KOMİSYON KONUŞMASI

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Teşekkür ederim.

Sayın Bakan, değerli katılımcılar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanını kutluyorum, yeni görevinde başarılar diliyorum.

Şimdi Sayın Usta'yla konuşurken Devlet Planlamacı olduğunu biliyorum Sayın Başkanın ve Sayın Bütçe Komisyonu Başkanı da Planlamadan gelme ve son Hazine Bakanı da yine Devlet Planlama. Bu tabii ki akla şunu getiriyor: Türkiye'de geçmişte Devlet Planlamadan yetişmiş iyi ki bir insan kaynağımız var, yoksa bugünkü plansızlıklar karşısında yetişmiş kişi bulmak da son derece zorlaşacaktı.

Ben hemen şöyle söze girmek istiyorum. Kentleşme olduğuna göre Antalya'da tabii çok sorunumuz var ama en güncel sorunlardan olan çok değerli ormanlarımızın içine maden ocakları, taş ocakları yapılması ve sayısız ruhsat verildi, binin üzerinde olduğunu zannediyorum ve yine, bunun neredeyse büyük çoğunluğu çalışır vaziyette, aktif görevde. Ama Antalya ve çevresindeki ilçelerdeki bütün ormanlarımız çiçek bozuğu gibi berbat olmuş durumda, hem tarıma büyük zarar verdiği gibi hem de ormanlarımıza çok büyük zarar vermekte.

ÇED raporlarındaki ihmaller, yanlışlar ya da kanunu yeterince anlamamak nedeniyle ormanlar harap olmaya devam etmekte. Tabii ki bunun altında yatan plansızlık. Oysa iyi bir planlamayla maden ocakları, taş ocakları nerede olabilir, kişilerin nerede müracaat etmesi gerekir, ona göre bir yönlendirme olması gerekir.

Yine, koylarımıza baktığımız zaman bazı çok değerli koylarımızın balık çiftliklerine verilmek suretiyle onların da kirlilikten girilemez hâle geldiğini buradan belirtmek istiyorum.

Şehircilikteki sorunlar ise... Hepimizin bildiği gibi yirmi, otuz yıl önce, hatta kırk yıl önce İller Bankası ve Bayındırlık Bakanlığı tarafından yapılmış büyükşehirlerimizin imar planları var. 1984-85 yıllarında hemen hemen bir devrim niteliğindeydi 3194 sayılı İmar Kanunu'ydu, rahmetli Özal döneminde yapılmıştı ve 1988 yılında da yapı konut kooperatifçiliği çok geliştirilmişti. Yani yerel yönetimlere merkezin yetkileri büyük ölçüde devredilmişti, iyi de olmuştu, biz de yerel yönetimleri dünya standardındaki demokratik ülkelerle aynı seviyeye getirmiştik ama gelin görün ki yerel yönetimlerin deneyimi ve gerekli teknik donanımı olmadığı için kentlerin çok ciddi bozulma süreci bu yıllarda başlamıştı. Sonradan durdurmak belki mümkün oldu, büyükşehirler kendilerini bu konuda donattılar fakat bu defa da tam tersi, yetkilerin merkeze doğru alınması başladı.

Ben 90'lı yıllarda Antalya Büyükşehir Belediye Başkanıydım ve Cumhurbaşkanımız da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olarak hem birbirimizin davetleri üzerine toplantılara katılmıştık hem de televizyon programlarında o günkü reform benzeri yasalara rağmen, biz, hep birlikte, yerel yönetimlerin daha da güçlendirilmesi gerektiğinden söz eder, bunları savunurduk çünkü yerel yönetimler halka en yakın, en dinamik görev yapabilen ve de en çok denetlenen devlet kurumlarıdır. Onun için, zaten "Çok usulsüzlük oldu, yanlışlık oldu." denilme sebebi, bu kurumların çok şeffaf ve açık olduğundan. Ama merkezî yönetimlerin denetimi neredeyse mümkün olmadığından, insanlar el yordamıyla nerede ne yanlışlık var, onu öyle tespit etmeye kalkarlar. Oysa belediyeler herkesin gözü önünde tasarruflarını yaptığı için, çoğu da kullanıcının ya da yararlanan kişilerin gözüne battığı için, basın da hemen birtakım şeyleri değerlendirdiği için sanki usulsüzlük ve yanlışlar çok olmuş gibi zannedilir. Oysa belediyeler en çok denetlenen kamu kurumlarıdır, en şeffaf ve en düzgün çalışan ve halka da en yakın kamu kurumlarıdır.

Ben bugünkü gelişmelerin, yetkilerin merkeze çekilmesinin, planlamanın ve ruhsat işlemlerinin giderek merkeze çekilmesinin son derece sakıncalı olduğunu buradan vurgulamak istiyorum. Hele hele -kentsel dönüşüm gibi- Türkiye'nin bir de çok ciddi deprem sorunu varken yetkilerin merkezde toplanması neredeyse konuyu daha da sorunlu hâle getirmektedir.

Geçenlerde bir hoca şunu söylemişti: "İstanbul'da 7'nin üzerinde bir deprem olursa Türkiye'nin ciddi bir beka sorunu olur." Katılıyorum. Sanıyorum İçişleri Bakanı da benzer şeyler söylemişti. Bakın, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi iki depremle karşılaştı; biri Elâzığ depremi, biri de İzmir depremi. Elâzığ depreminde 40 küsur vatandaşımızı kaybettik, İzmir depreminde de 114 vatandaşımızı kaybettik ve bunlar 6,6 gibi depremlerdi. Ama dünya ölçeğine baktığımız zaman -ben rakamları vermek istiyorum- Jamaika'da 7,7 şiddetinde deprem, sıfır ölü; Rusya'da 7 şiddetinde deprem, sıfır kayıp; yine Rusya'da 25 Martta 7,5 şiddetinde deprem olmuş, sıfır kayıp; Japonya'da 6,6 şiddetinde deprem, zaten sıfır kayıp; Yunanistan'da 6,6 şiddetinde deprem -son İzmir depreminin bir nevi orada da yansıması oldu, aynı şartlarla- sıfır kayıp; Endonezya'da mayıs ayında 6,8 şiddetinde deprem, sıfır kayıp; ilginci, Yeni Zelanda'da 7,4 şiddetinde deprem, sıfır kayıp; Papua Yeni Gine'de yine bu yıl temmuz ayında 7 şiddetinde deprem, 1 ölü ve böyle sıralanıp gidiyor. Endonezya'da yine ağustos ayında 6,9 şiddetinde deprem, sıfır kayıp; Şili'de 6,8 şiddetinde deprem, sıfır kayıp.

Biz bunu "kader" diyerek ve "kıyamet alametleri" diyerek geçiştiremeyiz. Bu, Türkiye'nin en önemli sorunudur ve gerçekten bir beka sorunudur. Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi Elâzığ depreminde Meclise getirilen kanun Kanal İstanbul'du ve Ahlat'taki saray yapımıydı, çok da eleştirmiştik "Bugünlerde, bu mu konuşulur?" diye. Yine İzmir depreminde de Meclis gündemine gelen konu 239 sıra sayılı Kanun Teklifi'ydi. Bu da kamu borçlarının taksitlendirilmesi yani açıkçası devlet, kamu borçlarının -alınabilir taksitlerle- peşine düşmüştü, alacaklarını tahsil cihetine gitmişti.

Şimdi, buradan şunu çıkarıyoruz: Hükûmet sanki deprem konuşulsun istemiyor ama biz de özellikle depremi vurgulamak zorundayız çünkü Hükûmetin bir başarısının altını çizmem gerekir. 2012 yılında çıkarılan kentsel dönüşüm, Hükûmetin getirdiği en başarılı yasa tekliflerinden biriydi ve o yıllarda kanunlaştı ve yıllardır Türkiye'nin gündemine girdi ama bir belediyeci olarak şunu diyebilirim ki: Yenilemekten öte bir şeye gidemedi. Oysa kentsel dönüşüm çok önemli, hele böyle bir deprem kuşağındaki bir ülke için büyük şansa dönüştürülebilir bir yasadır. Hele hele Çevre ve Şehircilik Bakanlığının başında da Sayın Bakanım, sizin gibi konut yapma konusunda deneyimli bir kişi varken, Türkiye'nin en başarılı sektörü inşaat sektörüyken, biz depremi unutturmaya çalışamayız, "kader" diyerek geçiştirmeye çalışamayız. Biraz önce sıraladım, neredeyse 7-7,5 büyüklüğündeki depremlerde ölü sayısı yok ama biz de neredeyse yakın gelecekte beklenen İstanbul felaketi -Allah korusun- büyük bir faciaya neden olacaktır.

Bakın, size 17 Ağustos büyük depremin 10'uncu yılında Ağaoğlu'nun

-büyük inşaatçı, müteahhit- bir gazeteye çıkmış beyanını okumak istiyorum:

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Subaşı, normal süreniz tamamlanmıştır.

Bir dakika ek süre veriyorum, lütfen bitiriniz.

Buyurun.

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Kısaltarak söylemeye çalışacağım.

"1970'li yıllarda İstanbul'un Anadolu yakasında yapılan yapıların büyük bir kısmına inşaat malzemesini ben sattım. Kumları Marmara Denizi'nden, demirleri hurdadan çektik. O zamanın şartlarında en iyi malzeme buydu. Sadece biz değil tüm firmalar aynı şeyi yapıyordu. Deprem olursa İstanbul'a ordu bile giremez." Şimdi, bu da bir itiraf yani en büyük müteahhitlerden. Kentsel dönüşümü parsel bazında yenileme olarak değil, ada bazında, bölge bazında, mahalleler bazında yapmamız gerekir. Toplu konutları, Bursa, Antalya, Konya gibi yerlerde değil, fay hatlarının planlamasını yaparak, bunların üzerinde süratle belediyelerle iş birliği zorunludur. Belediyelerden kopmak, uzak olmak değil, iç içe belediyelerle ve yetkileri yine belediyelere devrederek, güçlendirerek, belediyelere güvenerek bu işin üstesinden çıkabiliriz.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Subaşı, teşekkür ediyorum.

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Bütçenin hayırlı olmasını diliyorum.

Teşekkür ederim.