KOMİSYON KONUŞMASI

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, komisyonun değerli üyeleri, burada çalışan değerli bürokratlar ve basının değerli emekçileri; ben de öncelikle partimiz adına hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Özellikle Komisyon üyeleri ve Divan olarak zorlu bir maraton içerisindesiniz, başarılar diliyorum. Bu Merkezî Bütçenin ülkemize, halklarımıza hayırlı olmasını temenni ediyorum ancak genel planlamaya baktığımız zaman, doğrusu çok hayırlara vesile olacak bir içerik görmediğimizi de ifade etmek istiyorum. Maalesef, geçmiş yıllardaki gibi 2016 yılı Merkezî Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı'nda da aslan payının daha çok, güvenli ve savunma eksenli, emniyet ve askerî harcamalara ayrıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Biz, yıllardır, bu Komisyon sıralarında bir ülkenin merkezî bütçe planlamasının demokrasiye, özgürlüklere, eşitliğe ve adalete ayrılmaması durumunda yapılacak olan düzenlemelerin ve planlamaların bir savaş bütçesinin, bir güvenlik bütçesinin, bir operasyonel bütçenin ötesine geçmeyeceğini ifade ediyoruz. Bu yıl içinde, maalesef, farklı şeyler söylemek isterdik ancak tespitimiz o dur ki hâlâ aynı anlayış devam ediyor. Tabii, bütün bu bahsetmiş olduğum sorun alanlarıyla ilgili özellikle İçişleri Bakanlığı bütçesinde iyi bir siyasi perspektif beklerdik ancak maalesef, Sayın Bakan, tamamen teknik bilgilerle burada bir sunum yaptı, bir siyasi içerik, bir siyasi perspektif bu sunumda görmedik. Bu kadar ağır yangısal sürecin yaşandığı bir ortamda bir bakanlık bürokratının ya da bir bakanlık çalışanının rahatlıkla burada sunabileceği bir teknik sunum oldu. Keşke bir Bakanlık çalışanı o rakamlarla ilgili sunumu yapsaydı, Sayın Bakan da daha siyasi perspektife dönük bir planlamadan bize bahsetmiş olsaydı. Ancak dediğim gibi, maalesef böylesi bir içeriği biz görmedik. Sayın Bakan da çok iyi biliyor ki Türkiye'de temel kronik sorunlarımızı çözmeden, bizim demokratik, eşitlikçi, adaletli bir bütçe yapmamız mümkün değildir. Kürt meselesi başta olmak üzere, Türkiye'deki tüm halkların, inançların, dinlerin, kimliklerin temel meselelerini çözmeden bu ülkede güvenlik ve savunmayla ilgili birtakım düzenlemeleri halletmemiz, demokrasi ve özgürlükler adına ilerleme sağlamamız mümkün değil. Bütün sorunların kökeninde ya da bütün sorunları açacak kilidin anahtarını burada aramak gerektiğini düşünüyoruz. Nitekim, çözüm süreci içerisinde bu anlamda iyi bir şans yakalanmıştı, iki buçuk yılı aşkın bir süre çatışmalı süreçte can kayıpları durdurulmuştu ve Dolmabahçe Mutabakatı'yla birlikte biz Türkiye'nin temel meseleleriyle ilgili bir çözüm finalini yaşıyoruz beklentisi içerisindeyken, maalesef, buradan geriye adım atıldı. Dolmabahçe Mutabakatı'ndaki 10 maddede de görüldü ki, çözüm süreci boyunca Türkiye'nin bir bölünme sorunu asla İmralı'da tartışılmadı. Ya da Kürt meselesi Türkiye'nin bölünmesi üzerinden bir perspektifle asla ele alınmadı. O, 10 madde iyi incelenirse içerisinde kadın özgürlük sorunundan ekoloji alanındaki sorunlara kadar, emek alanındaki sömürü anlayışından Türkiye'deki açlık, yoksulluk ve işsizliği çözecek temel perspektiflere kadar çok temel konu başlıklarının belirlendiği görülmüş olacak. Dolmabahçe Mutabakatı'ndan sonra sadece bir izleme heyetinin oluşması ve bu hakem heyetinin adaya gitmesi durumunda, biz, Türkiye'deki otuz yıllık bir çatışmalı süreci bitirip yüz yıllık bir Kürt meselesini çözüme kavuşturabilirdik ve bugün, savrulmuş olduğumuz bu yangısal süreçler ilgili de böylesi acı bir durumla maalesef, karşı karşıya gelmezdik. Ama maalesef, masanın inkârı, izleme heyetini yanlış bulduğunu söyleyen yaklaşımlar, Dolmabahçe Mutabakat'ını reddeden yaklaşımlar ve "Kürt sorunu yoktur"a kadar yaklaşımlar bu konuda temel, kalıcı barışı önceleyen yaklaşımlardan çok, güncel, siyasi konjonktürle yaklaşan, siyasi çıkar hesaplarıyla yaklaşan bir anlayışın olduğunu ortaya koydu. Ben bunların çok detayına girmeyeceğim ama Meclis kürsüsünde de ifade ettik, daha önce kamuoyuna yaptığımız açıklamalarda da söyledik, keşke çözüm süreci başkanlık süreciyle ilgili bir araçsallaştırma pozisyonuyla ele alınmasaydı, keşke çözüm süreci özellikle Kobani direnişi ve Rojava devriminden sonra ortaya çıkan Kürt halkının Rojava'daki ve Orta Doğu'daki statüsüyle ilgili bir tehdit, bir tehlike olarak değerlendirilmemiş olsaydı. Bugün eminim ki ülke olarak, bölge olarak çok daha umutlu bir yerden temel meselelerimize yaklaşma şansını fırsatını yakalardık.

Şimdi geldiğimiz noktaya bakıyorum, yani neresinden burada detaylandıracağımızı da bilmiyorum doğrusu. 7 kentin 20 ilçesinde 56 kez ilan edilen sokağa çıkma yasakları bugün itibarıyla 383 günü aşmıştır. Ne bir darbe döneminde var ne sıkıyönetim döneminde var; ağır faşizm uygulamalarının olduğu herhangi bir ülkede bir kentin, bir ilçe merkezinin tamamının cezalandırılması anlamına gelen 383 gün süren sokağa çıkma yasakları örneklerini görmüyoruz. Çok detaya girmeyeceğim, süre kısıtlı olduğu için ancak bakın sadece Cizre'de 5 kez ilan sokağa çıkma yasaklarıyla birlikte şu ana kadar kimliği tespit edilen, bilinen 200'ün üzerinde yurttaş yaşamını yitirmiş. Aynı şekilde, Silopi'de 42 yurttaş, Sur'da 25 yurttaş yaşamını yitirmiş ki bu verdiğim rakamların içerisinde karşılıklı çatışmadan kaynaklı asker, polis ya da orada bulunan, onlarla çatışan gençlerin içerisinde olmadığı rakamlardan bahsediyorum. Bunlar korkunç rakamlar yani tek tek her birinin çok acı bir öyküsü de var ancak özellikle Sayın Bakan da bu son süreci iyi takip eder, sadece bu son 23 Ocaktan bugüne yaşadığımız vahşet bodrumları ve cehennem binalarından 123 cenazenin çıktığını ifade edersem tablonun ne kadar korkunç olduğu önümüze çıkar. Yani, evet, bir devlet savaşa karar vermiş olabilir, çözümü savaşla, çözümü birtakım güvenlikçi yaklaşımlarla arayabilir ama her savaşın bir ahlakı ve hukuku vardır. Ülkemizin de bu anlamda kendisini bağlamış olduğu, altına imza attığı uluslararası sözleşmeler var; Cenevre Sözleşmesi bunlardan biridir. Hiçbir uluslararası hukuk sözleşmesinde ya da Türkiye'nin yasal mevzuatında hastaneye nakledilmek üzere resmî birimlere kayıt bildiren, irade gösteren yaralı ve cenazelerle ilgili operasyonel süreçlerin işletilebileceği yazmaz. Ama Cizre'de gerek vahşet bodrumunda gerekse son iki cehennem binasında maalesef, yaralı ve cenazelerin olduğu yere ambulanslar yerine operasyonel birlikler gönderildi ve maalesef biz, şu anda oradan cenazeler dışında herhangi birisinin çıktığına dair bir bilgiye sahip değiliz. Ben, Sayın Bakana sormak istiyorum: Bostancı sokak 23 no.lu adresten, bizim 26'sının yaşadığını bildiğimiz o insanlardan kaçı hastaneye nakledildi? Kaçı gözaltına alındı? Ya da Sur Mahallesi'ndeki Narin Sokak'ta bulunan son binada 25 insanın yaşadığını biliyorduk, 20 cenaze vardı ama 25 kişi yaşıyordu, oradan kaç yaralı çıkarıldı? Kaç sağ çıkarıldı? Kaçı gözaltına alındı? Ya da "Cizre Madımak'ı" olarak adlandırdığımız ve adresini daha önce Bakanlığa bildirdiğimiz, önce 37 kişinin, sonra 60'a yakın kişinin içerisinde olduğu o binadan hiç mi sağ çıkan olmadı, hiç mi yaralı olarak hastaneye kaldırılan olmadı? Yani 3 binadan bahsediyoruz, orada onlarca cenaze var ama yaşayan 100'ün üzerinde insan var. Şimdi, ortaya çıkan sonuçlara göre bir tek insan oradan sağ çıkmamış görünüyor, bir tek yaralı yok, çıkan cenazeler tanınmayacak durumda, yakılmış, otopsi işlemlerine hekimler, avukatlar alınmıyor, otopsi işlemleri yapılamıyor aileler teşhise alınmıyor. Böyle bir yaklaşım olabilir mi? Hangi Türkiye Cumhuriyeti yasasında ya da uluslararası sözleşmede böyle bir şey yazar? Servis edilen fotoğraflar utanç verici. Daha önce, Varto'da işkence edilmiş, teşhir edilen kadın bedeniyle ilgili...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baluken, ek süre vereceğim, lütfen toparlarsanız. Zaten bir süre verdim.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - ...mevcut durum ortadayken, Cizre'de böylesi yeni bir ayıp ortaya çıktı. Ben Sayın Bakanın bu olaya nasıl yaklaştığını da biliyorum. Kendisinin talimatı var, Başbakanın 3 kez talimatı var. Ama Başbakan 3 kez talimat vermesine rağmen, "Yaralı ve cenazeler hastaneye nakledilecek." denmesine rağmen, bu yerine getirilmedi, oradan tek bir kişi hastaneye ya da sağ olarak dışarıya çıkarılmadı. Nedir peki bu? Yani, bu iradeye karşı orada inisiyatifi ele alan yapı nedir? Bu "esedullah timleri, cundullah timleri, hançer timleri" denen yapı nedir? Eski JİTEM yapılanması ne oldu da tekrar ortaya çıktı?

Bize hiç kimse polisin ve askerin böyle şeyler yapmayacağını falan ifade etmesin. Askerin neler yaptığını bu ülkedeki darbe tarihlerinden Sayın Bakan bizden daha iyi biliyor. Polisin de Cizre'de neler yapabileceğini Nihat Kazanhan örneğinden kendisi çok iyi biliyor. Biz "polis ve asker" terimini kullanırken bütün bir camiayı zan altında bırakacak bir suçlama içerisinde tabii ki değiliz. Ancak Cizre'deki operasyonel süreçlerde Başbakanın ve İçişleri Bakanın iradesine rağmen ortada bir hukuksuzluk varsa bu hukuksuzlukla ilgili burada Sayın Bakanın ya da Bakanlık yetkililerinin bize gerekli bilgileri aktarması lazım.

Bu barikat ve hendek meselelerinden hep söz ediliyor. Sayın Bakan çok iyi bilir. Çözüm süreci içerisinde barikat ve hendek meseleleri yine vardı ama o dönem, diyalogla, yürütmüş olduğumuz diyaloglarla, o barikat ve hendek meseleleri bu şekilde can kayıpları yaşanmadan halledildi.

"Şu anda Cizre'de operasyonel süreç tamamlandı." diyor ama sokağa çıkma yasağı devam ediyor. Peki, ne olacak, bunun sonu nereye gidecek Sayın Bakan? Geçen, "İdil'de ve Nusaybin'de başlayacak." dediniz, "Şırnak'ta, Yüksekova'da başlayacak." dediniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, toparlar mısınız. Bir dakika daha ilave süre vereceğim, lütfen sözlerinizi toparlayın.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Yani, diyalog yoluyla, kan akmadan bu meseleleri çözmek var iken burada, bir kent merkezli, tamamen talan edecek şekilde, oradan hiç kimse sağ çıkmayacak şekilde operasyonel süreçler yürütmek, daha fazla bu meseleleri maalesef, komplike hâle getirir, daha fazla sıkıntılarla ilgili durumu getirir.

Şimdi, bakın, Silopi'ye, Cizre'ye hâlâ biz giremedik. Milletvekili heyetlerimiz şu anda Silopi'de, gündüz sokağa çıkma yasağı yok ama giremiyorlar, bağımsız gözlemci heyetler giremiyor. Siz operasyonun tamamlandığını söylediniz ama maalesef, sokağa çıkma yasağı devam ediyor. Bu nasıl bir anlayıştır, bunu nasıl ifade ediyorsunuz? Yani, orada birtakım deliller mi yok edilmek isteniyor? Operasyon tamamlandıysa sokağa çıkma yasağı niye hâlâ devam ediyor? Bunları mutlaka kamuoyuna aktarmak zorundasınız diye düşünüyoruz.

Biz, Türkiye'nin bir hukuk devleti olduğuna...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen, son sözlerinizi alayım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Son, toparlayayım Sayın Başkan.

Eğer Türkiye bir hukuk devleti, bir sosyal devlet ise, gizlisi saklısı olmadan bunların tamamını ele almamız, tartışmamız lazım. Yani, Cumhurbaşkanı, geçen, kaymakamlarla yaptığı toplantıda, "Mevzuatı bir kenara bırakın, işte, biz rejimi değiştirdik, arkasını bize gönderin." açıklamaları yapabilir ama eğer "Biz böyle bir anlayışla hareket ediyoruz." diyorsanız da bunu kamuoyuna siz söyleyin. Eğer mevcut yasalar, Anayasa, mevzuatla da bizi bağlıyorsa, bütün kamu çalışanlarını bağlamak zorunda. Milletvekilleri sokak ortasında yerlerde sürükleniyor. Dün Van milletvekilimizin uğradığı muameleyi herhâlde Bakan Bey izlemiştir. Sayın Eş Başkanımızın aracına yönelik, yol ortasında, silahlı, neredeyse, baskın yapılıyor. Sokak ortasında, neredeyse, suikasta uğrayacak bir anlayışla karşılaşıyoruz. Yani devletin bir çalışanı kendini devlet yerine koyarak halkın vekiline karşı...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Baluken yeterli şeyi gösterdim lütfen son sözünüzü alayım.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Halkın vekiline, milletin vekiline karşı bu yaklaşımlara giriyorsa, burada, mevzuat, yasa, Anayasa bir kenara itilmiş demektir Sayın Bakan. Siz şunu özellikle bu güvenlik güçlerine hatırlatın: Hiç kimse devlet değildir, sadece devletin çalışanıdır. Devletin sahibi de halktır, millettir. Milletin vekili de tıpkı halk gibi, millet gibi bu devletin asli unsurudur. Hiç kimse kendisine "Devletim" deyip halkın -parasıyla, vergisiyle maaş aldığı- iradesini bu şekilde yerlerde sürükleme hakkına sahip değildir.

BAŞKAN - Sayın Baluken, teşekkür ediyorum.

İDRİS BALUKEN (Diyarbakır) - Umarım, bir an önce bu sorunlar çözülür.

Mümkün olduğunca özetlemeye çalıştım. Soru-cevap kısmında biz yine kamuoyunda merak edilen bazı şeylere değineceğiz. Bütçenin teknik boyutuyla ilgili de Plan Bütçedeki arkadaşlarımız gerekli değerlendirmeleri yapacaklar.

Teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.