KOMİSYON KONUŞMASI

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Komisyonumuzun çok değerli üyeleri, Sayın Bakan, Sayın Bakan Yardımcıları, çok değerli meslektaşlarım, yüksek yargı organlarımızın çok değerli temsilcileri, değerli bürokratlar; ben de herkese ayrı ayrı saygılarımı sunuyorum, iyi çalışmalar diliyorum.

Bugün 10 Kasım; cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü saygıyla, minnetle anıyoruz. Bugün bu topraklarda onurlu, özgür yurttaşlar olarak yaşıyorsak bunu cumhuriyeti kuran kadrolara borçlu olduğumuzu da asla unutmayacağız.

Çok değerli hazırun, cumhuriyet, büyük bir dönüşüm projesiydi; monarşiden laik bir cumhuriyete geçmek ve daha sonra çok partili hayata, demokrasiye geçmek. Amaç, hem cumhuriyeti demokrasiyle taçlandırmak hem de egemenliği artık hiçbir kişinin, zümrenin, ailenin, sınıfın kullanmamasını temin etmekti. Bu çok çok önemliydi. Artık şahıs devletine son verilmişti, millî egemenlik, kayıtsız, şartsız millete verilmişti. Bunu niçin paylaşıyorum? Son dönemlerde maalesef yeniden bir şahıs devlete dönüşün adımlarının atıldığını üzülerek tespit ediyoruz.

Özellikle, OHAL döneminde gerçekleştirilen 16 Nisan 2017 tarihli referandumla ki Anayasa hukukçularının çok büyük bir bölümü buna "suistimalci Anayasa değişikliği" de diyor. Çünkü iktidarların Anayasa'yı araç olarak kullanıp otoriter bir sistemi meşrulaştırmaya çalışmaları çok ciddi eleştiriliyor. Ve yine, OHAL döneminde gerçekleşen 24 Haziran Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimiyle maalesef kuvvetler ayrılığının zedelendiği, egemenliğin şahsileştiği, yeniden şahıs devletine adımların atıldığı bir dönemi yaşıyoruz. Bunu paylaşmamın nedeni, hukuk devletinin de bu bağlamda, ciddi bir şekilde zedelenmesi çünkü kuvvetler ayrılığı yoksa maalesef hukuk devleti de yok, bağımsız ve tarafsız bir yargı da mümkün olmuyor. Bugün adalette ciddi sorunlar yaşıyorsak, ekonomide ciddi buhranlar yaşıyorsak, aş, iş, ekmek sorunlarımız büyüyorsa maalesef adalete olan güvenin temelinden sarsılması ve demokratik hukuk devletinden uzaklaşmamız bunun temel sebebi. Bağımsız ve tarafsız yargıyı mutlaka ve mutlaka tesis etmek zorundayız.

Bir kamuoyu araştırması yapıldı 2020'de. Bu kamuoyu araştırmasında Türkiye'de en güvenilen kurumlar sorulmuş, "En güvendiğiniz kurum hangisidir?" deniyor. Örneğin, Türk Silahlı Kuvvetlerimiz 35,8 çıkmış, orada da bir düşüş var herhâlde. Polis teşkilatımız 11,5 çıkmış -birkaç örnek veriyorum- siyasi partiler 3,3 çıkmış, yargı 1,7 çıkmış. Çok düşündürücü bir araştırma, başka araştırmalar da mutlaka yapılmalı. Eğer yargıya duyulan güven 1,7 oranında çıkıyorsa burada bulunan bizlerin, hepimizin çok ciddi düşünmesi gerekiyor. Peki, neden böyle bir tabloyla karşı karşıyayız. Birkaç örnek vermek istiyorum somut, çok yakın zamanda yaşadığımız. Örneğin, milletvekilimiz Enis Berberoğlu'yla ilgili Anayasa Mahkemesi kararı maalesef uygulanmadı. Anayasa'nın 11'inci maddesi çok açık; Anayasa hükümlerinin üstünlüğü, Anayasa'nın üstünlüğü, hukukun üstünlüğü, bağlayıcılığı. Anayasa'nın 153'üncü maddesinin son fıkrası çok açık; Anayasa Mahkemesi kararları hepimizi, herkesi, mahkemeleri de bağlıyor, uyma zorunluluğu var ama Anayasa Mahkememizin oy birliğiyle verdiği bir karara ve bireysel başvuru sonucunda tespit ettiği hak ihlallerinin sonuçlarının ortadan kaldırılması amacıyla çok açık bir yol göstermesine, bir yerel mahkeme -hangi güç ve yetkiyle bilmiyorum- "Ben uymuyorum bu karara, yeniden yargılama kararı vermiyorum." dedi. Yargıtay Ceza Genel Kurulumuzun da, yüksek yargı organlarımızın da aslında çok önemli içtihatları var bu konularda. Mesela bir kararda deniyor ki: "Yasalar ve yargı kararları, yalnızca ve yalnızca yasa ve yargı kararı olduğu için uygulanmak zorundadır." Benim hakkımda bir hapis cezası kesinleşmişse "Ben bu karara uymuyorum, cezaevine gitmiyorum." diyebilir miyim bir yurttaş olarak? Yasaları eleştirebilirsiniz, yasalar yanlış olabilir, yargı kararları yanlış olabilir, eleştirebilirsiniz ama uymak zorundasınız. Bir yasa iptal edilmediği sürece, değiştirilmediği sürece ya da bir yargı kararı, bir kesin hüküm bir yeniden yargılama kararıyla ortadan kalkmadığı sürece hepimiz uymak zorundayız. Bir Anayasa Mahkemesi kararına uyulmaması, kişisel gerekçelerle, kişisel yorumlarla uyulmaması maalesef devletin çivisinin çıktığının açık bir göstergesi. Bu tabloyu derhâl düzeltmek zorundayız. Önce burada bulunan herkese bu görev düşüyor. Anayasa Mahkemesi kararı uygulanmalı. Bugün Enis Berberoğlu Covid izinlisi, bir hükümlü. Ortada bir Anayasa Mahkemesi kararı olmasına rağmen, Parlamentoya dönüp görev yapması gerekirken bir hükümlü olarak, büyük bir demokrasi ve hukuk ayıbı olarak maalesef bu durum ortada duruyor.

Başka bir örnek -neden yargıya güven bu durumlarda, neden sokaktaki vatandaşlar adalete güvenmiyor- barolar. Yargının kurucu unsuru olduğunu hep vurguluyoruz, Sayın Bakan da önemli bir şekilde vurguladı. Barolar genel kurullarını yapamadılar. Nasıl yapamadılar? Bir genelge yayınlandı. Genelge üzerine -bari bir Cumhurbaşkanlığı kararı yayımlansaydı- bir genelge üzerine hıfzıssıhha kurulları ve Yüksek Seçim Kurulu aynı gün olağanüstü toplandı ve Yüksek Seçim Kurulu kararını mutlaka hepiniz görmüşsünüzdür, kararda şöyle deniyor: "1) Hıfzıssıhha kurullarının kararına göre baroların genel kurullarını yapıp yapmalarına" Ki hıfzıssıhhalar "Hemen yapamaz." dedi zaten.

"2) Siyasi partilerin kongrelerini yapabilmesine..."

Aynı hafta sonu, baroların genel kurullarını yapacağı hafta sonu, belki 100 avukatla, 200 avukatla, 300-500 avukatla genel kurulunu yapacak olan barolar yapamadı ama binlerce kişinin katılımıyla -örneğin aynı hafta sonu- siyasi partilerin kongreleri yapıldı. Bunlar hukuken çok yanlış adımlar, çok yanlış kararlar. Ya yapılmayacaksa hiçbiri yapılmayacak. Baroların genel kurullarını ertelemekle amaç ne; üstelik Avukatlık Kanunu'na aykırı bir şekilde, bir genelgeyle, hukuku çiğneyerek? Bu olmamalıydı, en azından yöntemi belki farklı olmalıydı.

Şimdi, bazı rakamlara, önemli verilere de geleceğim ama önce, niçin bu durumdayız, bazı somut örneklerle paylaşmak istiyorum. Strateji belgeleri açıklanıyor, çalışmalar yapılıyor ama gerçek anlamda bir reform yapamıyoruz. Sayın Bakan konuşmasında çok önem verdiğim bir cümle vurguladı, "Silahların eşitliği çerçevesinde temsil, ceza muhakemesinin temelidir." dedi ve "Dokuz yıl sonra asliye ceza mahkemelerinde savcılar tekrar görev yapmaya başladı, duruşmalara katılmaya başladı." dedi. Evet, başladı dokuz yıl sonra cumhuriyet savcıları asliye ceza mahkemelerine katılmaya ama yine kürsüde hâkimin yanında oturarak, avukat aşağıda. Silahların eşitliğini, iddia ve savunmanın eşitliğini biz ne zaman sağlayacağız? Dünyada artık bunun örneği kalmadı, ağır ceza mahkemelerinde de. İddia makamı, karar organıyla yan yana oturmaz; hepimiz hukukçuyuz, burada çok değerli hukuk insanları var. Artık -iddia makamını- gerçek anlamda silahların eşitliğini sağlayacaksak, savunmayla eşitliğini sağlayacaksak bu duruşma salonlarındaki düzeni değiştirmek zorundayız ki bu düzen bir yasaya dayanmıyor; tamamen bir uygulama, tamamen bir uygulama. Neden değiştiremiyoruz? Hukuk adına, adalet adına şunu söylüyor birçok hukuk insanı, değerli hukuk hocaları: "Bir memlekette adaletin durumunu görmek istiyorsanız duruşma salonlarına bakın." İddia makamı ile karar organı yukarıda yan yana. Karar organı tabii ki yukarıda olmalı, mutlaka yukarıda olmalı ama iddia makamı onun yanında olmamalı. Öbür tarafta yargılanan kişi avukatıyla dahi yan yana oturamıyor. Bugün bütün dünyada taraflar, ceza muhakemesinde sanıklar avukatlarıyla yan yana, müdafileriyle yan yana otururlar. Çünkü bir tanık dinlenecek, o tanığa bir soru sorulacak; sanık ile müdafinin bir değerlendirme yapması lazım. Silivri'deki yargılamalarda, birçok yargılamalarda yargılanan kişinin avukatına bir şey ifade edebilmesi bile mümkün değil. Bunları düzeltmemiz lazım, gerçek anlamda bazı adımlar atacaksak ve silahların eşitliğini sağlayacaksak.

Bir avukat olarak, bir hukukçu olarak örneğin niye "adalet sarayı" diyoruz biz, "adliye" demiyoruz, neden adalet sarayı? Bunları bile düzeltmemiz lazım, bunlar bile çok çok önemli adımlar.

Bağımsız ve tarafsız yargıyı nasıl tesis edeceğiz? Bağımsız ve tarafsız yargıyı tesis edebilmemiz için yeni bir Anayasa'ya ihtiyacımız var. Hâkimler ve Savcılar Kurulu bu yapısıyla devam ettiği sürece yürütmenin yargı üzerindeki tahakkümüne son veremeyiz, bu bir gerçek. Çünkü bu sistemde referandum sürecindeki tartışmalardan bugüne maalesef, sistemle ilgili tüm tespitlerimizde ve eleştirilerimizde haklı çıktık. Bu sistemde bağımsız ve tarafsız yargıyı, adaleti tesis etmek mümkün değil. Hâkimler ve Savcılar Kurulu eliyle yargı ele geçiriliyor. Çünkü hâkim, savcılarla ilgili tüm kararları o kurul veriyor; Yargıtay üyelerini o kurul belirliyor, atıyor; Danıştay üyelerinin dörtte 3'ünü o kurul atıyor ve o kurul bağımsız değil. Bu bir gerçek, değil, tamamen yürütmenin hatta bir siyasi parti genel başkanının iradesiyle oluşuyor.

Yargıçlar ve savcılar bağımsız ve tarafsız olmak zorundadır aynı zamanda da bağımsız ve tarafsız gözükmek zorundadır çünkü bağımsız ve tarafsız bir görüntü vermezseniz sokaktaki vatandaştan adalete güven bekleyemezsiniz.

"Güçlendirilmiş parlamenter sistem" deniyor. Parlamenter sistemde Cumhurbaşkanı temsi noktasındadır. Temsil noktasında bir siyasi partinin içinden gelse bile, siyasi bir mücadeleyle gelse bile siyasi partisiyle bağını koparmış, gerçek anlamda devleti ve milleti temsil eden bağımsız, tarafsız bir Cumhurbaşkanı yüksek yargıya atamalar yapabilir; Anayasa Mahkemesine, HSK'ye. Ama bir siyasi parti genel başkanının yüksek yargıya, üstelik hiçbir onamaya tabi olmadan atamalar yapması asla doğru değildir, bunu bir hukukçu olarak samimiyetle söylüyorum. Benim genel başkanım da olsa atamamalı. Bir siyasi partinin genel başkanı yargıyı şekillendirmemeli ama bugün bunu yaşıyoruz ve HSK eliyle yargı ele geçirildi ve maalesef, yargının bir bölümü -Sayın Bakanın aslında tutuklamalarla ilgili öz eleştirisini de çok değerli buluyorum- öyle kararlar, öyle uygulamalar yapıyor ki aslında 83 milyon bundan zarar görüyor. Belki birileri yargıyı ele geçirdik diye mutlu olabilir. Kendi ideolojisi, kendi düşüncesi, kendi siyasi görüşü egemen olduğu için mutlu olabilir ama bu...

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Size göre...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Tabii ki bize göre, ben düşüncelerimi paylaşıyorum ama ülkenin geleceği açısından olumlu bir tablo değil bu.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Milletin oyuna gidilmedi mi? Millet oy kullanmadı mı? Millet karar verdi.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Yapılacak işler basit: Bir siyasi parti genel başkanının huzurunda adli yıl açılışı yapılmamalı, Yargıtayda yapılmalı; bir siyasi parti genel başkanının huzurunda hâkim, savcı kuraları çekilmemeli, Yargıtayda çekilmeli hâkim, savcı kuraları. Bunları yapmak sorun değil. Aynı zamanda bir siyasi parti genel başkanını gelin gerçek anlamda devletin başı, milletin başı yapalım, tarafsız yapalım. Bunu söylüyorum.

EKREM ÇELEBİ (Ağrı) - Millet karar verdi.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - İşte, sorun sistemde, sorun sistemde. Siz, bu sistemi savunuyorsunuz, biz başka bir sistemi savunuyoruz. Sorun sistemde. Sözümü kesmezseniz sevinirim, cevap hakkınız mutlaka olacak.

OTURUM BAŞKANI İSMAİL FARUK AKSU - Sayın Çelebi...

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Sorun, sistemin bizatihi kendisinde ve bu sistemle devam ettiğimiz sürece maalesef, maalesef işte bütçe rakamları ne olursa olsun adalete olan, yargıya olan güveni tesis edemeyeceğiz.

Şimdi, bazı rakamları, istatistikleri paylaşmak istiyorum. İçinde bulunduğumuz tablo aslında adaletin durumunu da çok güzel bir şekilde ifade ediyor. Çünkü adalet olmayınca aş, iş, ekmek de olmuyor. Örneğin, icra dosya sayımız 31 milyona ulaşmış; 2012 yılında 21 milyonken bugün maalesef toplamda 31 milyona ulaşmış, çok ciddi bir rakam. İcra dairelerindeki kuyrukları, yaşananları hepimiz çok çok iyi biliyoruz. Örneğin, faili meçhul dosyalar; 2012'de 3 milyon 79 bin iken 2019'da 4 milyon 250 bine yükselmiş ve bu milyonlarca dosya içerisinden yalnızca yüzde 0,2'sinin faili bulunarak kamu davası açılmış, yüzde 0,2.

Bu sistemde maalesef ihbarlar da korkunç yükseldi her nedense. Birçok isimsiz, asılsız ihbar maalesef, maalesef çok ciddi mağduriyetlere sebebiyet veriyor. Biliyor musunuz bugün birçok insanın... Bunları birebir yaşadığımız için biz biliyoruz. Mesela, sabaha karşı evinin kapısı kırılarak gözaltına alınan insanlar var. Birkaç somut örnek de verebilirim ama gerek yok. Mesela, sosyal medyada bir şey beğendiği için. Bakın, "paylaştığı için" ifadesi... Beğendiği için sabah evinin kapısı kırılarak çocuklarının, eşinin yanında gözaltına alınan insanlar var. Bu uygulamalar hukuk devletinden uzaklaştığımız için.

İhbarlar; 2019'da 176.380 ihbar, bakın 2018'de 80 bin küsur, 2019'da 176 bin küsur. Önceki yıldan devredenlerle beraber 200 bini aşmış. Bu da bir ilginç, bu sistemle birlikte olağanüstü artan.

Milletlerarası Cezaevi Çalışmaları Merkezi var, Londra'da bulunan bir merkez. Onun bazı istatistiklerini paylaşacağım. Zamanım daraldığı için kısa kısa geçiyorum. Bizde biliyorsunuz -Adalet Bakanlığı yetkililerimiz bunu en iyi onlar bilir- her 347 kişiden biri ceza infaz kurumlarında hükümlü veya tutuklu, bu oran Almanya'da 1.333 kişiden biri, örneğin Fransa'da 961 kişiden biri, biz de çok yüksek biz de 347 kişiden biri ceza infaz kurumlarında ama bir hukukçu olarak asıl vahim olan cezaevindeki mevcuda nazaran tutuklu oranı; biz de çok yüksek, benim elimde 31/12/2017 tarihi itibarıyla bir oran var, 31/12/2017 itibarıyla cezaevindeki mevcuda göre tutuklu oranı yüzde 43,1. Demek ki tutuklama bir tedbir olmaktan çıkmış, maalesef bir cezalandırma yöntemine dönüşmüş. Çok somut bir örnek vereyim: İşte, Osman Kavala üç buçuk yıldır tutuklu yaklaşık, üç buçuk yıl. Yargılandığı ana davada beraat ettiği hâlde yeni soruşturmalarla, yeni tutuklama kararlarıyla hakkında bir hüküm olmadan -sevelim sevmeyelim, kim olursa olsun- bir insanın üç buçuk yıldır tutuklu olması çok vahim bir tablo. Bakın, İngiltere'de bu oran yüzde 11, bizde 31/12/2017 itibarıyla yüzde 43,1.

355 cezaevimizin olduğunu biliyoruz. Bu infaz düzenlemesinden önce toplam 300 bin tutuklu ve hükümlü vardı cezaevlerinde, doluluk oranı yüzde 120, Avrupa'da 1'inciyiz doluluk oranında ve tutuklu hükümlü sayısında. Avrupa'da maalesef 1'inciyiz, yanılmıyorsam Almanya'da -Niye Almanya'dan örnek veriyorum, nüfusu ve büyüklüğü, coğrafyası bize yakın olduğu için- örneğin 60 bin tutuklu ve hükümlü var cezaevlerinde, bizde 300 bin. Demek ki suçla mücadelede veya başka tedbirlerde çok ciddi eksikliklerimiz var. Yapısal reformları bir türlü gerçekleştiremiyoruz.

Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde son beş yılda 50 basamak birden gerilemişiz. İşte, aslında sistem bunu o kadar hızlı bir hâle getirmiş ki 126 ülke arasından 109'uncu sıradayız, çok gerilerdeyiz.

Yine, sistemin yarattığı çok ciddi bir sorun Hükûmetin gücünün sınırlandırılmasında, ki Hükûmetin gücünün sınırlandırılması çok önemli...

OTURUM BAŞKANI İSMAİL FARUK AKSU - Sayın Erkek, süreniz doldu, toparlayalım lütfen.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Biraz ek süre alabilir miyim? İki dakika...

OTURUM BAŞKANI İSMAİL FARUK AKSU - Ek süre veremiyoruz ama lütfen toparlayın.

Buyurun.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Tamam.

Hükûmetin gücünün sınırlandırılması niçin önemli? Bugün, Meclis, Hükûmeti denetleyemiyor, Parlamentoya karşı sorumlu bir Hükûmet yok; yargı denetleyemiyor, müfettişler denetleyemiyor, Sayıştay denetleyemiyor. Toplanan vergilerin bile nereye harcandığını kalem kalem öğrenemiyoruz, hesap verebilirlik yok, şeffaflık yok. Bakın, Hükûmetin gücünün sınırlandırılmasında 123'üncü sıradayız, 126 ülke arasında 123'üncü sıradayız. Bu tabloyu hak etmiyor Türkiye ve bunun asıl sorunu sistem ve her yıl yayınlanan Dünya Özgürlükler Raporu'nda da son iki yıldır, 2018'de ve 2019'da, maalesef, özgür olmayan ülkeler kategorisine indik. Onun için lütfen bu sistemi savunmayalım, bu sistemi, gelin, hep birlikte, birlik beraberlik içerisinde değiştirelim. Türkiye bu sistemle yoluna devam edemez, bu sistemle adaleti tecelli ettiremeyiz.

Evet, çok konu var, bunları geçiyorum ama bu icra dosya sayısında, son yedi yılda 10 milyon dosyanın artması üzerinde hızla düşünmemiz gerekir.

Yasama, yürütme, yargı, 4'üncü güç basın. Bugün, Sözcü gazetesinden FETÖ'cü çıkaracak kadar kurguyla, ütopik bir şekilde gidiyor yargının bir bölümü, maalesef. Sözcü gazetesinden FETÖ'cü bile çıkardık. Birçok gazeteci, araştırmacı gazeteci... Gazeteciler herkesle konuşur, herkesten bilgi alır, araştırmacı gazeteciliğin temelinde bu vardır. Gazeteciler, işte, Müyesser Yıldız, Barış Pehlivan, Barış Terkoğlu -daha birçok sayabiliriz- gazetecilik yaptıkları için tutuklanıyorlar, yargılanıyorlar. Şunu asla unutmayalım: Bazen beraat kararları alıyoruz, bazen tahliyeler alıyoruz, seviniyoruz ama burada çok değerli hukukçuların huzurunda samimiyetle bir şeyi paylaşmak istiyorum: Suçsuz insanların sanık olarak yargılanması dahi başlı başına bir cezadır. Onun için insanları bu kadar kolay sanık statüsüne sokmamak gerekir diye düşünüyorum.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

OTURUM BAŞKANI İSMAİL FARUK AKSU - Evet, Sayın Erkek, ilave süreniz de bitti.

MUHARREM ERKEK (Çanakkale) - Son sözümü söyleyeyim: Hukuk devleti deyip devletin temeli adaletse ve adalet çürürse asıl beka sorununun o zaman ortaya çıkacağı düşüncesiyle, demokratik, hukuk devletini hep birlikte tesis etme umuduyla herkese saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum.