KOMİSYON KONUŞMASI

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Evet, geçen sefer de önce Bihlun Hanım'a...

BAŞKAN - Efendim, biliyorsunuz, biraz yani şey o, tabii, eski üye olduğu için biraz pozitif ayrım oluyor.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Biz de kıdeme takdir duyan bir kişiyiz. Onun için bir sakınca görmüyorum ben de.

BAŞKAN - Aslında sizin dostluk kıdeminiz kolejden başladığı için bundan sonra size ben söz vereyim.

Buyurun.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Fark etmiyor esasında. Aynı şeyi söyleyeceğiz muhtemelen.

Şimdi, öncelikle biraz dehşet içerisinde dinlediğimi itiraf etmeliyim bütün bu konuşmaları. Dehşetim de...

BAŞKAN - İbrahim Bey'i mi?

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Hayır, hayır, genel.

İBRAHİM MUSTAFA TURHAN (İzmir) - O kadar korkutucu bir şey söylemedim.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Estağfurullah.

Bireysel olarak kimseden korkmadım ama tartışmanın içinde bu kadar bilim üretmiş, Türkiye üniversitelerinde yer almış bir akademisyen olarak bilimden bu kadar uzak hissedilen, çeşitli işlerin yapılamayacağına dair ortak bir kanının ortaya çıkmasından biraz endişe duyduğumu söyleyerek başlamak istiyorum.

Şimdi, burada değerli basın emekçilerimiz var. Ben onların yaptığı işi yapıyor olmak istemem ama Türkiye'de basın özgürlüğünden de ciddi bir rahatsızlık olduğu için ister istemez her birimiz birer basın savunucusu hâline dönüştük. Ben de bunu okurken bir "5N1K" felsefesiyle hani "Burada ne var? Ne zaman yapılması düşünülüyor? Nerede göreceğiz etkilerini? Nasıl yapılacak? Neden yapılıyor? Kimi etkileyecek?" gibi sorular sormaktan kendimi alamadım açıkçası. Fakat bu sorular içerisinde itiraf etmeliyim ki "Nasıl?" dışında ben tebrik etmek istemekle birlikte tebrik edilebilecek detaya vâkıf olamadım. "Nasıl?" sorusunun yanıtını biliyoruz. Burada biz uzun uzun tartışacağız, güzel bir entelektüel tartışmaya doğru da gidiyor, hani sisteme dair, ekonomi bilimine dair. Ama nasıl olacak? İşte, 25 kişi el kaldıracak, bu kanun geçecek ama onun ötesinde açıkçası herhangi bir detay paylaşılmış değil. Biraz önce bizimle paylaşılan detaylar da esasında ihtiyacımız olan detaylar değil. Yani verginin nereden toplandığından çok nasıl bir kayıp ortaya çıktığına dair bir öngörünün mutlaka ortaya konulması gerekiyor.

Şimdi, bu öngörünün ortaya konulmasına dair mutlaka bilimsel kısıtlar vardır. Evet, 1970 yılında Lucas "Lucas Eleştirisi" adı altında makroekonomik bilim çerçevesini de büyük bir şekilde dönüştüren bir soru ortaya attı ve dedi ki: "Politikalar değiştiği zaman davranışlar değişebilir. Onun için de o davranışları sanki bir yapı gibi alan modeller geçerliliğini kaybedebilir." Ama bilim 1970'te durmadı. Lucas bu eleştiriyi koyduktan sonra mikro temelli makroekonomik modeller doğdu, dinamik stokastik genel denge modelleri doğdu, yeni Keynesyen dinamik stokastik genel denge modelleri doğdu, bununla eş zamanlı olarak mikroekonometrik büyük bir politika analiz alanı gelişti. Bunu şunun için söylüyorum: Bilimin içerisinden bilgilerle bazı şeylerin yapılamayacağına dair öngörünün konuşulmasını önemsemekle birlikte, bilimin de hızla ilerlediği ve kısıtlar olmakla birlikte bazı şeyleri söyleyebilmemize de imkân verdiğini de anımsatmak istiyorum. Onun için, biz, yeniden, bilimin kısıtlarını bilerek ama o kısıtlar içerisinde ne kadar vergiden vazgeçtiğimiz sorusuna bir yanıt talep ediyoruz. Çünkü eğer biz "Sadece devletin cüzdanı değil, vicdanı." dediğimiz bu bütçe içesinde neden vazgeçtiğimizi konuşamıyorsak o zaman zaten tartışacağımız fazla bir şey kalmıyor. Yani biz ne kadar milyar liradan vazgeçiyoruz? "Bunu sermayeye vermeyi seçerek kime vermemeyi tercih ediyoruz?"u açıkça tartışabiliyor olmamız gerekiyor. Şimdi, hiçbir veri olmadan, biz, evet, keyif aldığım bir entelektüel tartışma yapıyoruz ama esasında veriyle somut "Kim kaybediyor, kim kazanıyor? Bizlerin siyasi tercihi nedir?"i konuşmalıyız.

BAŞKAN - Sayın Böke, ben de tahmin ediyorum. Mesela şöyle söyleyeyim: Bu menkul kıymet gelirlerinin vergilendirilmesi noktasında, Türkiye'deki finansal piyasalardan ya da direkt borsadan diyelim, ne kadarlık, yüzde kaçlık bir hacim kaybı olacağını öngörüyorsunuz?

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Şimdi yani izin verirseniz, bu bilimsel tartışmayı yapacaksak hazırlanalım, gelelim, konuşalım. Bunun yükümlülüğü Bakanlıktayken...

BAŞKAN - Ben hani tahmini olarak yani...

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) -Ben bir tahmin vermek istemem bir akademisyen olarak, çalışmadığım, net olarak bilmediğim bir rakamı ama şunu söylüyorum: Burada bir yükümlülük var.

BAŞKAN - Kimse onu bilemez şu an, o yüzden söylüyorum.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - Yükümlülük bende değil. Efendim, yani ben yüzde 2,7-8 rakamını beklemiyorum. Lütfen, rica ediyorum, küçümsemeyelim bilimi.

ERHAN USTA (Samsun) - Her yer bu tür çalışmalarla dolu, yapmayın Allah aşkına, çok ayıp.

SELİN SAYEK BÖKE (İzmir) - O zaman, bir sonraki seçimde de böyle olmuştu Sayın Başkan. Biz bir alternatif ekonomik model ortaya koyduk. "Kaynağı nerede?" dendi. Biz bir iktidar disipliniyle kaynağı madde madde açıkladık. Şimdi, iktidarda olanlar kaynağı madde madde açıklamaktan imtina ederek bana yükümlülüğü veriyor. İstenirse memnuniyetle bu detayda bir hazırlığı partimiz yapar, sizlere de sunar ama burada yükümlülük bizde değil ama biz istenirse memnuniyetle bu detayda bir çalışma yapabiliriz.

Bu Lucas Kritiği açısından önemli bir noktayı vurgulamak istiyorum. Literatüre baktığımızda, şunu söyler Lucas Kritiği: "Özellikle politikalar keyfiyete dökülmeye başladıkça daha önemli bir sorun hâline gelir." Oysaki politikalar eğer kural temelli olursa yani kurumlar ve kurumların hangi kurallar çerçevesinde işlediği açıkça bilinirse ve gerçekten kurumsal bir istikrari yapıdan bahsedilebilirse içerik olarak ne yapıldığına dair işte, o zaman Lucas Eleştirisi belki de bertaraf edilebilir hâle gelir.

Şimdi, biz yatırım çekme ihtiyacı olan bir ülkeyiz. Peki, bunu bir kenara koyduk. Yatırımı nasıl çekeceğiz? Ranta "Vergi verme, o zaman gel, burası ucuz." diyerek mi çekeceğiz? Yoksa, kuralları belli, açıkça herkese eşit kurallarla oyun imkânı sağlayan bir ekonomik düzen ve kurumsal yapı kurarak mı yapacağız? Esasında tercihimiz bu yönde olmalı. Yani biz keyfiyete bağlı politika çerçevelerinden uzaklaşıp kural temelli politika çerçevesine gittikçe bu eleştirilerden de uzaklaşacağımızı anımsatmak istiyorum.

Ayrıca iş ve yatırım ortamının ilk aradığı şey, tabii ki daha ucuz yere gitmeyi tercih eder, sermaye sahibi mutlaka onu tercih edecektir ama sermaye sahibi her şeyden önce güven arar. Yani kurumsal yapıya güven duyacağı bir ülkeye yatırım yapmayı tercih eder. Türkiye'nin bu açıdan çok yol yürümesi gerektiği bugünkü tartışmalardan da açıkça ortaya çıktı. 2006 yılında etki analizi yapılacağına dair düzenlemeler yapıldı. Gelmişiz 2015'e, 64'üncü Hükûmet Programı'nda hâlâ şu cümle var: "Etki analizinin nasıl yapılacağına dair eğitim verilecektir." Ya, eğer bizim kamu kurumlarımızda çalışan çok değerli insanlarımız, dokuz yıldır hâlâ etki analizinin nasıl yapılacağına dair eğitimden geçmedilerse işte dehşetim buradan kaynaklanıyor. Yani etki analizi yapılıp yapılmamasını tartışmıyor olmamız gerekir, zaten sizlerin programlarında var. Fakat durmadan, pişirip pişirip, tekrar karşımızda sizden "Vallahi yapacağız, siz bir bekleyin, 2023'e bir gelelim de 2023'ten sonra yaparız." cümlesini duymaktan ben bir iktisatçı olarak da bir siyasetçi olarak da ama en çok bir Türkiye vatandaşı olarak sıkıldım. Onun için, yeniden burada bir etki analizi ihtiyacı olduğu fakat bu etki analizi yapılırken de artık "cek"le "cak"la değil, açıkça bir aralık sunarak 1 milyardan 20 milyara kadar fark etmez ama varsayımlarınız neyse bunu ortaya koyup dürüstçe konuşmakta hiçbir sakınca olmamalı.

Şimdi, neden bu maddeleri uzatma gerekliliği olduğuna dair bir tartışma yok, elimizde bir metin yok. Evet, ben bir varsayım yapıyorum, işte, aramızda konuştuğumuzda da şu çıkıyor: Sermaye piyasalarının gelişmesi gerekiyor. Ülkeye yatırıma kayabilecek fon çekmemiz gerekiyor, onun için de vergi almamamız gerekiyor. Peki, ben soruyorum: Elimizde, bu vergiyi almadığımız için sermaye piyasalarının müthiş geliştiği, sermaye piyasaları müthiş geliştiği için de Türkiye'de inanılmaz yatırımlar yapıldığına dair araştırma ve veri var mı? Varsa bunun sunulmasını istiyorum ama ben kaba veriye bakarken bile buna dair bir emare görmüyorum. Yatırımlara bakıyorum, Türkiye'de yatırımların gayrisafi yurt içi hasıla içerisindeki payına baktığınızda yok, yok ve azalıyor. Yani 9 tane Türkiye'ye benzeyen ülkeyle karşılaştırdığınızda Türkiye'de yatırım yapılmıyor. Hani biz tasarruf olmadığından bahsediyoruz ama esasında tasarruf zaten hiç yok. Var olan tasarrufla azıcık yatırım yapmaya çalışıyoruz, yatırım da yok. Hani Türkiye'nin hakikaten çok önemli meseleler konuşması gerekirken burada yine geçici bir şekilde "Şurada uzatıverelim, devam edelim." tartışmalarıyla vakit kaybetmesinin de yine vicdanen çok can acıtıcı olduğunu da anımsatmak istiyorum.

Şimdi, ranttan vergi almamayı seçtik. Peki, asgari ücretten de almayalım. Soruyorum buradan: 1 Kasım seçimleri bitti. Bir söz verildi, asgari ücretin artırılacağı söylendi. Biz de söylüyoruz, diyoruz ki: Açlık sınırı 1.391 lira olan bir ülkede asgari ücreti 1.300 liraya artırmayı bir başarı olarak sunmak utanç vericidir ama daha önemlisi, hâlâ biz bu asgari ücret artışının hangi kamu kaynaklarından vazgeçilerek yapılacağına, böyle mi yapılacağına dair bir açıklamayı da duymadık. Esas bunları konuşuyor olmamız gerekiyor. Ranttan vergi almamayı seçenler acaba asgari ücretten de vergi almamayı seçerler mi? Buradan açık destek veriyoruz sizlere, seçin, asgari ücretten de almayalım vergiyi. Kamu kaynağından kaybı biz hesapladık zaten, sormayacağız da. Biz buradan size o rakamı da veririz ama gelin, eğer vergiden vazgeçebilecek kadar güçlü bir ekonomiyse Türkiye ekonomisi o zaman sadece ranttaki vergiden vazgeçmeyelim, asgari ücretten de alınan vergiden vazgeçelim.

Şimdi, bütün bu sorular, işte, "Kim? Ne? Ne zaman?" konusunu ortaya çıkartıyor. Şimdi, bu "Ne zaman?" meselesinin de önemli olduğunu düşünüyorum ben. Yani o kadar çok geçici madde on yıllara yayılıyor ki bunlar esasında kalıcı maddeler. Peki, kalıcıysa niye biz illa acele bir şekilde bugün tartışıyoruz bunu? Çarşamba günü FED kararı açıklanacağı için olabilir mi? Hani o FED kararı açıklandıktan sonra yabancı yatırımcılar "Aman ha, bir dakika, bizim gideceğimiz başka ülkeler çıktı." dediğinde "Ya, merak etmeyin, sizden vergi almayacağız." deme ihtiyacımızı çok artırdığınız için mi acaba acele ediyoruz? Eğer bunlar böyle kalıcı olacaklarsa o zaman lütfen kalıcı maddeler olarak konuşalım bunları. Böyle geçici maddeler olarak konuşmak esasında nasıl bir yasama yürüttüğümüze dair de çok önemli bir mesaj veriyor diye düşünüyorum ve kanun koyucunun oluşturmaya çalıştığı o sistematiği -başa dönüyorum- kurmak istediğimiz kural temelli kurumsal yapıyı da tamamen zedelemiş oluyor.

Onun için bir kez daha rica ediyorum, etki analizlerinin bizimle paylaşılması, vazgeçtiğimiz kamu kaynağının ne olduğuna dair bir öngörünün bizlere sunulması, veri temelli gelişmiş iktisat biliminden faydalanacak bir platformun bu zemine acilen taşınması ve bununla birlikte, madem rant vergisinden vazgeçiyoruz, asgari ücrete dair ne yapacağımızı da açıkça bugünden konuşmaya başladığımız bir zeminin oluşturulmasını ben Sayın Bakandan rica ediyorum ve bununla birlikte -burada değil ama eminim iletilecektir- bu sorulara da yanıt vermesini de heyecanla bekliyorum.

Tekrar teşekkür ediyorum.