KOMİSYON KONUŞMASI

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekili arkadaşlarım, Sayın Bakanlar, sayın bürokratlar, sayın -basın mensupları çok yok galiba- basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, konuştuğumuz konulara genelde baktığımızda devletin ilk kuruluş yıllarında ve sonrasındaki yapılanmalarla ilgili kurumlar, kuruluşlar ve hepsi de "Türk"le başlıyor. Türk İşbirliği Koordinasyon, Yurtdışı Türkler, Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu vesaire.

Şimdi, cumhuriyetin kuruluş paradigmasında anayasal olarak -şimdiki Anayasa'da olan şekliyle- herkes Türk'tür. Yani "Türkiye Cumhuriyeti'ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türk'tür." denir. Şimdi, ben Ermeni'yim ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni olarak tanımlıyorum kendimi, hep öyle söylüyorum, her yerde bunu gururla da söylüyorum çünkü dedelerim Osmanlı vatandaşı Ermenilerdi, ben de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı bir Ermeni'yim. Hani, genelde şöyle sorulur çünkü: "Siz nereden geldiniz, nereden gittiniz?" Tarihî anlayışı çok yoktur insanlarda. Lise kitaplarında iki cümleyle geçeriz arkadan hançerleyenler olarak. Ha, bu ülkenin tarihine, kültürüne, buranın kadim bir halkı olduğumuza dair bilinç son derece sınırlıdır, bunu çok iyi biliyoruz. Ama, yüz yıl önce yaşadığımız büyük felaketle -sizin de çalışmanızda olduğu gibi- Anadolu'daki ve Trakya'daki Ermeni varlığı bu topraklardan söküldü, atıldı. O günden sonra da yalnızca, geçen gün Zonguldak Milletvekilimizin Taşnak ve Hınçak'a indirgediği, hani o lise bilgisiyle söylediği, işte, "İhanet ettiler, biz de onları göndermek zorunda kaldık." cümlesiyle indirgenen bir algı. Şimdi, bu algıyı bugünlerde nerede görüyoruz? Silopi'de mesela. Silopi'ye giden JÖH ve PÖH güçleri orada bir şekilde zafere ulaştıkları anda duvara bazı yazılar yazıyorlar. Mesela "Ermeni piçleri" diye bir yazı yazmışlar duvara PÖH ve JÖH imzasıyla. Bunun tezahürlerini nerede görüyoruz, sayın milletvekilimiz de aynı tezahürden bahsetmişti o yüzden işaret ediyorum. Mesela, silahlı güçlerimiz Silopi'ye, Silvan'a giriyor ve duvara şöyle yazıyor: "Türk'sen övün, değilsen itaat et." Bu şekilde yazılar yazıyor.

FARUK ÇATUROĞLU (Zonguldak) - Benim söylediklerimin onunla hiçbir alakası yok.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Çok alakası var. "Oradakiler de Ermeni." demeye getirdin.

FARUK ÇATUROĞLU (Zonguldak) - O farklı bir konu.

BAŞKAN - Sayın Çaturoğlu, lütfen müdahale etmeyin. Size söz vereceğim şimdi, yeterli müdahaleyi oradan yaparsınız.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Şimdi, pek çok hizmet veriyorsunuz, sağ olun, gerçekten bu TİKA'nın hizmetleri olsun, AFAD'ın hizmetleri olsun çok önemli. Ancak, hani yüzyıl önce kaybettiğimiz bir şey var, bir duygu var, Osmanlılık duygusu var. Benim dedelerimin hepsi kendini Osmanlı vatandaşı olarak dibine kadar hissederlerdi çünkü bir ayrımcılık yoktu. Hani, Türk, Kürt, Yahudi, Süryani, hangi kimlikten olursa olsun kendini Osmanlı vatandaşı hissederdi çünkü herhangi bir etnik kimliğe hapsedilmemişti, dar bir gömlek giydirilip "Herkes şudur." denmemişti.

Cumhuriyet kurulduktan sonra Mahmut Esat Bozkurt şu cümleyi ediyor...

BAŞKAN - Çok cümlesi var, hangisi?

GARO PAYLAN (İstanbul) - Hemen söyleyeyim: "Türk, bu ülkenin yegâne efendisi ve sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette tek hakları vardır, hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı. Dost ve düşman, hatta dağlar bu hakikati böyle bilsinler." diyor. Maalesef, bu bilinç bugünümüze kadar değişmiyor. Yani, şu görüntüde olduğu gibi aynı bilinç "Türk'sen övün, değilsen itaat et." cümlesine yansıyor ve maalesef, yalnızca lise bilgisi olan gençlerimiz, tarih bilinci olmayan gençlerimiz, her şeyi cumhuriyetle birlikte başlatan gençlerimiz de bu yazıları duvarlara yazabiliyorlar, çok hazin bir durum. Nefret duyguları, nefret tohumları toplumumuzun her tarafına bu şekilde ekilebiliyor.

Mesela, bazı hizmetlerden bahsettiniz Sayın Yalçın Akdoğan. İşte, Lübnan'daki Türk varlığına hizmetlerde bulunmuşsunuz, sağ olun. Yalnız, merak ediyorum, kesinlikle eminim öyle değil ama... Lübnan'da 200 bin Anadolulu Ermeni var yani buralı insanlar, Kayserili, Malatyalı, Yozgatlı ve şu anda gidin o mahalleye çoğunluğu birbirleriyle Türkçe konuşurlar, Ermenice ve Türkçe karışık konuşurlar çünkü hepsi buradan Türkçe bilerek gittiler veya Los Angeles'ta Ermeniler var. Ermenistan dediğimiz yerin -hani "Ermenistan da bunu söyleyemiyorsun. Söyler misin?" diye sormuştu sayın vekilimiz- nüfusunun yarısı Anadolu köklüdür, buradan göçertilmiştir, Süryaniler öyle, Rumlar öyle. Nüfusunun yüzde 40'ı buradan gönderildi, geri kalan yüzde 40 buraya geldi Balkanlardan ve Kafkaslardan. Hepsine de ne dendi? "Türk'sün." Şimdi, ben bunu kabul edebilirim bakın, "Türk'sün" kalıbını ama bu kalıp uygulamalarınızda çoğulcu bir anlayışla uygulanabilseydi kabul edilebilirdi çünkü bazı ülkelerde, demokratik ülkelerde mesela "Alman'sın" dendiğinde eğer ki o ırkçı bir tabire tekabül etmiyorsa insanlar "Ben Alman'ım." diyebilirler ama buradaki pratik, yüz yıllık pratik hep ırkçı bir mantıkla uygulanmıştır. Mesela, Suriye'ye baktığımızda, Suriye politikamızın çökmesinin sebebi, bence, etnisiteye dayalı ve bir mezhebe dayalı bir politika olarak güdüldüğü içindir.

Bayır Bucak Türkmenleri tabii ki gadre uğruyorlar, tabii ki Esad rejimi altında gadre uğranmıştır ama orası da burası gibi çok dilli, çok kültürlü, çok etnisiteli; Ermeniler var, Süryaniler var, Kürtler var, Araplar var, her etnisite var. Ancak, bizim hep manşete çıkardığımız Bayır Bucak Türkmenleri. Elbette ki bakın, gadre uğramışlardır, hiçbir şüphe yoktur ancak içeride de dışarıda da çoğulcu bakış paradigmasını hâkim kılamadığımız için hep bu yanlışları yapmayı tekrar ediyoruz. Mesela, Tarih Kurumuyla ilgili eğer ki "Şu Mahmut Esat Bozkurt'un cümleleri yanlıştır." diyebilseydik bugüne kadar, eleştirel bakabilseydik, bugün bu hataları aynen yapmazdık.

Sayın Türkeş, Enver Paşa'yla ilgili bir çalışma yapmışsınız. Şimdi, baktım o çalışmaya, Enver Paşa'nın ne kadar doğru şeyler yaptığına dair hep böyle bir kutsama hâli, eleştirel bir bakış yok. Oysa ki tarih devletin olduğu zaman, devlet yaptığı her şeyi rasyonalize eder ve eleştirel bakmaz. Ya, devletin tarih kurumu da bence olmaz. Tarih özgür bir alandır ve üniversitelerde, akademilerde tartışılması gereken bir şeydir. Ama, tarihi tek-elinize aldığınızda Enver Paşa'yı yalnızca kutsarsınız. Elbette her insanın hataları ve sevapları vardır ama yalnızca sevaplarıyla bahsediyorsunuz çalışmanızda. Oysa, Enver, Talat, Cemal üçlüsü, o cunta, Osmanlı'nın son dönemindeki kaybetmeye başladığımız o çoğulcu anlayışın, maalesef, bitmesine sebep olan cuntadır, ilk cuntadır. Ermenileri bu topraklardan süren, büyük felaketine sebebiyet veren ve Anadolu gençlerini, hani, hep kutsarız ya Kafkasya Cephesi'ne yazlık kıyafetlerle 100 bin kişi sürüp bir gecede donmalarına vesile olan ve çoğulcu anlayışımızdan kopmamızı ve Turancı bir anlayışla herkese o dar gömleği giydiren zihniyettir. Türkiye Cumhuriyeti devleti de, Mahmut Esat Bozkurt'un cümlelerine yansıdığı gibi, o zihniyetin aynen tekrarını devam ettirmiştir ve eleştirel bir bakışla bakılmıyor maalesef bunlara.

Şimdi, bu konuyu bu kadarla bırakmam gerekiyor. Devamında, mesela, AFAD'la ilgili de bir eleştirim var. Şöyle ki: 700 bin çocuğa hizmet vereceğiz, vermeliyiz. Ancak, bizim bir birikimimiz vardı, Osmanlı'da gene olan. Her yapının, her dilin kendi örgütlenmeleri vardı ve ana dili temelli çok dilli eğitim yaparlardı. Osmanlıdaki Ermeni okullarına bakın, Ermenice, Osmanlıca, İngilizce, Fransızca, Arapça, çok dilli eğitim yaparlar ve çocuklar çok dilli yetişirler, tıpkı benim gibi. Ben de bir Ermeni okulunda yetiştim, Ermeniceyi, Türkçeyi, İngilizceyi, Fransızcayı, hepsini çok iyi derecede bilirim çünkü ana dili temelli eğitim yapan çocuklar çok dilli olurlar, ulusal dili de evrenseli de daha kolay öğrenirler, bu daha pedagojiktir. Ama, biz bu paradigmadan koptuk, sanki bu memlekette hiç bu olmamış gibi "Bu bir tehlikedir, aman da tehlikedir." diye bakıyoruz. Oysa, Lozan'da beraber kaybolmuş bu yapılar, Sayın Adnan Bey de burada. Bunların vakıfları, okulları var. Ancak, Lozan'da.. Bakın, ona referans vermek istemiyorum, keşke bu uluslararası anlaşmaya referans vermesem de bunun iç hukukunu yaratabilmiş olsaydık. Ancak, maalesef, "Lozan" demek zorunda bırakıyorsunuz. Lozan'da "Bu yapılar güvence altına alınmalı." diye yazıldığı hâlde yüz yıldır hiçbir iç hukuku tanımlanmamıştır. Yani, bunların örgütlülükleri vardı, biliyorsunuz, patrikhane çerçevesinde hem ruhani hem cismani örgütlülükleri vardı, kendi hayratları...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız sözlerinizi.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Sayın Başkan, birkaç dakika müsaade edin.

BAŞKAN - Verdim.

Buyurun.

GARO PAYLAN (İstanbul) - ...kendi okulları, vakıfları, hastaneleri vardı, tıpkı Müslüman vakıfları gibi. Bakın, 50 bin galiba, mazbut vakıf saydınız. Devlet bu sivil örgütlenmeleri yok saydı, malını mülkünü de gasbetti yani yok saydı. Hâlbuki onlar sivil örgütlenmelerdi, mahallî örgütlenmelerdi.

BAŞBAKAN YARDIMCISI YALÇIN AKDOĞAN (Ankara) - Belirtmeden önceki süreci diyorsunuz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Evet. Yani, hem Müslüman hem gayrimüslim vakıfların...

YUSUF BEYAZIT (Tokat) - İade edildi ama biliyorsunuz.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Ya, kısmen, daha çok yolumuz var, iyi bir başlangıç ama daha çok yolumuz var. Umalım ki bu yöndeki iyi niyetli adımlar devam eder. Ama, bakın, çok ciddi sıkıntılar var, devamında söyleyeceğim. Çünkü, dezavantajlı olan yapılar, topluluklar, cemaatler pozitif ayrımcılığa ihtiyaç duyarlar Sayın Bakan, özellikle böyledir çünkü yok olma hükmündedirler. Onların vakıflarının hem cismani hem ruhani yapılanmalarının desteklenmesi gerekir pozitif ayrımcılık çerçevesinde. Ama bakın en temel şey, bizim içimizde de bir demokrasi anlayışı vardı, yüzyıllardır öyle, biz hep seçimlerle vakıflarımızı ayakta tutarız yani toplumun, cemaatin kesimleri seçim yaparlar ve kendi seçtikleriyle yönetirler vakıflarını. Ancak, bakın, 3 bakan eskittik, Sayın Bülent Arınç, şimdi Yalçın Akdoğan'a sunmuştum. Bülent Arınç'la tam bir noktaya varmıştık, olmadı; Numan Bey'le tam diyecektik tekrar seçim gündeme geldi. Umarım ki ivedilikle -Sayın Adnan Bey size arz ettiğini söyledi bu sorunu- bu seçim meselemizi çözeriz. Dört yıldır, dört buçuk yıldır seçim yapamıyoruz ve vakıflarımızın pek çoğu yöneticisizlikten ayakta duramayacak durumda ve patrik seçimi...

Bakın, patriğimiz on yıldır hasta ve patrik seçimi yapılması için izin verilmiyor. Bununla ilgili de şu argüman ortaya koyuluyor: "Efendim, toplum içinde değişik düşünceler var." Hayır, bu konuda değişik düşünce yok, bir seçim ihtiyacımız var bu konuda da, bunun da önünü açmanız, hatta karışmamanız için sizden rica ediyorum. Topluluklar kendi kararlarını versinler ve siz yalnızca...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen toparlar mısınız.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Tabii.

Ve bu konudaki her türlü örgütlenmenin de devlette toplanmaması gerekiyor yani her türlü, bakın, yalnızca Ermeni toplumu, Rum toplumu, Musevi toplumu için demiyorum, Müslüman topluluklar da kendi örgütlülüklerini yapabilsinler, kendi cemaatleri çerçevesinde yapılarını kurabilsinler, sivil toplum alanını ruhani alanda da, cismani alanda da açabilsinler ve kendi kültürlerini, dillerini yaşatacak kurumları olsun. Devletin bu tür yönde kurumları olmasın. Elbette ki Türk dilinin, Türk tarihinin de kurumlara ihtiyacı var ancak bu, devletin bir kurumu olmaz. Üniversitelerde bu yönde birimler olur, onlar araştırmalarını yaparlar, tıpkı diğer dil ve kültürlerle ilgili olduğu gibi. Bu alanı özgür bırakalım. Yalnızca devlet bir koordinatör olsun, bütün diller ve kültürlerle ilgili gelişmeleri için destekleyici yönde davransın. Madem hani "Çok renkliyiz, mozaiğiz." filan diyoruz, buranın renkleri maalesef soldu.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Paylan, son cümlenizi alayım lütfen.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bu renkleri tekrar canlandırmak istiyorsak, "Çok dilli, çok kültürlüyüz." diyorsak, hepsine saygı duyacağız, hepsinin kendi dilini, kültürünü geliştirmesi için ön açıcı olmamız gerekiyor.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Bir dakika... Son bir iki şey vardı. Özür dilerim.

Tekrar edeceğim bakın Sayın Türkeş: Tarihe eleştirel bakmazsak aynı hataları yaparız. Bakın, yüzyıl önce bir paylaşım savaşı verildi Birinci Dünya Savaşı'nda, çok iyi bilirsiniz ve Sykes-Picot uygulandı. Biz o günlerdeki hatalarımızı bilemiyoruz, Türkiye toplumu bilmiyor. Niye biliyor musunuz? Çünkü Türk Tarih Kurumu veya genel tarih anlayışı, o yıllara eleştirel bakamıyor, hatta "Osmanlı dönemindeki her şey kötüydü, şimdi cumhuriyetle beraber her şey muhteşem oldu." anlayışını dayattı bütün üç kuşaktır. Oysa o yıllardaki, o günlerdeki yaptığımız hatalara baksak -1915'te yaptık- bugün aynı hataları yapmayacağız.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

GARO PAYLAN (İstanbul) - Son bir dakika...

BAŞKAN - Son bir cümle.

GARO PAYLAN (İstanbul) - Eğer Türkiye Cumhuriyeti devleti kendi içinde çoğulcu bir bakışı, çok kültürlü, çok kimlikli bir anlayışı, o paradigmayı esas alırsa inanın bu paylaşım savaşında biz büyük felaketler yaşamayız ancak tekrar aynı hataları yapıyoruz, hem içeride hem Suriye politikasında ve her politikamız maalesef şu anda duvara çarpıyor.

BAŞKAN - Teşekkür ederim.

GARO PAYLAN (İstanbul) - O anlamda, yüzyıl önceye objektif bir anlayışla bakalım, o hatalarımızdan dersler çıkaralım ve geleceğe umutla bakabileceğimiz çok kültürlü, çok dilli, çoğul bir paradigmayı ortaya koyabilelim.

Teşekkür ederim.