| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2016 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı (1/529) ile 2014 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/297) a) Millî Eğitim Bakanlığı b) Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı c) Yükseköğretim Kurulu ve üniversiteler |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 1 |
| Tarih | : | 11 .02.2016 |
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Sayın Bakan, değerli Komisyon üyeleri, değerli basın mensupları, bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sayın Bakanın sunumunu dinledik, gönderdikleri dokümanları da inceledik. Çok önemli rakamlar var, bu rakamlarla ilgili arkadaşlarımız düşüncelerini ifade ettiler. Belli ki AKP Hükûmeti millî eğitim konusunda birtakım şeyler yapıyor, okullar açıyor, öğretmen kadroları atıyor, gayretler var. Fakat, arkadaşlarımız da ifade etti, işte eğitim sistemiyle ilgili sanıyorum on üç yılda 9 defa daha değişiklikler yapıldığına göre hâlâ arayışlar devam ediyor.
Şimdi, ben birkaç tane konuya dikkat çekmek istiyorum, arkadaşlarımızın üzerinde durmadığı. Yanınızda YÖK Başkanı var. YÖK, bildiğimiz gibi 12 Eylülün vesayet kurumlarından biri. Sizin Hükûmetiniz de vesayet ve vesayetçilerle mücadele ede ede iktidara geldi. Ama kendisi iktidara geldikten sonra vesayet kurumlarından şikâyet etmez oldu. Daha da vahimi, mesela Cumhurbaşkanlığı da bir şekilde vesayet kurumu olarak kurgulanmıştır. Şimdi, yetkileri yetmiyor, daha fazla yetkiler talep ediliyor, başkanlık sistemi isteniyor.
Değerli arkadaşlarım, elbette her devlet, yetiştirdiği nesillere, gençlere ortak değerleri aktarmak ister. Yani biz milletiz, bu topraklarda yaşıyoruz, tasa da kıvanç da bir, dolayısıyla bu ortak değerleri aktarmak isteriz. Bunda hiçbir anormallik yok ama demokratik bir devlet, kimlik, inanç ve yaşam tarzı dayatmaz. Devletin imkânlarını kullanarak millî eğitimini, radyosunu, televizyonunu, diyanetini kullanarak demokratik bir devlet hiçbir şekilde kimlik, inanç ve yaşam tarzı dayatmaz, bu yanlış bir şey. Fakat Türkiye'de devlet öteden beri, hep eleştiriyoruz ve özellikle izliyorum birkaç aydan beri Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetini, sürekli olarak tek parti dönemine göndermeler yapıyor. Tek parti dönemi bitti değerli arkadaşlarım. Türkiye 1946'da ama esasen 1950'den bu yana çok partili demokratik sistemle idare ediliyor ve demokrasi arıyor. Zaman zaman kesintiler oldu, en önemli müdahale de 12 Eylül. Şu anda konuştuğumuz sistem de 12 Eylül sistemidir. Vesayet sistemi 1960'da başladı. 1960'da denge kontrol mekanizmaları olarak düşünülen kurumların bir kısmı bir süre sonra vesayet kurumlarına dönüştü. Ama bunları esasen 12 Eylül Anayasası tahkim etti ve bu Anayasa devam ediyor. Bu Anayasa'da, otoriter, merkezî bir devlet var, bütün imkânlar, para, zenginlik, ihale, mevki, makam, karar, her şey merkezî hükûmette toplanmıştır. Bu hükûmetin, merkezin eliyle iktidara gelenler bu imkânları kullanıyor.
Şöyle bir iktidar mücadelesi var Türkiye'de, devleti ele geçirme mücadelesi var. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin ya da AK Partisinin kurucu babaları, devletin bu vesayet yapısından en çok rahatsız olan insanlardı. Şimdi geldiler, devleti ele geçirdiler ve devletin imkânlarını, o vesayet kurumlarının hiçbirini sorgulamadan alabildiğine kullanıyorlar. Bunlardan bir tanesi de YÖK'tür, alabildiğine kullanıyor. Ben çok iyi hatırlıyorum eski Cumhurbaşkanının, bazı milletvekili arkadaşlarımızın işte 21'inci dönemde, 20'nci dönemde kürsüye çıkıp bu vesayet kurumlarını sorguladıklarını, işte rektörlerin çok oy alan arkadaşlarımızın yerine az oy alan rektörlerin atanmasını eleştirdiklerini hatırlıyorum, Sayın Abdullah Gül'ün konuşmalarını hatırlıyorum ama aynı şeyleri yapmaya devam ediyorlar. Bu şunu gösteriyor: Adalet ve Kalkınma Partisi, sorgulamış olduğu iktidarı ele geçirdi. Hiçbir şekilde bu iktidarın değiştirilmesiyle, dönüştürülmesiyle ilgili, demokratikleştirilmesiyle ilgili bir şey yapmadı.
Şimdi, Sayın Bakanımızın sunumunun ilk başında önemli şeyler söyledi, "eşitlik ilkesi" dedi, yasakçı uygulamalardan, arındırılmadan söz etti. Fakat, eğitimin, gerçekten bu eleştirel aklı ortaya çıkaran, bu özgürleştirici yanından hiçbir şekilde söz etmedi. Daha evvel de böyleydi değerli arkadaşlar ve bunlardan şikâyet ediyorduk. Devlet bir kimliği, yaşam tarzını dayatıyor. Devletin imkânlarını kullanarak aynı şeyi şimdi siz yapıyorsunuz. Demokratikleştirmeyi düşünmediniz.
Okullar, ilkokuldan başlayarak, anaokulundan başlayarak üniversiteler... Belli bir kimliği, belli inançları, yaşam tarzını öğreten, öven, ondan yana tavır alan, devletin böyle okulları olamaz. Devletin okullarının yapacağı şey... Elbette çağdaş bilgilerle donanacak insanlar yetişecek, elbette ortak değerlerimizi de aktaracak ama özgürleştirici bir eğitim söz konusu olması gerekir ve eleştirel akıl...
Sayın Bakanım, Veysel Vedat'ın "Son İbrahim" şiirini hatırlarsınız, değil mi? Nasıl putlar kırardı Son İbrahim. İşte böyle nesiller yetiştirilmesi gerekiyor. Bu hiç aklınıza gelmiyor. Kırk sene öncede kaldı Son İbrahim.
Sayın Bakanım, bu konuyu çözmezsek eğer biz, Türkiye, bu Meclis -işte anayasa var önümüzde- bu devletin demokratikleşmesi konusunu önümüze almazsak, devleti ele geçirme yarışı değil de devleti demokratikleştirme yarışına girmezsek biz bu konuda hiçbir şey yapamayız. FATİH Projesi de yapsak, başka proje de yapsak bir şey yapamayız çünkü, eleştirel akıl gelişmez, özgürleştirici bir eğitim olmaz. Dolayısıyla, herkes devleti ele geçirmeye çalışır, imkânları ele geçirmeye çalışır. Buradan kutuplaşma çıkar, buradan çatışma çıkar, gerginlik çıkar ve iç savaşa doğru gideriz, aman Allah!
Şimdi başka bir konuya da değinmek istiyorum. Sayın Bakanımız rakamlarla özelleştirmeyi nasıl teşvik ettiklerini, özel okulları nasıl teşvik ettiklerini anlattılar. Özel okullara kimler, nasıl öğrenci gönderebiliyor, az çok biliyoruz. Ben İstanbul Milletvekiliyim ve varoşlarda çalışıyoruz. Millî Eğitimin okullarına gidiyorum değerli arkadaşlarım, Sayın Bakanım. Öyle okullar var ki 1.500 öğrencisi var, 1 müdür ve müdür yardımcısı. Bazen müdür yardımcısı da yok, hiçbir eleman yok; bir hizmetli, kaloriferi yakacak, o salonları, yolları temizleyecek hiç kimse yok. Belediye gelirse temizliyor ya da temizleyemiyor.
NURETTİN DEMİR (Muğla) - İstanbul'da değil mi bu? Van'ı manı sormayalım zaten.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - İstanbul'dan söz ediyorum, İstanbul'un varoşlarından. Okul aile birlikleri, aralarında topladıkları paralarla müstahdem hizmetli şey yapıyorlar. Şimdi kara kara düşünüyorlar: "Asgari ücret 1.300 liraya çıktı, ne yapacağız, nasıl bunu halledeceğiz?" İstanbul'dan söz ediyorum Sayın Bakanım, Bağcılar'dan söz ediyorum, Esenyurt'tan, Arnavutköy'ün okullarından söz ediyorum. Siz de biliyorsunuz bu okulları.
İşte "engelli yurttaşlar" filan dediniz. Ben o okullara gidiyorum, geziyorum, sırtında bedensel engelli çocuğunu 3'üncü kata çıkaran insanlar, veliler görüyorum Sayın Bakanım. Dolayısıyla, yani eşitlik ilkesinden söz ediyorsunuz, eşitlik ilkesi, yasakçı uygulamalardan söz ediyorsunuz ama maalesef bu konularla ilgili çok fazla da bir şey yapılmıyor. Toz pembe gösteriyorsunuz. Bize sorunları tanımlamadınız "Millî Eğitimin şöyle sorunları var." falan demediniz. "Her şey çok güzel oldu." dediniz on sene içinde. On sene içinde her şey zaten değişti Sayın Bakanım. Dünya değişiyor, bu rakamlar değişiyor. On sene önceki bütçeyle bugünkü bütçe bambaşka. Bu bütçe nereden geliyor? Kaynağı nerededir? Türkiye ne kadar borçlandı? Bunları hiç sormuyorum. Ama sorunları görmezseniz, tamamlamazsanız toz pembe rakamlarla, istediğiniz kadar rakamlarla yanıltabiliriz, kendimizi de kandırabiliriz rakamlarla. "Ben neymişim, neler yapmışım." diyebiliriz.
Sayın Bakanım, bir küçük konudan da söz edip -bunu örnek olsun diye söyleyeceğim- ondan sonra ben fazla vakit almadan konuşmamı bitireceğim. Açılış konuşmanızda "Eğitim müfredatındaki antidemokratik ifadeleri ayıkladık." diyorsunuz. Yani gerçekten buna inanıyor musunuz, ayıkladınız mı? Kitaplara baktınız mı, eğitim materyallerine baktınız mı? Eğitim materyallerinde dünya kadar antidemokratik maddeler var, ayrımcı, hatta nefret söylemi yayan, saçan maddeler var, konular var. Dolayısıyla, bu konuda da bizi yanılttınız Sayın Bakan.
Başka bir şey daha... "Farklı dil ve lehçelerde eğitimin önünü açan düzenlemeler" eğitim falan değil yani burada da yanıltıyorsunuz. Yani farklı dil ve lehçelerde önce TRT'de yayın yapılmasını, sonra da seçmeli ders olarak koydunuz ama farklı dil ve lehçeler dediğimiz zaman... Farklı dilde diyemiyoruz, ana dilde diyemiyoruz işte; Lazca, Gürcüce, Boşnakça, Kürtçe diyemiyoruz, bu şekilde anlatıyoruz. Ama bunlarla ilgili ne yaptınız, neler yapıyorsunuz? Evet, böyle bir şey getirdiniz ama hiçbir kolaylık getirmediniz. Ben size örnek vereyim, mesela Lazca'dan şey yapayım: Rize'nin Lazca konuşan ilçeleri var; Ardeşen, Fındıklı; Artvin'de Arhavi, Borçka, Hopa, burada seçmeli dersler açtılar. Bakın, siz seçmeli ders yaptınız ama seçmeli dersi verecek öğretmen yetiştirmiyorsunuz ki hiçbir üniversitenizde. Bir tek Mardin Artuklu Üniversitesinde Kürtçe dersi verebilecek tezsiz yüksek lisans programı açıldı, açan arkadaşın da başına gelmeyen kalmadı, şu anda burada milletvekili. Böyle bir şey yapmıyorsunuz ki.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Yani sözde "mış" gibi yaparak, "Evet, biz yaptık." yani "Biz yapıyoruz." gibi görünerek demokrasi gelmez.
(Oturum Başkanlığına Başkan Süreyya Sadi Bilgiç geçti)
BAŞKAN - Sayın Bekaroğlu, ilave süre vereceğim, lütfen toparlayalım.
MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Bitireceğim.
Hak ve özgürlükler böyle dolanarak falan olmaz yani bu demokrasinin en temel şeyi açık olmaktır. Yani yapıyormuş gibi görünerek, "Verdik." gibi görünerek, "Efendim, biz Kürtçe TRT Şeş'i açtık ama hiçbir yasal altyapısını koymadık." Yarın başka bir yönetim gelse bunları ortadan kaldıracak. Dolayısıyla, demokrasi bir bütündür, bütüncüldür. Bir tarafını yaptık, bir tarafını yapmadık şeklinde olmaz ve demokrasi bir kültür meselesidir, bu da eğitimden geçiyor. Bu iş için de gerçekten özgürleştirici... Şöyle ya da böyle nesiller yetiştirmek değil... "İşte, biz dindar nesil yetiştiriyoruz, şu şekilde nesil yetiştiriyoruz." Böyle olmaz. Özgürleştirici bir eğitim ve gerçekten eleştirel aklı geliştirebilecek bir eğitime ihtiyacımız var, buna kafa yormak lazım. Elbette verdiğiniz rakamlar güzeldir, bunlar da tartışılabilir. "Norm kadroda yüzde 93-95'i doldurduk." diyorsunuz, sanki Türkiye'de öğretmen açığı kalmamış, yüzde 7 kalmış, her şeyi halletmişiz gibi, öyle değil yani. Norm kadroyu da siz koyuyorsunuz. Netice itibarıyla gerçekten çağdaş bir eğitim kaç kişilik sınıflarda hangi nitelikli öğretmenlerle olacak, bunlar bellidir. Dolayısıyla, rakamları verirken nitelikleri de konuşmamız gerekir diye düşünüyorum.
Teşekkür ederim.