KOMİSYON KONUŞMASI

ŞENOL SUNAT (Ankara) - Sayın Başkan, değerli Komisyon üyeleri ve Diyanet İşleri Başkanlığımızın çok değerli bürokratları, Başkan ve Yardımcıları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Evet, bu kanun teklifinin karlı ve kârlı değil de hayırlı olmasını, ülkemize, milletimize ve dinimize faydalı olmasını temenni ediyorum.

Evet, sözlerime başlamadan önce de ülkemizin kurucusu Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk'ü saygı, sevgi ve minnetle anıyorum.

Evet, 23 Mart 1924 yılında... Ki bugün Başkan da aynı şeyi ifade etti, bir tevafuk olarak görüyorum, inşallah, hayırlara vesile olur.

Evet, tabii ki her gelen kanun teklifini hele hele dinî konularda hepimizin çok hassas olması gereken bir süreç içinde olduğumuzdan dolayı böyle bir kanun teklifini hepimizin değerlendirmesi gerekiyor, ince ince meselelere bakması gerekiyor; bu bir tecrübeyle sabit çünkü yani yapılanlar, bugüne kadar söylemler ve icraatlar hepimizi dikkatli olmaya sevk ediyor, özellikle de biz muhalefet partileri olarak, meseleye bakarken bu şekilde değerlendirmek istiyoruz. Keşke öyle olmasaydı da "Ay, ne kadar güzel bir din akademisi, diyanet akademisi kuruluyor." diye hepimiz hatta uzun uzun tartışmalara bile girmeden meseleyi ele alabilseydik.

Şimdi, Diyanet İşleri Başkanlığı kurulduğu zaman, Atatürk'ümüz kurduğu zaman, daha çok, Kur'an-ı Kerim'in daha iyi anlaşılabilmesi için Elmalılı Hamdi Yazır'a ve Mehmet Akif'e Kur'an-ı Kerim'i tercüme etme görevi verildi o dönemde. Niçindi bu? Efendim, din tacirlerinden, dinbazlardan, din istismarlarında milleti koruyabilmek içindi ve on yılı aşkın süren çalışma sonucunda da Kur'an ve hadislerin tefsirleri yayınlandı yani o zamana kadar anlamını bilmeyen millete, bir şekilde Kur'an-ı Kerim'i anlama imkânı da sağlandı ve o zamana kadar 352 bin dinî kitap da bastırıldı yani bir şekilde bir aydınlanma, dinî bir reform çağı yaşandı.

Şimdi, bakıyoruz, Ankara Müftüsü Rifat Börekçi, ilk Diyanet İşleri Başkanımız diyor ki o zaman: "Atatürk, şahsi çıkarları için dinimizi siyasete alet eden cahil din adamlarını asla sevmezdi." Biz de öyle, sevmiyoruz. Dini siyasete alet eden veya dini istismar vesilesi olarak kullanan ve daha geçmiş, hemen yakın dönemde çok sıkıntı yaşadığımız bir süreci hep birlikte acıyla yaşadık, hâlen de devam ediyor

Şimdi, Diyanet İşleri Başkanımızın söylemlerine, zaman zaman uygulamalarına baktığımızda da yine içimiz cız diyor ve üzülüyoruz yani "Keşke Yunan galip gelseydi." diyen, her fırsatta Atatürk'e ve aziz hatırasına hakaret eden bir meczuba geçmiş olsun ziyaretinde bulunan bir Diyanet İşleri Başkanı; Ayasofya'nın açılışında kurucu iradeye hakaret etme gafletinde bulunan bir zihniyet zaman zaman karşımıza çıkıyor. Bu yüzden de yoğurdu üfleyerek yiyoruz.

Şimdi, en son, hatırladığım kadarıyla -bunları kayıtlara geçsin diye söylüyorum, konumuz bu değil- Diyanet İşleri Başkanının ÖNDER İmam Hatipliler Derneğinde yapmış olduğu konuşma aklıma geliyor, orada dinî inancın ticarette, siyasette ve yargıda olması fetvasını verebiliyor. Hâlbuki Diyanet İşleri Başkanlığının siyasete karşı dik durması gerekiyor yani siyasallaşmaması gerekiyor.

Şimdi, gelelim kanun teklifine. Evet, bu kanun teklifinin... Kasım 2017 tarihinde Bekir Bozdağ'ın o zaman Başbakan Yardımcısı iken ifade ettiği, bu Diyanet Akademisinin kurulmasından söz ettiği ve bugün elimize gelen genel gerekçelerde de ifade edilenlerle -genel gerekçeler benzeri lafları ki çok birbirine aynı- hemen hemen örtüşen sözleri aklıma geldi yani dört sene sonra biz bu konuyu gündeme getiriyoruz. Şunu görüyorum ki o dönemde, 2017'de bu hain darbe girişiminden sonra oluşan durum söz konusu iken böyle bir Diyanet Akademisi kurulması gündeme gelmiş. Ama ilk akla gelen ne oluyor? "Yeni bir kadrolaşma mı, yoksa birilerine kadrolar mı ihdas etmek?" diye aklımıza da gelmiyor değil çünkü yapılanlar bugüne kadar böyle oldu. Hâlbuki mesele, bir kadrolaşma veya birilerine kadro vermek değil, gerçekten yüce dinimizin daha iyi anlaşılabilmesi, daha yetkin kişiler tarafından anlatılabilmesi ve daha nitelikli, daha kaliteli bir din eğitimi ve öğretiminin Diyanet İşleri Başkanlığı yapısı altında da devam edebilmesi olmalı, inşallah öyle olacak yani ben bu konuda umutsuz değilim. İnşallah Diyanet İşleri Başkanlığı bu akademiyi gerekli şekilde ve doğru bir şekilde yeter ki uygulayabilsin.

Sayın bürokratlar geldiklerinde Grup Başkanlığımıza bilgi verdiler, biraz önce de Sayın Hocam o bilgiler çerçevesinde bize kanun teklifinin neyi gerektirdiğini anlattı. Evet, burada çok güzel şeyler var ifade ettikleri gibi ama benim ilk söylediğim bürokrasiden gelen arkadaşlarımıza, Diyanet İşleri Başkan Yardımcılarına, Millî Eğitim Bakanlığı ve YÖK'ün iyi eğitilmiş, iyi... İşte, konuyla ilgili eksikliklerinin olduğuna dair bir konu gibi ortaya çıkıyor. Bu meseleyi aslında hem YÖK'le hem de Millî Eğitim Bakanlığıyla konuşmanın önemli olduğunu yani eğer istenilen değerlerde, istenilen kriterlerde insan yetişmiyorsa bu da büyük bir eksiklik. Bu yüzden, ilk önce yapılması gereken... Millî Eğitim Bakanlığı yani imam-hatipler ve YÖK'ü ilgilendiren ilahiyat fakültelerinde yeterli kriterlere sahip insanların yetişmediği gibi bir sonuç çıkıyor demiştim. Öyle olmadığını ama tabii ki eksikliklerin olduğunu ifade ettiler. Bu akademide de hizmet içi eğitimle bunların tamamlanacağı veya işte, biraz da her kesime hitap edecek olan vaaz verenlerin, imam-hatiplerin, imamların ve eğitim öğretimde görev alacak olan kişilerin bilgi açısından daha fazla yeterlilik kazanabilmelerinin yolunun bu akademilerden geçtiğini ifade ettiler, ki 19 eğitim merkezi ve 12 din yüksek ihtisas merkezi vasıtasıyla bugüne kadar bunları gerçekleştirdiklerini yani hizmet içi eğitimleri gerçekleştirdiklerini, otuz altı aya kadar devam eden de, işte, kurslar olduğundan söz ettiler. O zaman demek ki bu eğitim merkezleri de bu kriterleri yeterli derecede yerine getirmede sıkıntı yaşıyor gördüğüm kadarıyla. Böyle bir Diyanet Akademisiyle bu meselelerin çözüleceğini ifade ettiler.

Şimdi, değerli Komisyon üyeleri ve değerli bürokratlar, emin olun ki burada kurumlar oluşturmak değil mesele; kararlılık ve ne yapılması gerektiğinin iradesini ortaya koyabilmek. Yani söylemek istediğim, Diyanet Akademisini de kursanız, meselelerin üzerine yine kararlılıkla gidilmediği takdirde sonucunun daha önceki eğitim merkezlerinden farkının olmayacağını ifade etmek istiyorum.

Şimdi, evet "3600 gösterge niye burada yok?" dedi bazı hatipler; doğru. Bu kadro ihdasında verilecek ödeneklerin şeyleri buraya konulmuş, rakamsal olarak derecelendirilmiş ama maalesef, yine 15 Ocak 2023'e devredilmiş. Bunun sebebi, büyük bir ihtimalle, bütçede böyle bir ödeneğin olmaması. O zaman niye popülistlik yapıyoruz? Böyle olacağı yerde -aynen Öğretmenlik Meslek Kanunu'nda da yaptınız aynı şeyi- diğer memurlara da polislere de din görevlilerine de vereceğiniz ek göstergeleri veya 3600'ü 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nda yapar, 2023'ün ilk başında yapar, sonra da uygularsınız. Ama biliyorsunuz, Türkiye'de her şey siyaseten bir popülistlik meselesi hâline geldiği için "Bunu verdik." diyorsunuz, insanlar da öyle değerlendiriyor.

Şimdi, biz burada kanun teklifine baktık. Yani itiraz edeceğimiz bir madde yok, sadece 5'inci maddede, yine "...Akademiye giriş için yapılacak olan sözlü ve/veya uygulamalı sınavdaki başarı sırasına göre aday din görevlisi belirlenir." ifadesinde bunu da ifade etmiştim ben sayın yetkililere. Söylemek istediğim şu: Yani bu aynen öğretmenlik gibi, diğer memuriyetler gibi mülakatta hakkı yenilenlerin çok fazla sayıda olduğunu ve hatta KPSS'de en ön sıralarda olanların daha alt sıralarda olanlara göre sözlü sınavla hakkının yenildiğini, hele hele Diyanet İşleri Başkanlığı gibi bir başkanlıkta alınacak elemanların kul hakkının yenilmesinin çok doğru olmadığını ve günah olduğunu ifade ettim. Aynı zamanda, milletvekillerinin veya işte, devletin belli kademelerindeki kişilerin alınacak insanlar için referans mektuplarının havalarda uçuştuğu bir dönemde, bu sözlü ve/veya uygulamalı başarı sırasına göre adayların tespit edileceği akademiye girişte, bunun en azından kayıt altına alınmasının önemli olduğunu... Böyle, bu şekilde de bir önerge verdik.

"Sözlü olmasın." dediğimde -ki hak veriyorum- şöyle söylendi: "İşte, bunlar vaaz verecek, Kur'an okuyacak, konuşacak." O doğru ama o zaman en azından hakkının yendiğini iddia edenlerin mahkemeye başvurabileceği bir yapının oluşturulmasının, bu komisyonlarda kayıt altına alınmasının önemli olduğunu ifade etmek istiyorum.

Evet, hayırlı uğurlu olsun diyorum.

Biz, sadece bu konuda görüşlerimizi ifade ettik. Belki Hüseyin Bey'in de söyleyecekleri vardır.