KOMİSYON KONUŞMASI

NİMETULLAH ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Bakanım, kıymetli hazırun; hepinize hayırlı akşamlar diliyorum. Bütçemizin hayırlar getirmesini temenni ediyorum.

Sayın Bakanım, değerler üzerinden bir dış politika perspektifini dinledik. Gerçekten de teoriyle pratiğin uyumlu olması çok büyük, hayırlı sonuçları da beraberinde getirir ama sorunlara bakınca bu değerlerin mevcut sorunlar içerisinde eridiğini görmekteyiz. Elbette ki bir değerler dünyamız var, dünyanız var ve o değerler dünyası üzerinden bu ilişkiler geliştirilmek isteniyor fakat karşılaşılan problemler, sorunlar o kadar yakıcıdır ki o değerleri kendi içerisinde eritiyor. Bu sorunların zuhurunun elbette ki tek müsebbibi bizler, sizler değiliz. Bir dünya siyaseti yürüyor, 21'inci asırda yaşıyoruz, çok ciddi etkileşimler var ve bunun içerisinde ayakta kalma gayretiyle karşı karşıyayız. Ancak bazı sorunlar var ki, bazı problemler var ki onlar için şartlar ve sebepler ne olursa olsun sorumluluktan kaçamayız. Mesela, komşularla ilgili sorunlarımız veya iç sorunumuz. Yani, bir ülkenin içeride ve dışarıdaki itibarı ve istikrarı elbette ki kendi iç barışını sağlamış ve dış dünyayla ilgili de tamamen barışık bir şekilde ilişkilerini sürdürmesidir.

Mesela, Suriye'yle ilgili -komşu ülke olmamız hasebiyle- en uzun sınıra sahibiz. Sayın Bakanım, altmış yıldır mayınlar, tel örgüler, mayın tarlaları, casus uçaklar, aygıtlar, vesaire o sınır o şekilde bugüne kadar taşınmış ve öyle bir güne gelmişiz ki tam komşularla artık bu sınırların hiçbir anlamının kalmayacağı bir noktadayken maalesef bugün -bağışlayın beni ama- İsrail'in mecbur kaldığı ve örmeye çalıştığı duvarın aynısını biz de kötü kopya etmekteyiz. Neydi Suriye'yle ilgili problemimiz? Âcizane kendimden bir örnek vereyim: Bu savaş olmadan önce Ramazan El Buti diye bir âlim vardı Suriye'de, onun ziyaretine gitmiştim ve o ziyaretle beraber kendisi de bugünkü Beşar Esad'a bizi götürdü. Türkiye'yle ilişkiler o kadar üst düzeydeydi ki Beşar'ın ifadesi aynen şuydu -bizim bugünkü Sayın Cumhurbaşkanımız Başbakandı, Sayın Abdullah Gül de Cumhurbaşkanıydı- dedi ki: "Bizim hem Cumhurbaşkanınızla hem Başbakanınızla o kadar dostane ve o kadar kardeşlik ilişkileri gelişkin ve mükemmeldir ki bu ilmî sahada da ilişkilerin o seviyede tutulmasını..." Hatta kullandığı cümle şuydu: "Aman ha, ilişkiler bizimki gibi sözde değil, özde olsun. Sakın ha sözde ilişkiler diyalogunu geliştirmeyin." gibi bir talepte bulunmuştu. Şimdi, aynı Beşar Esad bir bakıyoruz ki bugün ülkemizin, Hükûmetimizin, devletimizin baş düşmanı hâline geliyor.

Suriye sınırında yıllardır orada akraba toplulukları var. Sınırın hem bu tarafında hem öbür tarafında Kürtler yaşıyor ve hepsi de birbirinin akrabası. Şimdi, bugün diyoruz ki: "Biz sınırın öbür yakasında oldubittilere fırsat vermeyiz." Kaldı ki oradaki topluluklarla da bugüne kadar hiçbir sorunumuz olmamıştır: İddia ediyorum, bugün de bir sorunumuz yoktur. Hatta onların siyasi temsilcileriyle gerçek anlamda, esasla ilgili bir sorunumuz yoktur diye biliriz veya çözülebilir sorunlarımız vardır. Ama öylesine girift sorunlara dönüştü ki şu anda sanki Türkiye'nin, Türkiye'de yaşayan insanların hemen sınırın ötesindeki halklarla tarihî bir kan davası var ve bu kan davasında, bir çeşit, birbirimizi -Allah muhafaza- boğazlayarak sanki intikam duygularıyla çözme duygusu var. Bir defa, bu noktadan yaklaşınca bizim değerlerin aşındığını, eridiğini hemen bu sorunun içerisinde fark edebiliriz. Çünkü neydi değerlerimiz? Vicdaniydi -buyurdunuz- insaniydi, tamamen ahlakiydi ve tamamen manevi değerlerin esas alındığı ilişkiler üzerinden gelişmesi gerekiyordu. Maalesef, bugün o konuda büyük bir kayıp içerisindeyiz.

Bir diğer taraftan, sayın arkadaşımız Rusya'yla ilişkilere değindi, kısaca değinerek geçmek istiyorum. Acaba diyoruz ki bu Rusya'yla hiçbir problemimiz yokken veya zahiren gündemimizde öyle bir şey yokken... Yani ülkenin gündeminde Rusya'yla ilgili bir mesele yoktu. Kime sorsaydınız, muhalefete, iktidara veya vatandaşa sorsaydınız, Rusya'yla ilişkiler normal -ticari vesaire- tarihten gelen birtakım çekinceler var; ülkeler karşılıklı olarak ona riayet ederlerdi ve diğer ilişkiler de o şekilde yürüyordu ve bir sorun yoktu. Nasıl oldu da bir anda Rusya'yla karşı karşıya geldik? Bu Rusya'nın uçağını... Yani Rusya uçağı biliniyor muydu acaba? Bunu gerçekten merak ediyoruz. Mesela açıklamalarda deniliyordu ki: "İşte, uçak sınır ihlalinde bulundu ve düşürüldü." Sonradan birtakım açıklamalar geldi: "Biz Rusya uçağı -basın üzerinden konuşuyoruz, yanılabiliriz- olduğunu bilmiyorduk." veya "Bilseydik olmazdı." şeklinde yumuşak birtakım mesajlar dile getirildi. Ama sonuç itibarıyla, bölgede Rusya'yla şu anda sanki çarpışacak, çatışacak iki güce dönüştük. Doğu Akdeniz şu anda Batılı ülkelerin, Doğulu ve Batılı güçlerin hava sahasına dönüşmüşken bizim kendi hava sahamızı, kendi inisiyatifimizle bugün istimal etmediğimizi, istihdam etmediğimizi bizzat kendimiz -bunu- söylüyoruz.

Şimdi ilişkilere bakıyoruz Sayın Bakanım. Bizim Suudi Arabistan'la, Katar'la -Allah aşkına- nereden çıktı, bu kadar sıcak ilişkiler doğdu? Zihniyet olarak Suudi Arabistan'la, Katar'la uyuşacak bir zihniyetimiz yok. Yani bugünkü Suud'un zihniyeti Selefi dediğimiz, Vahabi dediğimiz bir geçmişe dayanıyor; emin olun, pratiği de bugünkü IŞİD'dir. Suud yönetimi eğer kendi zihniyetinin iktidarı olsaydı, bugünkü IŞİD'in aynen pratiğini kendisi de uygulayacaktı. Zihniyet olarak Suud'la çok da içli dışlı bir uyumumuz yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Erdoğmuş, ilave süre veriyorum, lütfen toparlayın.

Buyurun.

NİMETULLAH ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Mesela Mısır'la ilgili, Sisi'yle ilgili kınamalar, açıklamalar yapılırken Suudi Arabistan'la ilgili son bir vaka olmuştu malumunuz. Hacılarımızdan -Allah rahmet etsin- vefat edenler, hatta sadece ülke hacılarımızdan değil, genelde vefat eden hacılarla ilgili bir hadise olmuştu. Bütün dünya Suudi'nin -bağışlayın- aldırmazlığını eleştirirken, Türkiye bir tek kelime dahi bunu eleştirme gereğini veya Hükûmetiniz bunu eleştirme ihtiyacını duymadı.

Vaktim sınırlı, ben hemen bir konuya daha geçmek istiyorum: Bu, Avrupa Birliğiyle ilgili Sayın Bakanım. Büyük sorunlar vardı, ilişkiler kopmak üzereydi, mesafeler oluştu, restleşmeler arkasından gelmişti, Türkiye'nin gündeminden de belki kalkmıştı. Ne oldu da bu son günlerde -sanki oldubittiye gelmiş gibi- Avrupa Birliği üyeliğimiz yeniden tartışmaya açıldı? İster istemez insanın aklına şu geliyor: Yani dış politikayla ilgili hassas olmak zorundayız, nazik olmak zorundayız, söylediğimiz her söz ülkenin bizzat itibarını direkt ilgilendirdiği için dikkatli konuşmak durumundayız ama sanki mülteciler üzerinden yürütülmek istenen bir Avrupa Birliği üyeliği var. Bu, sağlıklı olmaz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlayalım Sayın Erdoğmuş.

Buyurun.

NİMETULLAH ERDOĞMUŞ (Diyarbakır) - Teşekkür ediyorum, bitiriyorum Sayın Başkanım.

Bugün elimizde bu mülteci imkânları belki de bizim lehimize şu anda hâlihazırda bulunurken yarın bu fırsatın aleyhimize geçmeyeceği garantisini kim verebilir?

Dolayısıyla, Sayın Bakanım, sizden önceki bir oturumda da arkadaşlarla kısa bir tartışma oldu. Bize göre "Kürt sorunu", arkadaşlara göre "terör sorunu" diye şu anda can yakıcı bir problemimiz var. Eskiden biraz daha esnek isimlendirme vardı: Kimisi "Güneydoğu sorunu" diyordu, kimisi "Şark sorunu" diyordu, kimisi "terör sorunu" diyordu, kimisi "Kürt sorunu" diyordu. Ama şu anda iki kutup gibi, iki farklı dünya gibi birilerimiz "Kürt sorunu" diyor, bir diğerimiz de "terör sorunu" diyor. Ama isim ne olursa olsun, karşımızda -kanaatimce, şahsi kanaatim budur- ülkemizin hem içeride hem dışarıda en temel sorunu budur. Biz bu sorunumuzu barışçıl yöntemlerle çözersek komşularla ilişkilerimiz de düzelir, diğer ülkelerle de daha sağlıklı, daha güvenilir, daha bütüncül ilişkilerimiz gelişir diyorum.

Bu duygu ve düşüncelerle sizlere bu alanda hayırlı çalışmalar diliyor, bütçemizin hayırlar getirmesini temenni ediyor, hepinize saygılar sunuyorum.