KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Evet, Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Değerli hazırun, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Memur, çalışmakta olan memurlar, memur emeklileri ve işçi emeklilerinin 2023 yılı maaş artırılışlarıyla ilgili bir yasa teklifini görüşüyoruz. Çok rakam telaffuz edildi, ben de o rakamları tekrar ederek fazla zaman almak istemiyorum fakat şu ana kadar yapılan tartışmaların odak noktası şu oldu: "Hükûmet daha az zam yapabilmek için gerçekten enflasyon rakamlarıyla oynadı mı?" sorusu çok gündeme getirildi ve muhalefet tarafından da kati inanç olarak "Evet, bu rakamlarla oynandı ve dolayısıyla bu manipüle edildi." kanaati hâkim. Bunun tabii "Kanıtı nedir?" diye 1'inci partiden arkadaşlarımız sordular; devlete itibar edilmesi gerektiğini, devletin ürettiği rakamlara güvenilmesi gerektiğini söylediler ve dolayısıyla TÜİK'in ürettiği rakamlarda bir sıkıntının olmadığını, bunun da akreditasyonunun EUROSTAT tarafından yapıldığını söylediler.

Ben şimdi, sizinle 3 tane grafik paylaşacağım. Bu grafikleri daha önce Ticaret Bakanlığı bütçesi görüşülürken paylaştım.

Türkiye'de üretici fiyat enflasyonunun 2004 yılından bu tarafa gelişimi yansıda görülüyor. Nerede değişikliğe uğramış? Faiz indirimleri başladığında enflasyon bir bakıma gerçekten gümbür gümbür gelmiş ve kontrolden çıkmış. Peki, bunun ispatını nasıl yapacağız? İspatını Türkiye'de bu konuda ölçüm yapan kuruluşların rakamları ve bu Türkiye İstatistik Kurumunun rakamları arasındaki korelasyona bakarak yapabiliriz. Burada kim var? Bir, İstanbul Geçinme Endeksi'ni hesaplayan İstanbul Ticaret Odasının yayınladığı rakamlar var; iki, Türk lirası kullanan ve dolayısıyla Türkiye'yle aynı fiyat hareketlerine maruz kalan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'ndeki enflasyon hesaplamalarıyla bunu karşılaştırabiliriz. Enflasyon birinci yansıda da görüldüğü gibi ne zaman yükselmeye başlamış? Faiz indirimleri başladığında; dolayısıyla ekonomi politikası bir ray değiştirmiş, makas değiştirmiş ve bu makas değişiminden sonra da enflasyon kontrolden çıkmış.

Şimdi, uzun müddet Türkiye ile Kıbrıs enflasyonu neredeyse bire bir hareket ederken tam da politikaların değiştiği noktada TÜİK önemli miktarda aşağıda kalıyor, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin enflasyon ölçümü normal seyrinde devam ediyor. Bunun birinci ispatı bu, burada kesinlikle oynandı. Eğer bunu açıklayabilecek, bizi ikna edebilecek içinizde birisi varsa söylesin ki "Şu, şu, şu nedenden oldu." diye söylesin, biz de bunu kabul edelim ve bundan sonra bu işi gündeme getirmeyelim.

Yine, alt kategorilere bakacak olursak mesela eğlence ve kültür fiyat endekslerine bakalım: Türkiye ile Kıbrıs yine aynı. Yine, İstanbul Ticaret Odasının yayınladığı Geçinme Endeksi ile TÜİK'in yayınladığı rakamlara baktığımızda bir yere kadar paralellik, korelasyon devam ediyor, bir noktadan itibaren de bu iş bozulmaya başlıyor. Şimdi, bunu inkâr etmenin bir anlamı yok. Burada bir manipülasyon var, enflasyonun yanlış ölçümü var; dolayısıyla çalışanın, emeklinin cebinden tabiri caizse -kusura bakmayın, kimseyi incitmek istemiyorum, tırnak içerisinde- bir çalma söz konusu yani bu, haksızlıktır.

Bunu bu şekilde söyledikten sonra artık bundan sonra "Efendim, yok, enflasyon öyle değildi. Böyle değildi." vesaire diyerek argümanlarla bize gelmeyin. Eğer içinizde şu anda çıkıp da bunun, bu kırılmanın, ayrışmanın hangi nedenlerden dolayı olduğunu söylüyorsanız o zaman bize bunu bir izah edin, biz de bundan sonra sizin söylediklerinize itibar edelim ama böyle bir şey söz konusu değil, burada açık ve net bir manipülasyon söz konusu.

Şimdi, diğer bir hususa gelince... Şu anda yapmakta olduğumuz artışları vesaireyi, her şeyi dikkate aldığımızda yapılan iş, çalışan kesimleri yoksullukta eşitliyoruz; bu, gerçekten büyük bir başarı. Dolayısıyla mesela 2009'dan 2020'ye kadar olan dönemdeki Gini katsayısına baktığımızda ve bunu da ister eş değer fert gelirini dikkate alarak hesaplayın ya da kişi başına geliri dikkate alın -iki tane farklı teknik var burada- burada 2013'ten 2020'ye kadar gelir eşitsizliğinde her iki tanıma göre de büyük bir artış söz konusu ama tersinden baktığımızda bir eşitleşme söz konusu, bir eşitlik söz konusu; bu eşitlik de bizi fakirlikte eşitler hâle getiriyor; dolayısıyla nüfusun büyük bir kısmı asgari ücretle ücretlendiriliyor. Dolayısıyla -arkadaşlarım biraz önce söyledi- asgari ücretin altında ve üstünde, yakınında olanları da dikkate aldığımızda çalışan kesimin önemli bir kesimi asgari ücretin etrafında bir yerden ücret almaya devam ediyor ve dolayısıyla da biz azalan bir eşitsizlikle eşitlenmeye çalışıyoruz. Örneğin, iller bazında coğrafi dağılım olarak da baktığımızda, mesela dünyadaki gelişmiş ülkelerin ortalama gelir düzeyine, bizim gibi üst orta veya alt orta gelir dağılımındaki ülkelerin yakınsamasına ve ıraksamasına baktığımızda gördüğümüz şey şu: Biz giderek bu ülkelerin ortalamasından hızla ıraksıyoruz. Oysa orta üst gelir grubunda olan Macaristan, Romanya, Bulgaristan'ın yüksek gelir grubuna yakınsaması neredeyse yüzde 20 artmış, bizimki yüzde 24 azalmış. Dolayısıyla, bu ücret artışları yetmez, hakkaniyetli değil ama bu değirmenin suyu nereden gelecek?

Değirmenin suyunun nereden geleceği sorusunun iki önemli cevabı var: Bir, anı alıp oradaki tercihlerinizi değiştirip ona göre dağıtımı yeniden bölüşmeyi gündeme getirmek. Bir de yeniden değişmeyi, bölüşümü gündeme getirsek de herkesin payına az düşeceği için orta ve uzun vadede büyümeyi tekrar nereden harekete geçirebiliriz, kapsayıcı büyümeyi ve sürdürülebilir büyümeyi nasıl yapabiliriz? Bugün 860 milyar dolar olan millî geliri 1,5-2 trilyon dolara nasıl çıkarabiliriz? Bu, uzun vadeli bir şey ama kısa vadede yapılacak olan şey, tercihlerin değişmesidir. Burada da muhalefetteki bütün arkadaşlarımız açık ve net olarak söylediler ki ülkede kısa vadede de olsa zorlamayla da olsa birtakım kaynaklar yaratılabilir ama bu tercihin değişmesi lazım. Bu tercihin değişmesi de -dediğim gibi- siyasi iktidarın programına bağlı. O nedenle şu anda yapılan zamlar kimseyi memnun etmeyecek, etmediği de belli ve üstelik, şu anda bize verdiğiniz tablodan gördüğümüz kadarıyla 300 milyar TL'lik ilave bir yük getiriliyor. Bu da bütçe yapış tekniğine tamamen aykırı, uymuyor.

Bütçe tekniği, yılın ortasında bir bütçe çağrısıyla başlıyor, arkasından, efendim, orta vadeli program açıklanıyor, buna bir mali program açıklanıyor ve ondan sonra da bütçe rakamları oluşuyor ve 17 Ekimde Meclise geliyor. Tabii, bütün bunların büyük bir kısmı tahmin, doğru; siz de aynısını yapacaksınız, biz de aynısını yapacağız ama aralık ayına geldiğimizde şu anda görüşmekte olduğumuz bu 7 maddelik kanundaki konuların hepsinin verisi aralık ayında var, bir tanesi hariç, o da aralık enflasyon rakamını bilmiyoruz. Dolayısıyla, biz bütçenin geneli içerisinde bunların hepsini yerleştirebilirdik ve daha sağlıklı, daha öngörülebilir, daha tahmin edilebilir bir bütçe yapabilirdik ama maalesef, bu yapılmıyor. Sonuçta, bunu kim onaylayacak? Türkiye Büyük Millet Meclisi onaylayacak. Burada bir harcama ihtiyacı var mı? Var. Meclis veriyor, tamam, güzel de fakat bütçenin içinde olsaydı kim ne kaybedecekti? Yani "Teknik olarak yapılamaz." demenize ben şahsen katılmıyorum; bu, teknik olarak yapılabilir. Orada bir tane rakam bilmiyoruz, o da aralık ayı enflasyonu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Onu da ilgili yasanın ilgili maddesinin...

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Son bir cümleyle bağlarsanız...

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Şöyle bağlıyorum: Artık, bu mali disiplinsizlik ortadan kaldırılmalı. Bu gerek bütçe disiplini açısından gerek bütçe hakkı açısından iyi, güzel bir uygulama değil. Şu anda bir seçim ortamına girdik, gelecek sene orada siz mi oturursunuz yoksa başka birisi mi oturur bilmiyorum. Eğer siz oturmaya devam ederseniz benim sizden istirhamım şu: Bunu değiştirin, bu yapılabilir; bu, bütçenin içerisinde olsun, bunu ayrı bir yasa olarak görüşmeyelim. Eğer orada biz oturursak o zaman o yükümlülük bize ait.

Teşekkür ediyorum.