KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan, değerli komutanlar, bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, tekrar başınız sağ olsun diyorum, Allah rahmet eylesin.

Sayın Bakan, çok kritik günlerden geçiyoruz, bir klişe olsun diye söylemiyorum ve postmodern bir üçüncü dünya savaşı olduğuna dair de herkesin ortak görüşü ve analizler var. Şimdi, böyle bir iklimde ülkemiz maalesef iç barışını sağlayamamış durumda ve bir retorik yarattı ülkemiz maalesef. Hani iki yıldır ortaya konan bir stratejik iş birliği, bütün bu bölgedeki çalkantılara karşı bir stratejik iş birliği yapılması varken Türkiye halkları ve bölge halkları çerçevesinde, Türkiye'nin kadim anlayışı, o tekçi anlayışı, güvenlikçi anlayışı maalesef tekrar devreye geçti ve çok büyük bir riskle karşı karşıyayız.

Bakın, biz Birinci Dünya Savaşı'na nasıl girdik Sayın Bakan? Lise ders bilgisi kitaplarıyla size söylüyorum: 2 Alman gemisi İngiliz gemilerinden kaçarken buraya geldiler ve -yapılmış bir plan çerçevesinde o dönemin güvenlikçileri tarafından- Osmanlı bayrağı çekilip gidip Rus donanmasını bombaladılar ve biz savaşa girdik. Anlatılan şey buydu değil mi? Ama, sonra bunun bir plan çerçevesinde yapıldığını da öğrendik. Yani dönemin derin yapıları, cuntası tarafından yapılan bir operasyondu çünkü Almanlarla birlikte savaşa girilecekti ve savaş kazanılacaktı ama Türkiye halklarının, bölge halklarının felaketiyle sonuçlandı, bir parçalanmayla sonuçlandı, Sykes-Picot'la sonuçlandı. Şimdi, tekrar bir senaryo devrede ve buna karşı, baktığımızda, biz tekrar yalnızca güvenlikçi bakışla buna cevap veriyoruz; siyaset kurumu devre dışı, siyaset açısından hiçbir şey söylenmiyor, yalnızca güvenlikçi bakış "Havan topları geldi, havan topları gitti, biz orayı bombaladık, orayı asarız, burayı keseriz." bakışı hem içeride hem dışarıda.

Sayın Bakanım, umarım beni dinliyorsunuz, bir şey okuyorsunuz ama dinlemenizi istirham edeceğim.

MİLLÎ SAVUNMA BAKANI İSMET YILMAZ (Sivas) - Dinliyorum, dinliyorum.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Bakan, bakın, açıklamanızda "Havan topu geldi." diyorsunuz. Biliyorsunuz ki devlet tarihimizde de pek çok provokasyon olmuştur. Güya, 6-7 Eylül 1955'te, güya Atatürk'ün evi Selanik'te bombalanmıştı ve bunun karşısında içerideki güruhlar Ermenilerin, Rumların evlerini -siz çok iyi biliyorsunuz- yağmalamışlardı. Ama, bu hikâyenin muhteşem bir organizasyon olduğu daha sonra ortaya çıktı, Yirmibeşoğlu bunu itiraf etti. Yani hiçbir şey göründüğü gibi değil. Bakın, havan topunun mermisinin menzili -komutanlarımız çok iyi bilir- kaç kilometredir ama siz 40 kilometre, 30 kilometre öteyi vuruyorsunuz mesela, baktığınızda. Yani burada bir tutarsızlık var ve bizi bu postmodern üçüncü dünya savaşına çekmek üzere bir anlayış ve bir senaryo var ama bunu okuyabilecek bir akıl yok. Her gün manşetlere bakıyoruz: "Muzaffer ordumuz savaşa girecek." Hem de kimlerle? İslam ordusuyla. Adı öyle konuldu, bilmiyorum. Suudi Arabistan uçakları burada, kara güçleri gönderilebilir, her an oraya girebiliriz ve böyle bir iklimde, mezhepler, bölgedeki halklar, inançların bu kadar kutuplaştığı bir dönemde, mezhep savaşının bu kadar dillendirildiği bir dönemde Suudi Arabistan'la birlikte girebileceğimiz bir savaşın dillendirilmesi bir çılgınlıktır. Böyle bir şey ülkemizin halklarının, bütün coğrafyanın yeni bir felaketle karşı karşıya kalması anlamına gelir. Kim bu senaryoyu yazıyorsa şu anda o elini ovuşturuyor Sayın Bakan. Türkiye halklarının, bütün bölge halklarının felaketi üzerine yeni senaryolar oluşturuyor ve insanların ölümü üzerinden başka planlar yapanlar devredeler. Ben buna da postmodern bir darbe diyorum bir kez daha Sayın Bakan. Güvenlikçi politikalar devrededir. Türkiye siyaset üretemiyor. Siyaset kurumu devre dışı ve itibarsız.

Sayın Bakan, bu iklimde buradan çıkmanın yolu, silahlı güçlerimiz elbette olacak, elbette caydırıcı bir güç olarak olacak ama onların devrede olması değil, siyaset kurumunun mevcut duruma hem içeride hem dışarıda bir çözüm üretmesinden geçiyor. Bunu üretemediğimiz sürece de maalesef bu senaryoyu devreye sokanlar, bu oyunu oynayanlar nihayetinde burada yeni bir paylaşım savaşını yapıyorlar. Biliyorsunuz ki bu bir vekâlet savaşıdır. Bu vekâlet savaşında biz figüran olmamalıyız, biz siyasetle bu işi çözmeliyiz, halkların ittifakıyla bu işi çözmeliyiz. Ancak, maalesef öyle bir paradigma şu anda devrede değil. Bu oyunu bozmak hepimizin elinde. İvedilikle siyaset kurumunu devreye sokalım Sayın Bakan.

Sayın Bakan, güvenlikçi kurumlar, özellikle silahlı kuvvetler demokratik talepleri anlayamazlar. Onların işi gidip verilen görevler çerçevesinde oradaki meseleyi halletmektir. Ancak, bakın, Cizre'de, Sur'da, Silopi'de yani düşünün ki -Silahlı Kuvvetler sınırlarımızı korumak için varlar- içeride şu anda Cizre, Silopi, Sur tanklarla, toplarla, havan toplarıyla yerle bir durumdalar. Hâlbuki bizim hayal ettiğimiz Türkiye'de bir barış süreci vardı, çözüm süreci vardı ve devre dışı kaldı ve şu anda maalesef kendi içimizde iç barışımız tesis etmekte Silopi'de, Sur'da Silahlı Kuvvetler kullanılıyor. Siz de çok iyi biliyorsunuz, silahlı kuvvetler devreye geçtiler mi, kışlalarından çıktılar mı ondan sonra verilen emir çerçevesinde ancak o emri sonuna getirip geri dönüyorlar ve getirirken de hukuk devre dışı kalıyor. Bakın, hukuk devre dışı kaldığında bir devlet yok demektir. Oradaki insan hakları devre dışıysa, evrensel değerler devre dışıysa o devlet devre dışı demektir. Maalesef, biz Silahlı Kuvvetlerimizin bu anlamda yeniden ilçelerimize dönük bu tip faaliyetlerinde tekrar -maalesef, üzüntü verici olarak söylüyorum- pek çok suça karıştıklarını düşünüyoruz hukuk çerçevesinde. Bunlarla ilgili bir soruşturma açtınız mı Sayın Bakan? Genelkurmay Başkanlığı size bağlı değil, bunu biliyorum, keşke bağlı olsa, demokratik ülkelerde bu şekilde olur ancak şu anda henüz o durumdan da çok uzaktayız.

Sayın Bakan, bunun nereden kaynaklandığını size söyleyeyim: Çünkü, askerî okullarda ilk başından beri çoğulcu bir anlayış yoktur, tekçi bir eğitim verilir. Oradaki anlayışta, mütedeyyin kesim dâhil, biliyorsunuz çok yakın zamana kadar -hâlâ bilmiyorum ne durumda o kırmızı programlar- tehdit olarak görülürdü, irtica olarak görülürdü, pek çok kesim, o tekçiliğe karşı olan her kesim bir tehdit ve iç tehdit olarak algılanırdı. Hâlbuki, iç tehdit ne demekse? Silahlı Kuvvetler sınırları korumak için var ama iç tehdit anlayışını da Silahlı Kuvvetler belirlerdi ve askerî okullarda bu çerçevede, bu müfredatla eğitim verilirdi. Şu anda askerî okullarda müfredatı siz biliyor musunuz? Ne şekilde eğitim veriliyor? Türkiye'nin çok kimlikli, çok kültürlü yapısının ne kadar farkında olarak Silahlı Kuvvetlerimizde bir eğitim faaliyeti sürdürülüyor? Yani inançlara, kimliklere saygı, mezheplere saygı, bu çoğulculuğun farkındalığıyla yetişen kuşaklar mı askerî okullardan mezun oluyorlar yoksa Cizre'nin duvarlarında gördüğümüz gibi "Türk'sen övün, değilsen itaat et." çerçevesinde mi bir eğitimden geçiyorlar hâlâ? Çünkü, oradaki güvenlik görevlilerinin hepsi genç, Polis Özel Harekât da genç, askerler de genç ama orada bakıyoruz ki nefret tohumları ekiliyor, nefret nefreti, şiddet de şiddeti doğuruyor. Bunun önüne geçmenin yolunun da bundan sonraki kuşakları kurtarmak için askerî okullardaki müfredatın çoğulcu bir anlayışta verilmesinden geçtiğini düşünüyorum Sayın Bakan.

Sayın Bakan, askere alınma meselesi. Biliyorsunuz, biz mecburi, zorunlu askerliğe karşıyız parti olarak ve vicdani reddi savunuyoruz ve demokrasilerde olduğu gibi sosyal hizmet anlayışıyla -tabii ki hizmet verilecekse herkes versin ama- sosyal hizmet verme ya da vicdani ret çerçevesinde bir hakkın tanınması. Bu da olmazsa olmazlardan birisidir bir demokrasi olması için. Zorla insanların silah altına alınması artık bu çağın meselesi değil. Bununla ilgili düşüncelerinizi merak ediyorum. Böyle bir açılım yapmayı düşünüyor musunuz? Askerlik süresinin kısaltılmasıyla ilgili neler düşünüyorsunuz? Çünkü, şunu da biliyoruz: Şu anda devrede olan askerî güçlerin... Erlerin hepsi kışlada, şu anda çoğunlukla kadrolu insanlar görev yapıyorlar. Bu anlamda, 400 bin asker bulundurmanın hâlâ bir anlamı var mı? Daha kısa süreli bir askerlik, vicdani reddi içeren, sosyal hizmet anlayışını içeren bir askerlik anlayışıyla, çok daha kısa süreli bir askerlikle bu iş çözülebilir diye düşünüyorum. Bedelli askerlik de biliyorsunuz beş yılda bir, üç yılda bir oluyor, hep zenginler faydalanıyor, garibanlar gidip bir yıl askerlik yapıyorlar. Bunun artık önüne geçilmesi lazım Sayın Bakan. O açıdan, askerlik süresinin kısaltılıp herkes için iki aylık, üç aylık, bir aylık, neyse, bir temel eğitim çerçevesinde olması, vicdani reddi de içermesi ve sosyal hizmet anlayışıyla artık bu işin çözülmesi ihtiyacı var.

Sayın Bakan, ben bir İstanbul Vekiliyim ve İstanbul'da üzülerek bir şey görüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Biliyorsunuz, İstanbul'un kalan yeşil alanlarının çoğu askerî bölgeler. Yani uçaktan bakın, yukarıdan yeşil gördüğünüz ne kaldıysa ya mezarlıktır ya askerî bölgedir, geriye kalanın hepsi beton oldu, siz de çok iyi biliyorsunuz. Ama, sahil yoluna bakıyorum, diğer askerî bölgelere bakıyorum, bazı bölgelerden askerler çekiliyorlar, askerî bölgeden çıkıyorlar, bakıyorsunuz, TOKİ tabelası asılıyor oraya hemen. Mesela, Zeytinburnu sahil yolunda var, başka yerler, onlarca örnek vereyim size. Rant saldırısı son kalan yeşil alanlarımıza da girdi. TOKİ giriyor, tabelasını çakıyor -en de kıymetli yerler maalesef- ve tabii o rant saldırısıyla orada bakıyorsunuz rezidanslar çıkıyor. Ya, koskoca bir şehrin kalmış akciğerleri, yeşil alanları orası. Orayı sosyal alan, yeşil alan olarak değerlendiremez miyiz? Niye bu şekilde ranta açılıyor İstanbul'un kalan son akciğerleri? Bununla ilgili de sizden bir görüş bekliyorum ve buna bir dur demenizi bekliyorum. Bakın, Hava Harp Okulu da yakında boşalacak -biliyorsunuz Yeşilköy'de, Yeşilköy'ün akciğeri- orası da bari bu şekilde bir ranta çevrilmesin. Bunun gibi pek çok örnek size verebilirim. İstirham ediyorum, İstanbul'umuzun artık son kalan yeşil alanları. Askerî bölgeler boşaltılabilir ama oraları sosyal alan ve yeşil alan olarak koruyalım lütfen.

Genelkurmay Başkanlığımızın Bakanlığınıza bağlanmasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz Sayın Bakan? Samimiyetimle soruyorum. Bu böyle olmalı, bütün demokrasilerde bu şekilde.

Bir şey daha var, Ankara'ya geldiğimde daha net gördüm. Şimdi, Meclisimiz burada, çok güzel bir alanda. Etrafına bakıyoruz -ilk kurucu anlayışta- Genelkurmay Başkanlığı hemen solunda, Hava Kuvvetleri Komutanlığı karşısında, Deniz Kuvvetleri Komutanlığı hemen bu tarafta, Kara Kuvvetleri Komutanlığı bu tarafta, her tarafında bir komutanlık var. Bu da, hani "askerî vesayet" dediğimiz zihniyetin bir parçası sivil hükûmet üzerinde.

AHMET YILDIRIM (Muş) - Çıkarlarsa Melih gökdelen diker hepsine.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Yok, Melih Gökçek...

Yani artık bu anlayıştan, bu fotoğraftan bence kurtulmamız lazım. Belki şehrin içinde kalmış komutanlarımız da zorlanıyorlar. Hani, ne bileyim, Pentagon vardır Washington'un göbeğinde değildir. Beyaz Saray'ın hemen yanında değildir, Beyaz Saray'ın hemen yanında Pentagon yok yani.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Bizim sarayı da uzaklaştırdılar zaten.

BAŞKAN - Sayın Paylan, rica etsem toparlar mısınız lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Bakanım, bu çerçevede bu fotoğraf da bence hoş bir fotoğraf değil. Yani, askerî vesayetin verdiği bir fotoğraf. Bunun da değişmesi için düşüncelerinizi merak ediyorum. Yani, çünkü, AKP'nin en büyük iddiası askerî vesayeti geriletmekti ve bu yönde pek çok adımlar attı. Ancak, bugün güvenlikçi politikalarla ordu tekrar kışlasından çıkmıştır ve siyasete ortaktır ve bu görüntü tekrar bir darbe dinamiğinin devrede olduğu hissini veriyor, başka birileri de bu senaryoyu yazmış olabilir. Bu anlamda da, sizi uyarıyorum, bütün siyaset kurumunu uyarıyorum: Hep birlikte tekrar siyaset kurumunu devreye sokmak için çabalamalıyız.

Son olarak Sayın Bakan, ben askerlik yaptığım dönemde çok net gördüm -hatta uyarıda bulunduğum için ceza da aldım, sürüldüm- çok büyük bir israf vardı askerlikte, çok büyük bir israf hem de ve çok büyük yolsuzluklar gördüm gözümle. İhbar ettiğim komutan da bir şey yapmadı ve beni oradan sürdü, öyle fotoğraflar söyleyeyim. Yani burada olan komutanlarımızı tenzih ederim. Yani iç denetimi yok ordumuzun, o dönem öyleydi, şimdi nasıl? Yani, bir iç denetim var mı? Yani, nasıl denetleniyor ordumuz? İçerideki israflar nasıl denetleniyor veya yolsuzluklar nasıl denetleniyor? Bununla ilgili Bakanlığınız ne kadar müdahil oluyor? Bunları çok merak ediyorum.

Teşekkür ederim.