KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Sayın Başkan, çok teşekkür ederim.

Sayın Bakan Yardımcısına ve Sayın Genel Müdüre, Büyükelçi Erciyes'e çok teşekkür ederim, çok ayrıntılı bir açıklama yaptılar.

Şimdi, bu Libya'yla imzalanan anlaşma tek anlaşma değil biliyorsunuz, Libya'yla iki anlaşma imzalandı. Bunlardan bir tanesi iki ülke arasında bir güvenlik anlaşması, diğeri de deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması.

Öncelikle, basında hep yanlış takdim ediliyor, Sayın Büyükelçi de onu özellikle vurguladı. Bu bir münhasır ekonomik bölge ilanı anlaşması değildir, sadece münhasır ekonomik bölgenin ilanı için zemin hazırlayan bir deniz yetki alanları sınırlaması anlaşmasıdır, bunu bir kere basının doğru okuması ve doğru anlatması, kamuoyuyla da doğru paylaşması gerekir.

İkinci olarak, elbette basında başka birtakım sorunlar dile getiriliyor bu iki anlaşmanın birden imzalanmış olmasından dolayı. Benim, tabii, bu konuda 2 tane önemli sorum var. Birincisi, büyük bir olasılıkla bu deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasını Türkiye istemiş olmalı çünkü Doğu Akdeniz'de sıkıntıyla karşılaşan ülke Türkiye, Libya'nın böyle bir şey istediğini zannetmiyorum ama bunu öğrenmek isterim, bu anlaşmanın imzalanmasını Türkiye mi istedi? İkinci anlaşmanın imzalanmasını kim istedi, onu da öğrenmek isterim. Yani Libya ile Türkiye arasında iki anlaşmanın eş zamanlı olarak imzalanması bazı söylentilere yol açıyor. Hani "Deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşmasının imzalanması karşılığında Libya da böyle bir güvenlik anlaşması imzalanmasını istemiş." şeklinde bazı yorumlar var. Bu, şu açıdan sakıncalı: Biliyorsunuz, Libya'da, evet, Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru bir Hükûmet var Trablus'ta ancak bir yandan da iç savaş sürüyor ve İtalya'da da iki taraf arasında uzlaşma sağlanması için Birleşmiş Milletler gözetiminde bazı görüşmeler de sürdürülüyor. Dolayısıyla Türkiye böyle bir güvenlik anlaşmasını, henüz tam manasıyla istikrara kavuşmamış olan bir ülkenin -tanınan da olsa- hükûmetiyle imzalamış olmakla acaba ileriye dönük olarak Libya'nın iç savaşına da taraf olma riskini almış oluyor mu? Bu önemli bir soru. Buradan hareketle tabii bir de şunu sormak isterim: Biz eğer uluslararası hukuka saygı gösteriyor isek ve Birleşmiş Milletler tarafından tanınan meşru hükûmetlerle iş yapmaya ve anlaşmalar imzalamaya devam ediyor isek Birleşmiş Milletler tarafından meşru olarak tanınan Suriye hükûmetiyle neden hiçbir şeklide diyaloğa girmiyoruz? Bu da herhâlde ayrıca sorulması gereken bir soru.

Ben bu hakemlik konusuna da değinmek istiyorum. Sayın Büyükelçi Erciyes çok güzel örnekler verdi. O örnekler arasında hepsini sıralamadığı için herhâlde o da vardır. 70'li yıllardan itibaren Kanada ile Fransa arasında... Biliyorsunuz Kanada'ya çok yakın bir mesafede Saint Pierre ve Miquelon adaları var Fransa'ya aidiyeti olan. İki ülke arasında bu konu da çok ciddi bir tartışma konusuydu ve 70'li yıllarda iki ülke balıkçılık alanlarını da belirlemek için deniz yetki alanlarının sınırlandırılması anlaşması imzaladılar ancak görüşleri birbirinden farklıydı ve aynı bizim Meis'le ilgili sıkıntımıza benzer bir durumdu. Fransa'dan binlerce mil uzaklıktaki adaların Kanada sınırına ve kıyısına çok yakın olması, aynı Meis'le ilgili Yunanistan-Türkiye arasındaki meseleye benziyordu ve bu konu, Uluslararası Daimi Hakemlik Mahkemesine götürüldü. Daimi Hakemlik Mahkemesinde Fransa, adaların da kıta sahanlığı ve münhasır ekonomik bölge hakları olduğunu savundu. Kanada ise kıyılarına çok yakın ancak yüzölçümü çok küçük olan adaların, Kanada'nın kıyı uzunluğu dikkate alındığında bu şekilde değerlendirilmemesi gerektiğini savundu. Yani çok benziyor bizim durumumuza. Yalnız, Daimi Hakemlik Mahkemesi, iki tarafın da görüşünü kabul etmedi ve iki tarafın da görüşünü bir şekilde uyumlu bir senteze bağlayacak bir sınırlandırma yaptı. Adaların değişik yönlerinde, örneğin kuzeyinde başka, güneyinde başka, batısında başka deniz yetki alanları sınırlandırması ve mil hesaplamaları yaptı. Bu önemli bir karar. Bunu şu açıdan vurguluyorum: İleride biz de eğer bir şekilde Daimi Hakemlik Mahkemesine gidecek olursak bu bir emsaldir, onun için bu konuda çok dikkatli olmamızda yarar var diye düşünüyorum.

Son olarak şunu vurgulamak isterim: Elbette Libya'yla imzalanan deniz yetki alanları sınırlandırılması anlaşması önemlidir. Diğer anlaşmayı da sorularımla bağlantılı olarak yeniden hatırlatmak isterim. Ancak bu çok gecikmiş bir anlaşmadır çünkü Güney Kıbrıs Rum Yönetimi, maalesef 2003 yılından beri bölgede bizim aleyhimize birtakım gelişmeleri kendi lehine yazdırmıştır. Önce Mısır'la, sonra Lübnan ve ondan sonra da İsrail'le imzalamış olduğu deniz yetki alanları sınırlandırılması ve buna bağlı olarak ilan ettiği münhasır ekonomik bölgeler Türkiye'nin aleyhine gelişme olmuştur. Keşke Türkiye de bugünkü koşullarda, İsrail ve Mısır gibi bölgenin en önemli iki ülkesiyle ilişkilerini daha olumlu bir şekilde sürdürebilseydi ve onlarla da çok daha önceden bir anlaşma yapabilseydi ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin de bu şekilde bir gelişmeye yol açmasını engelleyebilseydi.

Son olarak, bir de Karadeniz'le ilgili olarak bir soru sormak isterim. Sayın Büyükelçi çok güzel açıkladı. Aslında Karadeniz'de hakikaten sorun yok idi. Niçin "idi" diyorum? Çünkü biliyorsunuz, 2008 yılındaki Gürcistan-Rusya savaşından sonra Abhazya bağımsızlığını ilan etti ve şu sırada Gürcistan'ın toprak bütünlüğü maalesef tehlikede ve ihlal edilmiş durumda. Ayrıca Abhazya kıyılarında da Rusya çok ciddi liman fırsatları edindi ve ondan yararlanıyor. Ama daha vahimi 2014 yılında Ukrayna ile Rusya arasında baş gösteren çatışma sonucunda Kırım'ın işgali ve ilhakıdır. Dolayısıyla Kırım'ın ilhakından sonra Karadeniz'deki deniz yetki alanlarıyla ilgili eskiden mevcut olan anlaşmaların durumu tamamen neredeyse kadük olmuş gibidir çünkü eski mevcut ya da anlaşmaya varılan alanları kullanmak istediğiniz takdirde fiilî durumdan kaynaklanan bir inisiyatifle Rusya, Kırım kıyılarını da kendi toprakları ve kendi kıyıları olarak saydığı için eski anlaşmayla çelişen bir durum oluşturmaktadır. Buradaki sorum şu: Bu hakikaten önemli bir mesele hâline gelebilir. Zaten Ukrayna ile Rusya arasında önemli bir mesele ama Türkiye, Karadeniz'deki bu yetki alanlarının sınırlandırılmasıyla ilgili hukuki durumu 2014'ten sonra değişen fiilî durum çerçevesinde acaba ne şekilde ele almayı düşünüyor ve Rusya'yla veya Ukrayna'yla bu konuda görüşme yapılıyor mu?

Çok teşekkür ederim.