Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
Konu | : | 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/276) ve 2022 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/274) ile Sayıştay tezkereleri |
Dönemi | : | 28 |
Yasama Yılı | : | 2 |
Tarih | : | 26 .10.2023 |
GÜLCAN KAÇMAZ SAYYİĞİT (Van) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, Komisyonun değerli üyeleri, kamu kurum ve kuruluşlarından gelen temsilciler, stenograflar, gece gündüz bizimle mesai yürüten danışman arkadaşlarım ve basın mensupları; her birinizi saygıyla sevgiyle selamlıyorum.
Plan ve Bütçe Komisyonunda partim adına yeni sorumluluk üstlenmiş bulunuyorum. Bu derece önemli bir komisyonun halklara, kadınlara, emekçilere, emeklilere, işçilere, gençlere, çocuklara, yoksullara yönelik olumlu çalışmalar hayata geçireceğini umut ederek başlamak istiyorum.
Bütçe için genellikle şu ifade kullanılır: "Bir ülkenin bütçesi o ülkenin vicdanıdır." Denilir. AKP neredeyse iktidara geldiğinden bu yana bütçe tercihleriyle vicdanları kanatan bir pozisyondadır maalesef çünkü AKP bütçelerinin önceliği, yoksullar değil uzun süredir zenginler olmuştur. İktidar bütçeyi rakamsal veri setinden oluşan bir metin olarak görmektedir, bu sebeple de örneğin büyüme rakamına bakar ama bundan kimin faydalandığını çok da dikkate almaz, kişi başına gelirin arttığına bakar ama her geçen gün bozulan gelir dağılımı adaletine bakmaz. İktidar dediğimiz gibi bütçeyi ve kalkınmayı rakamlardan ibaret gördüğü için bunların sosyal ayağını görmezlikten gelmiştir; bu yüzden, sistem değişikliğine gitmiş, çok sesliliği kısmış, demokrasiyi askıya almış, hukuku bitme noktasına getirmiştir; bunda ısrar ettikçe de yoksulluk geniş bir kesime yayılmış, enflasyon ve hayat pahalılığı kontrol edilemez bir noktaya varmıştır. Bugün, Türkiye'de ekonomik, sosyolojik, politik krizler derinleşmiş durumdadır. Zenginler mutlu çünkü AKP iktidarının yarattığı kriz onları büyütmeye her geçen gün devam ediyor. Mutsuz olan ise her geçen gün yoksullaşmaya devam eden emekçiler, emekliler ve memurlardır. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin getirilmesiyle beraber yoksullaşma, borçluluk, enflasyon her geçen gün daha da artmıştır.
Bu ve geçmiş bütçelere baktığımızda kamunun kaynaklarının sosyal politikalara, eğitime, yatırıma, yeni iş sahalarına aktarılması gerekirken savaşa ve israfa harcandığını maalesef görmekteyiz. Bütçenin tamamına baktığımızda ortada vicdansız bir bütçe olduğunu, adaletsiz bir çalışma olduğunu görüyoruz. Bu nedenle, girişte yaptığım tanımlamaya da uygun olarak şunu tekrar ediyorum: Ülkenin vicdanını bütçeyle kanatıyorsunuz.
2024 yılı bütçesi bu ülkenin bütün sosyal kesimleri, kadınlar, çocuklar, halklar, emekçiler, emekliler, memurlar ve işçiler için bir umut olmaktan maalesef çıkmıştır; sebebi ise iktidarın yıllardır tekrar edegelen tercihleridir. Çünkü bu bütçe bize hayat pahalılığının, enflasyonun, yoksulluğun, işsizliğin bitmeyeceğini, vergilerin borçların artarak devam edeceğini göstermektedir. Çünkü AKP-MHP iktidarının bütçe yapım tekniği sosyal amaçlardan sıyrılmış, sayılardan ibaret olmaktadır. Muhalefet ne söylerse söylesin, kulak ardı eden, bildiğini okuyan bir hissizlik hâli var ortada. Bu nedenle, bu bütçe, halkların değil bir grup azınlığın gözetildiği bir bütçe olarak karşımızda durmaktadır. Ekonomik sorunların çözümünün amaçlandığı bir bütçe değil politik tercihlerle yaratılan yoksulluğun yönetiminin bütçesidir. Çünkü son birkaç yıldır burada bakanlar ve bürokratların yaptıkları tüm rakam şovlarına, çizdikleri pembe tablolara rağmen ekonomik kriz boyut değiştirerek daha da büyümektedir. AKP, halklardan topladığı vergi, prim, harç ve diğer kamu gelirlerini eğitime, sağlığa, sosyal güvenliğe, sosyal haklara değil yandaş hiyerarşisi içerisinde yeniden dağıtıma harcamaktadır.
Bütçe tercihlerinin sosyal olmadığının en güzel göstergesini şu verilerle size açıklamak istiyorum: 2020 yılında faturasını ödeyemeyen 1 milyon 801 bin haneye yardım yapılırken 2021 yılında bu sayı 2 milyon 719 bin haneye çıkmış, 2022 yılında ise 3 milyon 690 bin hane sosyal desteğe ihtiyaç duymuştur. Bu rakamın 2023 yılında 5 milyona çıkması beklenmektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından tanıtımı yapılan Türkiye Aile Destek Programı Haziran 2022'de 2,5 milyon haneyi kapsarken Haziran 2023'te bu sayı 3,5 milyona ulaşmıştır. 1 Ocak-4 Ağustos 2023 tarihleri arasında ise icra dairelerine gelen yeni dosya sayısı geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 59,3 oranında artarak 8 milyon 523 bine ulaşmıştır. Totalde yaklaşık 33 milyon civarı icra dosyası olduğu basına da yansımıştır.
Elbette burada birçok başlıkta nasıl bir muhtaçlık ekonomisi yaratıldığı, sadaka bütçesi hazırlanmaya çalışıldığı detaylandırılabilir. Hâlihazırda AKP iktidarının halka iş ve aş sağlamak yerine nasıl sosyal yardımlarla övündüğünü bizler çok iyi biliyoruz. Sarayların pencerelerinden halkın kendisi görülmez çünkü halk, sarayların görüş açısına girmiyor maalesef. Bu nedenle, sarayın hazırladığı bütçede belirttiğim tabloyu ortadan kaldırmaya yönelik bir niyet de görülmüyor. Zaten iktidar mensupları da her fırsatta topluma sabır telkin etmekle meşguller. Yoksul halka sabır telkin etmek kolay ama maliyeti yüklemek bu kadar kolay olmamalıydı diye düşünüyoruz. Evet, AKP bu tabloyu değiştirmek istemiyor çünkü AKP ile sosyal yardımlar arasında kurulan paralellikle bütün bunlar bir yaptırım aracı olarak ve bir seçim çalışması olarak maalesef kullanılmaktadır. AKP'nin sosyal yardım çerçevesi, yoksulluğu yeniden üretmek ve kendi iktidarını devam ettirmek adına yoksulluğu yönetmek üzerine kurulmuştur. AKP'nin neomuhafazakar iktidar stratejisi yoksulluğun yeniden üretilmesi, seçmen olarak görülen yurttaşın siyasi iktidara sürekli olarak bağımlı kılınmasını öngörmektedir. Dolayısıyla AKP'nin açlığı, yoksulluğu, yoksunluğu seçim sandıklarına endekslemesinin kabul edilir hiçbir tarafı yoktur. Sosyal hak gibi geniş spektrumlu, çok başlıklı alanlı ve orta uzun vadede planlama gerektiren bir konunun sosyal yardıma indirgenmesinden vazgeçilmesi, yoksulluğun bitirilmesi ve yurttaşların istihdam sahibi olmasını getirir.
Türkiye'de reel ücretler sistematik olarak düşürülmekte ve ücretin millî gelir içindeki payı azaltılmaktadır, ücretlilerin payı yüzde 26'lara kadar düşmüştür. Ülkenin teknoloji ve bilimdeki geri kalmışlığını stratejik ucuz iş gücü politikasıyla savunan AKP emeğin payını küçülterek ülke emeğini uluslararası sermayeye pazarlamaya çalışmaktadır. İş gücünün niteliği arttırılmamakta ve nitelikli iş gücü ülke içerisinde tutulamamaktadır, emekçilerin ücret artışları enflasyon oranı altında kalmaktadır. Neredeyse tüm çalışanların koşulları AKP döneminde olumsuz etkilenmiş ve reel ücretler azalmıştır.
Kayıt dışı istihdamın önemli bir boyutunu da maalesef çalıştırılan çocuklar oluşturmaktadır. Türkiye'de köylerin boşaltılması, zorla yerinden edilme, Kürt kentlerinde son yıllarda yaşanan yıkımlar nedeniyle yerinden edilmeler ve devam eden Suriye iç savaşı nedeniyle çocuk işçiliği her geçen gün yaygınlaşmıştır. Tarımın ve kırsallığın tasfiye edilmesi aynı zamanda köylerden kentlere doğru da ciddi bir göç dalgası getirmiştir. Bir yanda nüfus artış hızının yüksek olması, diğer yanda ekonomideki yapısal krizler, bütçeden eğitime yeterince pay ayrılmaması, sosyoekonomik yapının kırsal, tarımsal ağırlığının hâlen gelişmiş ekonomilere göre oldukça yüksek olması ve küreselleşme sonucu oluşan uluslararası rekabet koşulları özellikle emeğin yoğun olduğu sektörlerde çocukların çalıştırılmasına maalesef ki neden olmaktadır. Türkiye'de yaygın olarak çocuk sömürüsü, çocuk emeği sömürüsü devam etmektedir. İlk yapılması gereken düzenlemelerden biri de her türlü çocuk çalıştırılmasının yasaklanması olmalıdır. Çocukların eğitime ve sağlığa erişimi ücretsiz ve kamusal bir yolla kesintisiz bir şekilde sürdürülmelidir. Okullar açıldı evet, çocuklar yeni eğitim öğretim yılına başladılar ancak milyonlarca çocuk için hâlen merdiven altı atölyelerde, sanayi sitelerinde, tarlada ve sokakta çocuk işçiliği devam etmektedir.
Eğitimden de biraz bahsetmek gerektiğini düşünüyorum ihraç bir eğitim emekçisi olarak. Eğitimin temel ve vazgeçilmez bir hak, kamusal bir hizmet olduğu; bilimsel, laik, demokratik ve eşitlik ilkeleri çerçevesinde hiçbir hak kaybına ve ayrımcılığa izin verilmeden devletlerin sorumluluğunda olduğu ulusal ve uluslararası hukuk metinlerinde de oldukça yer almıştır. Türkiye'nin eğitim sisteminin köklü sorunları var, bunları hepimiz aslında çok iyi biliyor ve görüyoruz ve bu sorunlar yirmi bir yıl içinde daha da derinleşmiştir. 2002 yılından bugüne siyasi iktidarın elinde âdeta yazboz tahtasına dönüşen eğitim sistemi yıllardır benimsenen piyasa merkezli, rekabetçi ve sınav esaslı eğitim politikaları sonucunda tam bir sorun yumağı hâline gelmiştir. Okul öncesi eğitimden tutalım da üniversiteye kadar eğitimin bütün kademeleri en temel işlevlerini yerine getiremez hâle getirilmiştir. Millî Eğitim Bakanlığının 2024 bütçesine de baktığımızda neredeyse yüzde 73'ü personel giderlerinden oluşmaktadır. Dolayısıyla eğitim emekçilerinin, öğrencilerin sorunlarını çözmüyor bu bütçe, eğitim kalitesini de artırmıyor açıkçası. Eğer bütçe gerçekten eğitime ayrılsaydı bugün Aydın'da Kredi Yurtlar Kurumunun yurdunda asansörün düşmesiyle bir üniversite öğrencimizi, Zeren Ertaş'ı kaybetmeyecektik. Kız kardeşimize Allah'tan rahmet, ailesine başsağlığı diliyorum buradan. Burada teknik ihmaller söz konusu çünkü yurtların çok kalabalık olması gerçekliği var. Üniversite öğrencisi sayısı 7 milyonu aşmasına rağmen yurt oranları aynı ölçüde artmış değil. Bu nedenle barınma sorunu öğrencilerin en mağdur olduğu konuların başında gelmektedir. Peki, AKP iktidarı ne yapıyor? İktidar öğrencileri tarikat ve cemaat yurtlarına maalesef mahkûm ediyor.
Keşke arkadaşlarımız burada olsaydı, biz bazı şeyleri ifade ederken rahatsız oluyorlar ama Türkiye'de bir hakikat var, bir Kürt hakikatliği var ve hakikat tektir, hakikat birdir, bunu bilmek gerekiyor. Hani biz burada bazı şeyleri ifade ederken aslında empati kurulması gerektiğini de düşünüyoruz ama maalesef, özellikle AKP cenahından direkt tepkiyle karşılanıyoruz ve direkt ses tonları yükselmeye başlıyor. Ama eğer bugün burada, bu çatı altında bir şeyler yapıyorsak, bir çalışma yürütüyorsak birbirimizin değerlerine karşı da ona uygun bir şekilde, olumlu bir şekilde yaklaşmamız gerektiğini düşünüyorum.
Bunu ne için söylüyorum? Bütçe oluşturulurken hangi alanda ne kadar pay ayrıldığı o alana verilen önemin aslında göstergelerinden bir tanesi. Gönül isterdi ki sadece Türkçe değil Türkçe dışındaki dillerin de Türkiye'de korunup geliştirilmesi için de bir bütçe kalemi olsaydı. Bugün ana dilinde eğitim meselesi bir topluma bakış açısını yansıtan en önemli sınama alanlarından bir tanesidir. Asimilasyon sadece baskıyla şiddetle yapılmaz. Eğer siyasi iktidar ana dili için hiçbir adım atmıyorsa, bu dili yok olmaya terk ediyorsa bu doğal asimilasyonun en önemli parçalarından bir tanesidir. Oysa ki Kürt Barometresi'nin yaptığı son araştırmada bile Kürt kimliğinin Anayasa'da yer bulmasını savunanların oranı yüzde 64,7, Kürtlerin kendi dillerinde eğitim yapmasını isteyenler yüzde 63,7 ve Kürtçe'nin resmî dil olmasını önerenler yüzde 59,7 olarak karşımıza çıkıyor. Ben de bir Kürt olarak, bir eğitim emekçisi olarak ana dilinde eğitimin aslında biz Kürtlerin en temel hakkı olduğunu ve bu talebimizi buradan Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da buradayken tekrar tekrar ifade ediyoruz ve bu talebin gerçekten artık anayasal güvenceye alınması gerektiğini bir daha ifade etmek istiyoruz. Ne var ki AKP iktidarı nevi şahsına münhasır bir asimilasyon politikasıyla Kürtlerin varlığına ve ana diline o şekilde yaklaşıyor. Kürtçe görüntüde yasaklı değil ama hiçbir yerde de yok, özellikle eğitim dili olarak yok. Seçmeli ders olarak verilmesini de ayrıca kabul etmiyoruz çünkü ana dili bireyin en temel hakkıdır ve kendi ana dilini "seçmeli ders" adı altında almasını da doğru bulmuyoruz, bunu da ifade edelim. Ana dilinin tekleştirilmesi, Kürtçe'nin yasaklanması için geçmişten bugüne devasa bütçeler harcandı, diğer halkların ekonomik rekabet güçleri kırılarak Türkçe konuşmak her zaman daha cazip ve kârlı gösterilmeye çalışıldı. Buna karşı, 2016'dan sonra, 90'lı yıllarda dahi varlığını sürdüren İstanbul Kürt Enstitüsü kapatıldı, Kürtçe gazete ve dergiler kapatıldı. Halbuki bir devletin yapması gereken şey dezavantajlı topluluklara bütçe ayırarak onlara destek olmaktır ama maalesef ki 2024 bütçesinde halklar olmadığı gibi diller de yok; Kurmanci de yok Zazaki de yok. Gönül isterdi ki bunu Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı da kendine dert edinsin ama maalesef bunu da göremiyoruz.
2024 bütçesinde maalesef kadın da yok. 2024 bütçesi toplumsal cinsiyete duyarlı bir bütçe değildir, bu bütçede kadın yoktur. Kadınlara yönelik her türlü ayrımcılık ve şiddetin durdurulması için kamu bütçelerinin cinsiyet eşitliği perspektifiyle hazırlanması gerekmektedir. Kadınlara yönelik kamu hizmetlerinin çoğaltılması, vergilendirmede cinsiyet eşitliğinin artırılması zorunludur. Karar alma süreçlerine kadın katılımını artıracak mekanizmaların inşa edilmesi gerekmektedir ancak 2024 bütçesinde toplumsal cinsiyet faktörü yok sayıldı. Yaşam hakkı tehdit altında olan milyonlarca kadın işçiye daha eşit ve daha özgür bir yaşam alanı açılabilmesinin yolu toplumsal cinsiyete dayalı bütçelemeden geçer diyorum.
Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.