KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakan, tekrar görevinizde başarılar diliyorum, hayırlı olsun, bütçemiz de hayırlı olsun diyerek sözlerime başlıyorum.

Sayın Bakan, ben de yıllarca okullarda yöneticilik yapmış birisi olarak eğitimin içinden geliyorum ve sizinle pek çok sorunumuzu paylaştık, sağ olun yardımcı da oldunuz, sonuçta özgürlükçü bir bakış açınız olduğunu çok iyi biliyorum ve çoğulculuğa da inandığınızı da çok iyi biliyorum. Ancak bulunduğunuz kurum devletimizin o katı anlayışının tezahürlerinin hâlâ çok etkin bir şekilde bulunduğu bir kurum. Hani "Darbe anayasasından arınma" diye bir şeyden bahsediyoruz ya veya o tekçi, dar kalıpçı bir anlayışın bütün tezahürleri kurumunuzda da var. Halbuki çok daha efektif çalışılabilecekken çok bürokratik, sert, bazen köşelere çarpıyoruz. Halbuki "Bu kadar da olmaz" dediğimiz pek çok nokta oluyor, eminim siz de yaşıyorsunuzdur. En basit örneğini söyleyeyim: Talim ve Terbiye. Ya, adı hâlâ "Talim ve Terbiye" olan bir kurumunuz var yani sanki kışladayız. Ya, neden bu isim değişmez? En azından şunun ismini değiştirsek. Bakın, darbeden arınmak demek bu, öyle değil mi? Gidiyoruz Talim ve Terbiyeye müfredat götürüyoruz. Talim ve terbiyede yani adından bile korktuğumuz bir şey, sonuçta duvarına çarptığınız bir mesele. "Talime ve terbiyeye uyacak mıyız acaba, askerî nizama uyacak mıyız?" diye düşünüyoruz. Çünkü öyle bir alışkanlık var. Şunun ismini değiştirerek başlayamaz mıyız, bu darbe veya ne bileyim, o dar kalıpçı anlayıştan sıyrılamaz mıyız? Aslında bir örnekle başladım ama bugün toplumda, toplumsal alanda çatışma yaşadığımız her alana bakın Sayın Bakan -hani polarizasyon diyoruz ya, kutuplaşma diyoruz ya- bunun karşılığını eğitim sistemimizde görürsünüz. Yani eğer ki bizim eğitim sistemimiz demokratik bir eğitim sistemi olsaydı Türkiye de demokratik bir ülke olurdu. Yani eğitim sistemimiz demokratik olmadığı için Türkiye de demokratik bir ülke değil ve toplumsal çatışma alanlarının hepsine bakın, eğitim sisteminde bunun karşılığını görürsünüz. Mesela pek çok raporlar açıklanıyor bu anlamda, mesela "Eğitim sisteminde şu sorun var -atıyorum, din meselesinde diyelim ki- çoğulcu bir anlayış yok, etnik mesele, tekçi bir anlayış var." Bütün bunların karşılığını toplumda da görüyorsunuz. Yani birtakım kesimler yüceltiliyor, bazıları yok sayılıyor eğitim sisteminde, aynı şekilde toplum içinde de yok sayılan kesimler, ötekileştirilen, ayrımcılığa uğrayan kesimler de yok sayıldıkları için şu anda polarizasyonu ve kutuplaşmayı yaşıyoruz. Bu kutuplaşmayı bitirmek Sayın Bakan, Bakanlığınızın elinde. Bakın, 4 kuşak kaybettik. Benim dedemin kuşağı, babamın kuşağı, benim kuşağım ve bir alt kuşak şu anda demokratik olmayan bir eğitim sistemiyle eğitildi, bari 5'inci kuşağı kazanalım. Siz demokratikleşme adımını başlatırsanız ülke de rahatlar. Reformlar eğitimden başlamalı, çocuklardan başlamalıyız. Çünkü yeni kuşaklara bakıyoruz, birbirlerini linç etmeye hazır kuşaklar olabiliyorlar. Bir yanda linççi galeyanlar söz konusu olabiliyor. Ama çocuklar tertemiz, biliyorsunuz, onları kirletmemeliyiz; yani, bu ayrımcı, nefret söylemlerinden artık arındırmalıyız. Bu yönde pek çok adım attınız ama daha emekleme aşamasındayız, o kadar gerideyiz ki bu anlamda.

Sayın Bakan, çözüm olarak çoğulcu bir müfredatı öneriyorum. Tevhidi tedrisattan vazgeçmemizi öneriyorum. Ama bunlar çok radikal. Talim ve terbiyenin ismini değiştirip ya da komple lağvetmenizi öneriyorum. Ayrımcı ifadenin ayıklanmasını... Bakın, Tarih Vakfı 2'nci bir çalışma yaptı, elinize geçmiştir mutlaka, bir bölüm ayıkladınız ama hâlâ Türkiye'de var olan, binlerce yıldır var olan pek çok unsur ayrımcı ifadelerle yalnızca geçiyor. İşte, "Ermeni arkamızdan hançerledi, Kürt Teali Cemiyeti." Bu kadar geçiyor. Yani tarih anlayışımızda bile, sanki bu toprakta yalnızca Türk vardı, hiçbir çoğulculuk yoktu, başka inançlar yok, yok sayılanlar hâlâ yok sayılmaya devam ediliyor. Bu yönde bazı iyi niyetli girişimlerimiz var ama son derece yetersiz. Radikal bir değişikliğe ihtiyaç var. Çünkü en son ihtiyacımız olan şey Sayın Başkan, matematik tabii ki önemli, PISA'da yükselmemiz lazım, fen önemli ama ekmekten çok, sudan çok barışa ihtiyacımız var, toplumsal barışa ihtiyacımız var, bu da sizin Bakanlığınızın elinde. Siz bu adımları atarsanız toplum da rahatlar ve demokratikleşme çocuklardan başlar demeliyiz. Bizim kuşaklar hastalanmış kuşaklar bence, iyileşmeleri çok zor, bari yeni kuşakları hastalandırmayalım. Mesela bir örnek olarak söyleyeyim, Rahmetli Hrant Dink'in bir hayalidir, bir yazısında da belirtmiştir, "Ya şu topu Ali ne zaman Hrant'a veya Agop'a atacak?" Hani, Hrant Dink'in bir rüyasıydı. Niye bunu gerçekleştirmedik Sayın Bakan? Şu topu Ali bir kere de Hrant'a veya Agop'a atsa veya Berfin'e atsa ne olur? Bu hayali söyledi. Ben söylemekten gerçekten çekiniyorum ama bu hayalleri gerçekleştirelim, çoğulcu bir dille olsun. Bu topraklarda, mesela, ben okurken lisede arkadaşlarım gelirdi yanıma, "Siz nereden geldiniz?" derdi bana, "Ermeniler, ya, siz nereden geldiniz kardeşim?" derdi. Hiç kimse bilmiyordu ki Ermeniler bu toprakların kadim halklarından bir tanesi. Çünkü onlara öğretilen tek şey "Ermeni arkamızdan hançerledi." Başka bir şey yok. Bir arada yaşama iradesi, birlikte yarattığımız kültür ortak kültürümüz, ortak değerlerimiz, bütün bunlarla ilgili bir farkındalık yaratmak sizin elinizde Sayın Bakan. Çoğulcu olduğumuzu, çok kültürlü, çok kimlikli olduğumuzu ama hepimizin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma onurunu da sonuna kadar yaşayabileceğimizi öğretmek sizlerin elinde, Bakanlığınızın ve bürokrasinizin elinde. Mesela Sayın Ömer Faruk Yelkenci gibi liberal anlayışta bir özel okullar genel müdürünüz var. Sağ olsun, bizim okullarımıza çok faydaları oldu. Bürokrasimizin böyle özgürlükçü bakışa, çoğulcu bakışa sahip bürokratlardan oluşması gerekliliği var. Umarım ki çoğunluğu o şekilde değişiyordur, sizin bakışınızın hâkim olması gerekir bürokrasinize.

Mesela, ana dilli temelli çok dilli eğitim konusunda bilgi son derece düşük. Ama siz çok iyi biliyorsunuz. Bakın, bizler azınlık okullarında ana dili temelli çok dilli eğitim yapıyoruz. Bakın, ben Türkçeyi konuşuyorum, benim ana dilim Ermenice. Ben okula gittiğimde ilk olarak Ermeni okulunda yalnızca Ermeniceyle okul öncesi eğitimi aldım, yalnızca Ermenice. Sonra 1'inci sınıfa başladım, bir baktım Türkçe de var. Ermenice ve Türkçe bir arada, barış içinde kafamda yaşıyor. Sonraki sınıflara geçtim, İngilizce de geldi, hoş geldi. Çok daha kolay öğrendim çünkü ana diliyle beraber ulusal dili öğrenen bir çocuk evrensel dili çok daha kolay öğreniyor. Mesela azınlık okullarında İngilizce dersi sayısı çok daha azdır, 12 yerine 6 saattir. Ama bizdeki İngilizceler daha iyidir. Mesela ben bir hafta İspanya'ya gideyim, oranın diliyle hemen hemhal olabilirim. Çünkü dili öğrenmeyi öğrenen bir çocuk yeni dilleri çok daha kolay öğrenir. Mesela İngilizceyi niye bu kadar zor öğrendiğimizi veya Kürt illerinde niye İngilizce bu kadar geri veya niye pedagojik değil? "2 Dil 1 Bavul" filmini izlemişsinizdir. Oradaki görüntülerin nasıl sıkıntılara yol açtığını çok iyi biliyoruz. Yani ana dil temelli çok dilli eğitimin öcü olmadığını, tam tersine bu ülkeye barış getireceğini, bu ülkede herkesin hem ulusal dili... Yani Türkçe öğrenmemek değil yani. Öyle bir korku yaratılır ya, ana diliyle başlarsa ulusal dili öğrenemez diye bir korku yaratılır. Öyle olmadığının bilincini önce siz vermelisiniz, bunun öcü olmadığının ve Türkiye'de dillerin, ana dillerin de yaşayabileceğini, ulusal dilin de, evrensel dilin de bir arada kardeşçe yaşayabileceğini kafamızda bu bilincini yaratmak anlamında bir adım atmanızı bekliyoruz Sayın Bakanım. Bakın, ben Anayasa Uzlaşma Komisyonundayım, tartışmaya başladık. Şimdi bazı partiler kırmızı çizgilerle geldiler çünkü kafalarında öcüler var. Oysaki bu kırmızı çizgileri dünya çoktan aştı, biz emekliyoruz. Dünyanın otuz yıl, elli yıl önce çözdüğü meseleler konusunda biz hâlâ kırmızı çizgi noktasındayız. Ama cesarete ihtiyacımız var ve bu konuda evrensel örnekler de var. Bu örnekleri ülkemize de tanıtıp bu konuda adımlar atabiliriz.

Sayın Başkanım, çok uğultu var salonda, müdahale eder misiniz?

BAŞKAN - Evet, biraz daha sessiz servis yapabilir miyiz acaba?

GARO PAYLAN (İstanbul) - İsterseniz ara verelim, ben bu şekilde konuşmak istemiyorum.

BAŞKAN - Tamamdır, dikkat edilecek, lütfen siz devam edin.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tamam.

Herkes duysun diye Sayın Bakanım, sağ olun, dikkatle dinliyorsunuz, teşekkür ederim.

Şimdi hemen azınlık okullarına gelmek istiyorum. Sağ olun, farkındalıklarınız yüksek ve pek çok konuda palyatif adımlar atıldı, sağ olun. Ama temel bir sorunumuz var, biliyorsunuz. Şimdi "Lozan" deniliyor. Ben inanın bunu söylemekten utanıyorum. Çünkü ülkemin uluslararası çerçevede bana haklarımı vermesini söylemekten hicap duyuyorum. Doksan üç yıl geçti değil mi Lozan'ın üzerinden? Doksan üç yıl geçti, evet ve bunu söylemekten hicap duyuyorum "Niye ben Lozan'ı referans vereyim?" diye ama maalesef orada o haklar tarif edilmiş ve hâlâ iç hukuku yaratılmamış. Yani doksan üç yıldır Lozan'ın... Yaratılmasın zaten, Lozan'ı da bir kenara koyalım, benim ülkem, benim devletim, benim Millî Eğitim Bakanım bu konudaki iç hukukunu yaratmamış, azınlık okullarının ve azınlık okulları gri alanda kalmış.

Ömer Faruk Bey çok iyi biliyor. Ne devlet okuluyuz ne özel okuluz. Sağ olun, mesela geçen sene destekten bizi de faydalandırdınız ancak başımıza öyle bir bela verdiniz ki Sayın Bakan, parayı verdiniz ama şimdi maliye bizim peşimizde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Ek süre veriyorum.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Beş dakika verin de uzamasın Sayın Başkanım.

Ya ensemizde boza pişiriyor "Siz gelir elde ediyorsunuz, iktisadi teşekkül olacaksınız." diye çünkü statümüz yok. "Özel okul" diye saydığınız için o çerçevede, bizi şimdi maliye gelmiş İktisadi teşekkül olacaksın, fatura keseceksin." diye. Bizim varlık sebebimiz, azınlık okulu olmamız ve vakıf okulu olmamız. Biz parayla öğrenci okutmuyoruz ki. Velilerimiz de yapabilirse bağış yapıyor ama devlet de yardım yapacaksa farklı bir statüyle yapmalı. Yani bizim bir statümüz olmalı Sayın Bakan. Bu yasayı ivedilikle sizden bu dönemde bekliyoruz. Maliye Bakanımız da belki kısa vadeli olarak o konuda ön açar ama esas çözüm statünün olması ve hâlâ, bakın, Sayın Bakan, bir müdür yardımcılığı meselemiz var, biliyorsunuz. Yani müdürümüz de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Biz eşit vatandaşlarsak bize bir müdür yardımcısı artık atamayın. "Mütekabiliyet" diyeceksiniz. Bakın, dün Sayın Dışişleri Bakanı dedi ki "Ben mütekabiliyet asla demiyorum, vatandaşa mütekabiliyet olmaz." dedi. Yani Dışişleri Bakanının bir çekincesi yok, o konuda rahat olun. Sizin de bir çekinceniz yoksa şunu kaldıralım. Bakın, Türkiye öncü olsun. Müdür yardımcısını koyan ilk Türkiye'dir, Yunanistan mütekabiliyeti tersten yapmıştır. Bu konuda da ilk adımı biz atalım. SYRIZA Hükûmeti de bu konuda açılımcı bir hükûmet. Yani önce siz atın, onlar utansınlar Sayın Bakan, ne olacak yani? Şurada bir avuç kalmış okullar. Bu müdür yardımcılarını çekelim, müdürümüzü de diğer bütün müdürler gibi Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıdır, ona güvendiğimizi gösterelim. Pek çok sorunlar yaşıyoruz, biliyorsunuz bu konuda. Bu kadar söyleyeyim. Mesela, bir de Suriyeli öğrenciler dediniz Sayın Bakanım. Eğer ana dili temelli çok dilli eğitim ülkemizde olsaydı ülkemize gelen arap da, Kürt de, mesela Ermeniler geliyor, Rumlar geliyor, biliyorsunuz, onlar da kendi okullarında rahatça okurlardı. Ermeni çocuklar da geliyor inanın ama bize misafir öğrenci statüsü verdiniz yalnızca. Ya, bırakın da bu çocuklar da bizim okulumuzda...

MİLLİ EĞİTİM BAKANI NABİ AVCI (Eskişehir) - Diğerleri de misafir...

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ama biliyorum da onların geleceğiyle ilgili bir hazırlık yapıyorsunuz Sayın Bakan. O çerçevede bizim de... Yalnızca Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olma gibi sınırı var. O konuda da açılım bekliyoruz sizden, anadil temelli çok dilli eğitim konusunda.

Sayın Bakan, dün Dışişleri Bakanı size bir top attı ama yanlış top attı bence, ruhban okuluyla ilgili. Ya, şimdi, bir papaz okulunun topunu niye Millî Eğitim Bakanına atıyorsunuz demedim ama size atılıyor o top. "Ruhban okulu açık değil. Niye, Millî Eğitim Bakanına sorun. Benim çekincem yok, mütekabiliyet de demeyeceğim." dedi. Ya, bir ruhban meselesi niye Millî Eğitim Bakanının konusu olsun ki. Ama bu konuda siz de ön açıcı olun madem top sizde. Artık şu ruhban okulu açılsın. Ama hicap duyarak söylüyorum, Eğitim Bakanının işi olamaz ruhban okulu ama siz de bu topu Hükûmete taşıyın lütfen, şu ruhban okulu da açılsın. Biz öncü olalım, Yunanistan'ın ayıpları varsa onun ayıbı olsun. Biz diyelim ki: Bakın, biz bu... Hatta biz bunun savunmasını yapalım, bizim ülkemiz bu konuda demokratik adımları attı; Ermeniler, Rumlar, siz utanın diyelim Yunanistan'a. Mütekabiliyeti tersten işletelim, biz onları utandıralım Sayın Bakanım ve SYRIZA Hükûmeti de bu konuda adım atmaya hazır.

Sayın Bakan, bir de zorunlu din dersi meselesi. Sanıyorum din konusunda bir müdürümüz var orada. Anayasa'yı tartışıyoruz; bu artık zorunlu olmamalı, bunu çok iyi biliyoruz. Zaten seçmeli konuda seçenler çok büyük oranda. Ve ben açıkça söyleyeyim, ortaokulda, lisede hocam beni dersten dışarı çıkarırdı "Hadi sen çık." Düşünebiliyor musunuz, 40 kişilik sınıfta sen dışarı çıkıyorsun, ayrı bir ayrımcılık; Alevi öğrenciler var, Hristiyan öğrenciler var. Bu zorunluluk artık kalkmalı. Yeni anayasa çerçevesinde bunu bir şekilde çözmeliyiz. Yani, Diyanet meselesi tabii tartışılacak ama özellikle çocuklarımıza zorunlu bir şey dayatılmamalı. Ailelerin gönüllü tercihleriyle eğitim olacaksa olmalı. Bu konuda da eminim sizin açılım öneriniz vardır, bu konuda açılımınızı da bekliyoruz.

Son olarak söyleyeyim Sayın Bakan, bu bilişim fetişi var. Bu fetiş çok yanlış, ben bir eğitimci olarak bunu gördüm. Biz de o dalgaya kapılarak "Aman bilmem ne tahta koyun, projeksiyon koyun; FATİH Projesi, tabletler dağıtın..." Ne oldu? Karşılığını alamadık, öyle değil mi? Çünkü eğitim dediğimiz şey... Ben Finlandiya'ya gittim, İsveç'e gittim, gezdim okulları. Ya, gidiyorsunuz, okulda 1 tane projeksiyon var yalnızca; 20 derslik var, 1 projeksiyon. Derse giriyoruz, biz zannediyoruz ki orada 3 boyutlu bilmem neler var, her tarafta LCD'ler, şunlar, bunlar ama yok çünkü "yaşayarak eğitim" diye bir şeyi hedef almışlar. Bu fetişten vazgeçirin Türkiye'yi. Boşu boşuna milyarlarca dolar harcıyorsunuz. Esas olan şey çocuğu marangozhaneye indirip küp yaptırmak, silindir yaptırmak, keserek, biçerek, doğrayarak, yaşayarak, laboratuvarda öğrenmesi esas olan mesele. Öyle değil mi Sayın Bakan? Bu konudaki bu fetişi... Tabii ki yardımcı bir enstrüman olarak kullanalım ama her şeyi teknolojiye bağlamayalım çünkü bunun gerisi gelmiyor, öğretmenler de zorlanıyor. Esas olan, dokunarak, yaşayarak öğrenmesi çocuğun.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Toparlayabilir misiniz?

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tabii, bir dakika daha verirseniz YÖK'le ilgili bir şey söyleyeceğim.

Sayın YÖK Başkanım, son olarak size bir şeyler söyleyeceğim. Bakın, şu bildiriyle ilgili tabii ki benim de uyarım. Ya, şu fotoğrafı ben de göstereceğim. Terörle mücadele ekipleri akademisyenlerin kapısında. Ya, bu fotoğraf 2016 Türkiye'sinde yaşanıyor. Ben inanın üç yıl önce böyle bir fotoğrafı yaşayabileceğimizi hayal bile edemezdim. Yani bir bildiri... Siz de okumuşsunuzdur; eksik görebilirsiniz, fazla görebilirsiniz ama hiçbir şiddet çağrısı olmayan bir bildiri, içinde şiddet çağrısı yok. Bu işin müzakere ve barışla çözüleceğini belirten bir bildiri. İçinde eksik/fazla ifade görebilirsiniz ama buna fikirle cevap verilebilir. Yani, fikre fikirle cevap verilebilirken akademisyenlerin evlerinden terörle mücadele görevlileri tarafından gözaltına alındığı bir Türkiye'de, 2016 Türkiye'sinde yaşıyoruz ve siz bu konuda Sayın Cumhurbaşkanının yanına gidip talimatlandınız maalesef ve akademisyenlerin görevlerine patır patır son veriliyor.

Şu demek aslında, bakın: Şimdi, geçmişte, mütedeyyin kesimin bazı kişileri de bazı bildiriler yayınladılar ve onların hangi sıfatlarla yaftalandığını Google yaparsanız görürsünüz. İçinde eksik fazla cümleler olabilirdi o bildirilerde ancak onlar da terörize edildiler, okullarda pek çok linçe uğradılar, soruşturmaya uğradılar, yükseltilmediler biliyorsunuz. Düşünce sonuç olarak sübjektif bir şey ama düşünceyi dünyada hiçbir ülke, demokratik ülke dediğimiz ülke şunu kaldıramaz. Bunu durdurun ivedilikle, yeter artık, bu cadı avına dönüştü. Ya "paralelci" diye yaftaladığımız kişiler var, elbette suçlu olanları varsa ayıklanmalı ama bu bir cadı avına dönüşmemeli ve bildiri meselesinde de artık yeter, durdurun bu meseleyi.

Durdurun dediğim, aslında, bakmayın; YÖK'ü kaldıralım, üniversiteler özgür olsun Sayın Bakan. YÖK Başkanı bir dahaki şeye gelmesin -şu Anayasa'yı da çözeriz inşallah- bir dahaki sunumda olmasın artık, olmasın yani. Şu Anayasa'yı çözersek siz olmayacaksınız zaten, demokratik bir anayasada sizin işiniz yok, kusura bakmayın. Siz de üniversitede öğretim görevlisi olun, o şekilde ders vermeye devam edin.

Teşekkür ederim.