KOMİSYON KONUŞMASI

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Plan ve Bütçe Komisyonunun değerli üyeleri, Değerli Bakan Yardımcıları, bürokratlarımız, kurumlarımızın ve sendikalarımızın değerli temsilcileri, basınımızın güzide temsilcileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, ilk görüşeceğimiz kanun teklifimiz bu. Biraz önce de bahsetmiştim, bunu güzel bir biçimde konuşacağımızı, tartışacağımızı ve doğru sonuçlar çıkaracağımıza inanıyorum.

Şimdi, değerli milletvekilleri, burada şöyle bir problem var: Bu geçmişten beri aslında Meclisin en önemli sıkıntılarından biri, bu torba kanun hikâyesi. Bu torba kanunun görüşülmesi Mecliste en önemli problemlerden biri çünkü birbiriyle ilgisi olmayan kanunların bir araya getirilip birlikte, bütün içinde görüşülmesi söz konusu. Hâlbuki olması gereken, etkin bir yasama sistemi için konuları layıkıyla tartışabilmek, onları bütünlüğü içinde görebilmek; o kanunun neresinde bir değişiklik yapıyorsunuz, o nasıl etkileyecek o ilgili kanunu, onun uygulama maddelerini, bunların hepsini bütünlük içinde görme ihtiyacı var fakat torba kanunda biz bunu göremiyoruz. Geçmiş dönemlerde de bunu yaşadık, hep torba kanunlar geldiği zaman, hatta bir süre sonra artık torba yetmez oldu, böyle, işte -Sayın Muş da hatırlar- "çuval" gibi, böyle farklı farklı bir kısım isimler konulmaya başlandı buna.

Başka bir sıkıntı da şu: Mecliste kanunların Genel Kurulda görüşülme usulü temel kanun olarak. "Temel kanun" demek... Oraya çıkıyorsunuz, "temel kanun" adına ya da "bölümler" adına konuştuğunuz zaman, ne konuşacaksınız, birbiriyle ilgisi olmayan bir sürü madde var. Keza, bakın, bugün önümüze gelen bu torba kanun teklifi de bu şekilde. Bu torba kanun teklifi...

Bir de şunu söyleyeyim, çok açık ve net olarak, samimiyetle de söylemek isterim: Konuştuğumuz zaman arkadaşlarla, sadece bizim partimiz değil, diğer siyasi parti, iktidar mensubu milletvekillerimizle herkes "Ben torba kanuna karşıyım." diyor, fakat ne hikmettir, nedir, tekrar tekrar önümüze torba kanun geliyor. Burası Plan ve Bütçe Komisyonu, önemli bir Komisyon, her şeyi görüşürüz tabii ki ama olabildiği kadar, hani şimdi bir zorunluluktu, belki bir kısım gerçekten birikmiş, sonrasında da Meclis tatile çıkacak, yani bu sefer böyle bir şey söz konusu olabilir belki ama Sayın Başkan, yani bunun, torba kanun görüşülme sisteminin Plan Bütçe Komisyonunda yani çok gerekirse, çok istisnai hâllerde ancak yapılmasının önemli olduğunu düşünüyorum. Komisyon sonuçta kendi gündemine hâkimdir, bunu yapabilir çok rahatlıkla. Yani torba kanun formatı içinde kanunları görüşmek istemiyoruz çünkü geçmişte de yaşadık bunu; bir kanun geliyor, hazırlanmış kanunlar, çoğu zaman çalakalem hazırlanmış kanunlar; burada bir sürü önergeler veriliyor ve orada öyle hatalar çıkıyor ki aradan bir ay sonra, iki ay sonra başka bir kanun teklifi gene torba kanunda "Biz şurayı unutmuşuz." "Şurada bir madde var." "Bunu söylememişiz." gibi çıkartılmış olan kanunları düzeltmekle uğraşıyoruz. Böyle bir yasama sistemi olmaz, bir kere, bu yasama sistemini düzeltelim.

Diğer taraftan, tabii, şimdi önümüzde bir kanun teklifi var, Sayın Ök de esas itibarıyla daha çok depremin yaralarını sarmaya yönelik, sıkıntıları çözmeye yönelik bir kanun teklifi olduğunu zaten söyledi ama tabii başka maddeler de var içinde. Tabii, burada şu soruyu sormak lazım: Neden bu bizim önümüze geldi? Neden böyle bir... Tabii ki deprem var, yani Türkiye açısından deprem çok büyük bir felaketti. Depremde hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah'tan rahmet, yakınlarını kaybedenlere tekrar başsağlığı diliyorum. Büyük bir felaket ama bunun üstesinden geliriz, geleceğiz, geliyoruz zaten ama sadece bu değil, baktığımız zaman buradaki birtakım maddeler bana sadece depremin yaralarını sarmak gibi gelmiyor. Bunun içinde aslında Türkiye'nin büyük bir ekonomik kriz içinde olduğunu ve burada gelen birçok hükmün aslında bu ekonomik krizin ortaya çıkardığı sonuçlar olduğunu görüyoruz.

Bakın, şunu açık ve net olarak söylemek lazım: 2013 yılından beri ekonomide ciddi bir performans kaybı var, büyüme hızı yavaşlıyor, ekonominin istihdam yaratma kapasitesi azalıyor, cari açık problemi çözülmüyor, aksine ağırlaşıyor ve baktığımız zaman ekonomide yoksulluğun gittikçe yaygınlaştığını ve derinleştiğini görüyoruz. 2018'de geçilen bu yeni hükûmet sistemiyle birlikte sorunlar çok arttı. Bu tek adam rejimi Türkiye'ye uygun bir rejim değil çünkü bütün güçlerin, yasama, yürütme, yargının bir kişide toplandığı bir sistem doğru bir sistem değil ve bunun sonucu olarak bugün içinde yaşadığımız krizin nedenlerinden biri de budur.

Bakın, 2021 yılının Eylül ayında enflasyonun yükselme eğiliminde olduğu bir konjonktürde Cumhurbaşkanının "Faiz sebep enflasyon neticedir." tezi uygulanmaya konuldu ve onun sonucunda -zaten biraz önce söyledim, ekonomide problemler vardı, yapısal problemler çözülmemişti-sorunlar ağırlaştı. 2021 yılının Eylül ayında Merkez Bankası politika faizi yüzde 19'du, enflasyon da yüzde 19'du, dolar kurunun Türk lirası karşılığı 8 lira 30 kuruştu. Dört ay sonra 5 puanlık indirim oldu, aralık ayına geldiğimizde, 20 Aralıkta -müdahale olup arkadan kur korumalı mevduat sistemi geldi, biliyorsunuz- 8 lira 30 kuruş olan dolar kuru 18 lira 33 kuruşa çıktı. Enflasyon yükselmeye başladı, önce 35'lere, sonra izleyen yılın ekim ayında yüzde 85'lere kadar çıktı ki gerçek enflasyonun bunun çok ötesinde olduğuna ilişkin de kamuoyunda çok ciddi anlamda bir mutabakat var, alternatif hesaplamaları yapan kurumlar var, akademisyenler var, ağırlıklı ortalamalar üzerinden gidiyorlar. Ve genel anlamda dış ticaret açığı, cari işlemler açığı artmaya başladı, sanayi üretiminde, kapasite kullanımında aşağı doğru iniş, sanayi üretiminde azalma ve büyüme hızında bir yavaşlama görüldü. Ve arkadan kur korumalı mevduat sisteminin -ki biraz sonra konuşacağız onu da- 2022 yılında devlete olan maliyetinin Merkez Bankası artı Hazine artı vazgeçilen vergilerle 200 milyar civarında olduğu konuşuluyor. Merkez Bankasının ne kadarlık bir kur zararına katlandığını bilmiyoruz, bu açıklamaları gerekli şeffaflıkta yapmadı ve şimdi siz kanun teklifinde o hazinenin kur zararını da alıp Merkez Bankasına götürüyorsunuz; çok yanlış bir uygulama, bunların hepsi Hazinenindir, sonuçta Merkez Bankasının kârı da Hazineye aktarılır ve orada bütçeden pay ayrılır.

Bütçe önemli, bütçe hakkı demek vatandaşın ödediği vergilerin nereye harcandığını bilme hakkı demek ve bunu, Parlamentoda temsilcileri olan bizler aracılığıyla yapar. Orada hangi vergiler konulacak, bunlar nerelere harcanacak, bu anlamda Meclis bu yetkiyi verir; bu, baktığımız zaman bütçe hakkının da ciddi anlamda ifadesidir. Sonrasında yaşanılan kriz ekonomiyi öyle bir noktaya getirdi ki bir yönetim değişikliği oldu, Hazine ve Maliye Bakanı değişti, Merkez Bankası Başkanı değişti. Hazine ve Maliye Bakanı geldiği zaman ilk söylediği "Türkiye'nin rasyonel politikalara dönmekten başka bir seçeneği kalmamıştır." oldu. Ya, bu şu demek: İrrasyonel politikaları uyguladık demektir. Ama bu uyguladığınız politikalar sadece benim söylediğim gibi rakamlardaki artış değil, bunun bu ülkede yaşayan milyonlarca insan üzerindeki yıkıcı etkisi çok önemlidir ve bugün ne kadar rasyonel politikalara geçtik bunu bilmiyoruz ama söylediğim gibi bunun sonucu nedir? Bu uygulanan irrasyonel politikaların yükselen enflasyon, artan döviz kurları, artan dış ticaret açığı, cari açık, bozulan gelir dağılımıdır ve yaygınlaşan, derinleşen yoksulluktur.

Şimdi, görüşeceğimiz kanun teklifi depremin ortaya çıkardığı finansman ihtiyacıyla bağlantılı ama burada baktığım zaman şunu görüyoruz: Vergi artışları var, zamlar var ve istisnaların kaldırılması var. Biz burada bunları görüşeceğiz ama dün akşam itibarıyla Cumhurbaşkanı kararlarıyla gene müthiş bir zam furyası geldi. Yani anlaşılıyor ki ekonomide ciddi bir sıkıntı var, çok büyük bir kriz var ve bunun sonucunda zamlar, zamlar, zamlar... E, ne olacak? Zaten vatandaş günlük hayatını nasıl devam ettirebileceğini düşünürken böyle bir portreyle karşı karşıya. Verilen asgari ücret eridi, gitti. Bakın, on beş gün önce 11.402 lira dolar kuru itibarıyla baktığımızda 483 dolarmış; bugünkü kurla baktım, 438 dolara düşmüş; on beş günde, bir ayın yarısında 45 dolar azalmış.

TÜRK-İŞ'in açlık sınırı var. TÜRK-İŞ, biliyorsunuz, Asgari Ücret Tespit Komisyonundaydı, orada işçi kesimini temsil etmişti. Açlık sınırı 10.373 lira, önümüzdeki ay zaten 11.402'e gelecek yani açlık sınırı aslında daha başlamadan yani ikinci yarıda başlamadan eriyecek, gidecek. Bunu şunun için söylüyorum: Birincisi, buradaki ücret artışları, verdiğimiz ücret artışları yeterli değil. İkincisi, vermiş de olsanız onlar bir biçimde eriyecek çünkü enflasyonu düşürmediğiniz zaman, doğru politikaları, rasyonel politikaları uygulamadığınız zaman bunun olması mümkün değil.

Bakın, TÜİK'in rakamlarına kimse güvenmiyor. Türkiye İstatistik Kurumu güzide bir kurum. Ben de Devlet Planlama Teşkilatında yetiştim.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Devam edin Sayın Türeli.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Orada istatistik önemlidir, doğru veriler gelecek ki onun üzerine biz analiz yapacağız, gelecek öngörüleri, perspektifleri kuracağız ama bugün ne enflasyon rakamlarına ne işsizlik rakamlarına ne millî gelir rakamlarına kimse inanmıyor. Ona rağmen bir rakam vereyim size, millî gelir rakamları, devletin, TÜİK'in açıkladığı rakamları: Biliyorsunuz, gelir yöntemiyle millî gelirde iki üretim faktörü vardır, emek ve sermaye ve onların millî gelirden pay. Emeğin yani iş gücü ödemelerinin millî gelir içindeki payı 2016 yılında yüzde 36,3'müş, 2022 yılında yüzde 26,5'e düşmüş, 10 puan azalmış, emeğin millî gelirden aldığı pay 10 puan azalmış; sermaye artmış 10 puan. Sermaye içinde de sanılmasın ki bütün sermaye gruplarının hepsinde artış oldu. Orada da aslında baktığımız zaman küçük ölçekli KOBİ'lerin, esnafın, birçoğunun gelirinin iyileşmediğini ama onun ötesinde birtakım insanların zenginliğine zenginlik kattığı bir düzen olduğunu görüyoruz.

Şimdi, bugün önümüze gelen, buradaki, bu kanun teklifindeki düzenlemelerle -bu yoksulluk, bu sıkıntılar- emeğin ekonomi içindeki göreli olarak nispi ağırlığı daha da azalacak. Şimdi ne veriyoruz? Memura yüzde 17,55+8.077 lira. Memur emeklisi yüzde 17,55 alacak, işçi ve BAĞ-KUR emeklisi 19,77. Bir kere şunu söyleyelim, 13'üncü maddede var: Bir kere, bu seyyanen zam doğru bir zam sistemi değil, emekliliğe yansımıyor; bunu birinci olarak söyleyelim. Aynı zamanda bu, gösterge sistemi üzerine kurulmuş görev ve kıdem sistemini de bozuyor yani sonuç itibarıyla tabii ki vereceksiniz, özellikle, aslında, daha zor koşullarda yaşayan düşük gelirli gruba daha çok verilebilir, katılırız buna ama hem emekliye yansıyacak hem de genel anlamda bütün ücret seviyelerini yukarı çekmemiz lazım çünkü biraz önce söyledim, TÜİK'in rakamlarına göre emeğin son altı yılda millî gelirden aldığı pay 10 puan azalmış ve daha önemlisi şu: 5510 sayılı Kanun'un -ki bu Hükûmet döneminde, bu iktidarlar döneminde çıktı, 2006-2008'den itibaren uygulanıyor- mantığı şuydu, temel amacı: Sigorta sistemindeki bütün ödemelerin prim matrahına yansıması temel alınmıştı. Şimdi devlet kendi memurları eliyle bu sistemi bozuyor. Niye böyle yapıyoruz ki? Emekliliğine de yansısın, onun ötesinde de bir şey verelim. Seyyanen zam değil, bu seyyanen zammın bir kere daha da fazlasını verelim ama doğru bir sistem içerisinde verelim; bu, doğru değil. Bu zam oranı düşük, emekliye, öbürlerine verilmiş bir refah payı, herhangi bir şey yok. Bakın, yakın zamanda asgari ücrete yüzde 34 verdi, bizim görüşümüz hem memurun hem de emeklilerin asgari ücret artışı kadar en az yüzde 34 zam almasıdır. Biraz önce de söylediğim gibi, arkasından da bir biçimde doğru politikaların uygulanmasına ihtiyaç var; irrasyonel politikalara değil, gerçekten rasyonel politikalara, açıklık, şeffaflık ve hesap verilebilirlik çerçevesinde bir yapıya ihtiyaç var.

Bütçe hakkına aykırılıklar var. Sayın Ök'le biraz önce konuştuk ama bakın, borçlanma limitinin 3 katına çıkarılması... Yuvarlıyorum rakamları, 661 milyar lira bütçe açığı var. Biliyorsunuz, ihtiyaç olduğu zaman yüzde 5 ilgili Hazine ve Maliye Bakanı artırır, yüzde 5 de Cumhurbaşkanı arttırabilirdi. Arttığı zaman 728,6 olması gerekirken ortaya çıkan rakam -ben tam küsuratlı hesapladım- 2 trilyon 186 milyar lira yani inanılmaz; 3,5 katlık bir artış yani 661 milyar lira bütçe açığı veriyorsunuz, borçlanma şeyini 2 trilyonun üzerine; 2,2 trilyona çıkarıyorsunuz. Bu, bütçeye aykırı, bütçe kanununa aykırı.

AHMET VEHBİ BAKIRLIOĞLU (Manisa) - Yanlış diye çıktı o.

MEHMET RÜŞTÜ TİRYAKİ (Batman) - Yanlış diye çıktı o.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Hayır ama burada biraz önce bize gelen not var; değerlendirme notunda orada bir şey olduğu, doğru olduğu...

NİLGÜN ÖK (Denizli) - Doğru.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sayın Ök de... Zaten onu siz de gördünüz.

Ya, böyle bir şey nasıl olur arkadaşlar? Dalga mı geçiyoruz? Yani o bütçe bitti, gitti o zaman. Şimdi, yeni ek bütçe gelecek, öyle anlaşılıyor, konuştuk; o zaman ek bütçede yapın, bütçe açığını artırın, gerçek rakamları görelim. Bütçe, sonuç itibarıyla -biraz önce de söyledim- bütçe hakkı kapsamı dünyanın her yerinde demokrasilerin en temel hakkıdır. Kesinlikle doğru değil, Anayasa'ya da aykırıdır.

Geçici madde 1, ödenek ekleme yetkisi, Anayasa'ya aykırıdır; Anayasa Mahkemesi kararı var, Anayasa Mahkemesi kararı var bozulmuş.

Geçici madde 2: Hazine kur zararı yetkisi Merkez Bankasına aktarılıyor. Ne demek arkadaşlar? Ya, biraz önce söyledim, Merkez Bankası şeffaf... Bakın, geçen dönemde Merkez Bankası... Geliyorsunuz, gidiyorsunuz, Plan ve Bütçe Komisyonunda...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Bitireceğim.

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Bir dakika Sayın Türeli.

RAHMİ AŞKIN TÜRELİ (İzmir) - Sonrasında Merkez Bankası, biliyorsunuz, 2 kere geliyor, Plan ve Bütçe Komisyonuna bilgi veriyor. Orada da -ben geçen dönem Parlamentoda değildim- Merkez Bankasının Başkanının bu bilgileri, kur korumalı mevduat sisteminin Merkez Bankasına olan kur zararının ne kadar olduğuna ilişkin rakamları vermediğini gördük. Şimdi, siz alıyorsunuz bunu, hazinenin kur zararını da bir anlamda, hepsini Merkez Bankasına gösteriyorsunuz. Niye Merkez Bankası? Bunun yeri hazine, bunun yeri bütçe, devletin bütçesini göreceğiz biz. Merkez Bankasının görevleri belli, kanunda verilmiş görevi Merkez Bankasının; Türk lirasının, ulusal paranın değerini korumak yani Türk lirasını itibarlı kılmak, bir anlamda enflasyonu kontrol etmektir. Merkez Bankasının böyle bir politikada oturup birtakım zararları yüklenme gibi bir şeyi söz konusu değil. Burada yapılması gereken bir şey varsa belki tersi olabilir, hepsi hazineye devredilebilirdi ama rakamları bilmiyoruz, görmüyoruz. Yarın öbür gün bu rakamları nereden göreceğiz? Bu ülkede insanlar merak ediyor. Uygulanan yanlış politikalar, 2022 yılında kur korumalı mevduat sistemi üzerinden devleti, Türkiye Cumhuriyeti'ni 200 milyar Türk lirası borca mahkûm etmiştir, bu şekilde bir zarar oluşmuştur. Hâlbuki bu paralarla neler yapılır? İnsan bir an düşündüğü zaman, bu paraların doğru yerlere, doğru yatırımlara aktarıldığı yerlerde Türkiye bütün problemlerini çözer, depremle ilgili sıkıntıları ortadan kaldırır, yeni fabrikalar kurarız, yeni okullar açarız Türkiye'nin her yerine, teknoloji vadileri kurarız Türkiye'nin teknolojide ileri gitmesini sağlayacak; bizse gidiyoruz, kur koruma mevduat sistemi içinde... Şunu biliyoruz Türkiye'nin mevduat yapısında: Elinde büyük miktarda parası olan, mevduatı olan insan sayısı çok az yani belki birçok kişinin kur korumalı mevduat sisteminde hesabı var ama onlar küçük paralar ama 1 milyonun üzerinde hesaba baktığınız zaman az sayıda insana para gidiyor. Bu bir transferdir, bu bir servet transferidir, bu bir rant transferidir, kesinlikle buna karşıyız.

Motorlu taşıtlar vergisini artırıyorsunuz. Nasıl yapıyorsunuz? Yani bir kanuni güvenlik şeyi vardır, sonuç itibarıyla baştan bellidir, vergilerin ne olacağını insanlar biliyor. Siz alıyorsunuz onu geriye doğru götürüyorsunuz, kanunlar geriye doğru yürümez. Yeni geleceklere belki yapabilirsiniz "Bunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren yeni alınacak olan araçlara uygularız." diyebilirsiniz belki ama oturup da bütün herkese -ki artık baktığınız zaman herkesin aracı var- bunu yapmaya hakkınız yok. Ayrıca, yerel yönetimlerin buradan alması gereken payları, vergi paylarını da ortadan kaldırıyorsunuz.

Arkadaşlar, şunu bir kere açık ve net olarak ortaya koyalım: Hükûmet devlet bir bütündür. Merkezî hükûmet ile yerel yönetimler birbirini tamamlar. Devlet sadece merkezî hükûmetten, merkezî yönetimden ibaret değildir. Yerel yönetimler, bugün bu ülkede yaşayan, yaşadığı kentlerde bütün sorunlarını, günlük hayata ilişkin bütün sorunlarını çözen ve onların çoğuna da yasalarla hem Büyükşehir Yasası'yla hem de diğer yasalarla onlara belli görevler verilmiş, onları yerine getirmesi gereken kurumlardır. E, siz şimdi ne yapıyorsunuz? Vermiyorsunuz. Niye vermiyorsunuz, hangi gerekçeyle vermiyorsunuz? Yani bunun açıklaması ne? Böyle bir şeyi zaten, dediğim gibi, kabul etmiyoruz. Bunları zaten ilgili maddelerde yeri geldiği zaman da görüşeceğiz. Diğer maddelere ilişkin de tabii ki, elbette söyleyeceklerimiz var. Ben geneli üzerindeki konuşmayı burada bitirmek istiyorum.

Teşekkür ediyorum, saygılar sunuyorum.