KOMİSYON KONUŞMASI

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Teşekkürler Başkan.

Tabii, çok kapsamlı ve çok geniş konuşulması gereken düzenlemeleri de içeriyor, dünden bugüne de ülkenin hangi noktadan nereye savrulduğunun anlatılmasının doğru olacağını düşündüğüm düzenlemeleri de içinde barındırıyor çünkü sizden önce başlasa da Türkiye'de kooperatifçilik gerçeğinin içi boşaltılıp yok edilişinin hikâyesini yaşayanlardan biriyim. Çünkü ben ÇUKOBİRLİK'te çalıştım, orada pamuk geliyordu, harman hallaçtan gidiyordu, çıkarken ip, sonra kumaş, çekirdeğinden bir taraftan sabun, bir taraftan da yağ oluyordu. ÇUKOBİRLİK gibi devasa, üreticinin yanında olan kuruluşlar ortadan kaldırıldı, yok edildi, içi boşaltıldı ve orada şu söyleniyordu hep: "Rekabette özel sektörün önünü açmak için kooperatiflerin böyle ticari anlamda olmaları doğru değil." Ama ÇUKOBİRLİK'le neler yok oldu Adana'da? Özbucak yok oldu, PAKTAŞ yok oldu, Bossa yok oldu, Güney Sanayi yok oldu, Akdeniz yok oldu, Millî Mensucat yok oldu; ÇUKOBİRLİK'i yok ederken onları da yok ettiler çünkü birbirini destekleyen, tetikleyen üretimi arttıran, çiftçiyi destekleyen kuruluşlardı.

Bu büyük kooperatifçilerin yok olması Türkiye'de kooperatifçilik anlayışının tarımdaki varlığını tüketti; şimdi, kooperatif, marketçiliğe döndü. Sayın Cumhurbaşkanı "Tarım Kredi Kooperatiflerinde fiyat indiriyorum." dedi. Dünya tarihinde Cumhurbaşkanlığı statüsüne sahip olup bir kooperatifte fiyat indiren ilk kişi unvanına erişti. Çünkü Tarım Kredi Kooperatifiyle ilgili ben Berat Albayrak'ın Maliye Bakanlığı döneminde bir soru önergesi verdim. "Ziraat Bankası, Tarım Kredi Kooperatiflerine kredi veriyor, sonra buna uyguladığı faizi yüksek tutuyor, Tarım Kredi Kooperatifi de çiftçiye ödeme yaparken çiftçi faizinin dışında kaynak kullanım bedeli alıyor. Niye bunlara müdahale etmiyorsunuz, niye böyle davranılıyor?" diye sorduğum zaman verdiği ilginç bir yanıt var, hâlâ odamda, başucumda tutuyorum. Bu, çok ilginçtir; Berat Bey, Ziraat Bankasından aldığı yanıtta diyor ki: "Ziraat Bankası artık Tarım Kredi Kooperatifiyle ilişkisini sonlandırdığı, denetimini yapmadığı için, ticari işletme olduğu için Tarım Kredi Kooperatiflerine ticari işletme faizi üzerinden uygulama yapılıyor." Yani ülkede, ticari işletme statüsündeki bir kooperatifte fiyatı Cumhurbaşkanı düşürüyor veya sabit tutacağını söylüyor. Serbest piyasa ekonomisinin uygulandığı, bununla ilgili taahhütte bulunulduğu bir süreçte nasıl olur da bir marketteki ürünün fiyatını Cumhurbaşkanı belirler? Soru bu. Ha, bu tür değerlendirmelerde Tarım Kredi Kooperatifinin fiyatı belirlenirken öbür tarafta Şeker Fabrikasının durumuyla ilgili Bakana yine bir soru önergesi veriyorum; Vahit Bey yanıt veriyor. Diyorum ki "Nasıl olur da Türkiye'de şekerin kilosunun fiyatı bir yılda 25 liraya gelir?" Nedeni de şu: Türkiye'nin üretim açığı yok. 2021 yılında kilosu bir yıl önce 470 liradan alınan pancardan şeker üretildi ve o şekerin maliyetiyle şeker 5,5 liradan satılırken bir anda şekerin fiyatı 25 liraya çıktı, özel sektörün fabrikaları eliyle karaborsacılık yaratıldı. Türkiye'nin 2 milyon 500 bin ton o yıl şeker üretimi vardı, bir yıl öncesinden 400 bin ton şeker stoku devredilmişti; 2 milyon 900 bin ton şekerle devam eden yılda 400 bin ton da şeker ithalatına karar verildi. Şimdi, Türkiye'nin şeker açığı yokken şeker ithalatına karar verildiğinde sorduğum soruya Bakanın yanıtı: "Özelleştirme sürecinde fabrikalarla yapılan anlaşma gereği ülkemizde serbest piyasa ekonomisi uygulandığı için şekerin fiyatını fabrikaların belirleme yetkisi var, buna müdahale edemiyoruz." Şimdi, bunlar iktidarın yönetim anlayışıyla ortaya çıkmış sorunları bugün seçim sürecinde vatandaşın kafasını bulandırmak için kullanılıyor. Bakınız, Adalet Kalkınma Partisi iktidarlarının 2012 yılından beri fahiş fiyatla mücadele süreci var. 2012 yılında Hal Yasası çıkarıldı, dönemin bakanı "Yüzde 25 ucuzlama olacak." dedi. O ucuzlamayı hâlâ bekliyoruz, şimdi Hal Yasası'nın yetersizliğini konuşuyoruz. Sonra ne yapıldı? Merkez Bankasının koordinasyonunda bakanlarla oluşturulan yapıda Fiyat İstikrar Komitesi kuruldu. Sonuç alındı mı? Alınamadı. Ardından ne yapıldı? Depolar basıldı, patatesçi, soğancı terörist ilan edildi, o yetmedi, tanzim çadır marketleri oluşturuldu, buranın zararının -Sayıştayda yanlış hatırlamıyorsam- 400 milyon lirası dolaylı olarak yine vatandaşı buldu, arkasından Nebati Bey'in döneminde fahiş fiyat timleri kuruldu. Serbest piyasa uygulaması süren ülkede fiyat için akla gelen ne varsa uygulamaya geçirilmeye kalktı ama hiçbir zaman girdi maliyetleri üzerinden değerlendirme yapılmadı, yem fiyatının ya da gübre fiyatının artışına doğrudan bir müdahale olmadı. Yine Tarım Bakanına sordum "Bir yılda gübre fiyatı yüzde 342 arttı." dedi, TÜİK yüzde 220 açıkladı. Hangi gübreye ihtiyaç varsa onun fiyatı arttırılan, ihtiyaç olmayan gübrenin fiyatı düşürülen, buradan da fiyat oluşturulan bir yapı sürüyor. Yem için geçtiğimiz günlerde Sayın Cumhurbaşkanı dedi ki: "Yüzde 5 indirim yapıyoruz, dört ay sabitliyoruz." Dün itibarıyla süt yemine 30 lira zam geldi. Ayrıca da saman 3 bin lira bu ülkede, şu anda 3 bin liraya -telefonunu vereyim- üretici almış. Bu girdi maliyetleri düşürülmeden raftaki ürünün maliyetinin düşme olasılığı yok.

Ha, marketlere gelelim. Şimdi, küçük üretici ve tedarikçiyi büyük perakendeci karşısında koruma... Arkadaşlar, içinizde kaç tane bu işi yapan var bilmiyorum, ben hem fabrika müdürü olarak üretimde oldum hem markette satışta oldum hem de daha sonra alanda bulundum, her tarafı değerlendirerek konuşuyorum. Küçük üreticinin zincir markete mal verecek kadar üretimi olmadığından bölgesel dar ürün alımı dışında ürün veremez. Benim fabrikada ürettiğim ürünü paçal yapan büyük bir firma topluyordu, ona gidiyordu, onun malı verdiği yere gittim dedim ki: "Bak, ben üretiyorum bu ürünü, benden al." "Ben marka alıyorum müdür bey." dedi. Türkiye, marka satışının da egemen olduğu bir pazar alanına sahiptir, küçük üreticinin doğrudan öyle ürün mürün verme hikâyesi olmaz. Ne yaptınız? Sözleşmeli tarım getirdiniz. Tohumunu market verdi, hale mal girmeden markete geldi, halde ne satılıyorsa o fiyatta ürün satıldı yani o da bir hikâye oldu çünkü denetleyemediniz, kontrol edemediniz, sisteminiz buna müsait değil. Belediyelerle ilgili denetim yetkisini 2004 yılında merkeze çektiniz, Tarım ve Orman Bakanlığı bünyesine aldınız, denetimde taklit, tağşiş üründen belediyeleri çıkardınız sonra belediye laboratuvarlarından çıkarıp insan sağlığıyla ilgili gıdadan, kontrollerden muaf kıldınız ama şimdi eğer market ucuz ürün satacaksa şunu bilin ki onun içeriğindeki değerlerle oynayacak. Örneğin, sütün yağını alacak. Rafta süt var olacak, içindeki yağ o noktada olmayacak yani kalitesiyle, içeriğiyle ürünle oynanacak ki fiyatı düşürebilsin. Yoksa 10 kilo sütten 1 kilo kaşar çıkıyorsa, 5 kilo sütten 1 kilo beyaz peynir çıkıyorsa bunun maliyetini hesapladığın zaman raf fiyatı ortaya çıkar, o raf fiyatının altında bu adama "Sat." diyorsan, adama diyorsun ki: "Başka yollardan gelir elde et." Sistemi kendi içinde bozuyorsun. Şimdi, bunun yol açacağı bir yöntemi söyleyeyim, ithalata kapı açar, ithalat üzerinden firmaların daha çok Türkiye'ye mal sokmasının, markete mal koymasının yolunu açar. Küçük üreticiyi korumazsınız, ithalatçı zihniyetle yerli üreticiyi yok edersiniz; Meksika'dan nohut gelir, Arjantin'den mercimek gelir, Rusya'dan, Ukrayna'dan ayçiçeği yağı gelir, Yunanistan'dan pirinç gelir. Öyle küçük üreticinin ürün satabilme alanını burada yok edersiniz.

Ayrıca, stokçulukla ilgili, aracılıkla ilgili sistemi de düzene sokmuyorsunuz. Bakınız, burada lisanslı depoculuk var, kırk iki ilde uygulanıyor. Şimdi, lisanslı depoculuk bu ülkede niye var oldu? Toprak Mahsulleri Ofisinin işlevi daraltıldı, ithalatçı bir noktaya Toprak Mahsulleri Ofisi getirilince özel sektör eliyle lisanslı depolar oluşturdu. İyi, güzel. Lisanslı depoculara götürüyorsun, malını koyuyorsun, sana ne yapıyor? Koyduğun ürün karşılığında kredi veriyor. Vatandaşı stokçuluğa teşvik ediyorsun. Onu da küçük üretici gidip oraya onu koyamıyor, tüccar topluyor, götürüyor malı koyuyor, oradan da kredisini alıyor. Şimdi, sisteme bir bak. Ne zaman küçük üreticiyi koruyorsunuz, ne zaman tüketiciyi koruyorsunuz? İkisini yok ediyorsunuz. Zincir marketlerin yolunu açıp devasa bir yapı oluşturdunuz, şimdi hedefinize onları koydunuz. Yarısı Adalet ve Kalkınma Partisi üyesi, biri de sizin milletvekiliniz; Sayın Kiler'i çağırın, size anlatsın marketçiliği. Bu getirdiğiniz düzenleme ticari anlamda marketlerin ucuz ürün satmasının yolunu açmayacak ki. Küçük üreticinin varlığını bitiren, ithalata kapı aralayan, bu anlamda da onların üretim alanındaki varlığında kendi işlerinde denge oynamalarına karşı kısmi önlemler almış oluyorsunuz. Bunlarla bu işler düzelmez arkadaşlar, taklit tağşiş ürünün yolunu açarsınız, aracılığı ithalatçının eline getirirsiniz, "sözleşmeli tarım" dediğiniz olguda uygulamada yaptığınız yanlışları sürdürürsünüz. Markete girmeden aynı fiyatta ürün satışının yolunu açmanın bir nedeni nakliye, örnek olsun diye söyleyeyim. E, nakliye fiyatını düşürmezseniz Adana'dan yola çıkan bir ürünün, Antalya'dan yola çıkan bir ürünün Ankara'da rafa girmesi veya İstanbul'da rafa girmesinin getireceği maliyeti hesaplayın.

Ha, bir de şunu söyleyeyim: Marketin kendi kayıpları da var ödemeyle ilgili; şu gondol, yok işte reklam payı benzeri işleri de market o üretici firmayla iş birliğini sürdürebilmek amacıyla zorla alır. Bu, bugünün de işi değil, var olduğundan beri böyle. Gidersin ürün sokmak istersin, sana şartlarını söyler, o şartlarla ürününü alır. Oradaki şartlarda sen dayanabiliyorsan bu işe girersin, dayanamıyorsan giremezsin.

FUAT KÖKTAŞ (Samsun) - Ya da raf kiralar.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Raf kiralar, işte, ürün stok maliyetine ortak eder çünkü bir de şu var: Markete gelen ürün hemen satılmaz orada. Bugün, Türkiye'nin çoğu yerinde marketler son kullanma tarihine üç gün kala düzgün bir marketçiyse ne yapıyor? O ürünü alıyor, ya çöpe atıyor ya da iade ediyor, bir yere veriyor ama üçkâğıtçıysa üstündeki etiketi değiştiriyor, değiştirdiği etikette satış süresi dolmuş ürünü bir daha satıyor. Türkiye'nin bu yönde de büyük sıkıntısı var. Taklit ve tağşiş ürünün dışında şu anda marketlerde ve pazarda merdiven altında üretimle ilgili de olumsuzlukların peşine düşmek lazım, bu konuda da bir düzenleme şu ana kadar gelmedi.

BAŞKAN ZİYA ALTUNYALDIZ - Evet, Ömer Fethi Bey, teşekkür ediyoruz.

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Son olarak şunu da söyleyeyim: Eğer, Türkiye'de serbest piyasa ekonomisinin dışında bizim karma ekonomiyi alacaksanız, kamucu anlayışla olaylara bakacaksanız kooperatifleri ayağa kaldırırken üreten ve tüketeni koruyacak, bu aradaki sömürüyü sürdüren bazı unsurları ortadan kaldıracak düzenleme lazım. "Market zincirleri" kavramı ortaya çıktığında Cumhuriyet Halk Partisinin bir de şu önermesi vardı: "AVM'ler kent dışına yapılsın, küçük esnaf korunsun." Bugün, artık mahallede bakkal yok, mahallede kasap yok. Mahallenin bakkalı, kasabı bu zincir marketler oldu. Bu süreci doğru yönetmek lazımdı, yanlış yönetildi. Her seferinde yama yapmaya çalışıyorsunuz, yama dikiş tutmuyor. Gelin, temel kanun olarak bu konuları ele alalım.