KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Evet, teşekkür ederim Sayın Başkan.

Ben uzun yıllar mesleğimden uzak kaldım ama siyaset yaptığım zaman diliminde de adaleti ve demokrasiyi hep önceledim, merkeze aldım. Adalet Komisyonundan da çok yararlanıyorum, ilgiyle de izliyorum, takip ediyorum; görüntü de beni memnun ediyor, Milliyetçi Hareket Partisinden Halil Öztürk'ü dinlediğimde adil yargı ve tarafsız yargının altını çizdi. Yine Cumhuriyet Halk Partisinden Zeynel Emre'yle başlamıştık, eşitlik prensibi üzerinde durdu, özellikle altını çizdi, bir yargı reformunun öneminden bahsetti. HDP'den Abdullah Koç Milletvekilimiz Terörle Mücadele Yasası üzerinde durdu ve çok haklı tarafları vardı, o da neydi kısaca değinmek isterim. Hükûmet yetkilileri, Bakanımız "300-400 terörist kaldı Türkiye'de, sonuna geldik, bitirdik." derken, çarpıcı tespitlerde bulundu, 40-50 bin kişinin sadece Terörle Mücadele Yasası'na göre tutuklu ya da hükümlü olduğundan söz etti ve kendisinin de bu yasaya göre potansiyel bir suçlu olabileceğinden söz etti ve ben de kendi partime olan geçmişteki iddiaları düşünürsem, hem FETÖ'cülükle hem PKK'ya yakın olmakla suçlandığımızı, CHP'nin de aynı şekilde suçlandığını iyi biliyorum, hatırlıyoruz. Yani söylemek istediğim şudur ki, bugünkü siyaset sisteminin dili ve iddialarıyla neredeyse yüz binler, milyonlar her zaman terörle suçlanabilir, hele yargı ve yargı sistemimiz bağımsız ve tarafsız değilse tabii ki çok tehlikeli. Neden tehlikeli? Siyasi erk sahipleri, iktidar sahibi çok kolaylıkla teröre bulaştırabiliyor, bu iddialarını yineliyorsa yargının rahat çalışması, bunu önemsememesi, göz ardı etmesi çok kolay değildir. Yasaya baktığımız zaman, Terörle Mücadele Yasası'na, gerçekten bir yazarın yazısının, bir akademisyenin konuşmasının "Bu, şu örgüte fayda sağlar." zannıyla rahatlıkla terörden suçlanıp terör üyesi olabileceğine amir bir hükümdür Terörle Mücadele Yasası.

Şimdi hatırlamıyorum, sanıyorum -ben de bir değişiklik talebinde bulunmuştum- 7'nci maddesi olabilir. Şimdi, kastı yok, üyeliği yok ama yorum budur, o maddedeki yorum. Tabii, o da çok tehlikeli. Hele hele "Terörü bitirdik." denilirken, siyaseten işin övünme faslına geldiğimizde "300 kaldı." "400 kaldı."yı söylüyoruz ama yüz binleri de töhmet altında tutabiliyoruz. Bu yüz binler kimdir? Hüküm giymeden, masumiyet karinesine bakarsak bu ülkenin yurttaşlarıdır.

Ben burada öncelikle şundan memnun oldum: Bütün parti gruplarının, özellikle adil yargı, tarafsız yargı ve yargı reformuna inancı tabii ki memnuniyet verici. Ama bizim yapısal sorunlarımız olduğu da çok belli; aylardır, yıllardır bu Komisyon bunlarla uğraşıyor, üst üste paketler çıkarıyoruz ve bütün kanunları bir nevi ele aldık, değiştiriyoruz. Neden? Daha iyi işlesin diye. O zaman düşünmemiz lazım; acaba bizim sistemimizde mi sorun var? Ayhan kardeşimizin de bahsettiği gibi bizim yasalarımız çok sorunlu değil, yeterli ama uygulayıcılarda var sorun." demişti. Peki uygulayıcılar mı sorunlu? Ne var, hâkimimizi, yargıcımızı bu ülkenin evlatlarından yetiştiriyoruz. Acaba sorun onlarda mı? Hayır. İktidarın, gücün yanlış yapılanmasından, erklerin bir güçte birleşmesinden, o çok ciddi gücün baskısından yargıç ve savcı görev yapamaz hâle gelmiştir. Onun için biz kanunlarla ne kadar oynasak, ne kadar değiştirmeye çalışsak bunları bir türlü oturtamayacağız çünkü o yargıcın, savcının gözü siyasi iktidarda olacaktır.

Peki, bunlarla en başta hemen başa çıkıvermenin yolu bellidir. Nedir? Hemen HSK yapısını, yapılanmasını basitçe değiştirebiliriz, yani iktidarın elini mümkün olduğu kadar oradan çekeriz. Diğer taraftan, coğrafi teminatı hemen güçlendirir, yargıya, sistemimize monte ederiz; yukarıya bakan, iktidara bakan, korku içinde olan yargıcı ve savcıyı bu güvence ve teminata kavuşturduktan sonra, o zaman mevcut kanunların nasıl işletildiğini hem görürüz hem bu kadar da pösteki saymayız, bocalayıp durmayız. Şimdi, ne kadar yargı reformu yaparsak yapalım biz bunların altından kalkamayız çünkü ciddi bir sistem sorunu ortaya çıkmıştır.

Sayın Genel Başkanımız Akşener, Rize'de evet, birtakım provokatif olaylar oldu ama takip etti, gitti, halkla beraber eylemini yaptı; oradaki taş ocağına karşı şarkılar söylendi köylülerle birlikte, Rizeliler misafirperverliğini gösterdi. Ama o küçük provokasyonlar yetmemiş herhâlde ki Cumhurbaşkanı "Daha bu başına gelen ilk; asıl bundan sonra başına neler gelecek?" diyebilmiştir. Şimdi, devletin başındaki sorumsuz kişi ama birliğimizden sorumlu olan, Anayasa'nın 104'üncü maddesine göre Türkiye'nin birliğinden, anayasal düzenini savunmaktan, Anayasa'yı savunmaktan ve Anayasa kurumlarının uyumunu sağlamaktan görevli Cumhurbaşkanımız bu dille konuşabiliyor. Çok vahimdir, çok tehlikelidir. Yani "Ey hemşehrilerim, gördüm, aferin ama yetmedi, devam edin." O zaman siyaset nasıl yapılacak? Ya da bu nereye gidecek, bundan sonrası ne olacak? Tabii, kimsenin gözünü budaktan esirgediği yok ama bir sorumsuz Cumhurbaşkanının ama Türkiye'nin birliğinden sorumlu kişinin üslubu bu olmamalıdır. Ha, üslup buysa yargının bu hâlde olması, kanunların bir türlü işlerlik kazanamaması, adaleti tesis edemememiz, reformlardan sonuç alamamamız son derece doğaldır.

Ben yıllarca siyasetin içinde o ya da bu şekilde bulundum, mesleğimi de dediğim gibi uzun yıllar icra edemedim. Bugün ismi geçen Mehmet Ağar'ın, Süleyman Soylu'nun birisi bir tarafta birisi bir tarafta... Konuşmalara baktığım zaman bundan üzüntü duymamam mümkün değil, Aynı parti içinde de bulunmuştuk ama ne olursa olsun adalet ve demokrasiyi ve hukuk düzenini hep temel prensip edinmişimdir çünkü kamu hizmeti ve devlet ahengi bütün bunların üzerindedir, parti çıkarlarının da üzerindedir; siyaset uğruna devleti ve kamunun çıkarlarını paramparça edemeyiz ki. Ne kanun devletine benziyoruz, zaten hukuk devleti asla değiliz, kaybettik ama etik anlayışı da oluşturmamız yeniden artık çok zorlaştı. Geçtiğimiz günlerde eski Ticaret Bakanının kendi Bakanlığıyla ticareti doğal karşılandı. Benim hatırladığım yıllarda, siyaset yaptığımız yıllarda siyasete giren, bütün ticaretini tasfiye ederdi insanlar yanlış anlayabilir ya da bir zenginleşme söz konusu olursa anlatamam diye. Ama şimdi gördüğümüz bugünkü tablodan ben bu kuruldaki hukukçu arkadaşlarımızın hangi partide olursa olsun memnun olmadığından yüzde yüz eminim. O hâlde bütün bunların üstesinden gelebilmenin tek yolu Türkiye Büyük Millet Meclisini güçlü hâle getirip çalıştırmak, sorunlara çözüm aramak ama onun da en önemli unsuru ve tetikleyicisi olan Adalet Komisyonunda "Ne oluyoruz, bunun doğrusu acaba bu mudur?"u ortak anlayışlarla tartışabilir hâle gelmektir. Tartışmaktan çekinmemeli, eleştiriden çekinmemeli ama hakaret ve küfür asla yanımıza da uğramamalı. Bugün hükümlülerin, tutukluların durumuyla ilgili konuşuyoruz ama sürekli konuşan, geçtiğimiz yıllarda devlet tarafından himaye edilen, devletin yanı başında olan hatta üzülerek söylüyorum, suç ortağı gibi görülen Sedat Peker de bir hükümlüdür, bir mahkûmdur ama biz burada kader mahkûmlarının durumunu acaba bir tık daha nasıl iyileştirebiliriz derken bu tür mahkûmların, Alaattin Çakıcı ya da Sedat Peker gibi hükümlülerin, mahkûmların, suçluların hatta mafya olduğu söylenen insanların devletin yanında, siyasetçinin yanı başında görülmesi de doğrusu maalesef üzüntü vermektedir, bunlar devleti sarsan, yıpratan konuların başında gelir maalesef.

Daha fazla uzatmak istemiyorum ama yineliyorum, tek çözüm mercisi gene de Türkiye Büyük Millet Meclisi, bu halkın seçilmiş milletvekilleri ve Adalet Komisyonu ve konuların hiç değilse enine boyuna çekinmeden tartışılabilmesi, içinden ortak paydaların bulunup yine de bir anlaşma zemini bulunabilmesi tek çaremizdir gibi geliyor. Bunları vurgulamak istedim.

Çok teşekkür ediyorum dinlediğiniz için.