KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim.

Sayın Başkan, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı, Plan ve Bütçe Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli milletvekilleri, değerli bürokratlarımız ve basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, tabii, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısıyla çok sık görüşüyoruz -araya bu kalkınma planı da girince- bu aralar.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Pazartesi beraberiz yine Genel Kurulda.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Doğrudur, arada bir de torba kanun, böyle çok yoğun bir görüşme trafiği oldu.

Aslında benzer şeyleri konuştuk, bir taraftan kalkınma planı çünkü kalkınma planı beş yıllık hazırlanıyor ama orta vadeli programla üç yılları kesişiyor; aynı yıllar, 2024-2026 yılları arası. Bu anlamda da aslında bir çok şeyi konuştuk.

Bu benim istemiş olduğum "Genel Ekonomik Hedefler ve Yatırımlar" kitabı gelmiş, bir de yıllık program basılmış; teşekkür ediyoruz ama keşke biraz daha önce basılsaydı, bunlara bakacak vaktimiz olmadı çünkü bunun içinde bakın, bu program -Türkiye'yi bir yıllık dönem içinde- mesela bütçenin bütün makro çerçevesi, sektörler, hepsi bunun içinde. Yani bu eğer önceden gelmiş olsaydı bizim tümü üzerindeki konuşmalarımıza ciddi anlamda ışık tutacaktı ama bundan sonraki görüşmelerde de bunları kullanacağız tabii ki.

Şimdi, bugün, tabii, bütçenin tümü üzerine başlıyoruz ve aynı şekilde de kesin hesap kanunu teklifini görüşeceğiz. Şimdi, şunu hep söylüyoruz; daha önce ilk yaptığımız, sizin yaptığınız sunuşta da söylemiştik Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı: Bu kesin hesap kanun teklifi bütçenin gölgesinde kalıyor. Yani biz şimdi 2024 yılı hedeflerine, doğal olarak bütçesine odaklanacağız ama 2022 yılının kesin hesabı bunun gölgesinde kalacak, çok fazla konuşamayacağız, Sayıştay raporları için de yeteri kadar vakit kalmayacak. O yüzden aslında bunun ideali Plan ve Bütçe Komisyonu ile kesin hesap komisyonunun birbirinden ayrılmasıdır. Plan ve Bütçe Komisyonu bütçeyi görüşür, önümüzdeki döneme ilişkin makro çerçeveleri görüşür; kesin hesap komisyonu da Sayıştay raporlarının ışığında iki yıl öncenin bütçe uygulama sonuçları nelerdir, o zaman amaçlar, hedefler nelerdi, bunlara ulaşıldı mı, bütçe kurallarına uyuldu mu bütçe içindeki, bütün bunların hepsini ayrıntılı bir biçimde inceler, fakat ne yazık ki bunu yapamıyoruz. O yüzden de sizin yaptığınız sunuş sırasında usul üzerine söz almış ve demiştim ki bir alt komisyon kurulsun ve alt komisyon kesin hesap kanunu teklifini ayrıca görüşsün fakat bu teklifimiz kabul görmedi. Oysa bu son derece gerekli bir teklif, bunun yapılmasına ihtiyaç var. Bakın, aslında 5018 sayılı Kanun da buna cevaz veriyor. 5018 sayılı Kanun'un 42'nci maddesi kesin hesap kanununun Maliye Bakanlığınca hazırlanacağını söylüyor ve "Haziran ayı sonuna kadar Cumhurbaşkanı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisine sunulur ve bir örneği Sayıştaya gönderilir." diyor. Sonra 43'üncü maddede -5018'de- gene bununla bağlantılı diyor ki: "Sayıştay genel uygunluk bildirimini yetmiş beş gün içinde TBMM'ye sunar." Yani Sayıştay kesin hesap kanunu teklifini inceler, ilgili raporları hazırlar, en sonunda bütün bu raporların hepsinin özetinin özeti olan genel uygunluk bildirimini TBMM'ye sunar. Yetmiş beş günlük süre... Ne zaman? Eylül ayının 15'ine kadar. Aslında Sayın Başkan, eylül ayının 15'inde zaten kesin hesap kanunu teklifi Sayıştay raporlarıyla birlikte buraya geliyor. Bakın, o zamanlarda bir komisyon kurulma ihtiyacı var. Bunun sağlıklı bir biçimde görüşülmesi önemli, bütçe kadar önemli bir kuraldır bu. Bütçe sonuç itibarıyla önümüzdeki yılda yapılacak olan harcamalar ve vergiler için bir çeşit ön izin almaktır ama kesin hesap komisyonu bunlar uygulandı mı diye uygulama sonuçlarını değerlendirmelidir. E, burada usule uygun kullanıldı mı, kurallara uyuldu mu, açıklık, şeffaflık, buraların neresindeyiz, bunların bilinmesine ihtiyaç var. O yüzden kesin hesap komisyonunun -dediğim gibi- bundan sonraki dönemlerde bir alt komisyon olması ama ideali, bir iç tüzük değişikliğiyle aslında ayrı bir komisyon olmasıdır.

Şimdi, tabii, kalkınma planını görüştük. Aslında kalkınma planının önceden görüşülmesine ihtiyaç vardı, orta vadeli programdan sonra görüşülmesi sıkıntılı bir durum çünkü sonuçta beş yıllık bir perspektif var. Kalkınma planını beş yılda bir hazırlıyoruz fakat orta vadeli programları üç yıllık hazırlıyoruz ve her yıl onları yeniden bir yıl ileriye doğru ittiriyoruz "rolling plan" dediğimiz bir usul bu, 5018 sayılı Yasa'yla kanunumuza girdi. Fakat siz de daha önceki açıklamanızda dediniz ki: "İşte burada seçim olduğu için, seçim nedeniyle bu hazırlanamadı." Ama keşke hazırlanabilmiş olsaydı, orada birkaç günlük bir mesaiyle, bir haftalık bir mesaiyle aslında iş çözülürdü ve öncesinde kalkınma planı gelirdi. Bu şöyle bir sonuç ortaya çıkardı, kalkınma planı görüşmelerinde de söyledik: 2024-2028 yılı beş yıllık bir dönem, OVP bunun üç yılını kapsıyor, 2024-2026 fakat orta vadeli program ile kalkınma planı arasında bir uyum yok. 2024-2026 yıllarında orta vadeli programda daha dengeli, istikrarlı, bir anlamda temkinli bir orta vadeli program hazırlanmış fakat gidiyoruz 2028 rakamları -tabii, 2028 rakamı, 2027'yi göremiyoruz orada yani dönem başı ve dönem sonu var- orada birdenbire bakıyoruz, bütün rakamlar, göstergeler yükseliyor, performans birdenbire artıyor. Bu bize şunu düşündürdü: Kalkınma planının hazırlıklarında başka bir kadro, orta vadeli programın hazırlığında başka bir kadro mu var? Ama, eğer öyle değilse, o zaman o rakamların gözden geçirilmesine ihtiyaç var. Çünkü 2026 yılında bir yere geliyorsunuz, önümüzdeki üç yıl içinde bir hedef koyuyorsunuz; örneğin cari işlemler açığında, örneğin dolar kuru zımni olarak çıkıyor, örneğin işsizlik oranlarında. Ondan sonra iki yıl, 2027-2028'de bir bakıyorsunuz müthiş bir kopma olmuş, olması mümkün olmayan bir biçimde, örneğin işsizlik oranları birdenbire 2 puan aşağı inmiş. Nasıl olacak? Hemen hemen istihdam artışı aynı. Ne diyorduk? Kabaca söyleyeyim: Orta vadeli program döneminde yıllık istihdam artışı 909 bin kişiydi, plana bakıyoruz 1 milyon kişi, beş yılda 5 milyon kişi; hemen hemen aynı, çok büyük bir fark yok ama birdenbire bakıyoruz rakamlarda anormal bir şey oluyor, aşağıya doğru iniş oluyor. Yani sanki "Kalkınma planında 2028'de bizim ulaşmamız gerekenler bunlar." deyip orta vadeli programla ilişki kopmuş. Bu doğru bir şey değil, bu güzel bir şey değil; hazırlanan dokümanların da itibarına ve inanırlığına ciddi anlamda halel getiriyor.

Şimdi, tabii, orta vadeli program önemli; üç yıllık bir perspektif, bütçe de zaten ona göre hazırlandı. Orada orta vadeli programa baktığımız zaman -aynı şekilde kalkınma planında da gördük, büyük ihtimalle yıllık programda da var- Türkiye'nin bugün içinde bulunduğu sıkıntıların, ekonomik krizin nedeni dış dinamikler olarak, dış etkenler olarak gösteriliyor; pandemi krizi, onun tedarik zincirlerinde ortaya çıkardığı kırılma, Rusya-Ukrayna savaşı, işte aynı dönemde yükselen petrol fiyatları, emtia fiyatları, bir de bazı yerlerde mahcup ifadelerle döviz kurundaki dalgalanmalar diye söyleniyor. İyi de döviz kurundaki dalgalanmalar kendi kendine oluşmadı ki. Döviz kurundaki dalgalanmalar iki yıl önce, 2021 yılının Eylül ayında Merkez Bankasının enflasyonun dünyada da yükselme eğiliminde olduğu bir konjonktürde faizleri indirmesi sonucunda oluştu. Çünkü Cumhurbaşkanının bir tezi vardı "faiz sebep, enflasyon sonuç" ve aynısı aslında bir önceki kalkınma planında zaten 288'inci maddede de ifade ediliyordu, okuduğumuz zaman tamamen buna ilişkin olduğunu görüyoruz. Şimdi ise hiçbir şey olmamış gibi, sanki böyle bir şey hiç yaşanmamış gibi, hiçbir öz eleştiri yapılmadan önümüze OVP'yle kalkınma planıyla gelinmiş. Şimdi, bu, gayriciddi bir yaklaşım; bu, bütçenin samimiyetini de zedeliyor. Sonuç itibarıyla bugün içinde yaşadığımız krizin nedeni bu. Bakın, Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı yaptığın sunuşun 9'uncu sayfasında diyor ki: "Küresel düzeyde dirençli hâle gelen enflasyonla mücadelede 2022 yılı başından itibaren yaygın bir biçimde parasal sıkılaşma eğilimi güçlenmektedir." Dünyayı konuşuyoruz: "Başta ABD ve Avrupa ülkeleri olmak üzere gelişmiş ekonomilerde politika faiz oranları uzun süredir görülmeyen sıklıkla yükseltilmiştir." Ne zaman? 2022 yılının başında. Biz ne zaman faiz indirdik? 2021 yılının Eylül ayında. Hadi öncesinde indirdik diyelim, 2022'de başladı ama ondan sonra biz faizi indirmeye devam ettik, 8,5'a kadar indirdik. Yani bu tespiti yapıyorsunuz, böyle bir tespit var ortada, koyuyorsunuz; e, o zaman niye faizi indirdiniz? Neden devam ettiniz bu yanlış politikaya? Neden bunun sonucunda enflasyonu patlattınız, döviz kurunu birdenbire bugün anormal seviyelere çıkardınız? 2021 yılının Eylül ayında Merkez Bankası politika faizi yüzde 19'du, enflasyon da yüzde 19,25'ti, dolar kuru da 8 lira 30 kuruştu. Yüzde 19'dan dört ayda yüzde 14'e 5 puanlık bir indirim oldu ve aralık ayında 8 lira 30 kuruş olan dolar kuru 18 lira 33 kuruşlara kadar çıktı, 10 lira birden arttı dört ayda ve enflasyon yükselmeye başladı; önce -biliyorsunuz- aralık ayında ciddi bir artış oldu, yüzde 30-35'lere, arkadan yüzde 85'lere kadar çıktı. Şimdi, yaşadığımız şeylerin sorumluluğu bu yani buna ilişkin, neden böyle yapıldığına ilişkin. "Böyle bir politika uygulandı ama bu politika yanlıştır." gibi hiçbir tespit yok yani tamamen dışarıdan gelmiş, bizim bundan haberimiz yok. Böyle bir şey de olabilir belli zamanlarda elbette, ben şunu söylemeye çalışmam: Ya, elbette dış dinamiklerin etkisi sıfırdır demiyorum, mutlaka belli etkisi olmuştur da onların ama bir ekonomiyi yönetenlerin ekonomi politikasında yapması gereken dışarıdan gelen etkileri minimize edecek doğru tedbirleri, politikaları almaktır, bunları hayata geçirmektir. Eğer o gün böyle bir faiz indirimi olmamış olsaydı hatta yüzde 19 olan faiz -belki 2-3 puan- yüzde 22'lere, 23'lere çıkarılmış olsaydı bugün enflasyon yüzde 15'ler seviyesindeydi, 15-20'ler seviyesindeydi Türkiye'de; dolar kuru da 12 liraydı, hadi taş çatlasın 13 liraydı, şu anda 28 lirayı geçti. Yani ülkenin yangın yerine dönmesinin, ekonomi alanında yaşanan bu sıkıntıların, bu toplumun bütün bu krizden müthiş bir biçimde mağdur olmasının, yoksulluğun artmasının ve derinleşmesinin nedeni uygulanan yanlış politikadır. Bunu açık ve net olarak söylemek zorundayız çünkü doğru bu, doğrusu bu. Ben, o yüzden, bu hani bir şarkıda da vardır, kaybolan yıllar yani iki yıllık bir dönemin çok ciddi anlamda kaybedilmiş bir dönem olduğunu söylüyorum. Zaten Türkiye'nin yapısal sorunları çözülmedi, Onuncu Kalkınma Planı hayata geçmedi, son derece başarısız bir plan oldu, On Birinci Kalkınma Planı da öyle, oradaki hedeflerin hiçbirine ulaşılamadı. Plan görüşmeleri sırasında konuştuk, Onuncu Kalkınma Planı'ndaki 25 öncelikli dönüşüm programı hayata geçmiş olsaydı bugün Türkiye başka yerdeydi. "2023 hedefleri" dediniz, şimdi 2023 hedeflerini 2053 yılına erteliyorsunuz, otuz yıl sonraya erteliyorsunuz. Hani dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olacaktık 2023 yılında ama şimdi bakıyoruz, uzun vadeli strateji, On İkinci Kalkınma Planı'nın uzun vadeli stratejisinde şunu görüyoruz: Meğerse dünyanın ilk 10 ekonomisinden biri olma hedefi 2023 değil, 2053 yılıymış, otuz yıl birden ileriye doğru gitti. E, şimdi böyle bir yaklaşım olabilir mi?

Orta Vadeli Program, "yapısal reform" denilen bir kısım bölümler var, işte özellikle bu yeşil dönüşüm ve dijital dönüşüm burada da konuşuluyor ama baktığımız zaman, biraz önce de söylediğim gibi, daha önceki programlarda yer alanların, orta vadeli programlarda, kalkınma planlarında yer alanların hemen hemen aynısı. Ve ayrıca şunu söyleyeyim: Bunlar yapısal reform değil, "yapısal reform" demek gerçek anlamda ekonominin işleyişini değiştirecek bir çerçevedir. Ha, şöyle: Geleceğe ilişkin olarak, gelecekte nasıl bir dünya tahayyül ediliyor, Türkiye orada nasıl yer alacak; buna ilişkin bir kısım tespitler yapılabilir elbette ama temel anlamda baktığınız zaman, Türkiye'deki hem üretim ilişkilerindeki hem de bölüşümdeki çarpık ilişkileri düzeltecek bir perspektif yok; örneğin, bir vergi reformu yok. Türkiye'nin en çok ihtiyacı olan konulardan biri ciddi bir vergi reformudur. Siz de hazırladığınız bütün dokümanlarda bunu söylüyorsunuz ama yok ortada bir vergi reformu. Yüzde 65, yüzde 70'ler seviyesinde dolaylı vergilere dayalı bir vergi yapısı var. Gelir dağılımını son derece bozan, aynı zamanda ekonomik büyümeye duyarlı; ekonomi büyüdükçe vergi tahsilatı artıyor, küçüldükçe azalıyor, tam tersi olması gerekir aslında ekonomi açısından. Ekonomi çok ısındığı zaman soğutacak, soğudu mu ısıtacak bir perspektif olması gerekir. Böyle bir şey var.

Diğer taraftan, orta vadeli programın makroekonomik göstergeleri de ciddi çelişkiler içeriyor. Hem büyüme hızı, ekonomi büyüyecek ama cari işlemler açığı düşecek ve enflasyon düşecek. E, şimdi Türkiye'nin yapısı belli, Türkiye'nin ekonomik yapısı belli; bu yapı içinde bunu nasıl yapacaksınız? Hem ekonomiyi büyüteceksiniz hem bir taraftan cari açığı azaltacaksınız çünkü şunu biliyoruz biz: Türkiye'nin üretim yapısı yurt içi tasarruflar yetersiz olduğu için dış tasarruflara dayalı yani cari işlemler açığı veriyoruz ve yıllarca uygulanan yanlış sıcak para politikaları sayesinde Türkiye'deki ihracatın ara malı ithalatına olan bağımlılığı artıyor, azalmıyor. E, şimdi nasıl değişecek bu iki yıllık, üç yıllık bir perspektif içinde; bunun altında nasıl bir program var? Ve yıllardan beri hep aynı şeyler programlara konuluyor, cari açık azalmıyor. "Enflasyon düşecek." Enflasyon nasıl düşecek? Bakın, 2006 yılından beri Türkiye enflasyon hedeflemesi rejimini uyguluyor. Enflasyon hedeflemesi rejimi aynı zamanda bağımsız bir Merkez Bankası, Merkez Bankasının enflasyon hedefine ulaşmak için elindeki araçları bağımsızca kullanacağı perspektifi içinde ama baktığımız zaman ortada bir başarı yok; çok ciddi, inanılmaz sapmalar var, hâlâ enflasyon problemiyle uğraşıyoruz.

Enflasyon, bütün gelir dağılımını bozan, kaynakların yanlış kullanılmasına neden olan ve ülkede yaşayan milyonlarca insanı yoksullaştıran bir şey ve sonuç itibarıyla enflasyon bir neden değil bir sonuç. Hani hasta olduğumuz zaman ateşimiz çıkar bir semptom olarak; enflasyon böyle bir şey, ateş gibi. Nasıl ateşi yapan, hastalığa neden olan bir virüsse, bir bakteriyse aynı şekilde enflasyon da ekonomide bir şeylerin yanlış gittiğini gösteriyor. Ya talep-arz arasında bir dengesizlik var -talebin arzdan fazla artması ya da arzın yetersizliği- ya maliyetler yönünden gelen bir kısım çok yüksek maliyet artışları var, aynı şekilde ekonomideki aksak rekabet yapılarının, tekelci ya da oligopolist, az sayıda firmanın ekonomik piyasaya egemen olduğu bir yapı var. Bunları ortadan kaldırmak gerekiyor ama bunlar ortadan kalkmıyor, bu enflasyon problemi devam ediyor.

Enflasyonun ölçülmesini TÜİK açısından biliyorsunuz, özellikle son dönemlerde TÜİK ölçüyor; gerçek enflasyonun çok daha yüksek olduğunu konuştuk hep. Ölçme problemine direkt olarak burada girmedim ama onu da söylememiz gerekiyor. Gerçek enflasyonun Türkiye'de TÜİK'in açıkladığı rakamların daha üstünde olduğuna inanıyor bu ülkede yaşayan insanlar ve alternatif hesaplamalar yapılmaya başlandı. Bu, Türkiye'nin İstatistik Kurumu için bir utançtır yani sonuç itibarıyla ben yurt dışında, Avrupa'da, Eurostat'ta ya da başka bir yerde ülkenin istatistiklerine inanılmadığı gibi bir yapıyla, olayla karşılaşmadım ama Türkiye'de böyle bir şey var. Alternatif kurumlar var, akademisyenler giriyorlar, ağırlıklar üzerinden enflasyon hesabı yapıyorlar. Demek ki bir problem var, bir inanırlık problemi var. Normalde yapılması gereken nedir? TÜİK'in bunu, böyle bir şeyi derhâl ortadan kaldırmasıdır ve istatistiklere güvenin sağlanmasıdır çünkü teşhisi doğru yapacağız ki tedaviyi ona göre yapacağız. Sadece alternatif hesaplamaları yapanlar değil, çarşıya pazara çıkan milyonlarca insan aslında enflasyonun çok yüksek olduğunu görüyor. Enflasyon şu açıdan da önemli: Çünkü bu ülkede milyonlarca insan enflasyon farkı alıyor, enflasyonu yanlış hesapladığınız zaman insanlar reel alım güçlerini karşılayamıyorlar.

Şimdi, tabii, önümüzdeki dönem için, özellikle 2024 yılı için burada gene bir kısım ifadeler var. Mesela, şunu söylemek lazım: "Para ve maliye politikaları arasında eş güdümü sağlayan şeffaf ve güvenilir politika adımlarımızın olumlu etkileriyle 2024 yılının ikinci yarısından itibaren kalıcı bir dezenflasyon sürecine girmeyi bekliyoruz." Bu nasıl olacak, nasıl bir dezenflasyon olacak? Ne yapacağız, ciddi bir kemer sıkma politikası mı geliyor? Zaten çok yüksek vergi artışları var ekonomi içinde. Bakın, vergilerdeki artışı 2024 için söyleyeyim, yüzde 73,5'luk bir vergi artışı var; enflasyonun çok çok üzerinde. Hani 2024 yılında yüzde 33'tü enflasyon oranı? Bu sene yüzde 65 diye konuşuldu, OP'de de yüzde 65 var. Merkez Bankası da işte "Üst sınır yüzde 62, onun üst sınırı." dedi ama biz şunu biliyoruz: Yüzde 70-75 aralığında enflasyon olacak ve ondan sonra birdenbire yüzde 33'e, ondan sonra yüzde 15'lere, ondan sonra da tek haneli rakamlara... Bu kadar problem var, yıllarca indirememişsiniz enflasyonu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, ilave süre vereceğim size, toparlayın lütfen.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Teşekkür ederim.

Burada şöyle bir şey gözüküyor aslında: "Seçime kadar idare edelim." Anlaşılıyor ki yerel seçimden sonra Türkiye çok ciddi anlamda kemer sıkma politikalarıyla ve bütün bu yaşanan ekonomik sıkıntıların hepsini bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın sırtına yıkacak bir ekonomik programla karşı karşıya kalacak; böyle anlaşılıyor.

Vergi gelirleri yüksek fakat faiz giderlerindeki artış yüzde 94. Bakın, bütün bunlar kendi kendine ortaya çıkmadı; işte, bu alınan kararlar, bu uygulanan yapılar bunu ortaya çıkardı. Şimdi, köprü, otoyol -biliyorsunuz- geçiş ücretlerine zam geliyordu ama dün itibarıyla Cumhurbaşkanı bunların uygulanmasını ocağa bıraktı. Peki, bu bütçe hazırlıkları içinde bunlar var mı, bunlar öngörülüyor mu? Ben, bunu anlamış değilim. Yani, sonuç itibarıyla elbette artmaması memnuniyet vericidir ama bir bütçe hazırlarken bunlar göz önüne alınıyor mu? Bakın, bugün bizim, bu ülkenin en çok mağdur olduğu şeylerden biri bu tek adam sistemi, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemidir; bütün yetkilerin bir kişide olduğu, istediği zaman istediği her kararı aldığı bir yapıyla Türkiye bir yere gidemez. Türkiye'nin ihtiyacı olan ortak akıldır, Türkiye'nin ihtiyacı olan güçler ayrılığıdır; yasama, yürütme ve yargı arasında güçler ayrılığıdır, hukuk devletinin tam anlamıyla uygulamaya konulmasıdır, temel hak ve hürriyetlerin, özgürlüklerin genişlemesidir. Ekonomiyi konuşurken, planı konuşurken elbette bunları da konuştuk çünkü öyle bir perspektif var ki sonuçta bir ekonomik program hazırlıyorsunuz ama siyasal sistemde neler olduğu, ne tür gelişmelerin olduğu da en az onun kadar önemli. "Doğrudan yabancı yatırımlar..." diyorsunuz, yurt dışına baktığınız zaman kuracağınız dış ilişkilerde bir kısım işlerin daha düzgün gitmesini söylüyorsunuz; nasıl olacak?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli, buyurun lütfen, toparlayalım.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bitireceğim, tamamlayacağım Sayın Başkanım.

Bu anlamda baktığımız zaman, aslında, burada çok fazla inanılırlığı olmayan bir kısım hedefler var, politikalar var, makroekonomik çerçeveler var. Şunu söylemek lazım: Orta vadeli program önemli, biraz önce söylediğim gibi önümüzdeki üç yılı şeffaflaştıran bir program ama ne yazık ki hem yapılan tespitler hem ciddi anlamda bunların bu programda dikkate alınmamış olması hem makroekonomik hedefler arasındaki çelişkiler orta vadeli programı kredibilitesi olmayan, inanılırlığı olmayan bir doküman hâline getirmiştir. Doğal olarak, buna uygun olarak hazırlanan bütçenin de aslında çok ciddi sıkıntılar içinde olduğunu, bu bütçenin de topluma güven veremediğini, sorunları çözemediğini ortaya koyuyor.

Son olarak şunu belirtmek isterim, sonrasında belki sorularda da konuşuruz: Bütün bu hepsi de aslında...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Toparlayın lütfen.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Tabii, tabii.

Bütün bunların hepsinden ortaya çıkan sonuç şu: Uygulanan ekonomik politikalar bu ülkede yaşayan milyonlarca insanın hayatını birebir ilgilendiriyor fakat şunu görüyoruz, planda da aynı şeyi gördük: Bölüşüm ilişkilerini düzeltmeye ilişkin ne planda ne orta vadeli programda hiçbir perspektif yok, gelir dağılımını düzeltmek ve buna ilişkin alınmış herhangi ciddi bir tedbir yok; daha önce söylenenler söylenmeye devam edilmiş. Oysa, biz şunu biliyoruz ki: Emeğin millî gelirden aldığı payın gittikçe düştüğü bir ortam içindeyiz.

Bakın, OECD'nin en son Temmuz 2023'te açıkladığı bir rapor var. OECD'nin 38 üye ülkesi arasında geçim sıkıntısını en çok yaşayan ülkenin Türkiye olduğu ortaya çıkmış. "Yüksek Enflasyon Ortamında Temel İhtiyaçları Karşılama Endişeleri" başlıklı raporuna göre...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Sayın Türeli...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bitiriyorum, bitiriyorum; son bir iki cümleyle bitireceğim Sayın Başkan.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Lütfen...

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bu rapora göre Türkiye'de ailelerin yüzde 70'inden fazlası söz konusu ihtiyaçları, temel ihtiyaçları karşılamakta güçlük çekiyor. Yani, baktığımız zaman, aslında Türkiye ekonomisi açısından öngörülebilirliğin olmadığı ve Türkiye'nin gelecek perspektiflerinin doğru bir biçimde çizilmediği bir ortamdayız ve bunun da ortaya çıkardığı sıkıntılar -biraz önce de söylediğim gibi- hem orta vadeli programın hem de 2024 yılı bütçesinin çok tartışılacak olmasıdır diyorum.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.