KOMİSYON KONUŞMASI

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, bürokratlar, basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Meclis açıldığından beri bir tartışma sürüyor, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi ile HDP arasında. Tabii, Türkiye'nin çok önemli bir konusunu tartışıyorlar, hep beraber tartışıyoruz; Hükûmet "terör" diyor, HDP de "insan hakları" diyor ve bir konu üzerinde, şu anda güneydoğuda devam eden ve çok sayıda insanımızı kaybettiğimiz, gerçekten vahim, gerçekten acil bir konu üzerinde yoğunlaşıyor ama iş bundan ibaret değil. Sayın Bostancı "Demokrasiye sahip çıkmak." dedi, "Hangi demokrasiye?" diye sormak gerekiyor.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakanım; insan yeryüzünde mutlu olmak ister, kendini gerçekleştirmek ister. Sayın Bostancı İslam'a referans yaptı, ben de yapayım: İnsan imtihan için gelir; bunun için de güvende olması gerekir, karnının tok olması gerekir, refahtan istifade etmesi gerekir ve özgür olması gerekiyor. Bunları sağlama görevi de devletindir. Bir devlet bütün yurttaşlarına eşit bir şekilde, herkesin güvenliğini sağlamak, herkesin refahtan pay almasını sağlamak -ekmek diyelim- ve herkesin kendisini ifade etme, düşüncesini ifade etme, inancını ifade etme hakkını sağlamakla görevlidir, böyledir yani.

Şimdi, Sayın Bakanımız konuşmasında özgürlük ve güvenlik dengesinden söz etti. Gerçekten iş böyle mi, bir bakmak lazım. Şöyle geriye doğru, çok fazla geriye değil, bir on sene, beş altı sene geriye gidin; işte, Ergenekon, Balyoz, paralel operasyonları, daha benzer dünya kadar operasyonlar yapıldı. Burada gerçekten, özgürlük ve güvenlik dengesine ne kadar dikkat edildi? Hükûmet de burada kendisini bir gözden geçirsin; bu olaylar, işte, Balyoz'da, Ergenekon'da olup bitenler konusunda o zaman ne diyordu, şimdi ne diyor? Bunların hepsi arşivlerde var, gözden geçirsin. Şu anda paralelle yürüttüğü mücadelede ne kadar özgürlük ve güvenlik dengesini gözetiyor, burada kullanmış olduğu dil ne kadar demokrasiye sahip çıkmakla uyumlu, bunlara bakması gerekiyor.

Ben, önce, Cumhuriyet Halk Partisinin bu konularla ilgili temel ilkelerinden söz edeyim, duruşundan söz edeyim: Biz, biraz evvel ifade ettiğim gibi, esas olanın özgürlük, güvenlik ve insan hakları olduğunu düşünüyoruz. Özgürlük, insan hakları ve güvenlik, bütün bunlar ancak bir hukuk sistemi içinde temin edilebilir, bunun altını çiziyoruz bir temel ilke olarak. Bir başka temel ilkenin daha altını çiziyoruz; o da şu: Şiddet hiçbir şekilde hak ve özgürlüklerin aracı olamaz. Bunun açık, net, hiçbir tartışmaya mahal bırakmadan altını çiziyoruz. Bir ülkede, egemen bir ülkede, demokratik bir ülkede hiç kimse eline silah alarak hak iddia edemez, hak talebinde bulunamaz, özerklik ilan edemez, başka şeyler yapamaz. Yine hukuk içinde şiddet kullanma tekeli o ülkenin güvenlik güçlerine, onlara aittir ama bu mutlak bir şekilde hukuk içinde olmak zorundadır. Hukuk içinde olmak zorunda olmazsa küçük grupların silah taşımasıyla, şiddet uygulaması ile devletin şiddet tekelini kullanması arasında hiçbir fark kalmaz yani insanların rahatsız olmaları açısından hiçbir fark kalmaz.

Şimdi, buradan hukuk devleti ve güvenlik meselesine geçmek istiyorum. Değerli arkadaşlarım, bu konu sadece Türkiye'yle ilgili bir konu değildir, onu da söyleyeyim. Yani dünya özellikle 11 Eylül 2001'den bu yana topyekûn Amerika'sıyla, Avrupa Birliği ülkeleriyle ve özellikle Türkiye ve Türkiye'ye benzer ülkelerle beraber hukuk devletinden güvenlik devletine doğru geçiyoruz. Şu anda işte, Türkiye de iç güvenlik yasası 24'üncü Dönemde çıkarıldı, birtakım düzenlemeler yapıldı. Aslında, bu düzenlemeler yani hukuk devletinden güvenlik devletine geçme anlamına gelen Türkiye'de yapılan düzenlemeler, sadece AKP Hükûmeti zamanında başlamadı, daha önceden başlamıştı. Bir taraftan Avrupa Birliği çerçevesinde hak ve özgürlükleri daha da serbest hâle getirecek düzenlemeler yapılırken diğer taraftan da güvenlik politikaları bir şekilde uygulanageldi.

Değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım; 11 Eylülden sonra, dünyada gerçekten devlet etmenin şeyi değişti. İfade ettim yani terörle mücadele, güvenlik öne çıktı. Tabii, şunu söylemiyorum, dünyada bir terör tehlikesi yoktu, 11 Eylül hayalî bir şeydi, olmamıştı, İspanya patlamaları olmadı, İtalya'da, Fransa'da hiçbir terör yoktu ve durup dururken dünya, Amerika böyle bir terör konseptine geçti demiyorum. Elbette vardı ama şunun altını çiziyorum, Türkiye için de söylüyorum bunu, dünya için de söylüyorum: Maalesef, terör artık dünya paylaşım kavgalarının da bir aracı olarak kullanılıyor.

Bunun en güzel örneği, en çarpıcı örneği, güzel örneği demeyeyim kötü bir örneğe ama en çarpıcı örneği, bugün Irak'taki "DAEŞ" dediğimiz, "IŞİD" dediğimiz terör. Evet, yani burada böyle bir terör yapısı var ama nasıl bir yapı, nasıl gelişti, kimler destekledi, ne oldu, bütün dünya bu kadar aracıyla gereciyle, tankıyla tüfeğiyle, ağır silahlarıyla buna saldırıyor da bu hâlâ var ve öyle zamanlarda öyle eylemler yapıyor ki kimin işine geliyorsa Rusya'nın mı oraya gelmesi gerekiyor, ona uygun; Amerika'nın mı gelmesi gerekiyor, ona uygun; Türkiye'nin bir müdahale yapması mı gerekiyor, ona uygun bir şekilde hareket ediyor. Yani, araçsal ve tam olarak ne olduğunu tanımlayamadığımız bir terör örgütü. Şunu söylemeye çalışıyorum: Aslında, elbette dünyada, Türkiye'de bir terör tehlikesi var fakat bir taraftan da dünyanın yeni paylaşım sistemi, terörü bir araç olarak kullanıyor. Buradan sadece ve bildiğimiz terör ve terörle mücadele değil, hükûmetlerin -Amerika ve Avrupa dâhil, Türkiye'de dâhil- bu terör kavramını alabildiğine kullanmaları.

BAŞKAN - Arkadaşlar, çok uğultu var; biraz yavaş lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Değerli arkadaşlarım, aslında bu terörü hükûmetlerin ya da güç odaklarının araç olarak kullanmaları çok eski. Enteresandır, hepiniz hatırlarsınız, Thatcher'ın bu konuda grevlerle ilgili kullandığı ve yapmaya çalıştıkları var. O günden bugüne toplumsal muhalefetin tamamı terör parantezine alınıyor ve bunu en yaygın şekilde Sayın Bakanım, sizin Hükûmetiniz yapıyor. Kim sesini çıkarırsa, kim başını kaldırırsa, kim işte kadınlarla ilgili, çocuklarla ilgili, işçilerle ilgili kim bir şey söylerse... Örneğin, bir iş kazasıyla ilgili toplanıp bir şey söylersek hemen panzerlerle, işte, TOMA'larla üzerimize geliyorsunuz ve bunlar, kim var...

Devam ediyoruz değil mi Sayın Başkanım?

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bir ara... Çok uğultu var, size saygısızlık oluyor yani.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Bakan, salondaki uğultu...

BAŞKAN - Arkadaşlar, lütfen, biraz yavaş. Uğultuyu keselim. Bakın, Sayın Bekaroğlu'nu takip edemiyoruz.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yani, tatlı dağıtırsan böyle olur!

Evet, nerede bir muhalif ses ortaya çıkıyorsa onu derhâl terör parantezine alıyorsunuz. Sayın Cumhurbaşkanından Başbakana, İçişleri Bakanına kadar. Sendika mı? "Efendim, ideolojik bu ve dolayısıyla terör." O da mı? Ya, neye itiraz etti? İş Güvenliği Yasası'yla ilgili bir şey mi söyledi? İdeolojik bu diye hemen terör parantezine alıyorsunuz. Bu yeni değil, sadece bu şekilde talepler değil, azınlıkları aynı paranteze alıyorsunuz, tüm hak taleplerini, kim nerede bir ses çıkarıyorsa hepsini terör parantezine alıyorsunuz ve bunu alabildiğine kullanıyorsunuz. Bakın, bütün bunlar olurken dünyada paylaşım da zayıf olan kesimlerin aleyhine bir şekilde gelişiyor.

Bakın, herkesin elinde vardır, şu anda dünya servetinin yarısından fazlası 62 zenginin elinde. Türkiye'de de sizin iktidarınız döneminde ilk yüzde 20'nin elindeki servet ile son yüzde 20'nin yani en fakir olan yüzde 20'nin elindeki servet arasında korkunç bir değişikliğin olduğunu çok rahat bir şekilde biliyorsunuz. Türkiye nüfusunun yüzde 1'inin elindeki servet yüzde 39'dan yüzde 54'e çıktı sizin döneminizde Sayın Bakanım ki bunları gözden uzak tutmamak gerekiyor.

Gerçekten, sistematik bir şekilde Türkiye'deki sistem, bir taraftan terörle mücadele ederken diğer taraftan bir güvenlik devletine doğru evriliyor ve bu güvenlik devleti hukuk devletini bütünüyle ortadan kaldırıyor. Daha evvel de hukuk devleti sorunluydu yani hukuk devleti döneminden önce uygulanan hukuk da sorunluydu, hep güçlülerin lehine kararlar alınmıştır, kanunlar çıkmıştı filan ama bir hukuk vardı. Şimdi ise gerçekten zayıf olanların mağdur edildiği bir sisteme doğru gidiyoruz. Hukuk devleti uygulaması yerine son zamanlarda terörle mücadele nedeniyle...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ek süre vereceğim buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Epey vereceksin gibi.

Rica ediyorum tabii, rica ediyorum.

BAŞKAN - Estağfurullah efendim, veririz tabii ki.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...bölgede uyguladığınız fiilî bir sıkıyönetim de olduğu gibi yavaş yavaş hukuk devletini aşındırarak bir Türkiye dünyaya paralel bir şekilde güvenlik devletine doğru evriliyor. Neredeyse bu Guantanamo hukuku, tabii, Türkiye'deki hukuk eşittir Guantanamo hukuk demiyorum ama böyle bir konsept var dünyada, buraya doğru gidiyoruz.

Güvenliği bahane ederek tüm hakları kısıtlayacak, muhalefeti bütünüyle ortadan kaldıracak düzenlemeler yapılıyor ve bu çok rahat bir şekilde halka anlatılabiliyor. Niye? En önemli problem güvenliktir. Güvenlik olduğundan dolayı Amerikan halkı da Avrupa halkı da Türkiye halkı da çok rahat bir şekilde bu politikalara susuyor, susmak zorunda kalıyor. Belki de bu sebepten dolayı terör dönem dönem çok daha fazla araçsal olarak kullanılıyor, azgınlaşıyor. E, Türkiye'de geçtiğimiz 24'üncü Dönemde çıkarmış olduğunuz iç güvenlik yasası ortada.

Bakın, değerli arkadaşlarım, niyet bile artık suç olabiliyor yani insanların niyeti. Sadece Türkiye'nin hukuku için söylemiyorum bunu. Amerika'da -ayrıntıları konuşuruz vakit olsa- Avrupa'da böyle. Niyet bile... Ha, orada dışarıdan gelenlere, Araplara uygulanıyor, Pakistanlılara, Hintlere uygulanıyor ama bizde de yermek açısından söylemiyorum, bizim de Zencilerimiz var. Hani bir zamanlar zenciydiniz.

Özel hayat hak getire değerli arkadaşlar. 28 Şubatta çok ciddi şekilde eleştiri konusu olurdu. Ben bir tane olay hatırlıyorum. 28 Şubatta Rize'de olmuş bir olay. Sahil Güvenlik Komutanlığı bir hocanın, çok saygın bir hocanın, din adamının, bir Kur'an kursu yöneticisini dinliyor hocayı da dinliyor...

BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, devam değil mi?

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Biraz daha.

BAŞKAN - Peki, buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - ...ve bunu daha sonra bütün bürokratların bulunduğu yerde herkese dinletiyor. Ertesi gün de gazetelerde yayınlanıyor. İşte, Kur'an kursu hocasıyla oranın başkanı ile bir bayan hoca arasında geçen konuşmayı herkese dinletiyor. Buna benzer onlarca olay var, sizin dönemizde olmaya devam ediyor. Üstelik de Sahil Güvenlikte sorumlu eleman gelip bürokratlara dinletmiyor. Yandaş, bir sürü dünya kadar gazeteniz var, siteleriniz var, televizyonlarınız var, sabahtan akşama, akşamdan sabaha insanların özel hayatını ortalığa seriyorlar ve bu konularla ilgili hiç de rahatsız değilsiniz. Hiçbir şey de yapmıyorsunuz.

Şunu söylemeye çalışıyorum değerli arkadaşlar: Evet, işte, İçişleri Bakanlığına bütçe veriyoruz. İçişleri Bakanlığı güvenliğimizi sağlayacak, güvenlik olmazsa hiçbir şey olmuyor ama bunların hukuk içinde olması gerekiyor. Yapmıyorsunuz, çifte standart kullanıyorsunuz.

Adalet ve Kalkınma Partisi öteden beri söyledi, hâlâ söylüyorlar, "vesayet" dedi, "vesayetle mücadele" dedi. "Vesayet kurumları var, seçilmişlere, bazı sınıflara, bize haklarımızı teslim etmiyorlar." dedi. Geldiler, iktidarın bütün araçlarını ele geçirdiler. Bu araçlar giderek büyüyor, giderek daha sofistike hâle geliyor ve bütün bu araçları kendileri için kullanıyorlar, bütün muhalif, farklı düşünen herkesin aleyhine kullanıyorlar. Türkiye böyle, vahim bir noktaya doğru gidiyor. Nereye gidiyor? Şu anda biz, "Türkiye bölünür mü, bölünmez mi?" tartışması yapıyoruz, "Bölgede neler oluyor?" tartışması yapıyoruz ama toplum müthiş bir şekilde kutuplaşıyor ve hep beraber, toplum olarak bölünmeye, çatışmaya doğru gidiyoruz.

Sayın Başkanım, az bir zaman daha verirsen bana, Hükûmetin, şu anda bölgede yanan bu ateşi dindirme iddiasıyla Sayın Başbakanın Mardin'de açıklamış olduğu 10 maddeye değinmek istiyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, toparlar mısınız Sayın Bekaroğlu. Son bir dakika daha söz vereceğim.

Buyurun.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - İki dakika daha ver lütfen.

Sayın Bakanım, değerli arkadaşlar; bu maddeleri okuduğum zaman, yıllardan beri bu konuları takip eden birisi olarak hiç yabancı gelmedi bu maddeler bana. Bu maddeler, aslında 1980'den beri, özellikle 1990'lı yıllarda defalarca devlet tarafından uygulanmıştır bunlar. Psikolojik unsurlar, kamu düzeni -eyvallah- demokratik reform... Ne, Sayın Başkanım? Şu anda bu ateşi söndürecek ne yapacaksınız, demokratik reform nedir? Bakın, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak "Niye çözüm süreci yaptınız, yanlıştı. Niye barış yapıyordunuz?" diye bir şey söylemiyoruz. Bizim söylediğimiz şey şu: "Yönteminiz yanlıştı, usulleriniz yanlıştı. Bir sürü yanlışlar yaptınız, kapalı kapılar arkasında yaptınız, veremeyeceğiz sözleri verdiniz, bu şekilde yanlıştı." diyoruz. Ama, nedir? O dönem ne yapacaktınız? Hangi demokratik değişiklikleri yapacaktınız da yapmadınız? Şimdi ne yapacaksınız? Kimlikle ilgili ne yapacaksınız? "Yerel yönetimlerle ilgili düzenlemeler yapacağız." diyorsunuz ama öbür taraftan da bunların istismar edilmesini önleyeceğiz...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, son sözlerinizi alayım.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Biraz daha lütfen Sayın Başkanım, bitireceğim.

BAŞKAN - Yani, bir on beş dakika oldu ama size bir iki dakika daha vereyim, iki dakikada toparlayın lütfen.

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Neler yapacaksınız? Bu konuyla ilgili hiçbir şey yok. Üstelik de "İletişimle ilgili yeni şeyler yapacağız." dediniz. Bu da 28 Şubat yöntemlerine, ondan önceki yöntemlere çok benziyor Sayın Bakanım. Nitekim, İstanbul'da Sayın Başbakan topladı, bildiği, yandaş, kendine yakın gazete sahiplerini, televizyon sahiplerini topladı; nasıl yapılacak, neler yapılacak, bunları söyledi. Bunlar 28 Şubatta yapılıyordu Sayın Bakanım, ne çok şey öğrenmişsiniz 28 Şubattan, ne çok da memnunmuşsunuz! O zaman da toplanırdı, sadece gazeteciler değil, yargıçlar, herkes toplanırdı, nasıl davranacakları söylenirdi. Siz de aynı şekilde toplanıyorsunuz. Bütün bunlardan millî birlik ve beraberlik mi çıkacak?

Bakın, son cümlelerimi söylüyorum, açık, net: Bu güvenlik politikaları Amerika'nın işine gelebilir, Avrupa'nın işine gelebilir, göçmenleri Avrupa'dan uzaklaştırabilir, onlarla paylaşmaz, gaddar bir şekilde davranabilirler ama güvenlik politikaları, özellikle bütün muhalefeti, bütün farklı olanları terör parantezine alarak etkisizleştirmeye çalışmak Türkiye'nin birliğine, bütünlüğüne yaramaz. Türkiye'nin birliğine, bütünlüğüne yarayacak olan, bu ülkede farklı olan herkesin kendisini ifade edebileceği, bu ülkenin yurttaşı hissedebileceği, eşit olabileceği, gerçekten insan haklarına dayalı bir hukuk devletini, bir demokrasiyi ayağa kaldırmakla olur, çoğulculukla olur, bunu defalarca söylediniz. Ne oldu şimdi de Türkiye Cumhuriyeti tarihinde tek parti döneminde bile görülmediği kadar tekilci oldunuz, tekçi oldunuz; sizin gibi olmayan herkesi düşmana yazdınız, herkesi haine yazdınız Sayın Bakanım, nereye kadar gideceğiz?

Teşekkür ederim.