KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan...

Sayın Başkan, ben sabahki talihsiz olayla ilgili konuşacağım öncelikle ve bir çağrıda bulunacağım Sayın Bakana ve komisyondaki arkadaşlarıma ve Sayın Divana. Ona göre de... Gerçekten, dün gece, biliyorsunuz, ikide, iki buçukta çıktık buradan. Gittim Çalışma Bakanlığıyla ilgili çalışmaya devam ettim. Dosyalar önüme geldi. Sabah beş buçuk altıya kadar çalıştım ve yalnızca iki saat uyuyabildim ve geri buraya geldim. Tekrar arkadaşların sunumunu dinledim. Ciddi hazırlıklarım var. Onları sunup sunmayacağıma ona göre karar vereceğim. Çünkü ağır ifadelerde bulundu Sayın Bakan. Umarım ki o görüşlerimi sunmama imkân olur.

Sayın Başkan ve Sayın Bakan, şimdi, Çalışma Bakanısınız ve çalışma barışından bahsediyoruz ve çalışma barışı çok önemli bir şey. Ama çalışma barışı aynı şekilde toplumsal barışla çok ilgilidir. Yani dün yaşadığımız menfur hadise, hepimizi üzen menfur hadisenin ben bir sonuç olduğunu düşünüyorum, toplumda var olan kutuplaşmanın bir sonucu olduğunu düşünüyorum. Çünkü maalesef sabahki yaşadığımız hadisedeki gibi, siyasetçiler konuşamazsa, siyasetçiler diyalog kuramazsa, siyasetçiler bir üslup tutturamazsa bu sokağa da yansıyor ve siyaset kurumunun öneminden bahsettiniz, çok önemli bir cümleydi. Eğer ki biz siyaset kurumunun itibarını koruyamazsak şu oluyor: Düşünün ki HDP'ye 7 Haziran seçimlerinde 6 milyonun üzerinde, 1 Kasım seçimlerinde 5 milyonun üzerinde oy vermiş insan var ve bunların çevresi var. Bunlar, bizi, beni bir milletvekili olarak siyaset kurumu içinde çözüm üretmek için buraya gönderdiler, Ankara'ya gönderdiler. Yani siyaset kurumu bir çözüm üretsin bizim dertlerimize. Çünkü siz de çok iyi biliyorsunuz -ben sizi çok eskiden tanıyorum, müktesebatınızı çok iyi biliyorum- bu devletin gadrine uğramış bir aileden geliyorsunuz geçmişte. Yani sizin ve AK PARTİ sıralarındaki pek çok arkadaşımın hikâyelerini dinledim, sohbetler ediyoruz. Ben, kendi kişisel hikâyemde ve toplumsal hikâyemde, siz kendi hikâyenizde, hepimiz bu devletin gadrine uğradık bir şekilde. Ama o gadrine uğrarken hep devlet şunu yaptı: Bizi birbirimize düşürdü, ondan sonra sistem geldi, bir dakika sopasını gösterdi bize, hepimizi birden dövdü sonra sırayla, sıra dayağına çekti ve dayak yememiş kimse kalmadı siyaset kurumu çözüm üretemediği için.

12 Eylül öncesini de iyi biliyorsunuz. Aşağı yukarı yaşıtız, aynı üniversiteliyiz. Ne oldu? Demirel, Ecevit kavgası vardı ama arkada birileri bir senaryo işletiyormuş. O senaryonun ne olduğunu 12 Eylül günü herkes gördü. Bir taraf devrim olacak diye bekliyordu, bir taraf da, öbür devrimci de, dayak atıyordu ama bir baktılar ki ikisi de aynı işkence tezgâhındalar. Bir senaryo vardı ve o senaryo hepimizi, siyaset kurumunu devre dışı bıraktı.

28 Şubat sürecinde bir kavga vardı siyasette, siyaset çözüm üretemedi. O günleri de çok iyi biliyorsunuz ve birileri geldi, postmodern bir darbe yaptılar. Sizin iktidarınız döneminde tekrar siyaset kurumu kavga etmeye başladı ve bir bakıyorsun, birileri birtakım tezgâhlar hazırlıyormuş meğerse o günlerde, sizinle ilgili veya hepimizle ilgili çünkü sonuçta bir darbe yaptığı zaman ayrım yapmıyor, hepimizi birden dövüyor, biliyorsunuz. Ona karşı mücadeleler oldu Sayın Cumhurbaşkanıyla ilgili. Abdullah Gül Cumhurbaşkanı oldu ve Sayın Abdullah Gül gerçekten Cumhurbaşkanlığına bir düzey getirdi ve gerçekten hepimizin aslında, ön yargıları olanın bile "Ya, iyi ki Abdullah Gül Cumhurbaşkanı olmuş." dediği günler yaşadık çünkü denge ve denetim mekanizması demokrasilerde vazgeçilmezdir. Sayın Cumhurbaşkanı da dengeyi temsil eder. Yani dediniz ya: "Milletin birliği, bütünlüğünü temsil etmesi gerekir." Dengeyi temsil eder, kuvvetler arası denge ve denetim. Kuvvetler arası uyum değil. Bakın, bugünkü bakışla ilgili değil çünkü "uyum" dediğiniz yerde eleştiri veya denetleme olamaz.

Siz sorumluluk makamında olan birisisiniz, elbette milletvekilisiniz ama Hükûmet üyesisiniz yani siz sorumluluk makamındasınız ve buraya hesap vermek için geldiniz. Bakın, biz de milletvekiliyiz, size hesap sormak için buradayız. Yani "2014 yılında Bakanlığınız ne yaptı, kesin hesap görülüyor, geçen yıl ne yaptınız, gelecek yıl ne yapacaksınız, ya, bu parayı nasıl harcayacaksınız?" diye size görüş, öneri ve eleştirilerimizi sunmak için buradasınız. Yani size şu anda hesap soruyoruz biz ve bu eleştirilerimizi söylüyoruz.

Ancak dün yaşanan menfur hadiseye baktığımızda bu toplumdaki kutuplaşmanın, dediğim gibi, bir sonucudur. Maalesef hiçbirimiz de bundan azade değil, siyaset kurumu bunu yaptı çünkü toplumdaki kutuplaşmayı. Maalesef ve maalesef denge ve denetim unsuru olması gereken Sayın Cumhurbaşkanı, ilk konuşmamda söylediğim gibi, bir tarafı millet derken, diğer tarafı hep tahkir eden bir üslup kullandı görevinin başından beri ve bu da toplumdaki kutuplaşmaya maalesef su dökeceğine benzin döken bir anlayışı getirdi ve siz de, üslubunuz da ve bazı, bakın, basın mensupları... Televizyonları akşam izliyoruz; hep tahkir, tahkir, tahkir... Yani kutuplaşma üzerinden bir medet uman bir anlayış var. Ancak dünya örneğinde pek çok örneği vardır. İnsanlar toplumun bir kesimini kutuplaştırabilirler, konsolide edebilirler ama toplumsal barışı yakalayamazlar. Esas olan şey demokrasimizi kurumsallaştırmak ve toplumsal barışı tesis etmektir. Çalışma barışı da ancak böyle gelir yani çalışma barışı bunun bir parçasıdır ama toplumsal barışı ve demokrasimizi kurumsallaştırmak esas olmalıdır. Bu da ancak siyaset kurumuyla olur. Siyaset kurumu birbirimizi tahkir ederek ancak bu sokağa başka türlü yansır. Yani burada birbirimize ettiğimiz sözlerin sokağa nasıl yansıdığını ve nelere sebebiyet verdiğini çok iyi biliyoruz.

Bakın, siz 4 Haziran günü, sanıyorum, "Orayı başınıza yıkarız, başınıza!" dedikten sonra -ben sabah söyledim- bundan iki ay sonra 300 HDP binası, Genel Merkezi dâhil yakıldı ve aynı zamanda yüzlerce, bakın, Kürt iş yeri yakıldı ya, bildiğiniz çıra gibi yakıldı Alanya'da, Kemer'de, başka ilçelerde. Bu, çok büyük bir risktir, bakın. Bu, Ergenekon zihniyetinin başka bir provasıdır. Yani halkları birbirine düşürüp, siyasi partileri birbirine düşürüp... Şu anda ellerini ovuşturanlar var bu sahneden Sayın Bakan. Şu anda birileri ellerini ovuşturuyorlar çünkü siyaset kurumunun altındaki halı kayıyor. Bu halıyı korumak hepimizin görevi, hepimizin görevi. Birbirimizi tahkir edersek birilerine yalnızca ellerini ovuşturma şansı veriyoruz. Bunu yapmamalıyız.

Ama, bakın, siz nasıl ifadeler kullandınız sabah. Şimdi, Sayın Cumhurbaşkanıyla ilgili tahammülsüzlüğünüzü bahsettiniz ve Sayın Cumhurbaşkanına "katil" denmesine "...tahammülsüzlüğüm." diye söylediniz, "Benim buna tahammülsüzlüğüm..." diye ifadeleriniz var. "Eğer o salonda çalışma hayatının dışında... Sayın Cumhurbaşkanına 'katil' sıfatlamasını kabul etmem mümkün değil." diye ifadeniz var ama sonra geliyorsunuz "Eğer katil arıyorsanız orada oturuyor. Sayın Selahattin Demirtaş vermiştir 6-7 Ekim olaylarının talimatını, çok açık..." Sonra "Sen ne diyorsun ya!" diye devam ediyor. "Benim ilçe başkanımı kaçıracaksın, on beş gün işkence yapacaksın." Bana diyorsunuz. "Benim ilçe başkanımı dağa kaçırdın sen." diyorsunuz bana, böyle işaret ederek. "İşkence yaptın." diyorsunuz. Ve sonra, en sonunda büyük bir yine tehdit ediyorsunuz şahsımı. "Evet, başınıza yıkarız işte." Yani benim o daha önceki "Başınıza yıkarım." ifadenizi tekrar ediyorsunuz. "Evet, başınıza yıkarız işte. Öyle değneksiz köy buldunuz dolaşacaksınız." Dolaşamayacağız belki de bilmiyorum. "Yok öyle bir şey." diye bitiriyorsunuz.

Sayın Bakan, toplumda defalarca böyle iklimler yaratıldı ve sonucunda toplum kutuplaştı ve durumdan vazife çıkaran linçci güruhlar, belli bindirilmiş kıtalar çerçevesinde Türkiye tarihinde çok da iyi biliyorsunuz ki defalarca bu linci belli kesimlere dönük uyguladılar. Benim halkıma dönük de, 6-7 Eylülde Rumlara dönük de, ne bileyim Kürtlere dönük de, Alevilere dönük de, biliyorsunuz, 12 Eylül öncesi ve sonrasında uyguladılar ama bir senaryonun parçasıymış bunlar meğerse, bunu biliyorduk.

Şu anda, bence -iyi niyetimle söylüyorum yani ama büyük bir endişem var- bir senaryo yine devrede ve biz, şu anda birbirimizi tahkir ederek o senaryonun değirmenine su taşıyoruz siyaset kurumunu devre dışı bırakarak.

Şimdi, size bir çağrım var.

Başka sürem var mı Sayın Başkan?

BAŞKAN - Var, var, buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bakın, ben Sayın Cumhurbaşkanına da hakareti asla doğru bulmam ve yanlış... Hayatımda da hiç kimseye hakaret etmedim. Tutanakları beraber başından sonuna okuduk. Size yalnızca ağır ifade olarak "Ağzı bozuk." dedim. Ondan dolayı da özür dilemeye hazırım. Ancak -onu ifadelerde de söylemişim zaten arkadaşlar laf atınca, eğer hakaretim varsa özür dilemeye açığım demişim- siz bir bakansınız, bakın, bir milletvekilinin dilinin kemiği bir olacaksa bir bakanın beş olmalı. Çünkü sorumluluk makamındasınız, biz muhalefetteyiz ve "Değneksiz köy buldunuz, dolaşacaksınız." dediğinizde beni bu sokaklarda dolaştırmayabilirler gün gelir. Böyle dediğinizde durumdan vazife çıkaranlar olur. Mesela, Hrant'la ilgili bu yapıldı. Sonucundakini biliyoruz, o günkü konulan senaryoyu.

O açıdan, bu dil özellikle de bir Parlamentoya karşı, buradaki Komisyona karşı, bir milletvekiline karşı kullanılamaz, özellikle sorumluluk makamında olanlar. Sizler yüzlerce korumayla geziyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanı binlerce korumayla geziyor. Bakın, ben yürüyerek Meclise geliyorum, yürüyerek Meclisten gidiyorum ve sizin dilinizin kemiği beş olmalı, sizin sorumluluğunuz çok daha fazla çünkü durumdan vazife çıkaranlar olabilir çünkü toplum çok kutuplaştı. Nefret dili, nefret söylemi had safhada ortalıkta dolaşıyor.

Veya şöyle söyleyeyim: Mesela, bildiri imzalayan akademisyenlerle ilgili şu anda bir cadı avı var biliyorsunuz ve bütün bu kutuplaşmaları durduracak ve bu senaryoyu bozacak -bakın, bir senaryonun devrede olduğunu söylüyorum- hamleler yapmamız gerekiyor. Bakın, şunu da söyleyeyim: Bunları söylemek istemiyordum ama siz 2002'den başlattınız hep söylemlerinizi ve AK PARTİ iktidarı dönemlerinin hepsinin şöyle iyi, şöyle iyi olduğunu söylediniz öyle değil mi? Ama bence 2011'den başlatmanız gerekiyordu söyleminizi, siz çünkü muhalefetteydiniz ta 2011'e kadar sanıyorum ve AK PARTİ'yi defalarca eleştirdiniz, çok da doğaldır. Yani muhalefetteki insan iktidarı eleştirir ki düzgün yürüsün diye. Biz de öyle yapıyoruz ama üsluba da dikkat etmesi gerekir muhalefette olanın, öyle değil mi? Ama bakın, siz AK PARTİ'yle ilgili neler söylemişsiniz: "Tayyip Erdoğan padişah olmak istiyor." demişsiniz, "Bu Hükûmete zıkkımın kökünü göstereceğiz." demişsiniz, "Hükûmet yolsuzluk çukurunun içinde." demişsiniz, 2009 hep bunlar, "Başbakan rantın babasını getirdi." demişsiniz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ondan sonra "Bu Hükûmetin paçalarından yolsuzluk akıyor." demişsiniz. Yani bunları muhalefetteyken diyebilmişsiniz. Biz böyle bir dil kullanmıyoruz.

Şimdi, bütün bunlara baktığımızda, benim size naçizane önerim, sorumluluk makamında olan bir bakan olarak az önce bize karşı kullandığınız bu ifadeleri düzeltmeniz, geri almanız. Sayın Genel Başkanı, bakın, nasıl siz "Tahammülsüzüz." diyorsanız... Hani çok meşhur bir klişe vardır, "Kendinize yapılmasını istemediğinizi başkasına yapmayın." diye. Cumhurbaşkanına "katil" denmesiyle ilgili tahammülsüzlüğünüz var ama partimin Eş Genel Başkanına karşı açıkça "katil" dediniz. Bu ifadenizi düzeltmenizi bekliyorum, bu bir.

İkincisi, şahsıma karşı "Benim ilçe başkanımı dağa kaçırdın sen." dediniz, bunu düzeltmenizi bekliyorum; iki.

Üç: Şahsımı tehdit ettiniz, "Evet, başınıza yıkarız işte." dediniz. Sonra şahsıma karşı "Öyle değneksiz köy buldunuz, dolaşacaksınız; yok öyle bir şey!" dediniz, bunu düzeltmenizi bekliyorum; üç. Yaptığım konuşmamın bütünündeki idealler uğruna bunu talep ediyorum.

Umarım ki siz de bu senaryonun farkındasınızdır. Siyaset kurumu birbirimizi tahkir etmek için değil, çözüm üretmek için vardır. Bizler konuşabilir olmalıyız ki toplum da konuşabilsin, toplumdaki kutuplaşma giderilsin. Ve birbirimizi asla ve asla tahkir etmemeliyiz.

Aynı zamanda, bütün Komisyon arkadaşlarıma aynı çağrıyı yapıyorum: Eğer bir hatam varsa, sürçülisan ettiysem affola ama hiç birimiz birbirimizi örselememeliyiz. Komisyonun itibarı, benim itibarım değil yalnızca. Burada HDP milletvekili olarak bakmayın, bir Komisyon arkadaşınız olarak bakın, Garo Paylan olarak bakın. Divana da çağrı yapıyorum: Bana karşı yapılan bu üslupsuzluğu diyeyim, düzeltmesi için Sayın Bakana Komisyonun ve Başkanın çağrı yapmasını bekliyorum.

Teşekkür ederim.