KOMİSYON KONUŞMASI

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, basınımızın güzide temsilcileri; sözlerime başlarken hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Şimdi, önümüzde, tabii, çok önemli bir kanun tasarısı var, bunu görüşeceğiz fakat benim bunlarla ilgili, kurumlardan öğrendiğim kadarıyla, bu kanun tasarısı, örneğin Kalkınma Bakanlığına, örneğin Hazine Müsteşarlığına ancak bugün öğleden sonra gitmiş. Yani, şu anda oraların uzmanları ve yetkilileri tarafından görüşülmemiş, bakılmamış, fikri alınmamış bir konuda burada, Parlamentoda veya bir teknik komisyonda kanun tasarısı görüşüyoruz. Bunu önemli bir eksiklik olarak görüyorum, bunun böyle olmaması gerekir. Mevcut uygulamanın uzatılıyor olması bizim bunu böyle yapmamız için bir mazeret teşkil etmez, zaten o ayrı bir garabettir. Şimdi, birazdan ona geleceğim. Yani, 2004 yılında -mesela geçici 67 sanıyorum 2004, ben o kadar geri gittim, belki daha da geriye gidiyor- geçici madde olarak bir şeyi koyuyorsunuz, on bir yıldır uyguluyorsunuz, bir beş yıl daha uzatma konusunda da böyle paldır küldür, alelacele Parlamentoya bir yasa tasarısı geliyor ve böyle hayati bir konuda da bununla ilgili kurumların görüşü alınmıyor; bu son derece yanlış bir şey, bunu ifade etmek istiyorum öncelikle.

İkinci husus, bir defa...

BAŞKAN - Yalnız bu bir tasarı olarak gelmiştir ve bütün Bakanlar Kurulunun imzası vardır ve bahsetmiş olduğunuz ilgili kurumların bakanları ve yetkilileri de netice itibarıyla bu tasarıya bakan olarak imza atmıştır. Yani, bu varsayımı bizim Komisyon olarak kabul etmemiz pek mümkün değil.

MUSA ÇAM (İzmir) - Sayın Başkan, konuşmacının konuşma şeyini bozuyorsunuz.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, o ikisi ayrı husustur.

MEHMET GÜNAL (Antalya) - Kurumlar ayrı, Bakanlık ayrı.

ERHAN USTA (Samsun) - Sayın bakanların nasıl imza attığını biz biliyoruz; bunun hem fiilî durumunu biliyoruz hem pratik uygulamasını biliyoruz hem de... Yani, Sayın Bakan, hiç kurumuna göndermeden, hatta Bakanlar Kurulunda, hatta boş -yani, biz bu işin içerisinde yıllarca bulunduk- Bakanlar Kurulu kararları imzalattırılır, kanun tasarısı arkasına eklenir, gönderilir. Şimdi, bakanın bir şeyi imzalaması ayrı bir şeydir, kuruma bunun resmî olarak sorulması farklı bir şeydir; bakan gönderebilir, o ayrı bir şeydir ancak bunlar ayrıca kurumlara resmî olarak sorulur. Gidilir, "Buna ilişkin Kalkınma Bakanlığının görüşü nedir? Hazine Müsteşarlığının, Dış Ticaret Müsteşarlığının, Ekonomi Bakanlığının, bilmem ne bakanlığının görüşü nedir?" diye bunların sorulması lazım. Hatta bunlarla ilgili çoğu zaman Başbakanlık da mesela, diyelim ki... Veya koordinatör tespit edilen bir bakanlıkta toplantı yapar, "Bu konuyu bir konuşun, görüşün, gelin, farklı bakanlıkların farklı görüşleri var mı?" diye çünkü şu anda bizim konuşacağımız konular öyle "Hemen, haydi ya." kabul edilecek hususlar filan değil. Yani, bilmiyorum, Komisyon üyelerinin, bir kısım arkadaşların bunların detaylarıyla ilgili ne kadar bilgisi, fikri var ama bunlar, özellikle şu "geçici 67" dediğimiz husus, yani, son derece hayati bir meseledir. Dolayısıyla bunların hem kurumlarda görüşülmesi lazım, belki o kurumların görüşlerinin de buralarda bize aktarılması lazım ki farklı görüşler var mı, yok mu, bunların da bilinmesinde fayda var. Bu önemli bir eksiklik.

Şimdi, Türkiye'de önce vergi sistemine çok kısa bir göz atacak olursak, bizim vergi sistemimiz çok genel hatlarıyla tüketime dayalı, tüketim üzerinden alınan vergilerin büyük, yüksek oranlarda olduğu bir vergi sistemi. Bunun değişik tanımları var, işte, doğrudan vergiler-dolaylı vergiler tanımları, vasıtalı-vasıtasız tanımları var. En kaba tanımıyla, Kalkınma Bakanlığının da şu Ekonomik ve Sosyal Göstergeler kitabındaki tanımı alacak olursak, burada, örneğin, baktığımızda bugün vasıtalı vergilerin yani tüketim ve işlemler üzerinden alınan vergilerin -merkezî yönetim bütçesi için- toplam vergiler içerisindeki payı yüzde 71,2 2014 yılı itibarıyla. Adalet ve Kalkınma Partisinin iktidara geldiği yıldan bir önceki, yani 2002 yılında bu yüzde 66,3'müş. Yani, genel olarak bunlar tartışılabilecek konulardır ama bütün dünyada genel olarak bu oranların çok yüksek olması vergide adaletsizlik göstergesi olarak kullanılır. Bugün itibarıyla baktığımızda, aslında aradan geçen on üç yılda -bu bir adaletsizlikse- bu adaletsizliğin 5 puan arttığını görüyoruz, bu önemli bir husus. Fakat bunun bir kısım makroekonomik yansımaları da var.

Şimdi, biz biliyoruz ki Türkiye tasarrufların düşük olduğu, tüketimin çok yüksek olduğu bir ekonomi. Yani, ülkenin bir tasarruf ihtiyacı var, bu tasarrufların artırılması lazım. İşte, tasarrufu niye yapıyoruz? Yatırım yapıp, ekonominin üretimini artırıp ekonomide büyümeyi artırmak için bizim tasarrufa ihtiyacımız var.

Şimdi, burasından baktığımızda, tasarrufları artırmak için tüketim üzerine vergi konulması, hem de yüksek vergi konulması anlamlı gibi geliyor bize; yani tüketim ne kadar az olursa tasarruf o kadar fazla olacaktır, dolayısıyla yatırım olacaktır, ekonomide büyüme olacaktır. Fakat bizim vergi sistemimizin öyle garip bir hâli var ki biz tüketim vergilerini, "tüketim" adı altında veya "vasıtalı vergi" dediğimiz dolaylı vergileri ne kadar artırırsak artıralım tüketimi kısma imkânımız olmuyor. Dolayısıyla, burada bu vergilerin aslında tamamına bu gözle, bizim makroekonomik hedeflerimiz açısından bir bakmak gerekiyor. Yani, otomobil üzerinde çok yüksek bir vergi var, diyelim ki üç şey, CC'sine göre, işte, yüzde 40 küsurla başlıyor yüzde 120'ye kadar gidiyordu yanlış hatırlamıyorsam, yüzde 80 küsur, yüzde 100 civarında vergi var ama buna rağmen, işte, bu yıl 900 bini bulacak bizim hafif otomobil ve hafif ticari araçların satışı, yani, bu bizim ekonomimizde yüksek bir şey. Burada yapılması gereken veya bakılması gereken şey, tamam, bu verginin olması aslında bir miktar, baktığınızda, alımını güçleştiriyor, finansman açısından bir sıkıntı çıkartıyor ancak malın değerinin içerisine girdiği için çok da fazla insanlar "Bu vergi var." diye otomobil almaktan kaçınmıyor çünkü zaten satarken de vergisini bir miktar almış olacak sattığı kişiden ikinci el satışında. Dolayısıyla, bizim aslında vergileri, biraz daha tüketim vergilerini bu anlamda gözden geçirip tüketilen vergiler hâline getirmemiz lazım eğer biz tasarrufları artırmak istiyorsak bu ekonomide. Fakat bu bağımlılığı da, yani bu yüzde 71'e kadar çıkmış bağımlılığı da azaltmamız gerekiyor. Bu da şu nedenle: Şimdi, hem "Tüketimi kısıp tasarrufları artıracağım." diyorsunuz fakat vergi sistemimiz tüketime dayalı. Şimdi, burada bir paradoks var, bir çelişki var. Yani, tüketimi kıstığınız zaman vergi kaybına uğruyorsunuz. Dolayısıyla, çoğu zaman kamu bürokrasisi işin makroekonomik tarafını bir tarafa bırakıp "Ya, tüketim olsun, benim vergim artsın." diye bekler duruma geldi. Bu çelişkiyi de, bu sıkıntılı durumu da en aza indirgemek açısından bizim tüketim vergileri üzerindeki vergiyi bir miktar hafifletmemiz lazım. Tüketim vergileri, biliyorsunuz -az önce ifade ettim- adaletsizliğin en yüksek olduğu vergidir. Yani, siz şu herhangi bir şeyi, şu saati aldığınızda, yani geliri 1 milyar lira olan da bu saat için -kaç liraysa bu saat- o vergi onun için de aynıdır, asgari ücretli için de aynı oranda bu saat üzerinden vergi verir. Dolayısıyla, vergi adaleti açısından son derece mahzurludur. Şimdi, bu vergi adaletsizliği açısından önemli olan, bu konuda da adaletsizliğin sürekli arttığını söylüyoruz. Dolayısıyla, bizim bunları artırmak yerine burayı, tüketim üzerindeki vergileri bir miktar bu bağımlılığı azaltmak için... Yani, burada, bakın, bir çelişki, konuşmamda bir yanlış anlama olmasın, bizim bağımlılığımızı azaltmamız lazım, yoksa, diğer türlü biz vergi kaybına uğramayalım diye, kamu maliyesinde gedik vermeyelim diye sürekli tüketimi daha fazla vergilendirme yoluna gitmek gibi bir durumla karşılaşacağız. Bunun karşısında yapılması gereken ne? Sermaye kazançlarının ve doğrudan gelirlerin daha fazla vergilendirilmesi. Yani, bizim ekonomimizde gelir ve kurumlar vergisi üzerine biraz daha eğilmemiz lazım ama bunun da ötesinde sermaye kazançlarının üzerine daha fazla eğilmemiz lazım. İşte, tam da konuştuğumuz nokta bu, işte geçici 67 dediğimiz bu. Bu sermaye kazançları bugün ya muafiyet, istisna var... Aslında belki biraz yanlış oldu, Sayın Bakan keşke o rakamları verseydi de ben ondan sonra konuşsaydım ve hatta şu oranları filan da vermek lazım, yani buradaki özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi Komisyon üyelerinin de bunu bilmesinde fayda var. Yani, bu ülkede asgari ücretlinin üzerinden şu kadar vergi alınırken milyarlarca liralık faiz geliri elde eden insanlardan vergi alınmamasına bir bakılması lazım, adalet açısından, gelir dağılımı açısından bir bakılması lazım. Bugün burada parmak kaldıracağımız husus bu. Yani, ben işin adalet boyutunun önemli olduğunu söylüyorum, işin gelir dağılımı boyutunun önemli olduğunu söylüyorum ama işin bir diğer önemli yanı da bunların tamamını bir kenara bırakacak olsanız bile makroekonomik çıkarlarımız ve makroekonomik önceliklerimiz, hedeflerimiz açısından burada meseleye biraz daha sermaye kazançlarını, daha fazla tüketime dayalı bağımlılığı azaltmak için sermaye kazançlarını daha fazla vergilendirmemiz gerekiyor. Şimdi, bu, işin birinci yanı. Bunların diğer detaylarını maddeler geldikçe görüşürüz, konuşuruz.

Şimdi, burada diğer bir husus -az önce ifade ettim- bunlar geçici madde. Yani, işte, geçici 67, 5281 sayılı Yasa'yla getirilmiş. Benim gördüğüm kadarıyla -tabii, bunları unutuyoruz zaman içerisinde- 2004 yılında -belki daha eskiye de gidiyor mu, bilmiyorum Sayın Bakan- yani on bir yıldır, 2006...

MALİYE BAKANLIĞI MÜSTEŞARI SEYİT AHMET BAŞ - 5281 mi?

ERHAN USTA (Samsun) - 5281.

MALİYE BAKANLIĞI MÜSTEŞARI SEYİT AHMET BAŞ - Geçici 67...

ERHAN USTA (Samsun) - Geçici 67 5281'le gelmiyor mu? 2004 diye biliyorum.

MALİYE BAKANLIĞI MÜSTEŞARI SEYİT AHMET BAŞ - 2006.

ERHAN USTA (Samsun) - Yürürlüğü 2006 olabilir, yasanın çıkışı 2004 mü, 2006 mı?

MALİYE BAKANLIĞI MÜSTEŞARI SEYİT AHMET BAŞ - 2005.

ERHAN USTA (Samsun) - 2005 mi? Neyse, önemli değil, yani bir on yılı var temiz, bir beş yıl da biz uzatacağız. Böyle giderse, yani meselelere reformist bakma anlayışını bir kenara itersek, "Reform reform" deyip hiç reformist bakmazsak bir beş yıl daha gelen birisi uzatır, derken... Böyle "geçici madde" dediğimiz şeyle, yani hepimizin ömründen daha uzun bir geçici maddeyle biz vergi sistemimizi sürdürürüz. O yüzden, bu bir yanlışlıktır, usul açısından ciddi bir yanlışlıktır. Bunların eğer hakikaten olmasını istiyorsak bunları geçici madde olarak değil, kalıcı, sürekli maddeler hâline getirelim, bunu bütün piyasalar da herkes de bunu bu şekilde bilsin. Yani usul açısından diyorum ben, içeriği açısından bu öyle olsun anlamında demiyorum. Ama yani on yıl on beş yıl uygulamışsın, bir beş yıl daha 2020'ye kadar daha tekrar bu geçici maddeyi uzatalım demek insanı rahatsız ediyor, bir teknisyen olarak da rahatsız ediyor, bir siyasetçi olarak da rahatsız ediyor. Hiç olmazsa bunu belki bu tasarıda... Hani, önümüzde Gelir Vergisi Yasası var, onlara bakacağız, işte, öncelikli dönüşüm programlarıyla bir kısım reformlarımız var. 2020 değil de ne bileyim ben işte bir yıl uzatalım da bir bakalım bir görelim, yeri gelirse uzatırız, yeri gelirse sürekli madde hâlinde getiririz, yeri gelirse bunları kaldırırız anlayışı şeklinde bakılmasının çok daha doğru bir yaklaşım olurdu diye düşünüyorum.

Şimdi, 2006 yılında -ben o zaman Kalkınma Bakanlığında, eski ismiyle Devlet Planlama Teşkilatında Genel Müdürken- özellikle devlet tahvili, hazine bonosu, hisse senetleri üzerinden olan faiz gelirleri veya alım-satım kazançlarında stopaj usulü mü devam etsin, beyan usulüne mi geçelim, oranı ne olsun konusu uzun uzadıya tartışılmıştı. Aslında, bürokrasinin ve siyasetin de hemen hemen görüşü o günlerde... Yani biz bunu yıllardır stopajla götürüyoruz, artık beyan usulüne geçelim, yani Türkiye artık bunu kaldırır, Türkiye'nin mükellef yapısı da bunu kaldırır, Türkiye ekonomisi de bunu kaldırır şeklinde ciddi tartışmalar oldu. Bu, çok uzun çalışıldı o zaman, ben de bu çalışmaların içerisinde bulundum.

Bakın, dokuz yıl önceyi, on yıl önceyi konuşuyoruz, dokuz yıl önce, on yıl önce... Yani buradaki kritik şey nedir? Yani bunları işte küçük bir vergiyle alıp bundan sonra hiç vergisine bakmayalım mı, yoksa beyan edilsin bu kazançlar, dolayısıyla beyan edildiği zaman işte müterakki, artan oranlı vergi yapısı içerisine girsin veya işte, beyanname vermenin diğer endikasyonları her nelerse onlara tabi mi olsun, yoksa bundan küçücük bir vergi alalım, hatta bazen de muaf edelim, salalım başına gitsin mi?

Şimdi, bu konu tartışıldı, Türkiye bunu 2006 yılında uzun uzadıya tartıştı ve Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmeti döneminde tartışıldı bu. O gün, en son gelinen noktada "Türkiye'nin hâlâ finansman sıkıntısı var, Türkiye kaynak ihtiyacı olan bir ekonomi, şimdi, burada biz bunu anlatamayız, bakarsın bir sorun olur, sermaye girişlerinde bir problemle karşılaşırız..." gibi argümanlarla tekrar "Biraz daha stopaja devam edelim." şeklinde bir noktaya gelinmişti o gün. Bak, 2006-2015, dokuz yıl sonra hiç tartışmadan direkt stopajı beş yıl daha uzatalım noktasındayız. Türkiye'nin kayıp bir on yılıdır bu, sadece bu açıdan baktığımızda. Yani 2006'da tartışmaya cesaret ettiğimiz şeyi bugün tartışmadan, bununla ilgili kurumların görüşü alınmadan, Hazine Müsteşarlığının, Kalkınma Bakanlığının veya diğer bakanlıkların görüşleri alınmadan bugün buraya bir yasa tasarısı getiriliyor ve bu konu tartışılmıyor. Yani burada yapacağımız şey -birazdan detaylarına gireceğiz- ciddi faiz geliri elde eden insanların o küçücük vergilerle bir beş yıl daha devam etsinleri bugün burada oylayacağız ve büyük ihtimal karşıdaki saygıdeğer milletvekilleri buna olumlu oy verecekler ve bu yasa geçecek.

Şimdi, bunun neresinden bakarsak bakalım bir sakatlık var. On yıl... On yıl sonra, on yıl önce tartışabildiğimiz konuyu bugün tartışamaz hâle geldik, bu nasıl bir Türkiye yönetimidir, Türkiye nasıl büyük bir ülkedir? Hani, yeri geldiği zaman mangalda kül bırakmıyoruz, "Türkiye şöyle büyük, böyle büyük." diyoruz, büyük, Türk milleti de gayet büyük, Türkiye de büyük, bunu kabul ediyorum ben. Ama yani eğer hakikaten Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde Türkiye'yi büyütecek iyi icraatlar olduysa, 2006'da tartıştığımız bir konuyu artık bugün gözümüz kapalı bir şekilde yapabilmemiz lazımdı. Ama tabii ki, Hükûmet de biliyor biz de biliyoruz Türkiye'nin makroekonomik sorunları 2006'dan daha fazla bugün, maalesef, bunu üzülerek söylüyorum. Bunu tartışmak isteyen arkadaşlarımız varsa da ona ilişkin rakamsal şeylerle de bu görüşümü destekleyebilirim.

Şimdi, dolayısıyla, Türkiye'nin makroekonomik temelleri demek ki geçen dokuz yılda güçlenmedi. Yani, hâlâ Türkiye işte ciddi bir cari açık veriyor, ciddi finansman sorunu var, bunları konuştuğumuz zaman dahi birçok insan şunu söyleyecektir, cesareti olanlar söyleyecektir: "Ya, Türkiye'ye sermaye girişi olmaz, Türkiye cari açığını finanse edemez, aman sermayeyi kaçırmayalım gibi nedenlerle vergideki bu adaletsiz yapıyı devam ettirelim." şeklinde bir noktaya gidiliyor maalesef.

Şimdi, diğer bir husus, Sayın Başbakanı dinliyoruz, ekonomiyle ilgili sayın bakanları dinliyoruz, işte Maliye Bakanımız ifade ettiler, geçici bütçe kanununu görüşürken de "Birinci nesil reformlar yaptık, ikinci nesil reformlar yapacağız." dedi. Alın size reform imkânı, bundan daha güzel bir reform alanı olamaz. Burada, şurada, konuştuğumuz konularda, geçici 67'yle ilgili hususlarda özellikle, beyan sistemine geçmek kadar Türkiye'nin önünü açacak bir reform alanı olamaz esasında. Alın, geçelim işte. "Reform reform" diyoruz, reform öyle sözle olmaz ki, reform böyle sadece konuşarak reform olmuyor, reform onunla ilgili düzenleme yaparak, onunla ilgili kanunu çıkartarak, onunla ilgili uygulamayı başlatarak oluyor. Dolayısıyla, reform için çok güzel bir imkân var önümüzde, bu fırsatı değerlendirmek gerekir.

Şimdi, tabii, bu konunun detayları biraz konuşulsa bazı arkadaşlar bize diyecek ki: "Ya, bankacılık sisteminin altyapısı da bu stopaja göre yapıldı ve buraya bankacılık sistemi çok ciddi paralar, ciddi kaynaklar ayırdı." Mesela böyle bir argüman diyelim ki önümüze gelebilecek. Burada da ayrı bir yanlışlık var. Yani, bizim çağdaş ülkelerde olmayan, ileri, gelişmiş ekonomilerde olmayan bu sistemi ilanihaye sanki bu ülke buna mahkûmmuş gibi bütün bankacılık altyapımızı, sermaye piyasaları altyapımızı da bu ilkel yönteme göre yapmak o da ayrı bir garabet, ayrı bir şey. Yani, önümüze şimdi bir başka mani olarak da onun normal şartlarda çıkartılmaması gerekiyor.

Şimdi, diğer bir husus, bu kalkınma planının arkasındaki öncelikli dönüşüm programlarında veya Hükûmetin sonradan açıkladığı, hem seçim beyannamesine koyduğu hem de en son açıklanan 64'üncü Hükûmet eylem planlarında da yer alan bir husus, genel olarak, felsefi olarak kabul edilen bir husus vergi sisteminde istisna, muafiyetlerin, indirimlerin, indirimli oranların mümkün olduğu kadar azaltılmasıdır, değil mi Sayın Bakan? Yani, bu bir şey olarak doğrusu bu, bunu kabul ediyoruz. Şimdi, burada herhangi bir azaltma yapmadan bütün buradaki istisna, indirim, indirimli oran ne varsa bunların aynısının beş yıl daha uzatılması. Yani, felsefi olarak da söylediğimiz sözlerle, yazdığımız dokümanlarla, Türkiye'nin politika dokümanlarıyla şu anda burada oylayacağımız, birazdan görüşeceğimiz yasanın içeriğinde ciddi bir çelişki var, bu da ayrı bir sıkıntılı konu arkadaşlar.

BAŞKAN - Toparlayabilir miyiz Sayın Usta?

ERHAN USTA (Samsun) - Hemen toparlıyorum Sayın Başkanım.

Şimdi, tabii, bu istisna ve muafiyetleri hani "Azaltalım, indirelim." derken oradaki temel şey şudur: Sistemde ne kadar böyle istisna, muafiyet, indirimli oran varsa bir defa sistemi uygulamak o kadar zor oluyor, sistem kayıt dışılığa çok açık oluyor, vergi kaçırmaya çok açık oluyor, vergiden kaçınılmaya çok açık oluyor. Dolayısıyla, gelir idareniz de eğer çok güçlü değilse böyle indirimli, muafiyetli sistemler ciddi vergi kayıplarına neden oluyor. O nedenle de zaten biz vergi istisna ve muafiyetlerini azaltalım diye bir genel olarak... Türkiye'nin, aslında bu devlet politikası neredeyse. Yani, hangi hükûmet gelirse gelsin "Bu vergi istisna ve muafiyetleri azaltalım." der genelde, siyasi partilerin de bu tür fikirleri vardır. Ancak burada bunun yapılmadığını görüyoruz, bu da Adalet ve Kalkınma Partisinin söylediği hususlarla, temel olarak yaklaşımlarıyla, sözel yaklaşımlarıyla da aslında -uygulamaya ilişkin değil- bir çelişki ifade ediyor, dolayısıyla, bunların düzeltilmesi lazım.

Hatta, mesela, vergiye ilişkin, kamu gelirlerine ilişkin öncelikli dönüşüm programında bu vergi harcamalarının gözden geçirileceği, vergi harcamalarının azaltılacağına ilişkin hüküm var. Biz şimdi bunları böyle geçireceğiz, iki gün sonra belki Plan ve Bütçe Komisyonuna bunları azaltalım diye... Eğer söylediklerini yapacaklarsa, yani Eylem Planı'na konulan şeyi Hükûmet yapacaksa, Hükûmet sözünün arkasındaysa "Bunları azaltalım." diyor orada fakat burada "Devam ettirelim." diye bir noktadayız. Yani, bu ciddi bir çelişki, bunlara bu anlamda bakılması lazım.

Tabii, bir de bu işin mali boyutu var. Mali boyuta ilişkin -bilmiyorum, Sayın Bakan herhâlde bilgi verecektir birazdan- ciddi mali boyutunun olduğunu biliyoruz. Çünkü buradan çok az vergi topluyoruz, ciddi bir mali portresi var.

Bakın, "bütçe" demek kaynak tahsisi, ekonomideki kaynak tahsisi demek, yani, nereden alacaksın, nereye vereceksin konusudur. Yani, Türkiye'nin geçmişte sıkıntılı olduğu zamanlarda bir kısım kaynak tahsisini birilerinde hafif tutayım, bir tarafa fazla yükleneyim, dediği hususu yani önümüzdeki bir beş yıl daha devam ettireceğiz, başlangıçta hemen böyle bir peşin kabul olarak devam ettireceğiz şeklindeki bir yaklaşım yanlış bir yaklaşım. O yüzden ben arkadaşlarımızın bunu biraz daha irdelemesinin yani belki Bakanlık tarafı değil ama en azından Adalet ve Kalkınma Partisindeki Komisyon üyesi arkadaşlarımızın bu gözle meseleye bakmasının bu ülkenin menfaatine olacağını düşünüyorum, onu da ifade etmek istiyorum.

Benim genele ilişkin görüşlerim bu şekildedir.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkanım.