KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli Komisyonumuzun kıymetli üyeleri; Sayın Bakanım, hayırlı olsun, Allah yolunuzu açık etsin. Sizin başarınızın, inşallah, Türkiye'nin de gelişimine bir katkısı olacaktır. Bütün temennimiz de bunun içindir. Bu Parlamentodaki bütün arkadaşlarımızın da o temennilerde olduğunu düşünüyoruz.

Şimdi, bu sene Hazine ve Maliye Bakanlığının, gerçekten, konuşma metnini de biraz revize etmek zorunda kaldık doğrusu çünkü böyle yeni bir Bakanla beraber yeni bir dil de kullanmanın doğru olacağını düşündük, en azından yeni şeye kredi oluşturması açısından.

Türkiye'nin bir fotoğrafını çektiğimiz de bugünkü hesaplarla Türkiye gerçekten 600 milyar dolar civarında bir millî gelire sahip Kasım 2020 için ama geriye gittiğimizde, yine AK PARTİ Türkiyesinden bahsedelim, 2013'te 958 milyar dolarlık bir millî geliri var. Bu, şu demek: Türkiye, gerçekten, son on yılda izlediğimizde -biz bunu daha önce de söyledik- bir düşüş sürecinde. Yani 2002 ile 2008 arasında bir yükseliş var, sonra yavaşlayan ve sonra düşen bir süreç var. Bu, sistemsel bir sorun tabii ki. Politik tercihlerde farklılıklar, farklı kırılmalar var ama neticede 2010 yıllarında Türkiye'de şunu konuşuyorduk, orta gelir tuzağını konuşuyorduk. Bugün artık Türkiye orta gelir tuzağı konuşulamayacak millî gelir seviyesinin altına düştü. Bugün konuştuğumuz şey, fakirlik kapanıdır. Gerçekten de eğer 10 bin doların altına düşerse ekonomiler, orada bugünkü modern ekonomiye baktığımızda, tabii olarak, ekonomi kendiliğinden de otomatik olarak düşeşler sağlıyor özellikle hizmet sektöründe çünkü birçok harcama tabii olarak kısılıyor. Geldiğimiz noktada bugün 358 milyar dolar daha fakir bir Türkiye diyoruz. Bunun getirdiği 2,6 trilyon lira, 2020 yılı millî gelirinin yaklaşık yüzde 44'ü kadar bir kaybımız var. Bunun yüzde 25'ini vergi olarak aldığımızı düşünsek 675 milyar lira bu fakirleşmeden dolayı vergi kaybımız var ve bunu 2020 yılında 787 milyar liralık vergi gelirleriyle karşılaştırdığımızda, Türkiye, esasında, bugünkü vergisinden yüzde 86 daha fazla vergi alabilir ama o zenginleşmeyi kaybettiğimiz veya o tabloyu kaybettiğimiz için yüzde 86'lık bir vergi kaybımız var.

Gelinen noktayı şöyle tarif etmek lazım: Yani düşüşle beraber tabii ki kamu gelirleri de düşüyor. Toplum refahı, toplum gelirimiz düşüyor ve ekonomi tam bir fakirlik kapanı, bunu böyle görmek lazım. Gerçekten, Türkiye'nin içinde bulunduğu bir yapısal tıkanma ve çözüm de yapısal reform... Ama ekonomik olarak yapılacak esas büyük reform büyüme modelini değiştirmektir. Türkiye, büyüme modelini radikal anlamda değiştiremediği zaman, burada ciddi bir iyileşmenin olabilmesi mümkün değil. Elbette ki genel şartları, hukukun üstünlüğünü, kamuda meritokrasiyi ve de ekonomide piyasa sisteminin temiz işleyişini sağlamaya yönelik bir atmosfer değişimi gerekiyor. Bu şahsi kanaatimiz ve parti olarak kanaatimiz, bugün artık bugünkü Cumhur İttifakı'nın bunu yapabilecek dinamiklerden yoksun olduğu şeklinde ama buradan hareketle belirtmek gerekir ki Türkiye, bu fakirlik kapanıyla, bu düşüşle beraber bir şeye daha, kamuda uzun zamandır görmediğimiz bir başka sıkıntının içerisine giriyor, iki üç yıldır giriyor buna. Çünkü Türkiye'nin yapısal olarak ekonomisine baktığımızda, büyüme dönemlerinde cari açık, küçülme dönemlerinde bütçe açığıyla karşılaşırdı Türkiye ama son iki üç yıla baktığımızda bunlar birlikte gelişiyor.

Burada, daha önce yaşanmıştan çok daha büyük bir tehlike var, bir tehdit var. Hem cari açık hem de bütçe açığı beraber gelişiyor ve biz ciddi bedel ödedik 2000'li yıllarda, 2001 kriziyle ve bu 2001 krizinde ciddi yapısal reformlar yapıldı. 57'nci Hükûmet ve o zaman 2002'deki AK PARTİ hükûmeti de -Sayın Abdullah Gül'le başlayan Sayın Erdoğan'la devam eden- 2007'ye kadar ki dönemde bu yapısal reformları takip etti ve Avrupa Birliği süreciyle ciddi bir çıkış yapan bir Türkiye var, aşağı yukarı kendi eksenindeki ülkelerin önüne geçmiş bir Türkiye var. Şimdi, buradan dönüşle beraber, yine 90'lı yılların hastalığına bu sefer cari açıkla birlikte yakalanıyoruz. Gelir düştüğü için vergi düşüyor, vergi gelirleri düştüğü için tabii olarak bütçe açığı, borç ve borçla beraber faiz ve enflasyon sarmalı içerisine tekrar giriyoruz. Buradan iyi temennilerle çıkışın mümkün olmadığını hepimiz biliyoruz, o masada oturanlar, burada oturanlar, herkes biliyor. Dolayısıyla, bunun gereğini yapabilecek bir siyasal atmosfere gerçekten ihtiyaç var Türkiye'de yani bu iradeye. Bizim kanaatimiz, bunun da bir seçimle mümkün olabileceği ama mevcut durumu ortaya bu şekilde koyduktan sonra, baktığımızda, kamu gelirleri açısından Türkiye'nin ciddi bir kamu gelir reformuna ihtiyacı var. Gerçekten, Türkiye yani "Gelir İdaresi olmasa ne olur?" sorusunu sorduracak derecede bir vergi sistemiyle karşı karşıya. Ben daha önce de söyledim, Tarım Bakanlığı olmasa Türkiye ne kaybeder? Gerçekten çok şey kazanır, 150 bin euro yani 27'den daha fazla kalabalık bir personel hacmiyle.

Şimdi, Saygıdeğer Bakanım, bildiğiniz şeyleri veya arkadaşlarımızın bildiği şeyleri bir defa daha ama dikkat çekmek için belirtmek istiyorum: Türkiye'de 922 milyar lira gelir bekliyoruz; bu gelirin aşağı yukarı 187 milyar lirası gelir vergisi, 105 milyar lirası kurumlar vergisi. Türkiye'de şu an vergiyi kim ödüyor? Tüketim yapanlar ödüyor. Kim bunlar? Tüketim eğilimi yüksek kesimler. Kim? Bunlar orta ve dar gelirli gruplar. Bugün bir hizmetli, genel müdürden marjinal vergi oranı olarak çok daha yüksek vergi ödüyor. Türkiye'nin vergisi orta ve dar gelirlilerin üzerinden yürüyor. Türkiye'de 846 bin kurum var ve bunlardan biz 105 milyar lira vergi bekliyoruz. Bu 846 kurumun 5 bin tanesi bunun yüzde 75'ini ödüyor yani yüzde 75'ini, 78 milyar lirayı 5 bin şirket ödüyor, geri kalan 25-27 milyar lirayı da 841 bin şirket ödüyor. Şirket başına 30 bin lira bir vergi düşüyor yani bir kişinin yıllık brüt asgari ücretinin altında. Ya, burada çok ciddi bir radikal düzenleme gerekiyor.

Gelir vergisine geldiğimizde, Türkiye'nin nüfusunun yüzde 2,3'ü gerçek anlamda beyanname veren mükellefler. Bu mükellefler toplam gelir vergisinin yüzde 7'sini veriyor. 14 milyar lira yani kişi başına 7 bin lira vergi var ortalama. Yani çok verimsiz bir tablo var ortada, çok verimsiz bir tablo var. Yani bence, birtakım kesimlerden vergi almaktan vazgeçse daha bile etkin bir vergileme ve daha doğru bir sisteme doğru yönlenebilir. Dolayısıyla, çok uzun yıllardır bu vergi reformu masası var, çalışılıyor ama bir şey üretilmiyor. Daha geldiğimiz nokta nasıl bir yer? İnanın, artık vergi kanunları ve bu teşvik sistemiyle artık bunlar kanunlara sığmıyor, o kadar çok değişiklik var ki... İşte, en son kurumlar vergisindeki indirim burada yapıldı, Genel Kurulda düşüldü. Üzerinde ciddi çalışılmıyor. Bu partili Cumhurbaşkanlığı sistemi yasama yapma kalitemizi çok dibe vurdurdu.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Tatlıoğlu, süreniz dolmuştur. Toparlarsanız çok sevinirim.

İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Dolayısıyla, sağlıklı bir şey çıkaramıyoruz ama vergi kanunları gerçekten uygulanabilir olmaktan çıktı.

Son olarak şunu söyleyeyim: Teşvik sistemi, özellikle istihdamda teşvik sistemi artık o hâlde ki yirmi beş yıllık bir işletmenin muhasebe müdürü, mali müşaviri bunu çözemiyor ve özel danışmanlık alıyorlar. Özellikle sabahleyin söylendiği için söyleyeyim; İŞKUR'un son üç yılda yaptığı teşviklerin istihdama katkısı sıfır, Dünya Bankası raporu. Aklı başında hiçbir ülkede bizim gibi bir teşvik sistemi olmaz. İstihdam teşviki üretimle olur. Çorba satışını artırmadan çorbacının mutfağındaki çalışanı artırdığımızda ortaya bir sonuç çıkar, çorbacı kapanır ve AK PARTİ ısrarla bunu yapıyor ve işsizlik bu nedenle de çok artıyor.

BAŞKAN CEVDET YILMAZ - Sayın Tatlıoğlu, lütfen...

İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Bitiriyorum efendim, bitiriyorum.

Efendim, gerçekten meselenin bu tarafına da bu çalışmalar çerçevesinde dikkatle eğileceğinize inanıyorum.

Ben çok teşekkür ederim. Tekrar başarılar dilerim.

Saygılar sunarım.