| Komisyon Adı | : | TARIM, ORMAN VE KÖYİŞLERİ KOMİSYONU |
| Konu | : | 2/2985 Esas Numaralı Gıda, Tarım ve Orman Alanında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Teklifi |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 30 .06.2020 |
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım ve değerli katılımcılar; tarımın stratejik önemi pandemi döneminde daha da arttı. Ülkemizde tarımın sorunlarının varlığı bir gerçek. On yedi yılda Adalet ve Kalkınma Partisinin tarımla ilgili politikaları sonuçsuz kaldığı gibi, bir benzetmeyle bütünü şöyle tanımlayayım: Tarım ağır hasta, siz saçını tarayıp, aynaya baktırıp "Çok sağlamsın, maşallah." diyorsunuz. Biraz evvelki sunumunuzda da ben onu gördüm. Çünkü köyler boşalıyor, köylerde, kırsalda 55 yaşın altında çiftçilik yapan kesim kalmamış, üretimle ilgili sıkıntılar artıyor, girdi fiyatları dolar oynadıkça yukarı çıkıyor, dolar aşağıya gelse dahi değişmiyor, ekilen arazilerde önemli ölçüde daralma var. İhracat rakamlarını veriyorsunuz, biz de onlardan memnun oluyoruz ama portakalı, mandalinayı, üzümü, zeytin, fındığı ihraç edip yerine hububatı, bakliyatı, pirinci, bitkisel ham yağı ithal etmek herhâlde tarımda bizim kendimize yeter bir ülke konumunda olduğumuzu göstermiyor. Çünkü biri temel tüketim ürünleri, diğerleri olsa da olur olmasa da olur ürünler ama varlıkları ülkemiz için önemli, değerli ve mutlaka da o konuda yapılan çalışmaları önemsiyoruz.
Burada, 13 ayrı kanunda değişiklik var. Ben ormanı en sona bırakacağım. Öncelikle, torba kanun anlayışının daha önce bakanlar varken bir anlaşılırlığı vardı; sistem değişti, milletvekilleri hazırlıyorlar, hâlâ torba üzerinden gidiyoruz. Oysa temel kanun olarak bazılarının ele alınıp bir bütün içinde değerlendirilmesi ülkenin hayrınadır. Bu konuda yapılması gereken de çok çalışma var. Bir tarafı tamir ediyor görünüyorsunuz, o tarafı tamir edip öbür tarafı göçürüyorsunuz ya da bir tarafı olumlu kıldığınızı düşünürken bir süre sonra farklı bir düzenlemeyle buraya geliyorsunuz. Bunlardan biri de Devlet Su İşlerinin durumuyla ilgili. İki yıl önce bu salonda sulama birliklerinin Devlet Su İşleri kapsamına alınmamasını çok yoğun biçimde söyledik. Çünkü sulama birlikleri çiftçilerin kuruluşlarıydı, onların gelirleriyle elde edilmiş makine parkları ve kapsamı içinde varlıkları vardı, ne yazık ki onlar Devlet Su İşlerine geçirildi. Şimdi, Devlet Su İşlerinin yapısı, kısmi olarak özerkliği içeriyor. O dönemde özelleştirmeyle ilgili bir anlayışla duruma yaklaşılmış, göletlerin, barajların sularının satılması amaçlanıyordu. Adalet ve Kalkınma Partisinden o dönemki birkaç arkadaşımızın ve Komisyon Başkanının da bizlerle birlikte davranışı o maddenin ortadan kalkmasını sağladı ama o arkadaşlardan hiçbiri de herhalde milletvekili olmadı; böyle de dezavantajları oldu.
BAŞKAN YUNUS KILIÇ - İşe yaramamış yani.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Şimdi, şunu açıkça belirtmekte yarar var: Kooperatifler Türkiye'de sorunlu, özellikle sulama kooperatifleri. Ben düşündüm, acaba Devlet Su İşlerinin özerk yapısını da özelleştirme anlayışıyla bir yerlere şekillendirme, bir proje mi var da ondaki "Sorunlu kısımları dışarı alalım." diye bir çalışma yapılıyor dedim. Çünkü kooperatiflerin bazılarının borçluluğu, kapalı olan kuyuların varlığı, sıkıntıları ortadayken niye su bütüncül olarak ele alınıp da Devlet Su İşleri bünyesinde bütünüyle bulundurulmayıp bu kapsamın dışına çıkarılıyor? Burası bir soru işareti. Belki bunu süreç daha iyi gösterecek ama kooperatiflerin böyle bir düzenlemeye tabi tutulmasını açıkçası ben bu maddede anlayamadım.
Keza 2010 yılında gıdayla ilgili düzenleme yapıldı. Bu düzenlemeyle belediyelerin 2004'te alınan yetkileri 2010'da tamamen ortadan kaldırılarak Bakanlığın bünyesine toplandı. Kanunun adına baktığınız zaman zaten ne kadar amaç dışı bir kanun yapıldığı ortaya çıkıyor: Veteriner Hizmetleri, Bitki Sağlığı, Gıda ve Yem Kanunu. Yani hayvan yemiyle insan gıdasını aynı kanunda ele alan bir anlayış. Ben bu kanunun adını okuduğumda bunun nasıl olabilirliğini çok tartıştım, kamuoyunda da söyledim. Özellikle Türkiye'de gıda güvenilirliği diye bir olgunun şu anlamda varlığından söz edilemez. Tarım Bakanlığının mevcut yapısıyla bu denetimlerin tümünü ihbarsız kontrol etme olasılığı yok, belediyelerin bu konuda yetkilendirilmesi gerekiyor. Kanun, Bakanlığa yetki vermiş, kendisinde olan bazı yetkilerin başka kurumlarla birlikte paylaşılacağını ifade etmiş. Daha önce yaptığım görev nedeniyle biliyorum, zabıta olarak gidiyorsunuz; tavuk bozuk, başına varıyorsunuz, işlem yapma şansınız yok; Tarım İl Müdürlüğünden görevliler gelecek, onlarla olayı değerlendireceksiniz. Belediyelerin gıda laboratuvarları kapatıldı ya da tabela durumuna dönüştürüldü. Belediye sağlık birimleri artık hayvanların sağlığı dışında insan gıdasına yönelik değerlendirme yapamıyor, laboratuvarlar bu anlamda devre dışı. Oysa en yaygın denetimi sağlayacağınız yapı belediyeler. Belediyelerden bu yetkilerin alınması 2004'te NBŞ'nin Türkiye pazarına girmesi döneminde hızla alınmış kararlarla gerçekleşti. Belediyelerin bu konudaki yetkileri burada değerlendirilmediği sürece sorunları aşmak mümkün değil.
Diyorsunuz ki: "Taklit, tağşiş ürünlerle ilgili cezaları artıracağız." Bu konuda ben kanun teklifi de vermiştim. Şimdi, buradaki cezaları artırmanın ötesinde yeni bir madde getiriyorsunuz: "Yanlış bilgi verenleri cezalandıralım." Yani toplumda "Çayda boya var." diyene Sayın Bakan dedi ki: "Çayda boya yok." İki gün sonra da çayda boya olduğu Bakanlığın yayınladığı taklit, tağşiş ürünleri listesinde yer aldı. Eğer "Çayda boya yok." dediği gün bir gazeteci "Çayda boya var." yazmışsa bu tanıma göre ceza alacak. Şimdi, bunun kriteri ne? Ya da 2006 yılında Adalet ve Kalkınma Partisinin çıkardığı, Sayın Cumhurbaşkanının altında imzası bulunan... Domuz etinin, at etinin kasaplık hayvan eti sayıldığı ve bunun günümüzde suç olmadığı bir gerçek ama dana eti diye vatandaşa yedirilmesi suç. Öyle olunca "Domuz eti yediriliyor, at eti yediriliyor." dendiği zaman bunun değerlendirmesi nasıl olacak? Burada bir açıklık olmadığı gibi sanki bu konuyu gündeme taşıyan insanları cezalandırmayı amaçlayan bir hüküm varmış gibi ve ondan da bu çıkıyor. Diyor ki: "Verilen bilgilerin kamuoyunda oluşturduğu intiba olumsuz olursa bununla ilgili yanlış bilgi üzerinden değerlendirme yapılır." Yani şu mu? Türkiye'ye 32 tane GDO'lu -belki sayısı artmıştır, benim son baktığımda, 34 olsa gerek- ürün giriyor ve bunlar hayvan yemi olarak değerlendiriliyor. Deniyor ki... Ne kuruluydu o?
BAŞKAN YUNUS KILIÇ - Biyogüvenlik Kurulu.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Biyogüvenlik Kurulu. İçi boştu, bilmiyorum şimdi koydular mı, kimse var mı çünkü Cumhurbaşkanlığı sistemiyle boşaldı o. Onun verdiği karar doğrultusunda Türkiye'ye girdi. Ben, şimdi, yurttaş olarak söylüyorum: Biyogüvenlik Kurulunun onay verdiği 32 tane GDO'lu ürünü kullanan hayvanların ürünlerinin sürekli denetimi sağlanabiliyor mu? Hayır, böyle bir yöntem yok. Ayrıca yurt dışından gelen ürünlerle ilgili yapılan genel anlaşmaların çoğunda o ürünlerin Türkiye laboratuvarlarında denetimine izin verilmiyor. Diyor ki adam: "Ben sana bu ürünü veriyorsam benim verdiğim laboratuvar tahlil sonuçlarını kabul edeceksin." Başka bir örnek daha vereyim. Bosna Hersek'ten gelen etlerin piyasaya sürüldüğünde bozuk olduğu yönünde kasım ayında basın toplantısı yaptım, o dönemin bakanı dedi ki: "Bunlarla ilgili bilgiler doğru değil." Sonra ocak ayında bu etlerin toplatılarak imhasına karar verildiği açıklandı. Şimdi, bu noktada, o etlerin bozuk olduğu ilgili düzenlemeler sonucunda açığa çıkıncaya kadar yapılan yayınların durumu ne olacak? Bir yerde deniyor ki: "Olumsuz örnekler de olsa kimse bunu konuşmasın, sesini çıkarmasın, takibini, değerlendirmesini yapalım ama o süreci devre dışı bırakalım." Burada çıkan değerlendirmenin bir özelliği de bu.
Kanun teklifinde hileli ürünlerle ilgili caydırıcı önlemler yeterince alınmamış. Bir insan bu dönemde de birden fazla aynısından yakalandığında parayı ödeyip çıkıyor. Öyle yaptırım gelmeli ki bu insanlar bu işi yapamaz hâle gelmeli.
İkincisi: Belediyelerin bu konuda yetki ve denetimleri artırılarak elde edilecek verilerin hızla uygulamaya alınması sağlanmalı.
Üçüncüsü de Türkiye'de üretim alanlarında -Sayın Başkan da biraz evvel anlattı- merdiven altına yoğun bir kayış var. Değerli arkadaşlar, hepiniz biliyorsunuz, 10 kilo sütten 1 kilo kaşar elde ediliyor. Sütün fiyatı ile kaşarın maliyetini hesapladığınız zaman, onun fabrika giderleriyle birlikte maliyeti 40 liranın altına düşmüyor. Piyasada 25 liraya kaşar satılıyor. Bunu nasıl belirleyeceksiniz? Yok. İçinde ne var? Bitkisel yağ var, kemik unu var, buna benzer farklı değerler var yani sütsüz peynir üretilen bir ülkeyiz. Gıdalarda bu anlamda sağlık konusunda kendimiz için de geçerli, çocuklarımız için de geçerli gerçekten ciddi riskler var. Çok daha kapsamlı bir gıda kanununun çıkarılması ve -sürekli gündeme getiriyorum- 82 milyonluk ülkede bir gıda bakanlığının kurulması şiddetle ihtiyaçtır. O kadar işsiz veterinerimiz, o kadar işsiz ziraat mühendisimiz, o kadar işsiz gıda mühendisimiz var; bunları alıp burada değerlendirmekte fayda var.
Bakınız -Şeker Kurumu ortadan kaldırılırken de bunu tartıştık- Şeker Kurumu NBŞ üreten firmanın da temsilcisi olduğu bir kuruluş. En azından piyasa denetimini yapabiliyordu, belli konularda bilgi sahibi olabiliyordunuz ama sonradan işlevsiz kılındı. Şimdi, burada NBŞ'yle ilgili getirilen bir düzenleme var; 5 adet kotalı, 5 adet kotasız olmak üzere 10 adet NBŞ fabrikasının ülkemizde kuruluşuna izin vermişiz. Bunların 1 milyon 400 bin tonluk -yanlış olmasın, 1 milyon 400 bin olması lazım- yıllık üretim kapasitesi var. Yani bu kadar NBŞ'li ürün Türkiye'de üretiliyor, bunun yarısını yurt dışına gönderiyor, yarısını Türkiye'ye veriyor. NBŞ'li ürünlerin insan sağlığına zararlı olduğu bilim insanları tarafından dile getiriliyor ve yurt dışına verdiğin ürünler tekrar Türkiye'ye işlenmiş ürün olarak geldiğinde senin gönderdiğin NBŞ'yi gerisin geriye mamul madde olarak alıyorsun. Bununla ilgili bir yaptırım var mı? Bunu konuşana, getirdiğiniz maddeyle ceza vermeye kalkıyorsunuz. Adam derse ki: "NBŞ kanser yapar." Sen bunu ispatla. İspatlayamadın, gitti. Bir sürü meyve suyunun -bakıyorsunuz, ismini anmayalım burada- üstünde yazıyor: "Tatlandırıcı var." Onu da geçtik, "sentetik tatlandırıcı" diye bir tatlandırıcı 2015 yılından bu yana yalnızca ilaçlar için Türkiye'ye sokulurken şimdi gıdada izin veriyorsunuz. İnsan sağlığına kesinlikle zararlı olduğu belli olan sentetik tatlandırıcının gıdada ne işi var? Şimdi bunu diyen adam yarın gazeteye yazdıysa bu adama diyeceksiniz ki: "Sen suç işledin, ceza veriyorum." Bu madde bunu getiriyor.
Bütününe baktığımız zaman gıda olayı gerçekten sıkıntılı bir olay. Biraz evvel Sayın Başkan anlatırken burada bir arkadaşımız da arazi fiyatlarıyla ilgili değerlendirme yaptı. Ben size oradan bir değerlendirmeden sonra ormanla ilgili bir metin var, onu okuyup sözlerimi bitireyim, fazla uzatmayayım. Bugün buğdayın tonu -Bakanlığın açıkladığı rakamlar- 1.650 lira. Kıraç arazide -TÜİK "270" diyor, ben 300'den hesapladım- 300 kilogram ürün alıyorsunuz. Şimdi bunun maliyeti 514 lira. 1.650 lirayla hesapladığınızda çiftçinin eline doğru dürüst para kalmıyor ama bütünü üzerinden bakalım: 1.650 liraya bugün kaç gram altın alabiliyorsunuz? 4 gram altın alıyorsunuz. 2002 yılında kaç gram altın alabiliyordu? 33 gram altın alıyordu. Aradaki fark bu kadar net. Peki, çiftçinin ürettiği, 1 lira 65 kuruşa sattığı buğdayın üretim şartları, koşulları, maliyeti sıkıntısını değerlendirirken bugün bu ülkede çoğunluğu yabancıların elinde olan ambalajlı suyun 1 litresi kaç lira? 2 lira. Hani çiftçiye değer veriyorduk? İçindeki su Allah'ın suyu. Adam dolduruyor, ambalajlıyor, getiriyor, önümüze koyuyor, 2 lira alıyor; öbürü çoluğu çocuğu, ailesi, kendisi varlığıyla gidiyor, çalışıyor, anası ağlıyor, 1,65 veriyoruz, arkasından diyoruz ki "Çok iyi fiyat verdik." Şimdi, burada, bir yaman çelişki var.
Bütünü içinde baktığınız zaman tarımda söylenecek, yapılacak çok iş var. Birincisi: Kısa vadede -burada da önereyim, herhâlde Başkana da vermiştim değerlendirmesi açısından- Tarım Kredi Kooperatifleri ve Ziraat Bankasının 2020 yılı için pandemi dönemi dikkate alınarak kullandıkları kredilere ilaveten yüzde 50 oranında artırım yapılması ve mevcut kredi dosyası üzerinden işlem yapılmasını öneriyoruz. 2020 yılına ait tarım arazileri için dekar başına ilave doğrudan gelir desteğiyle hayvan kayıt sistemine kayıtlı büyükbaş ve küçükbaş hayvanlar için küspe başı ilave destek verilmesini öneriyoruz. Gerek tarımsal sulamada gerekse hayvancılık işletmelerinde kullanılan elektrik enerjisi borçlarının yapılandırılmasını, üçte 1 oranında desteklenmesini ve her il için hasat zamanında üretim sürerken ödenmeyen fatura borçlarından dolayı özel elektrik şirketleri tarafından kesintilerin durdurulmasını öneriyoruz. Daha dün telefon ettiler; dolu yağmış, üretici perişan olmuş, kalan ürününü sulayacak, gelmiş özel şirket "Borcunu ödemedin." demiş, Hüsniye köyündeki 15 tane çiftçinin trafosunun şeylerini sökmüş. Şimdi, adamlar arıyorlar "Vekilim perişanız." diyorlar.
AHMET SAMİ CEYLAN (Çorum) - Sökmemiştir.
ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Sökmüş, sökmüş. Resmi de var, vallahi resmi var, hemen gösteririm. Biz de kanıtsız laf olmaz.
AHMET SAMİ CEYLAN (Çorum) - Niğde'de sökülmez.
ÖMER FETHİ GÜRER(Niğde) - Hüsniye köyünde, ismini söylüyorum. Eskil'de de tarım arazilerini yıllardır sürenlerin arazileri son toplulaştırmaya girmiş. Şu anda, çiftçi onu ekip dikemiyor, o anlamda yaşadığı bir mağduriyet var. Keza, ÇKS ve TARSİM'le ilgili olanı arkadaşlar söyledi, tekrarlamayayım. Şimdi, bunlarla ilgili düzenlemeler yapalım.
Bakınız, şimdi, ormanla ilgili de orman sınırları içinde veya bitişiğinde geçerli tapu kaydı olarak belirtiliyor; f maddesinin eski şekli. Değişiklikle "tapu kaydı ve diğer tasarruf belgeleri" denilmekte. Kimi tapu kayıtları geçerli olmayabilir, tapuda belirtilen nitelik ve nicelik araziye uygun olmayabilir. Özellikle eski tapu kayıtlarında da bu böyledir. Bu nedenle, 6831 sayılı Kanun'un 18'inci maddesine eklenecek olan bozuk ormanlarda orman bitkisi ve fidanlıkların kurulmasına, mantar ve tıbbi aromatik bitki yetiştiriciliğine, odun dışı ürünlerin mamul ve yarı mamul işlemi amacıyla tesis kurulmasına izin verilmesine olanak sağlanması da istenmektedir.
Değerli arkadaşlar, tabii, yıllar akıp geçiyor. Ne zaman, neyin konuşulduğuna da geriye dönüp çok bakılmıyor. Adalet ve Kalkınma Partisinin 2004 yılında 116 orman fidanlığından 39 tanesini kapatma ve satma kararı aldığını, gerekçe olarak ise özel fidanlıkların ihtiyacı karşılayacak kapasitede olduğunu, devletin fidan üretmesine gerek olmadığını söylediğini burada anımsatmakta yarar görüyorum. Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunları Araştırma Derneği konuyu yargıya taşıdı ve bu kararı iptal ettirdi. Yargı sürecinde 5 fidanlık satıldı, bir tanesi Sögütözü fidanlığı -merak edenler için- Konyalı fidanlığı ise yargı kararından sonra satıldı, diğer 33 tanesi ise günümüzde işlevsiz. Orman Genel Müdürlüğü, bugüne kadar fidan üretimine önem verseydi Kızılcahamam fidanlığına sahip çıkar, imara açılmasına olanak sağlamazdı. Günümüzde orman bitkisi fidan üretimi yetersiz ise bunda Adalet ve Kalkınma Partisinin sorumluluğunun büyük olduğunu da burada ifade etmek istiyorum. Keza, özel fidanlık ve mantar üretimi yapılması ormancılık amaçlarıyla örtüşmediği gibi ormanı tarıma açmak anlamına da geleceğini, odun dışı ürünleri işleyen tesislerin orman içinde kurulmasının son derece yanlış olduğunu da tekrar dile getirmekte fayda var.
Bakınız, geçen dönem gelen yasada ormanların içine yer altı depolarının yapılması kararı alınmıştır. Onun ardından bu kanunla da ormanlar farklı biçimde, olumsuz olarak ele alınmaya başladı. Ayrıca, ayın 11'inde, saat 11.00'de, 11 milyon fidan dikiminin bugüne yansımasının ne olduğunu da Bakanlığa sorduk: "Kaç tanesi kurudu, kaç lira para harcandı, sonuç ne oldu?" Çünkü göstermelik yapılan işlerin süreci döneminde yapılmaması sağlıklı sonuçlar vermiyor. Eğer onu mart ayında, yağmurun yaşın olduğu dönemde, doğru biçimde yapsaydık siyasete ormanı dahi alet etmeseydik belki bugün o ağaçların önemli bir bölümü yaşıyor olacaktı.
Bütünü için de söyleyeceğim: Getirilen birkaç olumlu değerlendirmeye rağmen buradaki amaç çiftçinin ve tarım alanında var olan kesimlerin sorunlarını çözecek önerileri kapsamıyor.
Ayrıca, bugüne kadar üretim desenleriyle ilgili yapılan çalışmaları da ayrı bir konu olarak ele almakta yarar var. Her bakan değiştiğinde kararlar değişti, uygulamaların alana yansıması farklı oldu. Niğde'nin patatesi ünlüdür. Mısır'dan patates getirilip Niğde üzerinden piyasaya verildi. Patateste dahi 2002'den bugüne ne yazık ki 1,5 milyon ton patates daha az üretir durumdayız.
Bütünü içinde baktığımız zaman, tarımın sorunlarını çözmek için el birliğiyle çalışalım. Biz bu desteği vermeye hazırız. Önemli olan çiftçimiz ve orada fayda sağlayan işçimiz, emekçimiz, insanımız yarar görsün diyor, teşekkür ediyorum.