KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarımızın değerli bürokratları, değerli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, hayırlı olsun yeni göreviniz, başarılar diliyorum size ve ekibinize.

Şimdi, tabii, aslında neredeyse bir hafta on gündür konuşuyoruz, bir taraftan planı konuştuk ayrıntılı biçimde, sonra da bütçe başladı ve aslında benzer konuları tekrar tekrar konuşuyoruz burada. Ben bugün daha çok makro değil ama biraz bütçe perspektifleri üzerinde durmak istiyorum, arada bunun makro çerçeveyle bağlantısını da kurarım, kurmayı planlıyorum.

Şimdi, bir kere şunu merak ediyorum Sayın Bakan: Eski sistemde Maliye Bakanlığı genellikle son gün görüşülürdü, tabii ki şimdi yeni sistemde artık sonunda görüşülmüyor ama ilk başta neden görüşülmüş anlamış değilim. Bakın, sizden sonra birçok bakanlık bütçesini görüşeceğiz ve orada da konuşacağız, değişiklik önerilerimiz olacak. O öneriler de sonuçta gene Hazine ve Maliye Bakanlığına gelecek, bütçeye gelecek. Nasıl gelecek, niye önce görüşüyoruz ben bunu anlamadım. Yani buradan şu mesaj mı çıkıyor? Nasıl olsa bütçe değişmeyecek, bu da geldi.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, son gün Strateji ve Bütçe Başkanlığının...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bir gün önce olabilir, iki gün önce olabilir, niye en başta görüşüyoruz arkadaşlar?

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Bütçe burada değil şu an, ondan dolayı yani bilginiz olsun. Son gün Strateji ve Bütçe Başkanlığını alacağız. Dolayısıyla Maliyenin en son gün olmasındaki mantık bütçe olduğu için, bütçe SBB'de şu an, bütçeyi son güne alacağız yine, bir değişiklik yok yani.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sayın Başkan, en son gün olsun demedim, zaten bu sistemde doğal olarak öbürü oluyor, anlıyorum ama ondan bir gün önce olurdu, iki gün önce olurdu. İlk başta açıkçası Türkiye Büyük Millet Meclisi bütçesini görüştük, arkadan hemen Hazine ve Maliye Bakanlığına geldik. Şimdi biz konuşacağız gelen bakanlıklarda, önergelerimiz olacak, bütçeye bir kısım ödenek eklenmesi için önerilerimiz olacak; nasıl olacak? Şimdi burada görüşüyoruz sizin bütçeyi, bir daha mı görüşeceğiz? Yani mantıksal olarak bir terslik var burada, bu doğru bir şey değil, bunu belirtmek isterim.

Şimdi, tabii, bütçe bir yeniden dağıtım mekanizması. Bütçe yoluyla sonuçta hükûmet, devlet insanların gelirlerinin belli bir kısmına el koyuyor vergileme yoluyla ve ondan sonra onları yeniden belli harcama önceliklerine dağıtıyor. Tabii, burada yeniden dağıtım mekanizması olması şu demek: Hangi vergileri alacaksınız, kimlerden vergi alacaksınız, hangi vergileri artıracaksınız ya da azaltacaksınız ve sonrasında da onlarla hangi harcamaları yapacaksınız; yatırım harcamaları mı, personel harcamaları mı, transfer harcaması mı? Eğer öyleyse onun içinde hangi gruplara dağıtacaksınız bu harcamaları. Bütün bunların hepsi aslında bütçe olarak baktığımızda bir siyasi tercihi gösteriyor. Sadece teknik bir dağıtımın ötesinde siyasi bir tercih var. Bunu şundan da anlıyoruz zaten, insanlarla konuştuğumuz zaman, bizim milletvekili ve Plan ve Bütçe Komisyonu üyesi olduğumuzla ilgili sohbet geliştiği zaman diyorlar ki: "Bu bütçede bize bir şey var mı, bizim için bu bütçe ne getiriyor?" Ben de diyorum ki bu bütçe sizin için hiçbir şeyi getirmiyor, yeni olan hiçbir şey yok burada. Bu bütçeye baktığımız zaman bu bütçe bu ülkedeki gelir dağılımını düzeltecek, bölüşüm ilişkilerini düzeltecek bir bütçe değil. Bu anlamda bundan hiç ümitlenmeyin diyorum çünkü şunu biliyoruz, biraz sonra buna da değineceğim. Aslında, AKP iktidarları döneminde emeğin millî gelirden aldığı pay düzenli olarak azalıyor. Sermaye kesimi lehine bir dengesizlik gittikçe oluşuyor ve yoksulluğun arttığı, yaygınlaştığı ve derinleştiği bir yapıyla karşı karşıyayız.

Şimdi, tabii, bütçenin harcamaları var, gelirleri var, bir de tabii bu aradaki farkı kapatmaya yönelik borçlanma var. Bunun önce personel harcamaları kısmında durmak lazım. Şimdi, Sayın Bakan, sizin de bir açıklamanız var, diyorsunuz ki: "Bundan sonra ücret düzenlemeleri hedef enflasyona göre yapılacak." Ama biz hep şunu biliyoruz "hedef enflasyon" dediğimiz son derece düşük bir enflasyon. Özellikle, sanırım beklentileri de yönetmek için yıllardır düşük konuluyor. Ve sonuç itibariyle, zaten ücretler ilk başta belirlenirken bu ülkede ücretiyle geçinen kesimler kaybediyorlar. Sonrasında altı ayda bir enflasyon farkını verdiğiniz zaman o telafi etmiyor onu çünkü vatandaş her gün günlük hayatın içinde günbegün yaptığı zaman harcamaları zaten ciddi anlamda bir enflasyonla karşı karşıya, sonradan verdiğiniz bir şey anlamlı değil.

Diğer taraftan, bu hedef enflasyon hikâyesi yeni bir iş değil. Bakın, Türkiye önce 2002 yılından beri örtülü, 2006 yılından itibaren de açık enflasyon hedeflemesi rejimi uyguluyor ama baktığımız zaman hemen hemen hiçbir yılda enflasyon hedefi gerçekleştirilememiş ve hepsinde çok büyük sapmalar var. Şimdi böyle baktığımız zaman aslında bu şunu gösteriyor: Burada emeğiyle geçinen kesimlerin, memurun, işçinin, emeklinin gelirlerinde bir artış değil tam tersine ciddi bir azalış olacak, zaten bunu da görüyoruz. İstatistiklerden de görüyoruz, artık TÜİK de saklayamıyor bunları. Son altı yılı vereyim: 2016 yılında millî gelir istatistiklerine göre, gelir yöntemiyle millî gelir hesabında iş gücü ödemelerinin yani emeğin millî gelirden aldığı pay yüzde 36'ymış, 2022 yılında yüzde 26'ya düşmüş. 2023'te biraz yükselmiş gibi gözüküyor, geçen Cumhurbaşkanı Yardımcısı da bunu zikretti ama EYT çıktığı için, onun için de birçok kıdem tazminatı ödemeleri olduğu için yükselmiş gibi gözüküyor. Onları ayıkladığınız zaman aslında bir yükseliş yok, o azalış devam ediyor yani ücretler seviyesinin gittikçe azaldığı bir yapıdayız. Bu yüzden "Bu sene bu kadar artırdık rakamları." işte "Yüzde 100'dür, şu kadar artış oldu." filan, bunlar bir şey ifade etmiyor. Önemli olan ne kadar artırdığınız değil insanların alım gücünün bunun sonucunda nasıl olduğu; eğer o enflasyona karşı eriyorsa isterseniz yüzde 500 verin, sonuç itibarıyla o para eriyor, bunu söyleyelim.

Diğer taraftan, yatırım harcamalarına geliyorum, kamu sabit sermaye yatırımlarının millî gelirden aldığı pay gittikçe azalıyor. 2002 yılında kamu sabit sermaye yatırımlarının gayrisafi yurt içi hasıladaki payı yüzde 4,8'miş -yaklaşık yüzde 5- 2022 yılında -gerçekleşme olduğu için veriyorum- yüzde 3,6'ya düşmüş, 2024'te de yükselmiyor, daha da düşük -öngörüyü söylüyorum- 3,4 olacak ama bu da şu demek: Kamunun ciddi anlamda bu ülkede yapması gereken işler var.

Bakın, uzun zamandır şunu söylüyoruz: Temel anlamda, ülkedeki fiziki ve sosyal altyapı yatırımları kamu eliyle yapılmalı. Özel sektörün "dış ticarete konu olan sektörler" dediğimiz özellikle imalat sanayisi ve diğer sektörlerde uzmanlaşmasına ihtiyaç var -böylece üretim artacak, ihracat artacak, böyle bir model- fakat özellikle bu kamu-özel iş birliği modeliyle kamu, altyapı yatırımlarını bıraktı ve ciddi anlamda kamu-özel iş birliği modeliyle özel sektöre yaptırmaya başladı; bu doğru değil. Bakın, o kadar büyük portreler çıkıyor ki önümüze... Bir kere şunu söyleyelim: Bu kamu-özel iş birliğiyle gerektiği zaman elbette yaptırılabilir; bakarsınız, çok özellik gerektiren bir kısım işler vardır, teknolojinin gereğidir veya böyle bir kamu-özel iş birliği modeli olur ama model gittikçe yaygınlaşıyor; önce yap-işlet, yap-işlet-devret, sonra şehir hastanelerinde olduğu gibi yap-kirala-devret modeliyle yapılan bu kamu-özel iş birliğinin portresi büyüyor. Doğru dürüst fizibiliteler yapılmamış yani en azından iktisatta bugünkü değer hesabı vardır, "present value rule" vardır yani bu yatırımı devlet yapsa ne kadara mal olur; bunu özel sektöre yaptırdığınız zaman belli bir faiz oranından bugüne getirip ikisini karşılaştırırsınız eğer yapılabilirse, fizibilitesi varsa yaptırırsınız. Sözleşmeleri göremiyoruz, söylediğimiz zaman "ticari sır" diyorlar; iyi ama bizim cebimizden, hazineden yani bizim vergilerimizden çıkan şeylerin ticari sırrı mı olur? Garantiler verilmiş -döviz cinsinden garantiler- havaalanlarında yolcu garantisi, köprülerde ve otoyollarda geçiş garantileri. Böyle bir model olmaz.

Bakın, önümüzdeki üç yılda... Tabii, aynı zamanda üç yıllık bir perspektifi de görüşüyoruz, 2024'e odaklanmakla birlikte üç yıl hazırlıyoruz hem OVP'yi hem de bütçeyi. Kamu-özel iş birliğiyle Karayolları, Ulaştırma Bakanlığı ve sağlık hastanelerine ödenecek para 2024 yılında -öngörülen- 162,4 milyar lira, 2025 yılında 240,8 milyar lira, 2026 yılında 270,3 milyar lira, toplam 673,6 milyar lira biz kamu-özel iş birliği modeli için önümüzdeki üç yılda bunu yapan kişilere, müteahhitlere para ödeyeceğiz. Geçen sene neymiş diye baktım -gene üç yıllık bir perspektif, o zaman 2023, 2024, 2025- 376,6 milyarmış, 2 katına çıkmış neredeyse. Bu söylediklerim de aynı zamanda belli bir döviz kuru yaklaşımıyla... Eğer döviz kurlarındaki yükseliş daha fazla olursa buradaki rakam daha da çıkacak yani önümüzdeki yıl, bir yıl sonra, üç yıllık bir perspektifte büyük ihtimalle 1 trilyonu geçecek bu paralar; bunlar çok büyük paralar, bu paralarla neler yapılır. Bu paralar 100 kere zaten kendini amorti ederdi, kamu bunları yapardı. Şunu anlayabilirim elbette "Sonuçta ülkenin kaynakları kamusuyla özeliyle birdir, hepsi birlikte yapılabilir." dersiniz ama sonuçta şuna bakmak lazım: Altyapı yatırımları... Bazen konuştuğumuz zaman arkadaşlarımız söylüyor "E, kötü mü oldu; altyapı yapıldı, ulaştırma altyapısı yenilendi." diye, tamam ama burada bir planlama demek önümüzdeki dönemde kaynakların, belli ihtiyaçların önceliklendirilmesi demek. Bugün fizibil olmayan şey yarın fizibil hâle gelebilir, o zaman anlamlı ama yirmi yıl sonra fizibil hâle, kârlı hâle geçecek bir yatırımı bugünden yapmanın bir anlamı var mı?

Uşak-Kütahya-Afyon arasında yapılan Zafer Havalimanı var, 2022 yılında verilen geçiş garantisi 1 milyon 317 bin, 24 bin kişi uçmuş yani yüzde 2'si, yüzde 98'ini tıkır tıkır ödüyoruz; böyle bir şey olmaz. Ama bir taraftan biz üretimi büyütmeliydik, bir taraftan ülkenin sermaye stokunu daha gelişkin hâle getirmeliydik, bunların yapılması gerekiyordu.

Bir de tabii şu var: Bütün bu içinde yaşadığımız ortam dünyada da kamunun yeniden işlevlerini öne çıkardı. Bugün sadece fiziki ve sosyal altyapı değil teknolojik altyapıda da kamunun öncülük etmesi gerekiyor. Yeni alanlara giriş stratejileri oluşturmak, buralarda AR-GE'ye düşen payı kamunun kendi içinde artırması, teknoparklar kurması, bu anlamdaki teknoloji vadilerini geliştirmesi ve bütün bunlarda öncülük etmesi gerekir. Nasıl 1930'lu yıllarda devletçilik politikasıyla fiziki ve sosyal altyapı alanında ve diğer fabrikaların kurulmasında kamu öncülük ettiyse bugün de gene böyle bir öncülüğe ihtiyaç var. Bu model doğru bir model değil, döviz cinsinden belirlenmiş garantiler sonuç itibarıyla bütçe içinde çok ciddi -ben buna kara delik diyorum- bir kara delik oluşturuyor.

Transfer harcamaları... Transfer harcamalarına bakıyorum, tarımsal destekleme ödemelerinin millî gelirdeki payı yüzde 1'in çok altında. Hâlbuki 2006 yılında çıkan Tarım Kanunu'nun 21'inci maddesiyle zaten tarıma bütçeden verilen desteğin en az yüzde 1 olması garanti altına alınmıştı. Şimdi, en son yapılan açıklamalarda planı konuşurken de gene gündeme geldi, işte birçok rakam birleştirilip "384 milyar" gibi bir rakam söyleniyor ama bakın, onun içinde yatırım harcamaları da sayılıyor. Burada söylediğimiz bir transfer harcamasıdır. Bu sene ayrılan para 91,5 milyar lira, 91,5 milyar liralık bir şey ayrılmış. E, şimdi buna millî gelirin yüzde 1'i mi diye bakıyoruz; nerede yüzde 1'i binde 2,2'si. Çiftçiye borcunuz var, çiftçiye; hayvancıya borcunuz var, bu borcu ödeyin. Dünyanın her yerinde tarım sektörü stratejik bir sektördür ve desteklenir. Bugün, dünyanın en gelişmiş ülkeleri bile bunu yapıyor. Avrupa Birliğinin ortak bütçesinin üçte 1'i tarıma giriyor. Onun dışında da en gelişmiş, sanayi anlamında da önde giden bütün Avrupa ülkelerinde, Fransa'da Danimarka'da, Hollanda'da, birçok ülkede çok ciddi tarımsal destekler var. Bizde ise tarım âdeta kendi hâline bırakılmış. Girdi maliyetlerinde anormal artışlar; mazotta, gübrede, zirai ilaçta. Ürün para etmiyor, ciddi bir destek yok, planlama yok, bunun içinde bir biçimde biz tarımda var olmaya çalışıyoruz; böyle bir model olmaz.

Sosyal yardımlara baktım, son derece dağınık bir yapı devam ediyor, 6 ayrı kurum para vermeye devam ediyor. 2024 yılında ayrılan para, millî gelir açısından baktığımızda yüzde 1'in bile altında. 2022 yılında millî gelir içindeki payı yüzde 1,3'müş -sosyal yardımları söylüyorum- 2024'te binde 9,5'a düşmüş. Hâlbuki OECD ortalaması yüzde 2,5'lerde. Böyle bir sistemin... Biz o yüzden aile destekleri sigortası gibi bir sistem önerdik; hepsini birleştirelim, bütünleşik bir sistem içinde, bir yoksulluk envanteriyle doğru bir yapı kurarak sosyal yardımların daha etkin bir biçimde, mükerrerlikten uzak, etkin ve verimli bir biçimde verilmesi ve yoksulluğun, idare edilmesi değil ortadan kaldırılması gerektiğini söyledik, söylemeye devam ediyoruz.

Faiz giderleri... Faiz giderlerine de baktığımız zaman aslında ciddi anlamda bu seneki bütçede, bütçe giderleri 2024 yılında yüzde 69 artıyor, faiz giderleri yüzde 94,1 artıyor; çok yüksek noktalara gitmiş durumda.

Burada gene açıkçası kur korumalı mevduatla ilgili bir şey görmedik. Bakın, kur korumalı mevduat sisteminin, biliyorsunuz, hazinenin üstlendiği kur zararı ve Merkez Bankasının üstlendiği kur zararı vardı fakat Meclis açıldıktan sonra temmuz ayında gelen bir torba kanunla hazinenin kur zararları Merkez Bankasına devredildi. 2022 yılındaki toplam hazine ve Merkez Bankası kuru zararı 165 milyardı, 2023'ün ilk altı ayında 150 milyar olarak gerçekleşti. Merkez Bankası Başkanı geldiği zaman sunumda bu rakamı verdi ama sonraki aylardaki artış çok fazla çünkü özellikle döviz kurundaki artış seçim sonrasında oluştu. Şu anda da Merkez Bankasının analitik bilançosundan bakmaya çalışıyoruz, birçok akademisyen de bunu yapıyor; 750 milyar lira civarında, yıl sonunda da trilyona ulaşması bekleniyor. Sonuç itibarıyla elinde büyük çapta mevduatı olanların, Türkiye'nin mevduat sistemine, insan yapısına baktığımızda bir avuç olduğunu, toplam mevduatın yüzde 1'inin altında olduğunu düşündüğümüzde, aslında milyonlarca insandan hepimizin ödediği vergilerden elinde büyük ölçüde kur korumalı mevduat sistemi tutan insanlara bir transfer var burada, bu bir servet transferi; bu doğru değil, bunu kabul etmiyoruz. Yani ben şunu sormak isterim size Sayın Bakan: hazinenin kur zararının Merkez Bankasına devredilmesine neden karşı çıkmadınız? Kur zararı bütçede gözükmeyecek. Aslında bütçe açığı gerçekte burada gösterdiğiniz rakamlardan daha yüksek, burada yok.

Son olarak şunu söyleyeyim: Merkez Bankası bunu nasıl yapacak? Kur zararını büyük ihtimalle para basarak karşılayacak. Para basmak... Bir taraftan Hazine ve Maliye Bakanı olarak en önemli hedeflerden birinin enflasyonu düşürmek olduğunu söylüyorsunuz. Ne olacak? Merkez Bankası para bastığı zaman enflasyon yükselmeyecek mi? Yani bu sistem doğru bir sistem değil. Şimdi öyle bir şey yaratıldı ki bir bomba yaratıldı ki âdeta ekonominin ortasına atılmış bir saatli bomba gibi, şimdi buradan nasıl çıkalım, nasıl tasfiye edelim gibi stratejiler geliştirilmeye çalışılıyor. İyi ama ortada var olan hikâye şu: Kendi kendine oluşmadı. Siz de burada sunuşta da söylediniz, 2022'den itibaren enflasyon eğilimlerinin yükseldiği ve dünyanın her yerinde faizlerin hem Avrupa'da hem Amerika'da arttığı bir dönem var ama biz öyle yapmadık, tam tersini yaptık. Cumhurbaşkanının "Faiz sebep, enflasyon neticedir." tezi Merkez Bankası tarafından uygulamaya konuldu ki o Merkez Bankasının görevi, kanunla kendisine verilmiş olan görev fiyat istikrarını sağlamak yani Türk lirasının değerini korumaktır. Faizleri indirdi, dört ay içinde 8 lira 30 kuruş olan dolar kuru 18 lira 30 kuruş oldu, ondan sonra kur korumalı mevduat sistemi geldi. Şimdi 110-120 milyar dolarlar civarında bir portföy; döviz kurundaki artışa göre değişiyor. Bu aslında baktığımız zaman son derece sıkıntılı bir nokta.

Vergi gelirleri kısmına baktığımız zaman ne On İkinci Kalkınma Planı'nda ne de OVP'de bu konuda ciddi bir çalışma yok, bir vergi reformu yok. Bu dolaylı vergilere dayalı çarpık vergi yapısı devam ediyor. Hem ekonomideki gelişmelere son derece duyarlı, ekonomi büyüdüğü zaman vergi gelirleri artıyor, yavaşladığı zaman vergi gelirleri azalıyor ve aynı zamanda gelir dağılımını son derece bozan vergiler.

Vergi harcamaları gene var, planda da var, her sene OVP'lerde var; burada gene sizin sunuşunuzda da var Sayın Bakan, diyorsunuz ki: "Etkin olmayan istisna, muafiyet ve indirimlerin kaldırılması hususunda kapsamlı bir çalışma yürütüyoruz." İyi ama bu yıllardan beri söyleniyor, ortada bir şey yok. Bakın, vergi harcaması rakamlarını vereyim yani istisna, muafiyetler ve indirimler yoluyla vazgeçilen vergiler: 2022 yılında 257,9 milyar liraymış; 2023, içinde bulunduğumuz yıl tahmini 994,4 milyar lira; 2024'te 2,2 trilyon lira, 2 trilyon 210 milyar lira; anormal bir artış gözüküyor.

Borçlanmaya baktığım zaman, sunuşunuzda "Stratejik ölçütlere dayalı bir borçlanma programıyla riskleri azaltıyoruz." demiştiniz. Bu ne demek? Daha önce borçlanma programları yok muydu yoksa vardı ama siz mi farklı bir yapıya geçiyorsunuz? Yani nasıl bir fark oluştu burada, neyi değiştirdiniz; bunu açıklarsanız memnun oluruz.

Gene sunuşta diyorsunuz ki: "Uluslararası finans kuruluşlarından kaynak kullanımında ön sıralardayız." Tamam, güzel ama borçlanıyoruz yani o borçlar bize kara kaşımız, kara gözümüz için gelmiyor. Yakın zamana kadar, sizin de geçmişte Bakan olduğunuz dönemde Türkiye, IMF'ye hem borçları kapatmış olmakla hem de kredi açmakla övünüyordu. Şimdi ne oldu da yeniden borçlanmanın bu kadar cazip olduğunu söylüyorsunuz? Bu aslında gelinen ekonominin içinde artık borç olmadan ekonominin çarkının çevrilemediğini gösteriyor ki bu da baktığımız zaman son derece vahimdir.

"Uluslararası kredi değerlendirme kuruluşları uygulamaya koyduğumuz program sayesinde ülkemizin kredi notu görünümünü yükseltmiştir." diyorsunuz ama 3 kredi reyting kuruluşunun da Türkiye'ye verdiği not yaptırım yapılabilir seviyede değil, spekülatif seviyede de değil; "hayli spekülatif" dediğimiz aşırı spekülatif seviyede ve not artırımı yok, sadece görünüm değişiyor, ciddi bir artış yok. Böyle bir yapıya doğrudan yabancı yatırımlar nasıl gelecek?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, ilave iki dakika süre vereceğim size.

Buyurun lütfen.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Yani bugün gelinen nokta böyle bir nokta. Farklı söylediğiniz... Türkiye gri listeye girdi. Niye girdi? Ne yapıldı, ne yanlış oldu da girdi? Hatırlarsınız, geçmişte de girmişti, sonra 2010'lu yıllarda çıkmıştı. Şimdi yeniden orada, şimdi yeniden tekrar buradan çıkmaya çalışıyoruz ama bütün bunların hepsi Türkiye'nin risklerini ciddi olarak artırıyor.

Son iki noktaya değinmek istiyorum. Temmuz ayındaki torba kanunda gene bir iki şey gündeme geldi ve bunlara ciddi karşı çıktık. 4749 sayılı Kamu Finansmanı ve Borç Yönetiminin Düzenlenmesi Hakkında Kanun'un 5'inci maddesi çok açık, diyor ki: "Bütçe açığı kadar borçlanabilirsiniz, eğer ihtiyaç olursa yüzde 5 ilgili bakan, yetmezse tekrar bir yüzde 5 daha Cumhurbaşkanı artırabilir." Yani neydi? Bütçe açığı 660.9 milyardı -içinde bulunduğumuz yılı söylüyorum- yüzde 5 artırsak 694 milyara çıkıyor, bir yüzde 5 daha geldiği zaman 728.6 milyar; en fazla bu kadar borçlanır fakat önümüze bir torba kanun geldi, bu yüzde 5'lik, yüzde 5'lik artırımın üzerine 3 katı kadar bir artış oldu, 3 katı. Sayın Bakan, karşı çıkmadınız mı, nasıl olabilir bu; bütçe disiplini mi kaldı ortada, böyle bir olay olabilir mi? 2 trilyon 186 milyara yükseldi rakam. En fazla 728 milyar borçlanabilirsiniz, kanun söylüyor bunu, çıktı 2 trilyon 186 milyara. Cumhurbaşkanına merkezî yönetim kapsamındaki idarelerin bütçelerine ödenek ekleme yetkisi verildi; böyle bir yetkisi yok Cumhurbaşkanının, kanunlara göre yok. Yani bütün bunlara baktığımız zaman aslında şunu gösteriyor: Bütçenin kendi içinde bir bütünlüğü olmalı her şeyiyle; gider kısmı, gelirler kısmı, borçlanma kısmı ve bunlar kurallara göre işlemeli.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Toparlayın lütfen Sayın Türeli.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tamamlayacağım Sayın Başkan.

Buna göre yapıldı, kesin hesabın da görüşülmesinin mantığı bu. Neydi, iki yıl önce ne diyorduk biz bütçede, amacımız, hedefimiz nelerdi, bunlara ulaşıldı mı, ulaşılmadıysa neden ulaşılamadı? Bütün bunların hepsine baktığımız zaman ortaya aslında bu bütçe sürecinin şeffaflıktan uzak olduğu, açıklıktan uzak olduğu bir yaklaşım çıkıyor; bu da dediğim gibi aslında, ekonominin belki de iyi gitmesi için en önemli, gerekli olan güven ve istikrarın sağlanamaması anlamına geliyor. Böyle bir ortamda güven ve istikrar sağlayamazsanız öngörülebilirliği de sağlayamazsınız. Böyle bir ekonominin düzgün ve doğru biçimde gitmesi de mümkün değildir diyorum.

Teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum.