| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2021 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/281 ) ile 2019 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanun Teklifi (1/280) ve Sayıştay tezkereleri a)Sağlık Bakanlığı b)Türkiye Hudut ve Sahiller Sağlık Genel Müdürlüğü c)Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ç) Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 4 |
| Tarih | : | 18 .11.2020 |
ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Plan ve Bütçe Komisyonu Başkanı, Sayın Bakan, değerli üyeler, Sayın Bakan Yardımcıları, Bakanlık bürokratları, kıymetli basın mensupları; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Sağlık Bakanlığına genel bütçeden ayrılan payın TÜİK verilerine göre 2018 yılında gayrisafi millî hasılanın yüzde 4,4'ünü oluşturduğu, harcamaların yüzde 77,5'inin genel bütçeden, yüzde 17,3'ünün ise hane halkı tarafından karşılandığı belirtilmektedir. Toplam harcamalar kişi başına 2018 yılında 1.227 dolar iken OECD ortalaması 3.999 dolardır yani biz OECD ülkelerinin harcadığının üçte 1'i kadar sağlığa para ayırmaktayız.
Ülkemizin temel sağlık verilerini OECD ülkeleriyle karşılaştırdığımız zaman bazı veriler şöyledir: Sayın Bakanın da açıkladığı gibi her bir doğumda kaybedilen çocuk sayısına baktığımızda OECD ortalaması 3,5 iken bizde 6,7; 100 bin canlı doğumda anne ölüm sayılarına baktığımızda OECD ortalaması yaklaşık 3,5'ken bizde 13,1'dir. Personel, hastane kapasitesi dikkate alınırsa Türkiye, OECD ülkelerinin epey altında kapasiteye sahiptir. Sağlık verileri yalnız Sağlık Bakanlığının gücüyle değil, aynı zamanda eğitim, beslenme gibi parametrelerle Maliye Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Tarım Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığının da görevlerine giren kısımlar vardır. Eğer bunlar tam olarak görevlerini yerine getirmezlerse, bu tür eksiklikler tamamlanmazsa biz Sağlık Bakanlığının gayrisafi millî hasıladaki payını yüzde 10'a da çıkarsak, 15'e de çıkarsak parametrelerimizde çok ileri bir iyileştirme bekleyemeyiz.
Yataklı tedavi kurumları her zaman daha sükseli, daha cezbedici olmuştur. AK PARTİ'nin oylarının 5 puanının sağlıktan ileri geldiği iddia edilmektedir. Dolayısıyla AK PARTİ'nin, yataklı tedavi kurumlarına, hastanelere yatırımı son derece çekicidir, cezbedicidir. Devlet hastanesinde 1 yatak 43.650 dolara mal olmuşken -bu Ödemiş örneğidir- Bilkent Şehir Hastanesinde 328 bin dolara mal olmuştur. Kamu-özel iş birliğiyle hastane yapımından kesinlikle vazgeçilmesi gereklidir, kamu-özel ortaklığı işletmeleri bizim için cazip değildir, ekonomik değildir.
Şehir hastaneleri ülkenin bir kamburudur. Yirmi beş yıl süreyle bizden sonraki nesilleri de borca sokan bir yatırım kabul edilemez. Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in söylediği gibi, başka ülkeler evlatlarına servet bırakırken biz borç bırakmaktayız. Gerekiyorsa bir çadır hastanesinde tedavi olalım ama çocuklarımıza asla borç bırakmayalım. 12 adet şehir hastanesi hizmete girmişken 30 adet devlet hastanesi de kapatılmıştır. Yapılan işlerin sırf ihtiyaçtan ileri geldiğini savunmak zordur. "Şehir hastanesi çalışsın diye devlet hastaneleri kapatılıyor." gibi bir intiba uyanmaktadır.
Seçim bölgem Eskişehir'de 2 tane devlet hastanesi varken ve bunlar yeterince hizmet verirken, hastalarda bir yığılma olmazken, 15 Temmuzda el konulan Hava Kuvvetleri Askerî Hastanesi de boş durmaktayken 1.000 yataklı bir şehir hastanesi yapıldı. Bu hastane yapıldıktan sonra da devlet hastanelerinden biri yıkıldı, Hava Hastanesi hâlâ boş olarak duruyor. Bunun yanında, Eskişehir'in içerisindeki 28 adet devlet okulu ikili eğitim veriyor. Burada devlet aklı falan yok, devlet israfı vardır. Şehir hastanelerine aktarılan parayla okul yapılmalıydı, en azından Eskişehir için böyleydi. Eğitilmiş vatandaşın devlet politikası olmadığı bir yana konulursa olayın mantıklı bir açıklaması yoktur. Eskişehir'de 70 bin nüfusa yakın bir semtte lise yoktur, buraya lise yapılamamaktadır; gerekçe, maddi yetersizliklerdir, çocuklar uzak yerlerde eğitime devam etmektedirler.
Yataklı tedavi kurumlarının değerlendirilmesinde hasta memnuniyeti gibi kriterlerin yanında, daha objektif tıbbi kriterler de konulmalı ve kullanılmalıdır. Hastane enfeksiyonları, hastaların "rehospitalizasyonu", opere ve vakalarda klinik, patolojik korelasyon gibi kriterler dikkate alınmalıdır.
Sezaryenle doğumlar ise ülkemizde büyük bir yaradır. Bizde sezaryenle doğumlar yüzde 50 oranı civarındadır, oysa Dünya Sağlık Örgütünün önerisi yüzde 15 civarındadır. İnanıyorum ki Bakanlık çözümü biliyor, Hükûmet politikası Bakanlığın elini kolunu bağlıyor ve bu çözüm yerine getirilemiyor.
Türk sağlık sistemi Çin'den yayılan Covid-19 pandemisiyle önemli bir sınav vermiştir. Ülkemizde pandemiyle mücadelede her şey sağlık personelinin fedakârlığı üzerinedir. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Tanrı'dan rahmet diliyorum. Hükûmet pandemiye gerekli önemi vermelidir. Örneğin, 1 milyon nüfusa düşen test sayısı Amerika Birleşik Devletleri'nde 510 bin, Fransa'da 293 bin, İngiltere'de 572 bin, Almanya'da 298 bin, İtalya'da 314 bin iken bizde sadece 192 bindir. Bunu şöyle de yorumlayabiliriz: Ekonomimiz kötü, işsizlik rekorda, hayatı yeterince yavaşlatamıyoruz; hiç olmazsa şehir hastanelerinin birinden vazgeçelim, zaten parasıyla ne kadar hastane yaparsak yapalım, bizim pandemiye yetişmemiz mümkün olmayacak. Onun yerine oradan gelecek ekonomik tasarrufla biz test sayısını artıralım.
Gelişmiş ülkelere göre pandemide ülkemizin şansızlığı zaten kötüye giden ekonominin daha da kötüleşmesidir. Ekonomik olarak mecali kalmamış millet daha da yoksullaştı. Bu gidişin sonucu olarak Merkez Bankası Başkanı görevden alındı, Hazine ve Maliye Bakanı istifa etti.
Pandemide sağlık çalışanları 164 kadar şehit vermiştir, hepsini rahmetle anıyorum. On binlerce çalışan ise hastalığa yakalanmıştır. Gelin görün ki müteahhitlere ülkece sonu gelmeyen rakamlarla kaynak aktarılırken çok hakettikleri hâlde memlekete hizmet esnasında canını verenlere Hükûmet şehitlik unvanını vermekten kaçınmaktadır. Hastalığın içinde mücadele verirken Covid-19'la hastalığa yakalanan sağlık çalışanlarına "Bu hastalık meslek hastalığı." denilmiyor. Hâlbuki Covid-19 nedeniyle hayatını kaybeden sağlık personeline "şehit" denilmesi veya meslek hastası sayılmaları hem onların motivasyonunu artıracak hem de bir hakkın teslimi olacaktır.
Sağlık Bakanlığı internet sitesinde "Birinci basamak sağlık hizmetlerini Bireylerin yaşadıkları ve çalıştıkları yerlerde tanı koyucu tedavi ve rehabilite edici yönleriyle sunmak temel hedefimizdir. Sağlık hizmeti sunumunda birinci basamak sağlık hizmetlerinin sürekli eğitimle geliştirilmesi ve güçlendirilmesi, çalışan hekimler ile diğer sağlık elemanlarının özendirilmesi, birey ihtiyaçlarının göz önünde bulundurularak koruyucu sağlık sistemine ağırlık verilmesi ve kabul edilebilir sevk sisteminin uygulanması ana ilkedir. Bu ilkeler ikinci basamakta yığılmayı engelleyecek, ikinci basamakta tedavi edilmesi gereken hastalara yeterli zaman ayrılmasını sağlayacaktır. Aile hekimliğin multidisipliner bir sağlık yaklaşımı olduğu düşünülürse bütüncül bir sağlık hizmeti yaklaşımı öngörülür. Güvene dayalı iletişim kurar, sorunları fiziksel, psikolojik ve sosyal yönleriyle ele alır. Birey merkezli olmasının yanında bütünleştiricilik, süreklilik, aile ve topluma yönelik olma özellikleri nedeniyle aile hekimliği uygulamasının önemli bir yapı taşıdır." denilmektedir. Teorik olarak Sağlık Bakanlığı bunu düşünmüş. Pratiğe bakalım, pratik ile teori arasında bazı farklılıkları maalesef yaşamaktayız. Sağlık Bakanlığı popülizmi bir tarafa bırakıp prensipleri uygularsa yatak ve tedavi kurumlarının yükü azalır. Hasta başına muayenenin sadece aile hekimliğinde 10 Türk lirası olduğu dikkate alınırsa, birinci basamak uygulamasıyla önemli bir maddi tasarruf sağlanmış olur.
Yine Sağlık Bakanlığının verilerinde; hastaların müracaatları birinci basamakta 3,5 iken, ikinci ve üçüncü basamakta 6,3'tür. Hâlbuki bunun tersi olmalıdır. Aile hekimliğinde hasta-doktor arasında insani ilişkiler fazladır. On-on beş yıl aynı bölgede çalışan hekimler, çocukları tanımakta, onları askere göndermekte, düğünlere davet edilmekte, ailede vefat olduğunda başsağlığına gitmektedirler. Hastalar her konuda onlara güveniyor, Covid ortamında hastaneye gitmek istemiyorlar. Aile hekimlerinin pek çok sorunları var: Aile hekimleri, Bakanlıkla sözleşmeli çalıştıkları için Bakanlık işine gelirse memur statüsünde görüyor, işine gelirse sözleşmeli statüde görüyor. Örneğin, yıllık izne ayrılan aile hekimleri, yerine bir hekimi bırakmak zorundadırlar. Böylece devlet, o hekim üzerinden ekonomik olarak yüzde 8 tasarruf sağlıyor. Tüm giderler aile hekimlerine yüklenmiştir. Her konuda aile hekimliği külfetleri yüklenir hâle getiriliyor. Sağlık Bakanlığı, hekimlerin bu yüzlerini de görmeli, karar verirken göz önünde bulundurmalıdır.
Aile hekimlerinin hizmet kalitesini artırmak için bazı talepleri var. Görüldüğü kadarıyla Bakanlık hizmetin doğası içinde ayrıca -bu biricik bir örnektir- aile hekimlerine bazı yükleri yıkmış durumdadır, bina kiralama, giderleri karşılama ve insan çalıştırma gibi. Hastalara medikal hizmet dışında aile hekimlerine "Gel şu ilacımı yaz, banan rapor ver." gibi taleplerle geliyorlar. Uyuşmazlık durumunda sağlık müdürlüklerinin aile hekimlerinin yanında bulunduklarını söylemek zor. Aile hekimlikleriyle ilgili birtakım düzenlemeler yapılırsa inanıyorum ki sağlık hizmetleri daha da gelişecek ve ikinci basamakta yığılmaların önüne geçilecektir. Hiç olmazsa -ki burada 3 hekim, 5 hekim, 8 hekim çalışıyor, bunu Sayın Bakanım, siz de biliyorsunuz- hemogram, idrar, kan grubu gibi tetkiklerin yapılması hep baştan beri bahsedilen hasta memnuniyetini artıracak ve de buradaki performansı yükseltecektir.
Belli sayıda hekim baz alınarak sosyal hizmetler uzmanı istihdam edilmelidir. Bir diyetisyen istihdamı talep edilmektedir. Mademki biz obezetiyle bu kadar mücadele ediyoruz -toplumun yaklaşık dörtte 1'i bundan muzdariptir- bunlara yoğun bir ihtiyaç vardır.
Tekrar söylüyorum, lütfen bunların maddi giderlerini aile hekimlerinin üzerine yıkmayı düşünmeyiniz, bunun için Sağlık Bakanı uygun bir çözüm getirir.
Sağlık Bakanlığının bir alışkanlığı var, yatak ve tedavi kurumlarındaki çalışanlara yaptığı gibi aile hekimlerine de yapıyor, aile hekimleri aldıkları ücretin emeklilik için de dikkate alınmasını talep ediyorlar. Ayrıca aile hekimlerine pandemi esnasında vadedilen bir ücret iyileştirilmesi var. Aile hekimleri bu ücreti alamadıklarını ve de diğerleri tarafından bir dalga geçme konusu olduğunu dillendiriyorlar.
Pandemi konusunda aile hekimlerinin pek çok sorunu var. "Telefon et, hastanı sor." deniyor veya hasta, ilaç verilmeden evine gönderilip, şikâyet ederek aile hekimini arıyor. Pandemide ilde bir sorumlu olması ve koordinasyonu onların sağlamasını istiyorlar. Aynı şekilde Covid pozitif hasta aile sağlık merkezine geliyor, enjeksiyon yaptırmak istiyor. Bu orada bekleyen hastalar için bir kontaminasyon nedeni olabileceği gibi, oradaki akışı da bozan bir durumdur.
Dünyada yatak ve tedavi kurumlarına olan ihtiyaç azalmaktadır. 2000 yılında, OECD ortalaması, 100 bin kişiye düşen yatak sayısı 590'ken, 2017'de bu sayı 470'e düşmüştür. Ülkemizde ise 2000 yılında 100 bin kişiye düşen yatak sayısı 230'ken, bu sayı 2017'de 280'e yükselmiştir. Her ne kadar onlardaki yatak oranı bizimkinin 2 misli ise de dünyada yatak ve tedavi kurumuna duyulan ihtiyaçta bir azalma olduğu da gerçektir.
Türkiye'de birinci basamak sağlık hizmetlerinin tedavi kalitesini artırıp kuralları tam uygularsak ikinci basamak sağlık kurumlarına ihtiyaç azalır, sağlık kurumları daha ekonomik ve rantabl olarak çalışabilirler. Bu cümleye ek olarak Türkiye pandemiye ilave bir de grip aşısı sorunu yaşamıştır. Grip nedeniyle 2.600-2.800 civarında insanımızın hayatını kaybettiği tahmin edilmektedir. Bilim çevreleri, ülkemizin yıllık grip aşısı ihtiyacının 18 milyon civarında olduğunu belirtmektedirler. Sağlık Bakanlığı aşı temininde oldukça yetersiz kalmıştır.
Sağlıkta şiddet, AK PARTİ Hükûmetinin aşırı popülizm düşkünlüğünün bir sonucudur. Her ne kadar burada sayın konuşmacılar "Sağlıkta şiddete karşıyız, bunun için yasa çıkardık, şöyle yaptık, böyle yaptık." diyorlarsa da 15 Temmuz-15 Nisan 2019'da çıkan bu yasada hükmün geriye bırakılmasının engellenmesi konusunda bir konuşmamız oldu. Hem AK PARTİ Sayın Grup Başkanı hem de Milliyetçi Hareket Partisi Sayın Grup Başkanı buna şiddetle karşı çıktılar. Ayrıca savcının gelip olay mahallinde ifade alması bir mecburiyetken şiddete uğrayan personelde bunun yerine getirilmediğini görüyoruz. Bununla ilgili sayın bakanlar üzerine düşenleri yapıyorlar mı çok emin değilim. Örneğin bu yasa konusunda bilgilendirmek için Sağlık Bakanlığı, personeline bir genelge gönderebilir ya da Adalet Bakanı, savcılarına bir genelge gönderebilir, bu konuda onların dikkatini çekerler.
Hükûmet vatandaştan bir oy almak için onun her türlü taşkınlığına göz yumuyor, git sağlık kurumlarına muayene ol, tedavi ol, sağlık çalışanına iki tokat at gel deniyor. Vatandaş da bunu daha ileri götürüyor, sağlık personelinin canına kastediyor, bazen de canını alıyor. Bunun için gerekli yasal tedbirlerin alındığı ve herkesin üzerine düşeni yaptığını söylemek biraz zordur. Aslında dört başı mamur yeni bir sağlıkta şiddeti önleme yasası hazırlanmalı ve bu, uygulamaya konulmalıdır.
Teknik ekip olarak Sağlık Bakanlığı, Bakanından hizmetlisine kadar fedakârca çalışıyor, Türk milletinin sağlığı için ellerinden geleni yapıyorlar. Temennimiz siyasi mülahazalardan uzak ve vicdanlarının emrettiği gibi, işlerinin emrettiği gibi çalışmaları.
2021 yılı Sağlık Bakanlığı bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diliyor, çalışanlarına başarılar diliyorum.
Teşekkür ederim.