| Komisyon Adı | : | ADALET KOMİSYONU |
| Konu | : | Tokat Milletvekili Yusuf Beyazıt ve İstanbul Milletvekili Numan Kurtulmuş ile 63 Milletvekilinin; Ceza Muhakemesi Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/3697) |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 22 .06.2021 |
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Sayın Başkan ve değerli Komisyon üyeleri; hepinizi saygıyla selamlıyorum, teşekkür ediyorum.
Bu teklifin genel gerekçelerine bir göz attığımız zaman, bu 4'üncü teklif ve 1'inci, 2'nci ve 3'üncüde de aynı gerekçeler vardı ve Sayın Cumhurbaşkanının 2020'deki sunumunda de yine bu gerekçeler vardı. Bütün reform paketlerinde bu genel gerekçeyi ben okudum, 2018 yılında Sayın Adalet Bakanı da bize Hâkimevinde yemek verdiğinde de yine bu gerekçeleri ortaya koymuştu.
Ben genel gerekçenin ilk paragrafından ilk cümleleri okuyorum: "İnsan hakları en genel ifadeyle kişinin insan olarak var olmasından kaynaklanan vazgeçilmez ve göz ardı edilemez doğal kazanımlarını ifade etmektedir. Bu kazanımları koruma ve geliştirmede en etkili ve güvenceli ortamı sağlayan evrensel ilke ve kurallar hukuk devletinde bulunmaktadır. Hukuk devletinin meşruiyeti evrensel nitelikteki değerler ile temel hak ve özgürlükler perspektifinde saklıdır." Şimdi, bu cümleler çok önemli ve çok büyük büyük cümleler. Yine, hemen ikinci paragraftan bir cümle alıyorum: "Yargıya güvenin artırılması ve insan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi, günümüzde ana ilke ve değerler olarak kabul edilmektedir."
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Kim demiş?
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Bu genel gerekçede ve bunu 4 kere tekrar ettik, Cumhurbaşkanımız da ve Adalet Bakanımız da aynı bu cümleleri yine kullandılar.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Hamdolsun.
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Tabii ki, ikinci paragrafta temel hak ve özgürlüklerin daha etkin korunması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması gibi birçok cümle var. Ben onların hepsini zaman kaybetmemek adına okumuyorum ama birinci ve ikinci paragraftaki cümleler gerçekten çok önemli.
Şimdi, Sayın Vekilimiz sunumda yargıya, hukuka erişimden bahsederken, yine, bu kanunlar hazırlanırken bütün uluslararası kurumlar ve yurt içindeki kurumlardan ve birçok üniversite, sivil toplum örgütü gibi kurumlardan da görüş aldıklarından, tam bir katılım sağladıklarından söz ettiler. Benim burada gördüğüm önemli etkinlik şu ki bugüne kadar bu reform paketleri hazırlanırken bizler dinleyici olarak katıldık, fikirlerimizi sunduk ama bu görüş ve anlayışta, kanunların hazırlanmasında maalesef muhalefetin bir katkısı olmadı.
Şimdi, şu maddelere baktığımız zaman, buradaki reform paketiyle ilgisi var mı dediğimiz zaman maddelerde de şunu görüyoruz: Tabii ki, faydalı birtakım hükümler olduğunu söylemek durumundayım, o da nedir? Zaten eskiden var olan sulh ceza hâkimliklerine itirazın dikey itiraz olması gerektiğiydi, bugün onun düzeltilmesi ve geri adımını görüyoruz. Yine, günümüzdeki teknolojik gelişmelerin yasalarımıza aktarılmasını sıkça görüyoruz, rastlıyoruz ama insan haklarıyla ilgili, yargı bağımsızlığıyla ilgili, erişim kolaylığıyla, adaletin sağlanmasıyla ilgili uluslararası -hele hukuk devleti tanımını tekrar etmek istemiyorum- evrensel nitelikteki değerlere burada itibar etmek ve hukuk devleti ilkelerinde bunu benimsemek fikri gerçekten çok önemli ama baktığımız zaman biz, evrensel hukuku bugüne kadar hiçe saydık.
Ben, Sayın Adalet Bakanının 2018'deki toplantısında yine bu gerekçeleri sunduğunda bir konuşma yapmıştım ve demiştim ki: Bunları sağlamak için yeni reformlara gerek yok; bizim Anayasa'mızda, ne kadar eleştirsek de bugünkü Anayasa'mızda sizin bu saydığınız sistem elden geldiğince korunmaya çalışılmıştır, hele hele Anayasa'nın 90'ıncı maddesine konulan hükümle bugün uluslararası hukuktan yararlanmak ve uluslararası içtihatlardan da yararlanmak mümkündür. Yani sizin genel gerekçede birinci ve ikinci paragraflara koyduğunuz hukuk devleti olmanın ilkeleri bizim Anayasa'mız ve hukuk birikimimiz içinde mevcuttur; Anayasa'mızda yoksa içtihatlarımızda, içtihatlarımızda yoksa Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin içtihatlarında söz konusudur. O zaman, bizim yapmamız gereken, bu söylediğimiz ilkeleri korumak adına sürekli böyle 20-25 maddelik basit paketler yapmak yerine, elimizdeki birikimlerden yararlanmaktır. Biz bunları söylediğimizde yeteri kadar yer almıyor ya da dikkat edilmiyor, neden? Bizde iktidarlar bir türlü kendilerine projektör çevirip de... "Bu Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin aksayan yerleri nedir?" diye bizler madde madde sıralarız da fakat diğer iktidar kanadından, AK PARTİ ve MHP anlayışında, Cumhur İttifakı'nda bu sisteme ilişkin eleştiriyi görmek, yaşamak mümkün değildir oysa, bizim iktidarlarımız kendi içinde projektör tutabilse ve eleştirel yaklaşabilse bütün bunların ne anlama geldiğini kolaylıkla anlayacaktır.
Söylemek istediğim, 2018'de Adalet Bakanına "Sayın Bakanım, yargı üzerinden, hâkimler ve savcılar üzerinden siyasi etkileri kaldıralım, bütün bunlar düzelir ama siyasi etkiler devam ettiği sürece hangi kanunları çıkarırsak çıkaralım, bunların hiçbiri bu söylediklerinizi yerine getiremeyecektir." demiştim, bugünkü kanaatimde aynı. Ha, bu tür düzenlemeler de -tabii bunlara bir reform paketi demek doğru değil ama- faydalı ve günün teknolojik şartlarını aktaran ve bugün için düzenlenmesi gerçekten gerekli olan maddeleri içeriyor ama buna "bir insan hakları reformu" "bir anayasal reform" ya da "Hukuk sistemimizde büyük temel meseleleri aşıyoruz, çözüyoruz." gibi ifadeler kullanmanın anlamı yok. Bakın, bugün de ilgisizlikten belli ki artık kanıksanmış durumda, oysa, işin özünde Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminin eleştirilebilmesi ve bunun kabul görmesi... "Acaba nerelerde hata var?" ya da "Yürütme erki siyasete ne kadar etki yapıyor, yargıya ne kadar etki yapıyor? Yargıda bu etkiyi nasıl kaldırırız?"ı düşünmeye başladığımız zaman bizim hukuk birikimlerimiz bütün bunları çözebilecek kabiliyete ve güce sahip, birikime sahiptir.
Şimdi, birinci yargı paketinde, yine o günlerde çok eleştirilen konu, basın özgürlüğünün genişletilmesiydi. Hatırlıyorum, o zaman şunu yapmıştık: Terörle Mücadele Kanunu'nun 7/2'yi değiştirmek suretiyle "Basın özgürlüğünü biz sağlıyoruz." diye basına verilmişti bu ve basında da ciddi yer tutmuştu. Biz, Komisyon toplantılarında -bu, TMK'de yapılan değişiklik yani söylemler ve haber içerikleri, bir ceza teşkil etmediği sürece basının özgürlüğü filan diye bir maddeydi- "Anayasa'da bu özgürlük zaten var, ceza kanunlarımızda da bu özgürlükler var, bunu da mükerrer yazıyoruz ve 'Basın özgürlüğünü sağladık.' diye yargı paketiyle biz bunu kamuoyuna açıklıyoruz ama bunlar zaten mevcut hükümlerimizde var, bunlara uymak zaten yeterli." demiştik ve bakın, ondan sonra ne oldu? Birinci paketten sonra Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu, Müyesser Yıldız, Hülya Kılınç tutuklandı, Sözcü gazetesi ve Cumhuriyet gazetesine de Terörle Mücadele Yasası'na göre cezalar verildi ve de bizim yargı paketi daha doğmadan öldüğünü kendisi zaten o günlerde göstermişti. İkinci, üçüncü yargı paketlerinden sonra da neler yaşadık, şöyle bir göz attığımız zaman: İlk defa Türkiye'de üçüncü yargı paketinden sonra İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi, "Anayasa Mahkemesi kararını tanımıyorum" demişti.
SÜLEYMAN BÜLBÜL (Aydın) - Gezici heyet o!
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Şimdi, ardından İrfan Fidan'ın Yargıtay üyeliğine nasıl seçildiğini, sonra da Anayasa Mahkemesine teamüller, kurallar dışında nasıl seçildiğini de gördük, yaşadık, ardından uluslararası sözleşmelere atıf yapılırken İstanbul Sözleşmesi'nden bir anda, bir çırpıda nasıl vazgeçildiğini gördük, derneklere yapılan denetimin ne olduğunu hatırlıyoruz ve son olarak da bir savcılar kalmıştı denetim altında olmayan, 6 bin küsur savcıyı 221 başsavcıya yargısal faaliyetleri yönüyle de geçen hafta bağladık; sadece idari denetim değil, yargı faaliyetlerinde de bağlamak suretiyle hayal kurulan "Bir cesur savcı çıkar da şu konuları, şu yolsuzlukları, şu mafyatik ilişkileri acaba soruşturur mu?" diyebileceğimiz 6 bin küsur savcıdan da bir kişi dahi kalmadı. Demek istediğim şudur ki: Mahkemeler nasıl siyasi etki altındaysa artık savcılar da bu etkinin altındadır; biz ne kadar bu yargı paketlerini çıkarsak da artık hiçbir güvenilirliği ve ciddiyeti kalmamıştır.
Ben, bu arada -Sayın Başkanım, hatırlıyorsunuz- Vergi Usul Kanunu 359'la ilgili Mecliste bir konuşma yapıp size de arz etmiştim. Türkiye'de bugün 420 bine yakın dava sürmektedir; Vergi Usul Kanunu 359'un mağdurları yüz binleri bulmuştur. Mahkemeler artık karar vermiyor, Anayasa Mahkemesi de bu konuda karar veremez durumdadır çünkü Vergi Usul Kanunu'nda bir değişiklik olacağına dair kamuoyunda bir inanç oluşmuş ve beklentiye girmişlerdir; konuyu sizinle de görüştüğümüzde Meclis konuşmamdan da sonra bu dördüncü pakette bu konunun çözüleceğini ifade etmiştiniz. Çok büyük bir beklenti oluşmuş, tabii bunlar da kamuoyuna yansıdığı için ve gerçekten bir hayal kırıklığı yaşanmıştır çünkü zincirleme suç kavramıyla ilgili, Vergi Usul Kanunu'ndaki bu 359'la ilgili şiddetli, gereksiz, orantısız cezalar yüz binlerce esnafı mağdur etmiştir; bununla ilgili de yine esnafımız düzeltme beklemekte. Aynı konuda biliyorsunuz, Yargıtay Başsavcısı, 16. Ceza Dairesinin Başkanının da bu kanunun değişmesi gerektiği konusunda beyanları olmuştu. Bunlar kamuoyuna da yansımıştı. Bu konuda da doğrusu çok ciddi beklentiler oluşmuştur.
Sayın Başkanım, tabii ki bu siyasi etki, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sisteminden kaynaklı olan, yapısında olan bu siyasi etki, hâkimlere ve savcılara yargı üzerindeki bu etki, baskı devam ettiği sürece, biz ne kadar bu evrensel hukuk normlarına, hukuk devleti ilkelerine atıflar yapsak da muvaffak olamayacağımız artık kesinleşmiştir, anlaşılmıştır. En iyisi, biz böyle basit düzeltmeleri yaparak gidelim ama en azından, artık şu yargı sistemimizi kurtarmanın çarelerini arayalım; bunun da en baştaki çaresi, siyasi etkinin kaldırılması ve yargının bir kere tarafsız ve bağımsız kalmasıdır.
Öyle şeyler yaşıyoruz ki, ben dün Korkuteli'nin yaylalarındaydım; orada 6 köyü ve 6 yaylayı ilgilendiren bir Dereköy yaylası vardır. Burada 1.972 dönüm alanda kömür madeni diye tahsis almışlar ama tabii, ÇED raporu gerekli, ÇED verilmiyor ve Toprak Komisyonu da dört ay önce reddediyor. "Burası birinci sınıf tarım alanıdır, üzerinde meyve bahçeleri var, yaylalar var, köyler var ve o Dereköy de hem bunların su ihtiyacını sağlıyor hem ovalarını suluyor hem de Korkuteli Barajı'nı besliyor." diye karar veriyorlar. Ama dört ay sonraki baskıyla "birinci sınıf toprak" diyen Toprak Komisyonu birdenbire "Buranın kömür madeni olarak tahsisinde yarar umulur." diye 2'nci bir rapor veriyor. Şimdi, siyasi baskılar yargıya baskıyla kalmadı, tüm kamu kurumlarını da etkileyen rant baskıları da oluştu ve ardından ÇED verilir mi böyle bir şeye? Tabii ki verilmez ama 1.972 dönüm alan 400 dönüme indirilmek suretiyle, yani 400 dönümde ilk faaliyet başlayacak düşüncesiyle "ÇED'e gerek yoktur." raporu da alındıktan sonra, o ovalarda, yemyeşil meyve bahçelerinin olduğu yerde bugün kömür madenleri yapılmak üzere. Ormanlarımız, Antalya ormanları tümüyle maden ocaklarıyla çevrildi; sadece aynı taktiklerle yapılan işlemlerle siyasi baskı artık sadece yargıyı değil, tüm kamu kurumlarını etkilediği için çevreyi de tahrip eden, çevreyi mahveden kararları da maalesef alıyoruz. Marmara'nın durumu belli, üç tarafı denizlerle çevrili olan güzelim ülkemizin hem denizleri, ormanları, ovaları, tarım toprakları heba olmak üzere. Yine işin özü nerededir? Siyasi baskı hem yargıya hem kamu kurumlarına bu etkiyi yaptığı sürece Türkiye'de bir şeyi düzeltmemiz kolay olmayacaktır diye düşünüyorum.
Çok teşekkür ediyorum beni dinlediğiniz için.
Saygılar sunuyorum.BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Teşekkür ederiz.
Şimdi, Hasan Bey, bu Vergi Usul Kanunu 359'la ilgili, Sayın Cumhurbaşkanımız İnsan Hakları Eylem Planı'nda bu hususu açıklamıştı; zincirleme suç kapsamına alınması ve etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasıyla alakalı. Bu, tabii...
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Bu pakette de yer alacaktı.
BAŞKAN YILMAZ TUNÇ - Şu anda bu paketle ilgili belki ön çalışmalarda düşünüldü ama uygulamada bazı sorunlar çıkabileceği düşüncesiyle, özellikle cezanın caydırıcılığı ve diğer yaptırımlar noktasında ilgili Bakanlıklar arasında bu konudaki görüşmeler devam ediyor; hem mağduriyeti giderecek hem de fiil ile yaptırım arasındaki dengeyi de koruyacak bir çalışma yapılıyor. Belki görüşmeler sırasında da gelişme olabilir mi onu göreceğiz.
HASAN SUBAŞI (Antalya) - Anladım Başkanım ama bu, tam bir hukuk konusu, bu, Adalet Komisyonunun konusu, diğer tarafta da maliyeciler var, Maliye Bakanlığı, yine vergiciler var; ona kurban edilmemesi lazım, vergi müfettişlerinin görüşlerine çünkü bu, tam bir hukuk konusu.
Teşekkür ediyorum.