Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri a) Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı b) Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü c) Meteoroloji Genel Müdürlüğü ç) İklim Değişikliği Başkanlığı d) Türkiye Çevre Ajansı |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 10 .11.2023 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Başkanı, Sayın Bakanı, değerli milletvekillerini, basın emekçilerini ve salonda çalışan her bir emekçiyi saygıyla selamlıyorum.
Söz konusu ekoloji olduğunda Cudi'den Akbelen'e, Hevsel Bahçelerinden İkizdere'ye, Dersim'den Kaz Dağları'na kadar her bir yaşam mekânı sadece bizler için değil aslında orada yaşayan tüm canlılar için de hayati önem taşıyor. Bu sebeple ekolojiyi korumak ve çevrenin kirlenmesini önlemek iktidar şahsında devletin anayasal görevlerinden biridir fakat AKP iktidarları döneminde her şeye karşı olduğu gibi doğaya karşı da korkunç bir piyasalaştırma, özelleştirme ve sermaye odaklı politikaların dönemi olagelmiştir. Öyle ki doğanın korunması bir istisna olarak akla gelirken doğanın korunmaması bir kurala dönüştü bu dönemde. Buna itiraz edenler, toprağına, ormanına sahip çıkanlar ise marjinaller yaftasına maruz kalmıştır. Yaşam alanlarını savunmak isteyen insanların karşısına jandarma, polis çıkmıştır her seferinde. Bütçe kaynakları da ekolojik toplumu korumayı esas almıyor, bilakis önceki yıllarda olduğu gibi yine sermayenin önceliklerini gözeten bir şekilde karşımıza çıkıyor.
Bugün maden şirketlerinin, HES şirketlerinin Karadeniz başta olmak üzere girmediği hiçbir bölge kalmadı. Birçok yerde doğal ekolojik koridorlar tahrip edilmiş durumda maalesef. Bazen şüpheli bir şekilde, bazen de güvenlik gerekçesiyle yakılan ormanlar gerçeğini görmezlikten gelemeyiz hiçbirimiz. Yanan ormanlık alanların yapılaşmaya açılması, yandaşlara peşkeş çekilmesi artık ülkenin normali hâline gelmiştir maalesef.
Ülkede "güvenlik barajları" diye bir kavram var artık, ülkenin normali olmuş bu güvenlik barajları da. Dolayısıyla Kürtlerin yaşadığı coğrafyada barajlar artık sadece baraj değildir. Bakın, Batman'da Ilısu Barajı yapılırken on iki bin yıllık bir kültür, coğrafi doku ve zenginlik maalesef gözetilmedi bu dönemde. Hasankeyf sulara gömülürken geride AKP döneminin vesikası niteliğinde bir beton yığını açığa çıkmış oldu. Yine, Hakkâri'de Cilo ve Zap Vadisi'nde 3 tane güvenlik barajı ve HES'ler yapılarak doğa talan edilirken su kaynakları kirletildi, doğal yaşam alanları yok edilmeyle baş başa bırakıldı.
Bugün seçim bölgem Van'ın neredeyse her noktasında bir HES inşa edilmiş durumda. Muradiye'de HES'in üzerine inşa edildiği Bendimahi Çayı maalesef kurumakla yüz yüze. Bendimahi Çayı aslında Van Gölü'nü de besleyen çaylardan bir tanesi ve bu Van Gölü açısından da zaten son süreçte açığa çıkan sorunu iyice derinleştirmektedir. Geliye Zilan'da da aynı politikalar yine devam ediyor. Geçmişte 15 bin insanın katledildiği bir alandan bahsediyoruz ve hâlen orada mevcut olan kemikler var ama ona rağmen oraya HES kararı alınmış durumda.
Peki, ülkenin elektrik enerjisine bu kadar çok mu ihtiyacı var? Aslında EPDK'nin 2020 verilerine baktığımız zaman Türkiye'nin kurulu yedek elektrik gücü yüzde 102'ler civarında, oysaki dünya genelinde bunun yüzde 20-25 arası olmasının yeterli olduğu belirtiliyor. Burada amaç, halkın duyduğu ihtiyaç değil, tam tersine sermayedarlar gözetiliyor, yeni bir rant alanı bu şekilde oluşturulmaya çalışılıyor. Bütün bunlar Türkiye'nin İklim Sözleşmesi'ne, Kyoto Protokolü'ne ve Paris Anlaşması'na taraf olmasına rağmen yapılan uygulamalar. Bu nedenle, son otuz yılda karbon emisyonları yüzde 30'dan fazla artan ülkeler arasındayız. Yine Hükûmetlerarası İklim Değişikliği Paneli'nin raporunda da en çok karbon salımı yapan 18'inci ülke olduğumuz belirtiliyor. Çünkü sürdürülebilir ve ekolojik olmayan, tamamen rant odaklı bir enerji politikası var karşımızda. Enerji üretiminde güneş santralleri yüzde 6,6 olmasına karşın HES'lerin yüzde 22,3 ve termik santrallerin yüzde 58,8 gibi yüksek bir oranda olması bunun da bir sonucu olsa gerek.
Biraz da ülkenin nefes borusu olan ormanlara bakalım. Bakalım ormanlarımızda durum ne? Çünkü kuraklık, çölleşme ve su sorunu tehdidiyle karşı karşıyayız. Ama buna rağmen, AKP iktidarı Akbelen Ormanı'nı ranta açmaktan imtina etmiş değil. 2018 yılında bölgedeki kömür madenleri genişletilerek İkizköy boşaltıldı, kısa bir sürede orman yok edildi.
Yine, Dikmece'de zeytin yasası ihlal edilerek hiçbir ihbarname dahi gönderilmeden köylülerin tarım ve zeytinlik arazileri kamulaştırıldı. Ama son gelişmelerle beraber oradaki köylülerin direnişi sonucunda Hatay 3. İdare Mahkemesi tarafından bu TOKİ konutlarının yapılması için yürütmeyi durdurma kararı alındı.
Bugün, Şırnak başta olmak üzere, bölge kentlerinde yasal ve kaçak onlarca maden ocağı açıldığını hepimiz biliyoruz. Öyle ki Dünya Mirası Listesi'ndeki Hevsel Bahçeleri'nin korunması gerekirken etrafında varlığını sürdüren kum ocakları oraya fazlasıyla zarar veriyor. Botan Çayı AKP'li Çatak Belediyesi tarafından dökülen çöplerden dolayı kirlenirken su ve doğa üzerinde ciddi bir etki yaratmaktadır. Yine Şırnak'ta da bir ormansızlaştırma politikası hayata geçirilmiş durumda. Özellikle son üç yılda ormanlık alanlar talan edildi, bu talanlarla ilgili basına yansıyan görüntüler de var. Bu, sadece bu görüntülerden bir tanesi. Her gün binlerce ton ağaç orada katledildi ve kendi istedikleri kişilere kamyonlarla maalesef böyle satıldı.
Sayın Bakan, değerli üyeler; biliyorsunuz, Van Gölü dünyanın en büyük sodalı gölü, endemik bir balık türü olan inci kefalini de içerisinde barındıran bir göl. Etrafında sazlıklarıyla yüzlerce kuş türüne ev sahipliği yapan bu gölün su seviyesi maalesef bugün ciddi oranda azalmış durumda. Ama Van denizi de bugünlerde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya çünkü etrafında birçok ilçe ve ilin bulunduğu bu göl kirletiliyor, insan kaynaklı kirlenmenin yanında bizzat devlet kurumları eliyle de kıyılar işgal altına alınmış durumda. Mevcut Kıyı Kanunu ve Çevre Kanunu hükümlerine rağmen, Valilik, çimento fabrikası, Karayolları, Devlet Su İşleri, Emniyet, Gençlik ve Spor İl Müdürlüğü ve İl Müftülüğünün kampları göl kıyısında. Biliyorsunuz, Ahlat'ta da Cumhurbaşkanlığı sarayı inşa edildi. Van Gölü yok olurken devlet maalesef tatil yapıyor.
Hafriyat yönetmeliğini yok sayan kayyum belediyeler tarafından göle dökülen asfalt ve molozlar, çimento ve kum ocakları, kanalizasyon ve evsel atıklar söz konusu. Bakın, koskoca Aral Gölü bizzat insan eliyle kurutuldu. Bugün yanı başımızda Orta Doğu'nun en büyük gölü olan Urmiye Gölü, barajlar ve yanlış kullanım nedeniyle yok olmayla karşı karşıya. İran hükûmeti uzun vadeli politikalarla bunu önleme noktasında bir ilerleme kaydetti. Peki, AKP iktidarı Van Gölü'yle ilgili neden bir şey yapmıyor? Sayın Bakan, Van Gölü Koruma Eylem Planı, Van Gölü için kalıcı ve bütüncül bir çözüm üretemez. Öncelikle doğrudan maddi kaynakların göl için kullanılacağı bir bütçenin ayrılması gerekiyor, bunu talep ediyoruz. Biz, HEDEP'in 6 Van Vekili olarak Van Gölü'nün korunmasına yönelik kanun teklifimizi de Meclise sunacağız. Gelin, tüm partiler olarak Van Gölü etrafında buluşalım ve içerisinde yeşilin ve mavinin onlarca tonunu barındıran bu gölü hep birlikte kurtaralım diyorum.
Çevre yolu belki sizin çalışma alanınız değil ama 18'inci maddeden dolayı yerelimde birçok insan mağdur olduğu için bunu da ifade etmek istiyorum. Bugüne kadar en az 30 yerde çevre yolları hızlı bir şekilde yapıldı ama maalesef Van'da da bitmeyen bir çevre yolu serüvenimiz var. On üç yıl geçti üzerinden ama 18'inci madde sadece Van'a dayatıldı. 18'inci maddeyle tarım arazileri atıl duruma düştü, yurttaş, kendi arsasına bir çivi çakamaz duruma getirildi. Van'da yurttaşlar şikâyetlerini bize iletiyorlar. Yurttaş kendi arazisine bedelsiz el konulduğunu söylüyor Sayın Bakan çünkü söz konusu arazilerin değer artışı her yerde aynı olmadığı hâlde herkesten hisselerine göre eşit kesinti yapıldığını belirtiyorlar. Aynı şekilde 18'inci maddeyle "düzenleme ortaklık payı" diye bir başka eziyet biçimi de açığa çıkmış durumda. Bununla yurttaşın hissesinden kesintiler yapıldığı, çeşitli harçlar alındığı ifade ediliyor. Tabii, 18'inci maddenin neden olduğu kriz sadece bununla da bitmiyor, bir yurttaşın arazisine, arsasına haberi olmadan başkaları hissedar yapılmış durumda, birçok mülk sahibi arasında bundan dolayı gerginlik de yaşanıyor maalesef. Bir yurttaşın şu sözleriyle bitireceğim konuşmamı: "Otuz yıllık birikimimi devlet bir gecede 8 ayrı kişiye pay etmiş, onlar ne yaparlarsa yapsın ben tapulu arsamı kimseye vermiyorum; madem devlet çevre yolu yaparak hizmet yapmak istiyor, o zaman her yerde olduğu gibi kamulaştırma yapsın." diyor.
Teşekkür ediyorum.