| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) a) Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı b) Mesleki Yeterlilik Kurumu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü, ç) Devlet Personel Başkanlığı d) Avrupa Birliği Bakanlığı e) Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 13 .02.2016 |
MUSA ÇAM (İzmir) - Teşekkür ediyorum.
Biz de bu vesileyle Millî Savunma Bakanımıza başsağlığı diliyoruz, acılarını paylaşıyoruz.
Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekili arkadaşlarım, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının çok değerli bürokratları, basınımızın değerli emekçileri; hepinizi saygıyla selamlıyorum. 2016 yılı bütçesinin de hayırlı ve uğurlu olmasını diliyoruz.
Sayın Bakan sunuş konuşmasına başlarken, bugüne kadar Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığında görev yapan, gerek yurt içinde gerekse yurt dışında görev yapan arkadaşlarımızı, emek veren, hayatını kaybeden arkadaşlarımızı rahmetle andı. Biz de aynı duyguyu paylaşıyoruz, hayatta kalanlara da sağlık ve uzun ömür diliyoruz.
Ama, Sayın Bakandan bir şey daha beklerdik, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı... Benden önceki konuşmacı arkadaşlarımın aşağı yukarı tamamı da... İş cinayetlerinde hayatını kaybeden arkadaşlarımız var bu ülkede. Özellikle Soma'da, Ermenek'te hayatını kaybeden, 13 Mayıs 2014'te Soma'da, 29 Ekim 2014'te Ermenek'te hayatını kaybeden madenci kardeşlerimiz var. Gönlümüz isterdi ki bu madenci kardeşlerimizin de anılmasını, ailelerine taziye dileklerinin iletilmesini... Burada Sayın Bakandan bunu da beklerdik. Art niyetli mi? Tabii ki değil. Ama, zaman zaman Türkiye'de bu iş cinayetlerini, felaketlerini hep yaşayınca Türkiye'de insan hayatının çok önemli olmadığını, özellikle çalışanların -emek açısından baktığımızda- hiçbir kıymetiharbiyesinin olmadığını görüyoruz ve yaşıyoruz. Hele hele toplu ölümler değil de tek tek ölümler oluyorsa istatistiklere bile girmiyor bunlar, hatırlanmıyor bile. Ancak Soma gibi, Ermenek gibi, Torunlar İnşaattaki gibi böyle toplu olaylar olduğunda ancak belleklerde, hafızalarda kalıyor. Oysa, Türkiye'de her gün ama her gün bu faciaları, bu cinayetleri yaşıyoruz. Bir kez daha, bu iş cinayetlerinde hayatını kaybeden kardeşlerimizi rahmetle ve minnetle anıyoruz; ailelerine ve yakınlarına başsağlığı diliyoruz. Ama bu bir kader olmamalı; Türkiye'de, maalesef, bu bir gelenek hâline geldi.
Geçtiğimiz yıl Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesini yine görüşürken Sayın Faruk Çelik'e söylemiştim. Sayın Faruk Çelik belki cumhuriyet döneminde en uzun yıl, beş yıl sekiz ay Çalışma Bakanlığı yaparak Türkiye'de rekor kırmış bir Çalışma Bakanı. Kendisine dedim ki: "Sayın Bakan, bugün itibarıyla sizin döneminizde ve AKP döneminde iş cinayetlerinde hayatını kaybetmiş 14.718 insan var." 2015 yılında 1.730, son olarak -sizin Bakanlığa geldiğiniz dönemde- kasım ayında 130, aralık ayında da 137, ocak ayında 110, şubat ayının ilk on bir gününde de 52 kişi hayatını kaybetmiş iş kazalarında ve cinayetlerinde. Şimdi, dolayısıyla, bizim bu konuya çok ciddi bir şekilde kafa yormamız ve bu konuda önlem almamız gerekiyor.
Ama "iş sağlığı ve güvenliği" ismi, zaten bana göre başlı başına bir yanlış, "işçi sağlığı ve güvenliği" olması gerekiyor çünkü iş önemli, doğru ama bir fabrika yanar, makineler parçalanabilir, hasar görebilir, onu onarmak mümkündür, onun yerine yeni bir makine kurmak mümkündür, yeni bir bina yapmak mümkündür ama eğer bir çalışan hayatını kaybediyorsa onu getirmek mümkün değildir. Bana göre öncelikle "İş Sağlığı ve Güvenliği Yasası"nın "İşçi Sağlığı ve Güvenliği" olarak değiştirilmesi gerekir. Bu, bence, işçiye ne kadar önem verdiğimizin, insan hayatına ne kadar önem verdiğimizin de bir göstergesi olarak ortaya çıkıyor.
Sayın Bakan, konuşmanızda -hem kitapçıkta hem de şifahen söylediğiniz- Türkiye'deki sendikalaşma oranlarını verdiğiniz. Evet, şu anda yüzde 12 gibi gözükebilir ama siz de biliyorsunuz, biz de biliyoruz ki Türkiye'de reel, gerçek anlamda toplu sözleşme yapan işçi sayısı -3 işçi konfederasyonunu, TÜRK-İŞ, DİSK, HAK-İŞ'i toplayın- 700 bin civarında, 700 bini geçmez. Ama, bunda da bir sorun var. Ülke nüfusu 1980'de 40 milyon, toplu sözleşme yapan işçi sayısı 2,5 milyon. TÜRK-İŞ'in, DİSK'in ve diğer sendikalarda sendikalı, toplu sözleşme yapan işçi sayısı toplam 2,5 milyon. Ülkenin nüfusu bugün 75 milyon. Nüfus artmış, çalışan sayısı artmış ama bugün reel olarak Türkiye'de -TÜRK-İŞ, DİSK ve HAK-İŞ- toplu sözleşme yapan işçi sayısı 600 bin, 700 bin civarında ve bunun önemli bir bölümü de kamuda, devlette yani özel sektörde çok az. Demek ki genel anlamda bir sorun ve bir sıkıntı var. Bunda sendikaların payı var, sendikaların kusuru var ama -esas neden- özellikle 12 Eylül 1980 Yasası'nın getirmiş olduğu örgütlenmenin önündeki engeller ve yasakların uzun bir süre devam etmesi, 2821, 2822'nin yürürlükte olması ve yüzde 10 baraj sisteminin devam etmiş olmasından dolayı Türkiye'deki sendikalaşmanın önünde ciddi engeller ve yasaklar var. Bunu, 2012 yılında, 2013 yılında yapılan düzenlemelerle kısmen kaldırdık ama hâlen daha yüzde 1 barajı devam ediyor. Bu nedenle, işçilerin örgütlenmesinin önündeki yasakların ve antidemokratik uygulamaların Çalışma Bakanlığı tarafından ortadan kaldırılması gereken önemli görevler olduğunu düşünüyorum.
Sayın Bakan, önemli sorunlardan bir tanesi de, sendikal hareketin önündeki engellerden bir tanesi grev ertelemeleri ve grev yasakları. Şimdi, düşünün: Paşabahçe cam grevi millî güvenlik gerekçesiyle erteleniyor veyahut da Kocaeli'deki lastik fabrikalarında çalışan işçilerin millî güvenlik gerekçesiyle grevleri erteleniyor. Ya, bir Allah'ın kulu çıksın, bana desin ki: "Paşabahçe'deki cam grevinin millî güvenlikle bir ilgisi var." Yani, cam üretmiş, bardak üretmiş, çanak çömlek üretmiş bir fabrikanın millî güvenlikle ne ilgisi, ne alakası var, neden ertelenir grevi; bunu anlayabilmiş değilim. Veyahut da lastik... Kocaeli'deki lastik fabrikalarındaki grevlerin millî güvenlik gerekçesiyle, arabamızdaki otomobil lastikleriyle ilgili konu... Neden grev ertelenir, bunu anlayabilmiş değilim. Nihai nokta zaten yargıya gidiyor, yargı da bunun bir hukuksuz grev ertelemesi olduğuna karar veriyor ama ne oluyor? İşçinin ve sendikanın pazarlık marjını, pazarlık gücünü elinden alıyorsunuz. ILO sözleşmelerine de aykırı bir tutum ve davranış biçimi olduğunun bir kez daha altını çizmek istiyorum. Artık bu saatten sonra grev ertelemelerine mutlaka son verilmesi gerekiyor.
Bir başka sorun, problem mevsimlik tarım işçileri Sayın Bakan. Her yıl ne büyük acılar yaşadığımızı, ülkemizin bir bölümünden bir başka bölümüne insanların otobüs ve kamyonlar içerisinde gittiklerini ve çok büyük facialar yaşandığını hep birlikte biliyoruz ve izliyoruz. Mevsimlik tarım işçilerini bir güvenlik kapsamı içerisine almak, onların geleceğini korumak ve kollamak ve sosyal güvenlik kapsamı içerisine almak hepimizin temel görevidir. Yoksa, aile boyu faciaların yaşandığını hep birlikte izliyoruz ve görüyoruz.
Sayın Bakan, 12 Eylül 2010 yılında Türkiye bir Anayasa referandumu yaşadı ve bu referandumun içerisinde, Türkiye'nin, bu referandum kabul edildiği takdirde çok daha demokratikleşeceği, çok daha ileri gideceği, Avrupa Birliğine entegre olacağıyla ilgili önemli maddeler vardı. Bunların içerisinde sendikalara üye olmaktan tutun Ekonomik ve Sosyal Konseye varıncaya kadar... Bunlar uygulanıyor mu, uygulanmıyor mu, bununla ilgili yasal düzenlemeler yapıldı mı, yapılmadı mı; birçoğu eksik, devam ediyor. Bunların en önemlilerinden bir tanesi de -benden önce Sayın Bekaroğlu söyledi- Ekonomik ve Sosyal Konsey. Anayasa'da kabul edildi, Anayasa maddesi oldu bu. Bununla ilgili yasal düzenleme geçtiğimiz yıl içerisinde Meclise geldi fakat daha sonra geri çekildi ve en son 5 Şubat 2009 yılından beri Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantısı yapılmıyor. Bu önemlidir çünkü Ekonomik ve Sosyal Konsey toplantısında sosyal taraflar ve Hükûmet bir araya geldiğinde var olan sorunları orada münazara etmesi, tartışarak bir karar alması çok daha önemli.
Bunlardan bir tanesi de yine Çalışma Meclisinin toplanmasıdır. Bakın, iki yıl aradan sonra sizin döneminizde -23 Aralık civarında tahmin ediyorum ki- sizin Başkanlığınızda Çalışma Meclisi toplandı. Kötü mü oldu? İyi oldu, hayırlı bir iş oldu. Ama, 2004 yılından 2013 yılına kadar dokuz yıl bu organ çalıştırılmadı. Dolayısıyla, var olan organların çalışması, çalıştırılması, sosyal tarafların bir araya gelmesi, birbirini anlaması, var olan sorunların çözümü için önemli bir adım atılacağını düşünüyorum.
Taşeron sorunu önemli bir problem, yara, bizim açımızdan büyük bir cerahat. Bunun kamuda, özel sektörde de kaldırılması için hep birlikte mutlaka elimizden gelen bütün çalışmayı yapmamız gerekiyor.
Kayıt dışı istihdam önemli bir sorun. AKP'li milletvekili arkadaşımız söyledi, yüzde 34 civarında ama bu, tabii, resmî olanlar, merdiven altındaki kayıt dışı istihdamın da çok büyük boyutlarda olduğunu hepimiz biliyoruz ve istemiyoruz.
Önemli sorunlardan bir tanesi de göçmen işçiler. Evet, 2,5 milyon Suriyeli kardeşimiz geldi, şimdi yine gelmeye devam ediyor, önemli bir problem. Türkiye'nin zaten işsizlik sorunu, TÜİK'in resmî veyahut da resmî olmayan rakamlarına göre yüzde 10'un üzerinde, önemli bir işsizlik rakamı varken biz tabii ki gelen göçmen işçilerin dışarıda kalsınlar... Zaten bir şekilde, özellikle tekstilde, kundurada, sanayi sitelerinde çocuk işçilerin çalıştırıldığını, günlük 10 liraya, 15 liraya çalıştırıldığını, o iş yerlerinde yatıp kalktıklarını, karın tokluğuna çalıştıklarını, insani olmayan koşullarda istihdam edildiklerini biliyoruz. Bunların kayıt altına alınması mutlaka gerekir.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, ek süre veriyorum.
Buyurun.
MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.
Ama, bununla ilgili de özellikle bizim kendi yurttaşlarımızı, kendi genç işçilerimizi kapsam dışında bırakacak, onları işsiz bırakmayacak birtakım önlemlerin de mutlaka alınması gerekir.
İşsizlik Sigortası bizim açımızdan önemli, işçi ve işveren payından kesilerek oluşan bu paranın 94 milyara kadar gelmesi önemli. Ama, iktidarın bunu kâğıt üzerinde kullandığını, sıcak para olarak kullandığını da biliyoruz. Fakat en önemli meselelerden bir tanesi buradaki kaynakların geçtiğimiz yıllarda... Kalkınma Bakanlığına da biz bunu sormuştuk, yaklaşık 10-12 milyar liranın özellikle GAP'ta kullanıldığını... GAP, bizim için önemli bir projedir, doğrudur. Ama, oraya kaynak aktarılırken bunu İşsizlik Fonu'ndan değil, devletin kendi bütçesinden kullanmasını ve İşsizlik Fonu'ndaki kullanma biçimlerinin, özellikle yararlanma biçiminin mutlaka bir kez daha gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyoruz.
Emekliler, önemli bir sorun. 11 milyon emekli var Türkiye'de. Şimdi, siz emeklilerle ilgili 100 lira, 200 lira gibi bir iyileştirme yaptınız ama bu yeterli değil. Özellikle 11 milyon emekliyi ilgilendiren beklenti, esas mesele iyi bir intibak yasasının yapılması ve intibak yasasıyla gerçekten emeklilerimizin insanca hayatlarını sürdürebilecekleri... Yirmi yıl, yirmi beş yıl, otuz yıl çalışıyor, prim ödüyor, aldıkları emekli maaşları insanca bir yaşama yetmediği için ister istemez ek bir iş yapmak zorunda kalıyorlar, büyük çoğunluğu da çocuk okuttuğu için ve ev kiraları nedeniyle büyük bir geçim sıkıntısı çekiyorlar. Başka bir iş yaptıkları için Sosyal Güvenlik Primi ödüyorlardı, onu geçtiğimiz hafta yapılan çalışmayla kaldırdık. Önemli bir kazanımdır ama emeklilerimizin gerçekten çok zor koşullar altında olduğunu da, bir intibak yasası beklediklerini de söylemek istiyorum.
Yaşa takılanlar sorunumuz var, önemli bir sorun. Bu insanlar gerçekten 3.600 gün prim ödeyerek emekli olmak isteyen insanlar değil Sayın Bakan, yaşa takılanların önemli bir bölümü 6.000 gün, 7.000 gün, 8.000 gün, 9.000 gün prim ödemişler ama maç başladıktan sonra oyunun kuralları değiştiği için emeklilikten faydalanamıyorlar ve sosyal güvenlik hizmetlerini alamadıkları için çok büyük bir mağduriyet yaşıyorlar.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Yaşa takılanların Sosyal Güvenlik Kurumuna da büyük bir yük getireceğini biliyorum, biliyoruz ama onların da mağdur edilmemesi için mutlaka yaşa takılanlarla ilgili bir düzenlemenin yapılması gerektiğini düşünüyorum.
BAŞKAN - Lütfen toparlayalım.
MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, toparlıyorum.
Sayın Bakan, 2005 yılında dönemin Sağlık Bakanı Recep Akdağ Erzurum'da Şifa Hastanelerinin temelini attı. Bugün Türkiye'nin birçok yerinde Şifa Hastaneleri de var, buna benzer birçok hastane var. Ben kişisel olarak eğitimin ve sağlığın bir kamu hizmeti olduğunu düşünüyorum ve özelleştirilmesine de, özel hastanelere ve özel eğitim sistemine prensip olarak karşıyım. Ama, mademki bir serbest piyasa varsa, mademki bir pazar ekonomisi uygulanıyorsa isteyen insanlar çocuklarını özel okullara gönderebilirler, özel hastanelere gönderebilirler. Ama, Türkiye'de özellikle sağlık ve eğitim sisteminin gittikçe özelleştirildiğini, parası olanların sağlık hizmeti aldığını, parası olanların çocuklarını özel okullara gönderdiğini, özellikle bu dershane sistemiyle birlikte bu noktaya geldi... Bir taraftan özel hastane açarken ve burayı teşvik ederken, destek verirken şimdi özel hastanelerin kapatılmasıyla ilgili birtakım kararların alındığını duyuyorum. Özellikle Sosyal Güvenlik Kurumunun sizin talimatınızla Şifa Hastanelerinin, 10 ilde 21 hastanenin... Önemli hastaneler bunlar, önemli hizmet yapan hastaneler bunlar. İzmir'de Basmane'de, Karşıyaka'da, Menderes'te, Torbalı'da buna benzer yerlerde de bu tip hastaneler var. Ama sizin talimatınızla şimdi bu 21 hastane sosyal güvenlik kapsamının dışına çıkartıldı. Bunu çok doğru bulmuyorum, çok adaletli bulmuyorum. Yani, sizin kendi içinizde bir iktidar yarışı, bir başka yarış olabilir ama sonunda orada çalışan onlarca, yüzlerce hekim ve onlarca, yüzlerce çalışan insan var. Bir anda sizin almış olduğunuz bu kararla bu Şifa Hastaneleri kapatılıyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum Sayın Başkan.
Orada görev yapan hekimler ve hastalar, hasta bakıcılar ve çalışanlar önemli bir mağduriyet yaşıyorlar. Dolayısıyla, bunun bir kez daha gözden geçirilmesini talep ediyorum ve istiyorum.
4/C'lilerle ilgili var... Elimde, sizden önceki Bakan Sayın Faruk Çelik'in sendikalarla yapmış olduğu bir protokol var, 4/C'lilerin kadroya alınmasıyla ilgili imza altına alınan bir protokol var. Bu protokol çerçevesinde 4/C'lilerin kadroya alınmasıyla ilgili son durum nedir, onu da öğrenmek istiyorum.
Sözlerimi şöyle bitirmek istiyorum Sayın Bakan: Dünkü olay bizim hiçbirimizin tasvip edebileceği bir iş değildir. Ama, size bir şey söyleyeyim samimi olarak: 2009 yılında bir başka siyasi partinin genel başkanıyken söylemiş olduğunuz sözler de var. Bunu sizi incitmek veyahut da tekrar etmek anlamında söylemiyorum. Zaman zaman siyasetçiler, politikacılar dönem dönem bazı şeyler söyleyebilirler. Bir süre geçtikten sonra o söylenilenlerin belki bir kıymetiharbiyesi kalmamış olabilir veyahut da unutulmuş da olabilirler ama ben şuna çok inanıyorum: Hazreti Ali'nin bir sözü var, diyor ki: "Söz ağzınızda ise o söz sizin esirinizdir ama söz ağzınızdan çıktı mı siz o sözün esirisiniz." Dolayısıyla, zaman zaman bizler siyasetçiler olarak dönem dönem bu sözleri söylüyoruz. O nedenle, ağzımızdan çıkan cümleleri, sözleri bir değil, bin defa düşünüp öyle söylememiz gerek, her seferinde onlar bizim önümüze konulur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen toparlayın.
MUSA ÇAM (İzmir) - Toparlıyorum.
Dün oradaki Genel Kurulda DİSK yönetiminin, DİSK üyelerinin size karşı herhangi bir şeyi yok ama şunu söylemek istiyorum: Sayın Cumhurbaşkanı, Başbakan olduğu dönemde miting yaptığı alanlarda aynen şunu söyledi... Hiçbirimiz, bu salonda bulunanlardan hiçbirimiz ne kimliğimizi ne mezhebimizi ne inançlarımızı seçmedik arkadaşlar. Kimimiz Kürt doğduk, kimimiz Türk doğduk, kimimiz Alevi doğduk, kimimiz Süryani doğduk, kimimiz başka mezheplerden doğduk arkadaşlar. Bu bizim onurumuz, bu bizim şerefimiz. Hangi etnik kimliğe, hangi mezhebe sahip olursak olalım, onlar bizim onurumuzdur. Ama dönemin Başbakanı ve Cumhurbaşkanı miting alanlarına çıkıp, "Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanını biliyorsunuz; Dersimli, Tuncelili, Kürt ve Alevi." deyip miting meydanlarından yuhalattı. Bir başka partinin genel başkanına da "Zerdüşt" denildi, şu denildi, bu denildi. Toplumun bu kadar bölündüğü, parçalandığı bir yerde bunların olmaması gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Çam, lütfen...
MUSA ÇAM (İzmir) - Dolayısıyla, dün de orada bir şekilde işten atılan, mağdur olan, haksızlığa uğrayan insanların tepkisini o şekilde algılamak lazım. Sizinle yakından ve uzaktan bir ilişkisi yok ve DİSK Genel Başkanı Sayın Kani Beko da olayın susturulması için elinden gelen bütün çabayı ve gayreti gösterdiler. Ama bizlerin siyasetçiler olarak buna hep alışkın olmamız gerekiyor, sürekli alkışlara, sürekli methiyelere değil, bu tip tepkilere de alışkın olmamız gerekir diyorum.
2016 yılı bütçesinin hayırlı ve uğurlu olmasını diliyorum. Başarılar diliyorum.