KOMİSYON KONUŞMASI

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Teşekkürler Sayın Başkan.

Sayın Bakan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, değerli bürokratlar ve basın emekçileri; ben de öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Bakan, 8 Şubatta okullar açıldı tabii ki. Türkiye'de 30 milyonun üzerindeki çocuğumuz, gençlerimiz okullarına kavuştular, öğretmenlerine kavuştular. Ben hepsine üstün başarılar diliyorum buradan fakat ne yazık ki 8 Şubat günü okuluna kavuşamayan, öğretmenlerine kavuşamayan şanssız öğrencilerimiz de vardı. Ben biraz onlardan bahsetmek istiyorum tabii ki.

Sayın Bakan, başta Cizre, Silopi ve Sur olmak üzere pek çok ilde askerî operasyonlar var biliyorsunuz. Bu askerî operasyonlar sırasında eğitim ve öğretim kurumları ne yazık ki asker ve polis tarafından işgal edilmiş bir durumda, âdeta askerî karargâha dönüştürülmüş bir durumda, çatışma alanı hâline dönüştürülmüş oradaki okullar. Tabii ki çatışma alanı içerisinde olduğu için de okulların çoğu şu anda yakılıp yıkılmış, harabe hâline dönmüş durumdadır.

Oradaki durumu anlatmak için aslında size birkaç fotoğraf göstermek istiyorum. Basında, medyada daha önce de yer aldı ama hatırlamakta fayda var yani orada neler olduğuna ilişkin.

Şöyle bir fotoğraf var elimizde, Sur'da çekilmiş bir fotoğraf. Üzerinde "Eğitim sırası bizde, JÖH." diye yazıyor yani Jandarma Özel Harekât. Sur ilçesinde bir ilkokulda konumlanmış, karargâh hâline getirilmiş bir ilkokulun sınıfında tahtasına yazılmış bir yazı ve tahtanın önünde Jandarma Özel Harekâtın bir resmi var.

Yine başka bir resim, bu kez de Cizre'den. "Canım Türkiye." yazıyor üzerinde. "Ya Allah ya Bismillah!" yine bir okulun tahtasına yazılmış. Jandarma Özel Harekât yani "JÖH" diye, "Cehenneme gönderme vakti." diye bir yazı. Bunlar hâlen daha okulun tahtalarında duruyor. Okullar açıldığı zaman eğer eğitime başlama imkânı olursa oralarda, görülecektir.

Yine, Sur'da başka bir fotoğraf. yine "JÖH" yazıyor burada; "Sur'a eğitime geldik. Afyonlu." Konusu da itaatmiş. Şöyle bir şey, işte yüzleri maskeli ve ellerinde silahları olan asker ve polis özel harekât.

Yine, bir okuldan sürdürülen bir operasyon; okulun içerisinde konumlanmış askerî güçler tarafından yürütülen bir operasyon.

Yine, başka bir okuldan... Okulun duvarları delinmiş, jandarma okulun içerisinde açılan deliklerden orada operasyonu sürdürüyor.

Evet, şimdi, tabii bunları niye gösterdim? Şöyle: Bu okullarda çektirilip basına servis edilen resimlerin öğrencilerin psikolojisi üzerinde yarattığı tahribat -aslında sokağa çıkma yasakları bittikten sonra Sayın Bakanlığınızın da söylediği gibi bir rehabilitasyon programı süreci başlayacak ama- inanın oradaki tablo bu yapılacak olan rehabilitasyon programıyla giderilecek bir durum değil yani öğrencilerin psikolojisi üzerinde çok derin etkiler bırakacak bir tablo.

Şimdi tabii, biz bunları söylediğimiz zaman hemen iktidar partisi milletvekilleri ve diğer bazı partilerden milletvekilleri açılan hendekleri ve barikatları söylüyorlar; diyorlar "Hendekler, barikatlar var; tabii, böyle olacak." O anlama geliyor yani. Ben şunu söylemek istiyorum: Yani hiçbir devlet, özellikle demokrasiyle yönetiliyorsa yani demokratik standartları kendine esas almış bir devletse hiçbir gerekçeyle o ülkedeki eğitim ve öğretim kurumlarının yani insanların zihinlerinden ve beyinlerinden asla asla, yıllar boyu, belki de ölünceye kadar çıkmayacak bir şekilde bu hâlde kullanamaz. Bu, çok tehlikeli bir şey yani bu ülkenin geleceği açısından son derece tehlikeli bir şey.

Yine hiçbir demokratik devlette sivil yerleşim alanlarına ağır silahlarla, bakın bombaatarlar, havan toplarıyla bir operasyon ve müdahale yapılamaz. Eğer yapılıyorsa bunun adı başka şeydir, ben onu size ifade etmek istiyorum.

Şimdi, bu operasyonlar sırasında 431 yurttaş yaşamını yitirdi ve bunlardan 83'ü çocuk. Bu çocukların içerisinde 3-5 aylık bebekler de var. En son, iki gün önce Diyarbakır'da bir toplumsal gösteri sırasında Mahmut Bulak isimli bir lise üçüncü sınıf öğrencisi de yaşamını yitirdi. 2002'den günümüze kadar sizin iktidarınız döneminde 250'den fazla çocuk çeşitli biçimlerde yaşamını yitirdi. Bunların içerisine 27 Aralıkta Roboski'de gerçekleştirilen operasyonda yaşamını yitiren, katledilen çocuklar da dâhil.

Tabii, çocuklar sadece çatışmalı alanlarda yaşamlarını yitirmiyorlar. Biraz önce yani iktidar partisinden bir milletvekili arkadaşımız da sunumunda belirtti, çocuklarımız bir biçimde çeşitli şekillerde de yaşamlarını yitiriyorlar. İşte, sokakta yaşayan çocuklarımız var, yani evsiz çocuklarımız var, bulunduğu ilden başka bir bölgeye çalışma amacıyla gidip de yolda kazalar geçiren çocuklarımız var, erken yaşta evlendirildiği için intihar eden çocuklarımız var. Tabii bunların hepsi sizin bakanlığınızın çalışma alanı içerisinde.

Biraz önce arkadaş da belirtti, Silopi'de 39.130 öğrenci, Cizre'de 41.127 öğrenci, Sur'da da 30.251 öğrenci bu altı aylık süre içerisinde eğitim ve öğretim alamadılar, eğitim ve öğrenimden mahrum kaldılar.

Yine, tabii on binlerce öğrenci eğitim öğretim alamazken bu çatışma alanlarının olduğu bölgelerde işte, öğretmenler sizin de SMS mesajlarınızla bulundukları bölgelerden uzaklaştırıldılar. Yani işte, çocuklarından, eğitim, öğrenim verme hakkından onlar da mahrum kaldılar ama benim size yönelik eleştirim şu: Tüm bunlar olurken bir Millî Eğitim Bakanı olarak tüm bu olan bitene yönelik sadece bir kınama açıklaması yapmanız benim açımdan kabul edilemez. Sonuç olarak, yani ölen çocuklar var, eğitim hakkından mahrum kalan on binlerce çocuk var ve hatta on binlerce değil yüz binlerce diyeceğim. Bugün Sur'da belki işte 25 bin çocuk eğitim ve öğrenim hakkından mahrum ama Sur dediğiniz yer Diyarbakır'ın merkez ilçesi ve orada her gün yani yüzlerce havan topu atılıyor, yüzlerce mermi atılıyor. Benim oturduğum evle Sur arası 10 kilometredir ve benim oturduğum evden sabaha kadar çatışma seslerini, bomba seslerini ben duyuyorum. Tabii ki böyle bir kentte Sur ilçesinin dışındaki çocuklar okula gitseler de orada bir eğitim öğrenim alamadıkları muhakkak yani anlatılandan da bir şey anlamadıkları da bir gerçek. O nedenle, yani sizden daha fazla, kınamanın da ötesinde bu sorunun çözülmesine yönelik, nasıl çözüleceğine yönelik bir akıl geliştirmenizi ve bu da Hükûmet içerisinde, en azından kendi alanınızdan doğru bu çatışmaların, bu operasyonların bir an önce bitmesi doğrultusunda elinizden gelen çabayı göstermeniz doğrultusunda olmalıdır yani öyle düşünüyorum. Yani bütün bunların yaşandığı bir ülkede eğitime dair bütün göstergelerin ne kadar anlamsız olduğunu, bu ülkenin belli bir kesiminde yaşayanlar için olduğunu görmek isterseniz gelin, yani bir Şırnak'a gidin, bir Hakkâri'ye gidin, bir Diyarbakır'a, bir Siirt'e ve orada insanlarla bir görüşün işte "Bakanlığımızın bütçesiyle ilgili görüşmeler yaptık, bütçeye şu kadar para ayırdık, şu kadar eğitime para ayırdık vesaire." diye ve bunun insanlardaki karşılığı ne ben onu görmenizi ve anlamınızı isterim.

Yani tabii bakanlık olarak bu bölgedeki çocukların eğitimiyle ilgili on beş günlük kurslarla telafi etmeye çalıştınız. Bir çaba var ama dediğim gibi, bu çabanızın ötesinde sizden beklediğimiz, öncelikle çocukların can güvenliğinin sağlanması.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydoğan, ek süre veriyorum.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Evet, yani çocukların ölmediği, hayatın normalleştiği, çatışmaların ortadan kaldırıldığı bir süreç için daha fazla çaba sarf etmenizdir. Niye bunu söylüyorum? Çünkü gerçekten ülkenin belli bir bölümünde bir travma yaşanıyor yani yüz binlerce genç bu travmalı ortamda Türkiye'nin geleceğinde söz sahibi olacak. Yani Türkiye'nin demokratik geleceği açısından ben bu durumun son derece önemli olduğunu düşünüyorum.

Bu anlamda da Cizre'de bugün operasyonlara son verilmiş, herhâlde yavaş yavaş sokağa çıkma yasağı kalkacak ama yani Cizre'de 15'i çocuk olmak üzere şu anki rakamlara göre 150'ye yakın insan yaşamını yitirdi. Yani rakamlar çok yansımasa da, bana göre 50'nin, 60'ın üzerinde de güvenlik gücünden yaşamını yitirenler var. Yani her iki taraftan da, karşılıklı taraflardan da yaşamını yitirenler var. Ne oldu? Yani orada açılan 10 tane hendeğin kapanması için yaklaşık 200-250 insanımız yaşamını yitirdi. Bu yol yol değil ve bu, bize çözüm getirecek bir yol değil. Yani bunun üzerinde bizim düşünmemiz lazım. Bu operasyonları giderek artırmanın, bu kadar insanın yaşamının son bulmasına yol açacak kadar sürdürmenin ben bu ülkeye bir faydası olduğunu düşünmüyorum.

Sayın Bakan, ben muhalefet partisi milletvekiliyim, tabii eleştirilerim de var iktidara yönelik ama yani bir muhalefet partisi milletvekili olarak ve bölgede çalışan bir milletvekili olarak, Diyarbakır Milletvekili olarak olumlu olan bazı şeylere de olumlu diyorum yani böyle bir siyaset yapmayı daha doğru buluyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydoğan, tekrar ek süre veriyorum.

Buyurun.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Tamam, bitiriyorum.

2011'de milletvekili olmak için Diyarbakır'ın Kulp ilçesine gitmiştim, seçimler vardı. Tabii ben Bursalıyım, Türk'üm, Diyarbakır'a milletvekili olmak için gittiğimde Kulplular biraz işte, Türk olmamdan da kaynaklı, "Kürt sorununu biliyor musunuz?" dediler. Yani "Buraya geldiniz de, sizi milletvekili seçeceğiz hiç sıkıntınız olmasın. Size biz Kürt sorunun ne olduğunu anlatmak istiyoruz." dediler, "Ben de biraz biliyorum ama anlatın o zaman." dedim. Kulp, yüzde 1'i dışarıdan gelen memurların olduğu bir kent, yüzde 99'u Kürtlerin yaşadığı bir kent. Kentin girişinde çok büyük bir tabela vardı. Tabelada "Ne mutlu Türk'üm diyene" yazıyordu. Dediler ki: "Bizim bütün mücadelemiz işte bu tabelayı indirme mücadelesi. Yüzde 100'ümüz -buraya gelen memurlar dışında- Kürt'üz ama ne yazık ki bizim kentimize kocaman bir tabela asılmış, âdeta her kente girişimizde bize bu söz hatırlatıyor, kim olduğumuzu hatırlatıyor. O lafı orada gördükçe daha fazla Kürtlüğümüze sarılıyoruz, daha fazla kimliğimize sarılıyoruz. Sizin mücadeleniz bu tabelayı indirme mücadelesi olsun. Biz buraya indirildikten sonra 'Ne mutlu Kürt'üm' diye yazmak istemiyoruz, biz buraya "Ne mutlu insanım" diye yazmak istiyoruz."

Tabii, iyi bir gelişme oldu. Lütfen -bu konuda bazı muhalefet partilerinin eleştirileri olabilir ama- bu ülkenin geleceği açısından diyorum, bir geri adım olmasın. Bu tabela iki sene sonra kaldırıldı, "Ne mutlu Türk'üm diyene" tabelası şehrin girişinden kaldırıldı. Çok da iyi bir şey yapıldı yani en azından orada yaşayan Kürt yurttaşların bir talebi de bu anlamda yerine getirilmiş oldu.

Şunu da söylemek istiyorum olumlu bir şey anlamında.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Aydoğdu, tekrar uzatıyorum.

NURSEL AYDOĞAN (Diyarbakır) - Suriye'den gelen yurttaşlara kendi ana dillerinde eğitim yapılmasını ben kişi olarak çok olumlu bulduğumu söylemek istiyorum. İsveç'te var böyle bir model yani İsveç'te 7 kişi bir araya gelip aynı dili kullanıyorsa orada kendi diliyle eğitim yapabiliyor. İsveç'te yerel yönetimler de buna destek veriyorlar. İsveç, biliyorsunuz, dünyanın en gelişmiş demokrasisi, gelişmiş ülkelerden biri. Yani Suriyeli vatandaşlar, Arap vatandaşlar konusunda burada bu noktanın yakalanmış olması son derece önemli. Ama yani kaygım şu: Bu, sadece Arapça dersi alan ve Arap olan yurttaşlar için olmasın. Diyelim, bu ülkeye farklı milliyetlerden de insanlar geldiğinde, örneğin Suriye'den en az onlar kadar Kürt vatandaşları geldiğinde de yine 9 bin Kürt öğretmenin buradaki Kürt vatandaşlara da kendi ana diliyle eğitim ve öğretim yapılacağı şartlar ve koşullar desteklensin yani demokrasi herkes için olsun diyorum.

Teşekkür ediyorum, sağ olun.