| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | On İkinci Kalkınma Planının (2024-2028) Sunulduğuna Dair Cumhurbaşkanlığı Tezkeresinin (3/770) Birinci Bölümü |
| Dönemi | : | 28 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 23 .10.2023 |
SELİM TEMURCİ (İstanbul) - Sayın Başkan, Cumhurbaşkanı Yardımcımız, kıymetli milletvekili arkadaşlarımız, değerli bürokrat arkadaşlar, basınımızın kıymetli mensupları; ben de hepinizi saygıyla muhabbetle selamlıyorum.
Tabii, ben konuşmama başlarken Filistin'de, Gazze'de yaşanan insanlık dramına, soykırımına Plan ve Bütçe Komisyonumuzdan tekrar dikkat çekmek istiyorum. Zamanın zalimlerinin, Hitlerlerinin ve onları destekleyenlerin inşallah sonu gelecek. Millet olarak üzerimize çok büyük bir sorumluluk düşüyor. Hayatını kaybedenlere tekrar Rabb'imden rahmet diliyorum, yaralılara acil şifalar diliyorum.
Tabii, biz Türkiye olarak bu yaşananlardan ders almayı bilip gerçekten Türkiye'yi el birliğiyle kalkındırmayı başarabilirsek Türkiye'ye sıra gelmeden birilerini bir yerlerde durdurmuş oluruz diye de düşünüyorum.
Tabii, ben bu vesileyle, kalkınma planımızı hazırlayan Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığımıza, sunumu yapan Cumhurbaşkanı Yardımcımız Cevdet Yılmaz Bey'e ve bütün bürokrat arkadaşlara şükranlarımı arz ediyorum.
Elbette planla ilgili söyleyeceğimiz çok şey var. Çok güzel hedefler, çok önemli vurgular ve tespitler var. Ömrünün yaklaşık yirmi beş otuz yılını sanayinin ve ticaretin içinde geçirmiş birisi olarak elbette heyecanlandık okuduğumuzda.
Tabii, On İkinci Kalkınma Planı'nın detaylarına girmeden -son konuşmacı olmak burada biraz sıkıntılı çünkü söyleyeceğiniz birçok şey söylenmiş oluyor ama- ben biraz plana sadık kalarak bir şeyler söylemek istiyorum. Öncelikle, şunu herhâlde ortak bir kanaat olarak ifade etmemiz lazım: Türkiye'de veya dünyadaki birçok ülkede kalkınma planları aslında bir meydan okuma. Yani o dönemin ekonomik şartlarına göre, devleti yönetenlerin o şartlara göre bir meydan okuması kalkınma planları. Yani cumhuriyetimizin kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi'nden bu yana, aslında o dönem sanayi kalkınma programlarından, planlarından bu yana biz bunları hep gördük. Bizim şöyle bir sorunumuz var, bazen böyle laf atışlar oluyor, ben kendimi biraz ortada hissediyorum çünkü her şeyi konuşmak lazım. Çok önemli bir mesele, o kadar önemli bir mesele ki şu anda Türkiye'nin kalkınma anlamında Kızılelma'sını 2053 tarihi olarak adlandırıyoruz ve aslında bu plan, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemimizin ikinci planı. AK PARTİ 2007'de kendi bağımsız planını yaptığından bu yana dördüncü plan olacak herhâlde. Dolayısıyla bu planlarla ilgili olarak şu ana kadar ifade edilenleri özetlediğimizde iki temel konunun altını çizmemiz gerekiyor: Bir, kalkınma planlarımızın içselleştirilmesi lazım. Kalkınma planları yazmak için değil uygulamak ve takip etmek için iktidarlara çok büyük bir sorumluluk yüklüyor; birincisi bu. Ben, tabii, teşekkür ediyorum, sunumda Cumhurbaşkanı Yardımcımız, özellikle On Birinci Kalkınma Planı'nda başta büyüme olmak üzere hedeflerin tutturulduğuna dair birtakım pozitif yönleri elbette iktidarın bir mensubu olarak ifade etmiş. Biz de okuduk, tekraren üzerinden geçtik. İkinci konu bence çok daha önemli -Erhan Bey ve diğer arkadaşlar da üzerinde durdular- Bence programların performansı... Programların performansının sadece pozitif yönlü olarak sunan arkadaşlar tarafından anlatılması programın bence en dikkat çekici alanı olan beşinci bölüme uymuyor. Yani "Adaleti Esas Alan Demokratik İyi Yönetişim" diye bir başlık var, 5 ana başlıktan bir tanesi.
Bence iktidar kim olursa olsun, artılarıyla eksileriyle her şeyi bu masaya koymamız gerekiyor çünkü ülke bizim, devlet bizim, hepimizin. Buradan hareketle tabii şu soruyu önce kendime, sonra sizlere sorayım. Yani şimdi -Erhan Bey güzel bir çalışma yapmış, teşekkür ediyoruz; biraz önce tabloları tekrar görmüş olduk- şöyle 2007'ye, 2010'a hatta 2012'ye, 2013'e falan gittiğimde, şu soruyu siyaset yapan insanların sorması lazım. Sonuçta, kalkınma eğer büyümeden daha büyük bir kavramsa, büyümeyi de içine alan bir şeyse; sağlığı, eğitimi, kültürü, sanatı, insan haklarını, demokrasiyi, adaleti, her şeyi kapsayan bir şeyse tek bir sorumuz var: On sene önce bu millet daha huzurlu, daha mutlu muydu; Türkiye daha yaşanabilir bir ülke miydi? Eğer buna hep birlikte "Evet." diyebiliyorsak kalkınma planlarımızda ortaya koyduğumuz hedefleri gerçekleştirebilmişiz demektir. Eğer değilse kalkınma planlarıyla ilgili olarak... İfade edildi, burada bu işin uzmanları da var, bizim biraz daha akademik taraftan meseleye belki bakmamız doğru olur diye düşünüyorum. Elbette Cumhurbaşkanlığında şu anda Strateji ve Bütçe Başkanlığımız çok önemli bir görev görüyor, Kalkınma Bakanlığımızı yapan Cevdet Yılmaz Bey bence o anlamda bir şans ama geriye dönüp baktığımızda, DPT yıllarındaki kalkınma oranının yüzde 7'nin üzerinde, Kalkınma Bakanlığı dönemindekinin yüzde 6'nın biraz üzerinde olduğunu düşündüğümüzde, ya, bence Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanlığımıza daha fazla iş düşüyor gibi geliyor bana. Ya, burada da bir performans sıkıntısı olduğunu doğrusu düşünüyorum.
İfade edildi, ben özetleyeceğim. Şimdi, planda pozitif şeyleri okuduk, bildik, not ettik, mutlu olduk ülkemiz, milletimiz adına; bunda problem yok ama planı okuduğunuzda ve On Birinci Plan'la karşılaştırıldığında... Tabii, biraz önce yeşille ilgili bahsedildi, ben de şöyle bir istatistiki bilgi vereyim: Normalde bütün planlarda yani son 5 planda yüzde 75 birbirine benzer alanlar var. Mesela "iyi yönetişim" On Birinci Kalkınma'da da var, demokrasi ve hukuk vurgusu orada da var, birçok alanda birbirine benzer -yüzde 75 aslında- planlardan bahsediyoruz. Dolayısıyla yani siz makro verilerle ilgili zaten bir çalışma yapıyorsanız planların birbirine benzemesi doğal ama önemli olan o performans.
Şimdi, buradan hareketle, pozitif yönleri Sayın Cevdet Yılmaz Bey, Cumhurbaşkanı Yardımcımız ifade etti ama ben negatif yönlere geçmeden şu tespiti yapmak istiyorum: Üç alan var... Deniyor ki: "Evet, bizim On Birinci Kalkınma Planı döneminde bazı başarısızlıklarımız oldu. Bunun üç temel nedeni var: Bir, salgın var; iki, deprem var; üç, küresel ve bölgesel çatışmalar ya da konjonktüre bağlı durumlar var." Kalkınma planında özetle bunu söylüyor. Ben şöyle ifade etmek isterim: Burada amaç üzüm yemek, onu da millet adına yapıyoruz. Mesela adaletten bahseden ve adaleti aslında her şeyin üzerine tutan bir anlayışı... Ki burada bir önerim de şudur: Bence beşinci bölüm birinci bölüm olmalı yani "Adaleti Esas Alan Demokratik İyi Yönetişim" çünkü adalet kalkınmanın tarlasıdır, demokrasi de öyledir, onu bence bire almak lazım. Orada yani "Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla." babında özellikle KİT'lerde, özelleştirmelerde -biraz plana giriyorum bu şekilde- ehliyet ve liyakat vurgusu var, alkışlanacak bir şey. Aslında geriye dönük kalkınma planı döneminde ya da dönemlerinin bir kısmında yapılamayanlarla ilgili olarak bu planın bir iyi niyeti var. Dolayısıyla bu planın iyi niyetinin sadece bir iyi niyet maddelerinden oluşmaması ve mutlaka bu iyi niyetin artık gerçekleşmesi gerekiyor.
Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, değerli bürokrat arkadaşlar; tabii, burada söylemeye çalıştığım cümle şu: Ya, düşünün, Türkiye'nin kalkınmasını ya da mali dengemizi bozan bir sürü unsurdan bahsediyoruz başta Covid olmak üzere. Allah aşkına, bu planın içerisinde biz Varlık Fonuyla ilgili olarak... Mesela, Varlık Fonu şirketler kuracak, özellikle enerjide, yeşil dönüşümde birtakım çalışmalar yapacak ve bizim, kur korumalı mevduatla ilgili olarak mali dengemizi altüst eden bir gerçeğimiz var, böyle bir gerçek var ve bu planın bir yerinde -atlamış olabilirim, atladıysam özür dilerim- "Ya, kardeşim, rasyonel olmayan ekonomi politikalarının da Türkiye'de maalesef ekonomimizin bu hâle getirilmesinde, gelmesinde etkisi var." denseydi, plan son bölümdeki adalet anlayışına daha uygun olurdu çünkü içsel hiçbir eleştiri yapmadan, tamamıyla "Biz değil diğeri." dediğimizde -depremde hayatını kaybedenleri tekrar rahmetle analım- Rabb'imizin depremine, salgına, uluslararası birtakım konjonktürlere bütün performansı bağlarsak o zaman "Biz niye iktidarız ve niye siyaset yapıyoruz?" sorusunu sormamız gerekir.
Ben buradan hareketle, biraz, şimdi şu tablolar üzerinde anlayamadığımız, daha doğrusu sorgulamamız gereken bazı şeylerin olduğunu düşünüyorum. Özel sektör-siyaset ilgisini otuz yıldır kuran biri olarak söylüyorum, çok böyle bürokratik şeyler söylemeyeceğim ama mesela dünya ekonomisine ilişkin temel makro göstergeler var planda. Mesela, burada en dikkat ettiğim noktalardan bir tanesi -ki dünyada aslında yeni bir sanayileşme trendi var, dünya yeni bir sanayi arayışı içinde- işte, o yeşil dönüşüm. Mesela, programın genelinde yeşil dönüşümün ve dijitalleşmenin işsizlik üzerindeki etkisinden hiçbir bahis yok. Sanıyorum Pricewaterhouse'un bir raporuydu, o raporla çok eş değer cümleler var planda; olabilir, hizmet alabiliriz, oralardan da almış olabilir; biz genelde onları belki daha önce okuduğumuz için benzerlikler bulduk. Şimdi, gelişmiş ekonomilerde euro bölgesi... Türkiye'nin ihracatı için, Türkiye'nin ticareti için her anlamda euro bölgesi bizim için çok önemli. Şimdi, 2019-2023 döneminde euro bölgesindeki büyüme binde 9 olarak -yaklaşık yüzde 1 olarak- konulmuş, euro bölgesi 2024-2028'de yüzde 1,5; ben bunun olağanüstü iyi bir tahmin olduğunu düşünüyorum çünkü göstergeler ve trend bunu desteklemiyor, bu konuda yazılan hiçbir uluslararası makale bunu desteklemiyor. Ben burada hakikaten şey yapıyorum. Tabii, genel olarak program yüzde 4,5-5 büyüme üzerine kurulmuş, ona göre bir gayrisafi millî hasıla, ona göre bir şeyler dağıtılmış.
Programın geneliyle ilgili olarak belki şöyle küçük bir eleştiri yapabilirim; 900 küsur maddenin her birinde "hayır" diyebileceğimiz hiçbir şey yok, eleştireceğimiz "Bu niye böyle?" diyeceğimiz şeyler olabilir ama yapılması gereken şeyler var; planın problemi şu: Çok şey var, çok fazla rakam var ama nasıl olacağına dair biz alt başlıkları bilmiyoruz. Onun için daha önce Cumhuriyet Halk Partisi sözcüsü milletvekilimiz "Daha fazla detay konuşmamız gerekir." derken planı okuduğumda o anlamda kendisine hak verdim, daha fazla konuşmamız lazım planın performansı açısından.
Mesela, bu enflasyon oranlarından bahsedildi. Tabii, Erhan Bey aslında bize söyleyecek bir şey bırakmadı ama ben şunu merak ediyorum doğrusu: Kurda bu kadar artış olacaksa biz 2028 yılına geldiğimizde... Ki Merkez Bankası Başkanımızı da dinlemiştik, 2024'te de biz millet olarak bu çileyi çekeceğiz, nasıl olacak bu işi... Biraz özellikle şu ödemeler dengesine ilişkin hedeflerimiz var; bir de burada orta vadeli programda dış ödemeler dengesiyle ilgili olarak, dış ticaret dengesiyle ilgili bir rakam var. Bu rakamlara baktığımızda yani OVP ile kalkınma planımızı karşılaştırdığımızda bize bir şey söylüyor, bize diyor ki: "Ey millet -milletin bizi öyle duyması lazım- yani sizin dış ödemelerle ilgili olarak, dış ticaret dengenizle ilgili olarak 106'yla başladınız, bu sene 109-110 oldu, 110'un altına inmeyecek; biz önümüzdeki dönemde 100 milyar doların üzerinde bir dış ticaret açığı vermeye devam edeceğiz." Şimdi, ben sanayiden gelen biriyim, şunu çok iyi biliyorum: Bu ülkenin temel problemi ara mal, enerji ve ham madde. Yarın muhtemelen ikinci toplantıda konuşuruz, imalat sanayisinin gayrisafi millî hasıla içerisindeki ağırlığını alkışlıyoruz yani imalattaki genişlemenin, büyümenin gayrisafi millî hasılaya katkısı ilk defa bu programda zirve yapmış; bunu bence yarın konuşmalıyız çünkü ihracatın önemli bir bölümünü oradan bekliyoruz ama şunu da çok iyi biliyoruz ki Türkiye'de ihraç ürünlerinin çok önemli bir bölümü de -az önce bahsettiğim nedenlerden dolayı- ithalata bağlı. Şimdi, bu bizi nereye götürüyor? Biraz önce de ifade edildi, bizim büyümemiz hormonlu mu? Şimdi, biz 2022 yılında büyümenin kalemlerine baktığımızda, bizi yüzde 19'un üzerinde -yanlış hatırlamıyorsam, hafızam beni yanıltmıyorsa- tüketim büyüttü. Şimdi, meseleye böyle bakıldığında nasıl olacak da biz döviz kurlarını durduramadan enflasyonu durdurabileceğiz? Çünkü döviz kurlarındaki artışı zaten öngörüyoruz ve ithalata bağımlı büyüyeceğimizi de dış ticaret dengesinde 100 milyar doların altına düşmeyecek bir yapıyla zaten ortaya koyuyoruz.
İfade edildi, tekrar altını çiziyorum; gerçekten buradan cari işlemler dengesiyle ilgili olarak -yani bulduğumuz bir petrol, bir şey varsa bunu bilelim- olağanüstü, ciddi bir hedef veriyoruz; neredeyse sıfırlıyoruz cari açığı. Bu nasıl olacak? Yani bizim bir önceki On Birinci Kalkınma Planı'nda ortaya koyduğumuz cari açıkla ilgili olarak ne yapabildik ki veya ne yapacağız ki bunu sıfırlamış olacağız?
Şimdi, tabii, devlet genel bütçe dengesiyle ilgili olarak burada da bence konuşulması gereken şeyler var. İşte, yükselen piyasalar ve gelişmekte olan ekonomilerde bu denge tabii eksi 3,8; bizim şu anda Türkiye'de bu denge eksi 6,5 civarlarında. Şimdi, biz bunu getireceğiz ve bu dengeyi nasıl 2 yapacağız? Burada hakikaten nasılını ve altını bilmediğimiz için bu konuda çok ciddi soru işaretlerimiz var doğrusu.
Şimdi, burada şunu da tabii söylemek lazım, yarın yine biraz daha detay konuşuruz: Şimdi, bakın, öncelikli sektörler belirlemişiz. Bu öncelikli sektörler gerçekten çok kıymetli. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, özellikle istirhamımızdır çünkü programın genelinde beşerî sermayenin geliştirilmesinden bahsediyoruz ve yine bu beşerî sermayenin geliştirilmesi konusu On Birinci Kalkınma Planı'mızın da üzerinde en fazla vurgu yapmış olduğu şey. Eğer bu beşerî sermayeyi biz geliştireceksek bu 4 taneye ilave olarak öncelikle eğitimi oraya koymamız gerekiyor -nedenlerini konuşuruz- ve sağlığı koymamız gerekiyor yani biz buraya tarımı koyduk, turizmi koyduk. Turizmi niye koyduk? Çünkü turizmden 100 milyar dolar gelir bekliyoruz, 100 milyar dolar. Bakın, bütün trendler var yani ben size burada kayda geçsin diye söyleyeyim; 75-80 milyar doları yakalayabilirsek turizmde olağanüstü, dehşet bir iş yapmış olacağız. Şimdi, o cari açığı yani onu anlıyoruz ki o dengeyi sağlayabilmek için turizm gelirleri burada kullanılacak ama 100 milyar dolar hedefinin -şu ana kadar bütün trendleri alın- böyle bir olayın gerçekleşme ihtimali yok. Hatta geçen, Genel Kurulda da ifade ettim, monopolleşen bir turizm sektörü, tur operatörleri ve büyük otel zincirleri arasında oluşan ağ turizmin önündeki en büyük engeldir. Detayı farklı bir şeyde konuşuruz. Dolayısıyla, ben bu iki alanın mutlaka konması gerektiğini ifade etmek isterim.
Şimdi, burada son olarak şunu söyleyip -zamanım bitiyor- şey yapmak istiyorum: En önemli alan tarım, değil mi? Kendine yetebilen bir Türkiye. Bir pandemi yaşadık, neler yaşadık neler; detayları yarın vereceğim. Ama ben katma değerin sektörel dağılımı olarak bakıldığında, gayrisafi oranı olarak konuşuyorum...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Evet, buyurun.
SELİM TEMURCİ (İstanbul) - Tarım eğer bizim öncelikli sektörümüzse mutlaka açıklamaya gerekli, izahata gerekli gördüğüm bir konu var. Şimdi, bakın, 2023'te katma değerin sektörel dağılımında tarım yüzde 6,9; siz bunu binde 7 düşürüyorsunuz, 2028'de 6,2 olarak ifade ediyorsunuz. Mesela, meralarla ilgili şeyinizi alkışlıyoruz yani 2 binden 3 bine çıkmış, çok önemli bir şey hayvancılıkta, bu çok kıymetli. Ama bakın, tarımla ilgili olarak bugün bu ülkenin iki temel sorunu var vatandaşı ilgilendiren: Bir, sağlıklı gıdaya erişim; iki, barınma. Bakın, eğer tarımla ilgili olarak bu oranlarda bir hata varsa bunu düzeltelim. Burada çok ciddi bir sorun var yani tarım eğer bu şekilde aşağı düşecekse... Ki sulama oranlarında biz bunu görüyoruz; zaten orada bunu gördük.
Bir de şunu ifade edeyim: Sanayide çok büyük bir kıpırdama yok ama hizmetlerle ilgili olarak yine burada bir hata olduğunu düşünüyorum. Özellikle kentleşmeyle birlikte siz, gayrisafi millî hasıla içerisinde hizmetlerin katma değer sektörel dağılımının 57,7'den 57'ye düşeceğini düşünüyorsunuz, bunun böyle olamayacağını... Yani dünyadaki mevcut gelişim dikkate alındığında bunun olma ihtimali yok. Dolayısıyla hizmetler sektörü büyümeye devam edecek. Burada sanayiyle ilgili biraz önce olumlu şeyi söyledim imalat başta olmak üzere, ama tarım öncelikli alan olup tarımın payının gayrisafi millî hasılada düşürülmesi kabul edilebilir bir şey değil.
Çok teşekkür ediyorum.