KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Ben de, benden önceki arkadaşlarım gibi, hepinizin geçmiş bayramlarını kutluyor ve saygılar sunuyorum.

Şu anda öyle bir torba yasa içerisinde kanun teklifi görüşüyoruz ki eğer bu, bu hâliyle gerçekleşirse, yasalaşırsa önümüzdeki belki iki yılı, üç yılı değil, önümüzdeki en azından beş on yılı kesinlikle etkileyecek ve dolayısıyla da çoluğumuzun çocuğumuzun, torunlarımızın geleceğini etkileyecek bir yasa teklifi üzerinde tartışıyoruz. Bu hiçbir zaman hafife alınmamalı, son derece önemli bir yasa teklifi var burada.

Buradaki perspektifte, özellikle AK PARTİ iktidarının 2012'den sonraki dönemde ortaya çıkan ekonomi politik uygulamalarına baktığımızda, bir mikroyaklaşım söz konusu. Ekonomi politikalarının etkin hâle gelebilmesi... Ki bu etkinlik de, siyasi iktidarın milletten aldığı yetki çerçevesinde ortaya koyduğu ekonomik tercihleri çerçevesinde, en üstte o beş yıllık kalkınma planı, onun altında orta vadeli program, o orta vadeli programın ortaya koyduğu hedeflere ulaşabilmek için finansal kaynakların ne olacağı, orta vadeli finansman programı ve onun arkasından da yıllık programlar çerçevesinde yapılıyordu. Bu perspektif kesinlikle kayboldu. Şu anda makro bir yaklaşım söz konusu değil, makro bir perspektif söz konusu değil; günübirlik, mikroyaklaşım söz konusu. Ortaya bir sorun çıkıyor, o soruna "on the spot" hemen, nasıl tepki verilebilirse veriliyor. Bunun öncesine, sağına, soluna, üstüne, altına, diğer değişkenlere nasıl tepki yapacağı konusunda herhangi bir inceleme, analiz, araştırma, vesaire yok. Bu tepki verildikten sonra uygulamaya giriyor; iki ay, üç ay, altı ay uygulama yapılıyor. Görülüyor ki bu yürümüyor; tekrar başa dönüyoruz, tekrar bir yasa yapıyoruz.

Şu anda bu yasa teklifinde en önemli husus, Türkiye Cumhuriyeti ekonomisinin anayasası olan 5018 sayılı Yasa'da yapılan değişiklikler. Bu, bizim şu anda düşündüğümüzün de çok ötesinde sonuçlar verecek bir yasal değişiklik.

Orta vadeli program, toplum ile siyasetçi arasında, siyasi kurum arasında bir toplumsal sözleşmedir. Ona "Ben önümüzdeki üç yıl vadede şunları, şunları, şunları hedefliyorum ve bu hedeflere ulaşabilmek için de şu, şu, şu araçları kullanarak şunları şöyle yapacağım." diyor ve bir perspektif veriyor ve diyor ki mesajda: "Bu bir iletişimdir; dolayısıyla, kararlarını alırken benim bu ortaya koyduğum perspektifi dikkate al." İlgili de -istihdam yaratacak olan, iş ve aş yaratacak olan- buna güvenerek risk alıyor, elini taşın altına koyuyor ve yatırım yapıyor, eylemde bulunuyor. Şu anda bu perspektif tamamen ortadan kayboldu. Maalesef şu yasadaki bütün düzenlemelerin baştan sona, "on the spot" hiçbir perspektifi yok, orta vadeli bir makroçerçevesi yok. Yasa teklifini sunan sayın arkadaşımız üç beş kez "Cumhurbaşkanının direktifleriyle vesaire" dedi; elli kere desin, beni ilgilendirmez. Beni ilgilendiren tarafı şu: Burada öngörülen değişiklikler, yapılmak istenilenler bizim şu anda yürürlükte olan beş yıllık On Birinci Kalkınma Planı'nın hangi perspektifinin altına oturuyor? Ve oradan hareketle, şu anda yürürlükte olan -ki öyle bir şey yok ama yazı üzerinde var- orta vadeli programın neresinde? Ve bu orta vadeli programın finansman kaynaklarını düzenleyen mali planın neresinde? Hangi çerçeveye oturuyor, bunu bize bir söyler misiniz? Böyle bir şey söz konusu değil.

Sayın Başkan, siz bu işin içinden geldiniz, böyle bir şey söz konusu değil. Dolayısıyla, şu yaptığımız işler inanın şunu yapacaktır: Biz, bugün, ortaya çıkan bu sorunlara verdiğimiz tepkiyle bir sonraki dönemin sorunlarının tohumunu ekiyoruz; bundan hiç şüpheniz olmasın. Nedir? Üstelik bu iktidar gerçekten kurala dayalı bir ekonomi kurmak için... Ki iktidara geldiğinde elinde bir program vardı, o program çerçevesinde Türkiye'de olmayan kuralları yerleştirmeye çalıştı ve o kurallar çerçevesinde işlemler yapılmaya çalışıldı. Fakat bugün geldiğimiz noktada kuralsızlığı tekrar umde kabul ederek, iktidara geldiği dönemde devraldığı sistemin de gerisine düşerek bir kuralsızlıklar sistemine doğru gidiyor ve bu bize yüksek faiz, yüksek enflasyon, yüksek CDS ve fakirleşme olarak geri dönüyor. Dolayısıyla, şu anda yaptığımız şey: Biz bir sonraki dönemin sorunlarının tohumlarını ekiyoruz.

Finansal İstikrar Kuruluyla ilgili olarak bir düzenleme yapıldı, bunun üzerine bir de "kalkınma" diye bir şey ilave edildi -benden önce konuşan arkadaşlarım da söyledi, benden sonrakiler de elbette söyleyecekler- yani kalkınma ile finansal istikrar nasıl bir araya gelecek? Kalkınma harcamayı gerektirir, kaynak tahsisini gerektirir. Gün gelir finansal istikrar öyle bir noktaya gelebilir ki ekonomiyi daraltmanızı, frene basmanızı gerektirebilir. Fiyat istikrarını sağlayacak olan faiz seviyesiyle finansal istikrarı sağlayacak olan faiz seviyesi taban tabana zıttır. Finansal istikrarsızlık varsa, orada yapılması gereken şey krediyi ucuzlatmak, bankaları rahatlatmak, faizi düşürmektir. Ama fiyat istikrarı gibi problemin varsa, bu, faizi artırmaktır.

Sizin geçmişte altı yedi yıllık bir deneyiminiz, tecrübeniz var. Bu tecrübe çerçevesinde bir kültür oluştu, o kültür çerçevesinde, yazılı olmadan kurumlar bir etkin yetkin siyasetçi tarafından zaman zaman bir araya getirildi ve bu çerçevede ne yapılabileceği konusunda tartışıldı ve dolayısıyla da buralardan mesajlar alındı, bu mesajlar çerçevesinde işlemler yapıldı. Siz şu anda, olmayacak, elinde enstrümanı olmayan kararlar alacak bir hukuki yapı oluşturdunuz; onun da tekrar çalışmayacağını gördünüz, tekrar düzenlemeye gidiyorsunuz. İşte, şu anda, inanın 128 milyar doların -ortadan kaybolması demeyeyim, buharlaşması da dememeyim ama- olması gereken yerde olmayan bu kaynağın çarçur edilmesinin ana nedeni budur. Dolayısıyla, şu anda yaptığınız düzenleme sizi kesinlikle ve kesinle bir yere götürmeyecektir çünkü "Finansal İstikrar Kurulu" dediğiniz Kurulun içinde, kanununda finansal istikrarın ne olduğu tanımlanan Merkez Bankası var, görev verilen SPK'si var, BDDK'si var, Hazinesi var, vesairesi var. Şimdi, bunları sıkı bir yasal çerçeveye bağlayıp... Çünkü bunların her birinin görev alanları ve görevleriyle ilgili yapmak istedikleri birbirleriyle zaman içerisinde çelişen unsurlar. Burada bilim de var fakat asıl ortaya çıkması gereken şey: Aklı başında, aklıselim, işini bilen bir sanatkârın, eliyle bu işi yönetmesi lazım. Bu 128 milyar dolar aslında bu Finansal İstikrar Kurulunun işini yapmaması, tersinden yapmasından dolayı çarçur edildi.

Başkanım, üç dakika verin de şu paranın çarçurunu bir açıklayayım.

Şu elimde gördüğünüz Türk lirasının üzerinde 2 tane imza var. Bu 2 imza, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kanunu'na göre A imzası olan Başkan, Başkan Yardımcılarının imzaları. Bu, herhangi bir şirkette olduğu gibi bu kâğıdı muteber kılan 2 imza. Sizler de geçmişte ve bugün -ortada pek fazla kalmadı ama- senetle mobilya satın almış olabilirsiniz, araba satın almış olabilirsiniz. Ne yapıyordunuz? Senedi imzalıyordunuz, üstüne de bir pul yapıştırıyordunuz, satıcıya veriyordunuz, satıcı da bunu götürüp bankaya koyuyordu, günü geldiğinde siz bankaya gidip senette yazılan parayı veriyordunuz, senedinizi alıp en azındın üstündeki pulu yırtıyordunuz veyahut da bunu yırtıp atıp çöpe atıyordunuz. İşte bu paranın, üzerinde 2 imzası olan bu paranın buharlaşması demek bunun karşılığında bir şey almanız demektir. Bu sizin ulusal hükümranlık hakkınız altında bastığınız bir para, kâğıdınız, mürekkebiniz olduğu sürece bunu basarsınız ama bunun karşılığında verdiğiniz şey döviz, yabancının parası. Bu yabancının parası üzerinde sizin herhangi bir hükümranlık hakkınız yok, bunu istediğiniz gibi manipüle edemezsiniz. Dolayısıyla döviz piyasasına sonsuza kadar yabancının parasıyla müdahale etmeniz mümkün değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Ek süre veriyorum, tamamlayın lütfen.

Buyurun.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Döviz piyasasına müdahalenin anlamı, Merkez Bankasının olandan bitenden, ekonominin makroperspektifi çerçevesinde mutlu olmadığının, gidişat seviyesinin yanlış olduğunun, dolayısıyla gerekirse tedbir alabileceğinin sinyalini vermek. Dolayısıyla, Merkez Bankası, o sinyali, başını kaldırır siperden, 2 kere ateş eder, ondan sonra geri çekilir, eğer arkasında kredibilitesi varsa, inandırıcılığı varsa piyasa da der ki: "Bunlar ciddi." Dolayısıyla, ayağını ona göre uzatır. Ama siz bunu yapmadınız, siz piyasaya yirmi ay boyunca sürekli müdahale ettiniz. Dövizi sattığınızda bu parayı piyasadan çektiniz -biraz önce senet örneğinde verdiğim gibi- yırtıp çöpe... Buharlaşan kısım burasıdır. Fakat siz gerçek parayı, dövizi verdiniz, o döviz yabancının eline geçti. Bunun 22-23 milyar doları hisse senedi piyasasından ve kamu kâğıdı piyasasından, geriye kalanı da yabancılarla yapılan swap'tan geldi; yabancı yine aldı, çıktı, gitti. Bir kısmı bankalar tarafından veyahut da 3 kamu bankası tarafından bu satıldı. Burası son derece önemli, bu kesinlikle Yüce Divanlık bir iş. Bu nasıl satıldı bilmiyoruz, yerleşik Merkez Bankası kuralları atlanılarak, baypas edilerek onun dışına çıkarıldı ve dolayısıyla reel sektörün borcu ödendi, o da 25-30 milyar dolar aşağıya geldi, para da onların elinde, onlar da belki yurt dışına çıkardı. Geriye kalanda da siz ekonomiyi düzgün yönetmediğiniz için, ekonomiyi doğru yönetmediğiniz için bu paraya olan güveni sıfırladınız. Nasıl siz herhangi bir şirketin 2 imzalı senedine, o imza sahiplerine güvenmiyorsunuz, onların senetlerini, çeklerini kabul etmiyorsanız... Enflasyon önlenemediği için vatandaş da, bunun üstünde imzası olan 2 kişiye, Hükûmete inanmıyor, dolayısıyla kendini buradan korumanın yolları olarak altına ve dövize yöneldi. Üstelik siz bir de şunu yaptınız: Bedava, ucuz kredi vererek gerçek pandemide hakkı olan, harcayacak olan insanların cebine para koymadınız, bunu tuzu kuru olanların cebine koydunuz, onlar da gittiler, döviz aldılar, altın aldılar ve üstelik -üzgünüm- bu altını da yatırımdan saydınız, sabit sermaye artırımı olarak bunu istatistiklere geçtiniz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyoruz.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Lütfen...

Ne yaptınız? Bunun karşılığında, verdiğiniz dövizin karşılığında piyasadan 600 milyar TL para çektiniz.

CEMAL ÖZTÜRK (Giresun) - Bana konuşuyor ama ben yapmadım bunları.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Efendim, gruba konuşuyorum, ne olduğunu söylüyorum.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Toparlarsak çok sevinirim, epeyce aştık.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Onu kıyma makinesinde kıydınız, evet, bu buharlaştı ama karşılığındaki döviz buharlaşmadı. Dediğim gibi, piyasadan çektiniz 600 milyarla piyasayı eksiye düşürdünüz, piyasada nakit sıkıntısı çıktı. Merkez Bankası API'den döviz karşılığı çektiği parayı yüksek faizden borç verdi insanlara, onların kârlarını Merkez Bankasına aktardı, onu da Türkiye Cumhuriyeti hazinesine kâr olarak ilave etti. Yani kabahat bir değil, iki değil, üç değil.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Durmuş, tamamlarsanız bir iki cümleyle çok sevinirim, epey aştınız.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sonuç olarak söyleyeceğim şey şu: Bu yasa, şu anda görüşmekte olduğumuz yasa bundan sonraki gelecek dönemde karşımıza çıkacak. Nasıl 2001 krizine giden yerde tohumlar ekilip 2001'de meyve verdiyse şu anda siz gelecek dönemin problemlerinin tohumunu ekiyorsunuz; bu, son derece tehlikeli. Orta vadeli programla ilgili lütfen oynamayın. Siz güzel işler yaptınız, bu güzel işleri kuralsızlıkla -nedendir bilmiyorum- hepsini geriye çeviriyorsunuz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Teşekkür ediyorum, sağ olun.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Lütfen bundan vazgeçin ve 128 milyar dolarla ilgili olarak da artık siz lütfen hiç konuşmayın ve savunmayın. Bu para... Ben şu metaforla konuşacağım.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Durmuş Bey, çok müsamaha ettim; artık tamamla hadi.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Çanakkale Savaşı'nda 57'nci Alayın elinde olması gereken dolarlar onun elinde değil.