KOMİSYON KONUŞMASI

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sayın Başkan, Sayın Genel Müdür; özünde tabii Sayın Genel Müdürün sunumu siyasi iktidarın görüşünü yansıtıyor. Bu bağlamda Türkiye'de şu andaki anlayış ve yaklaşım ithalatçı bir yaklaşım, bu yadsınamaz çünkü Sayın Bakan açıklıyor, "Biz ihracatçıyız." diyor ama ihraç ettikleri ürünler narenciye, fındık, üzüm ama aldığımız hububat, bakliyat. İşin özü biz temel gıda maddelerinde dışa bağımlıyız. Bunun nedenleri çok yönlü değerlendirilebilir.

Sayın Genel Müdür, ben öncelikle şuradan başlamak istiyorum: Toprak Mahsulleri Ofisi mayıs ayında çiftçiden ne kadar hububat aldı? Yani ne kadar buğday aldınız? Çünkü siz biraz evvel de söylediniz "Makarnalık buğday 1.800 lira." dediniz, "Ekmekliği 1.650 lira." dediniz ama 25 Ağustosta 2.450 liradan makarnalık buğday getirdiniz, ekmekliği de 1.800 liradan ithal ettiniz. Ama bunları yurt içine de "1.950 liradan makarnalığı, 1.775'ten de ekmekliği ekim ayında vereceğiz." dediniz. O zaman bu yurt dışından 2.450 liradan getirdiğiniz makarnalık buğdayı 1.950 liraya iç piyasaya verirken aradaki farkın oluşmasını nasıl değerlendiriyorsunuz? Niye bizim çiftçimizden bu fiyatlarla alım yapmadık? Sayın Cumhurbaşkanı 4 Mayısta hububatta ton başına destekle beraber 230 lira prim verileceğini açıkladı. Cumhurbaşkanlığı Kararnamesinde 100 liralık buğdaya bir destek var. Alan bazlı gübre, mazot sertifika, tohum desteklerini de ekliyorum. Bu 230 liralık prim ve desteği ne yazık ki burada bulamıyorum. Yani açıklanan destekteki değişim de bu anlamdaki farklılığı gösteriyor.

Öncelikle tabii, genelde hububatta 2,5 milyon hektara yakın bir daralmamız var. Ortalama 18-20 milyon aralığında buğday üretiyoruz ama 8-10 milyon ton da her yıl ithal buğday getiriyoruz. Şimdi, söylerken böyle güzel anlatılıyor, deniyor ki: "Dâhilde işleme rejimi kapsamında geliyor, onu burada una, makarnaya çeviriyoruz, yurt dışına satıyoruz, Türkiye para kazanıyor." İyi, buna itirazımız yok. Peki çiftçi burada ne oluyor? Çiftçi burada unutuluyor. Kim anımsanıyor? İthal çiftçi anımsanıyor. Yani yabancı çiftçinin ürettiği ürünü getirip Türkiye'de işleyip "Bunu sattık." diye övünmek yerine neden kendi ülkemizin 2,5 milyon hektarda ortadan kalkmış olan buğday ekim alanında ekim yapıp bu açığını kapatma yoluna gitmiyoruz. Doğru, verimimiz artmış. Verimimiz artmış, buğday açığımız 10 milyona yakın net olarak var çünkü o dâhilde işleme rejimi kapsamındaki getirdiğiniz buğdayı eğer Türkiye'de üretsek bizim çiftçimiz kazanacak. Biz alana gidiyoruz, Toprak Mahsulleri Ofisinde çiftçiye diyorum ki: "Niye buğday vermiyorsun?" "Abi, onun şartları var, ayağıma gel diyor, sıraya sokuyor, ödemede problem var." "Peki, bu tüccara verdiğinden para kazanıyor musun?" diyorum, "Ben işi döndürüyorum. Boşa kasnak çeviriyoruz." Çünkü şu anda kuru tarımda dönümde 278 kilo falan buğday elde ediliyor, TÜİK verileri de onu gösteriyor, varsayalım ki 300 kilo. 3 dönümden yaklaşık 1 ton buğday elde ediliyor. Kiralıksa arazi ve kıraç bir arazinin ton maliyeti 1.560 lira civarında. Bunun içinde kâr falan yok zaten. 60 lira mı, 65 lira mı çiftçinin burada bir kazancı oluyor ama çiftçi, kendi yaptığını içine katmadığı, emeğini koymadığı, gelir-gider hesabını yalnızca ödeyeceği kredi borcuna göre baktığı için bundan başka da seçeneği yok, buğday ekmeye devam ediyor.

Şu anda peşin parayla onu vermesinin nedeni de tohum alabilmek, ilaç alabilmek, gübre alabilmek, yani işi döndürebilmek. Çok acı bir şey, Türkiye mercimeğin ana vatanıydı. Şimdi Kanada'ya verdik biz tohumu, Kanada'dan mercimek alıyoruz ama düşündürücü olan şu: Türkiye'nin kaliteli mercimeğini yurt dışına satıyoruz, ithal, Türk mercimeğinden daha düşük olanı Türkiye iç pazarına veriyoruz. Bizim insanımız daha kaliteli mercimeği yemeyi hak etmiyor mu? Para kazanacağız diye kendi ülkemizin kaliteli mercimeğini yurt dışına satma anlayışı nasıl bir yaklaşım? Yani para için kendi insanımıza ikinci sınıf mercimek kalitesini sunmayı doğrusu yadırgıyorum. Bunları sizinle niye paylaşıyorum? Biraz evvel söylediklerinizle Sayın Cumhurbaşkanını sizler yönlendiriyorsunuz. Acaba diyorum, verdiğiniz bilgilerde Türkiye gerçekleriyle ve yıllara dayalı deneyiminizle doğruların yansımasını sağlasanız da örneğin, buğdaydaki tarımsal alandaki daralmayı, bakliyatta nohudu mesela ben sormuştum Sayın Bakana, dedi ki: "Biz Tarım Bakanlığı olarak nohudu ithal etmiyoruz." TÜİK'e baktık, 95 bin ton nohut ithal edilmiş. O dönemde nohut bütün köylerde depoda duruyordu.

Yani şimdi, anlayış ve yaklaşım olarak... Patates olayına getireyim işi yine çünkü patatesi konuşmazsam olmaz. Şimdi, bakın, Toprak Mahsulleri Ofisi olarak neleri alıyorsunuz? Alımını düşündüğünüz fındık, kuru üzüm, bunun gibi ürünler, kayısı; mutlaka alınsın ama bunlar zaten yurt dışına satılabilen ürünler. Bir de Türkiye'de üretilip de pazar payı olmadığı için tüccara mahkûm olan patates var. Toprak Mahsulleri Ofisi geçmişte patatesi almıştı ve bunu da depolayıp sonra satmıştı. Şu anda maliyeti 1 lira olan patatesi 60 kuruştan Toprak Mahsulleri Ofisi alabilir, beş ay boyunca da Türkiye piyasasına vererek piyasayı da dengeleyebilirdi. Patatese geldi mi yoksunuz. Yurt dışına satışı olan ürünlere gelince de "Biz bunu yaptık." diye anlatıyorsunuz. Esas olan, çürüme durumunda olan ürüne de bakmanız değil mi? Toprak Mahsulleri Ofisi geçmişte patatesin alımını yaptı, yine yapabilir.

Bakın, Tarım Kredi Kooperatifi... Şimdi ona bir misyon yüklendi ama Sayın Berat Albayrak'a sordum ben. "Tarım Kredi Kooperatifine Ziraat Bankası ticari işletme faizi niye uyguluyor, çiftçi kuruluşu değil mi?" dedim. Yanıt aynen şu: "Evet Tarım Kredi Kooperatifi, çiftçi kuruluşu değildir, ticari işletmedir." Peki ticari işletme olunca ne yapıyor Tarım Kredi Kooperatifi? Bakanlar kurulu kararıyla, "Çiftçiye yüzde 9'dan fazla faiz uygulanalamaz." deniyor ya, onu "kaynak kullanım bedeli" altında ticari iş yeri için uygulanan faizlerin kalanını oraya yansıtıyor. Yani Toprak Mahsulleri Ofisi elimizde bu işleri yapabilecek doğru dürüst kalan bir kurum ama biraz önce Sayın Vekilim söyledi: "Kara günü kaldırıldı." Çünkü Toprak Mahsulleri Ofisi benim memleketim Bor'da idari binalarıyla ofislerinin hâli 2006'da kapatıldı. Satıldı, görseniz içiniz acır, harabeye döndü. Oysa o bizim için bir güvenceydi, çiftçi için bir güvenceydi, bir umut ışığıydı. Yani ülkemizde Toprak Mahsulleri Ofisi eğer çiftçinin yanında olacaksa ve kamucu yaklaşımla, iktidar sorunlara çözüm üretecek bir yaklaşıma yeniden yönelecekse bunlar için en başta yapması gereken, Toprak Mahsulleri Ofisi yeniden çiftçinin yanında var kılmak. Yani alıma girmeyeceksiniz, ithalattan başka iş yapmayacaksınız "Piyasayı dengeliyorum." diyeceksiniz, tüccarın lehine dengeleyeceksiniz -çünkü alana gitmezseniz o, tüccara yarıyor- böyle sorunların varlığını sürdüreceksiniz; bu, olumlu bir durum değil. Bakınız, bazen arkadaşlarımız söylüyorlar, 2002'yi örnekliyorlar hep, ben de 2002'de 1 ton buğday satınca çiftçi ne kadar altın alır diye baktım ve bunu da açıklamıştım, 33 gram altın alıyormuş; şimdi 1 ton buğday sattığı zaman çiftçimiz 3 gram altın alıyor, aradaki 30 gram altın ortadan kalkmış gelir olarak. Bu şekilde devam ederse önümüzdeki süreçte hububat ekiminde sorunlar artacak.

Sizin bir açıklamanız var -yanılıyorsam düzeltin- basına verdiğiniz "Yıl sonunda buğdayın, hububatın fiyatının ne olacağını ben de bilmiyorum." Çünkü dövizdeki oynamayla yurt içi piyasası olabildiğince dengeyi bozmuştu ve ithal ettiğiniz buğdayın fiyatı ile Türkiye borsalarındaki buğdayın fiyatı kafa kafaya gelmişti. Bakınız, eğer bir destek, katkı sağlayacaksanız çiftçideyken ürüne destek sağlayın. Yani tüccara geçtikten sonra, büyük aracılar ürünleri aldıktan sonra Toprak Mahsulleri Ofisinin dengeleme gibi bir işlevi olacağına, başlangıçta çiftçiye kaynak aktarın ki o çiftçi gelecek yıl daha bir umutla toprağa sarılsın.

Şimdi, ekim zamanı bitmek üzere -bazı bölgelerde tamamlandı, bazılarında bitmek üzere- kurak da gidiyor; e, şartlara bakıyorsunuz, ağır çünkü bugün buğdayın, arpanın tohum fiyatı, satış fiyatının neredeyse 1 kat üstüne çıkmış durumda. Bunun yanında, teknolojik olarak da yeterli destek sağlanmıyor. Çok acı bir şeydir, cumhuriyetin ilk yıllarında Mustafa Kemal Atatürk, süne zararlısını toplayana ücret veriyordu, bunu bu şekilde engellemeye çalışıyordu. Demokrat Parti döneminde uçaklarla süne mücadelesi yapılıyordu. 2006 yılında son uçak kalktı, süne için çiftçiye iki yıl ilaç bedeli verildi, şu an süne zararlısı için dahi çiftçi ilacı parayla almak durumunda kalıyor. Onun için, bütüne bir baktığımız zaman, Toprak Mahsulleri Ofisi Genel Müdürü olarak Sayın Cumhurbaşkanına sunum yaptığınızda çiftçinin gerçek anlamda perişan olduğunu, kredisini ödeyemediğini, icralık olduğunu, yeterli desteğin verilmediğini, fiyatların yurt dışındaki çiftçiyi korumak için sağlanan kadar olmadığını söylemenizi temenni ederim.

Teşekkür ederim Başkanım.