falan yaptınız ama hâlâ Türkiye'de sokaktaki insan kendisine bir haksızlık ulaştığında -bu haksızlık devletten gelir ya da diğer bireylerden gelir- hakkının zamanında ve olduğu gibi kendisine teslim edileceğine inanmıyor, böyle bir şey yok. Avukat ararken bile "Bağlantısı var mı, şunu var mı, Yargıtayda şey mi?" diyor, böyle bir durum var. Siyasi davalarda fazla fazla böyle tabii bunlar.

Şimdi, hukuk devletinden söz edebilmemiz için temel haklar güvence altına alındı mı? Devletin yargısal denetimi, hâkim ve yargı bağımsızlığı söz konusu mu? Bu konularla ilgili neler yapılıyor? Yeterli ve sağlıklı işleyen bir hak arama yolu var mı Türkiye'de? Bu konularda, bakın, sadece ve sadece mahkeme harçları bile çok yüksek. Yani garibanlar, işinden olanlar -özellikle iş uyuşmazlıklarında- mahkemeye gidemiyor, veremiyor 300 lira-500 lira; dava açılması gerekiyor, veremiyor.

Sayın Bakanım, yani, çok fazla uzatmadan bitirmek istiyorum. Bu ayrımcı, kutuplaştırıcı, gerçekten hukuk devletinin askıya alındığı... Biz böyle görüyoruz. "Bu dünyadaki eğilim, dünyada da böyle yapılıyor." diye bahane olabilir. Dünya, belki Amerika çıkardığı bu yasalarla kendi yurttaşını ikna ediyor, "Terör tehlikesi var." diyor, bastırıyor, ikna ediyor ve belki de kendisinin çıkarmış olduğu Amerika'nın birliği ve bütünlüğü yasası birtakım hak ve özgürlükleri askıya almayı gerektiriyor ama şunu açık ve net bir şekilde ifade ediyorum: Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü çoğulcu bir yaklaşımın, çoğulcu bir siyasal düzenin, çoğulcu bir devleti hayata geçirmekle mümkün olur. Çünkü Türkiye'de şöyle ya da böyle bir ulus inşa projesi gerçekleşmiş; tasada, kıvançta bir halkımız ama son zamanlarda müthiş bir şekilde kutuplaşmışlar, hâlâ farklılıklar var. Dolayısıyla, farklılıkların kendilerini ifade edebileceği bir hukuk sistemi, eşit farklılıklarıyla eşit olabilecekleri hukuk sistemi inşa edemezsek, hayata geçiremezsek Türkiye'nin birliği ve bütünlüğü söz konusu olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitireceğim.

Yani bizim birliğimizi ve bütünlüğümüzü sağlayacak, belki de Amerika'nın, Avrupa'nın, başka ülkelerin geçici olarak ya da sürekli olarak özgürlükleri askıya almaları olabilir ama Türkiye'nin ancak hak ve özgürlükler sistemini hayata geçirerek yani hukuk devletini hayata geçirerek Türkiye ayakta kalabilir. Bakın, Türkiye'nin yaşamış olduğu sorunlar, şu anda akan kan, güneydoğudaki terör, elbette terör ama temeline baktığınız zaman Türkiye'de eşit yurttaşlıkla ilgili problemlerin bugüne kadar taşınmış olması. Zamanında tedbirler alınmaması, zamanında iyileştirmeler yapılmamasından dolayı Türkiye şu anda bölünmekle karşı karşıya, terörle karşı karşıya ama burada çifte standart falan uygulamamak gerekiyor. Yani hukuk devletini, hukukun üstünlüğünü keşfetmek için dünyayı yeniden keşfetmeye falan gerek yok, bunların şeyleri, her şeyi ortada. O nedenle, "-mış" gibi yapmamamız gerekiyor, Evet, bir fırsat var, önümüzde bir anayasa var. Bu anayasa yapacak ortamı tesis etmek sizin görevinizdir, bir uzlaşma ortamını tesis etmek sizin görevinizdir çünkü çoğunlukta sizsiniz, Hükûmet sizsiniz.

Son cümlelerimi söylüyorum Sayın Başkanım.

Çoğunluk olmak, seçilmiş olmak elbette demokrasinin en vazgeçilmezidir. Kararları Mecliste yasama, çoğunluk alacak, çoğunlukla seçilenler yürütmede olacak ama çoğunluk olmak yetmez, her şeyi yapacağım anlamına gelmez. Çoğunluk, yüzde 52'yle seçilmek, kaymakamlara "Yasalara uymayın." deme yetkisini vermez. Hukuk olmadıktan sonra o sistem demokratik bir sistem değildir, hak ve özgürlükler sistemi değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayın.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Türkiye buraya doğru gidiyor.

Sayın Başkanım, teşekkür ediyorum. Sağ olun.