| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2020 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi (1/278 ) ile 2018 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifi (1/277) ve Sayıştay tezkereleri a)Dışişleri Bakanlığı b)Avrupa Birliği Başkanlığı c)Avrupa Birliği Bakanlığı ç)Türk Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 18 .11.2019 |
AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, Değerli Dışişleri Bakanlığı çalışanları, değerli arkadaşlarım; 2020 mali yılı Plan ve Bütçe Komisyonu görüşmeleri kapsamında Dışişleri Bakanlığı bütçesi görüşmeleri üzerine söz almış bulunuyorum. Hepinizi saygıyla selamlarım.
Dışişleri Bakanlığı bütçesi ile ülkemizin dış politika hedefleri arasında doğrudan bir ilişki vardır. Bu nedenle, bütçenin etkin ve verimli kullanımı tahminlerin çok ötesinde önemlidir.
Bizim Cumhuriyet Halk Partisi olarak dış politika anlayışımız, Suriye'den Libya'ya, Filistin'den Venezuela'ya, Balkan ülkelerinden Afrika Kıtası'na kadar neredeyse dünyadaki bütün sorunlara Türkiye'yi taraf kılarak bizleri yaşamsal tehditlerle karşı karşıya bırakan bir dış politika anlayışı değildir. Bizim dış politika anlayışımız, laikliği ve çağdaşlaşmayı önceleyen, komşularının toprak bütünlüklerine saygı duyan, büyük devletlerle dengeli ilişkiler kuran ve dünyaya Lozan Antlaşması'yla somutlaştırdığımız "Yurtta barış, dünyada barış" ilkesi penceresinden bakan uzun erimli bir çizgi üzerinde konumlanır. Daha açık bir ifadeyle, bizim dış politikamız tarafgir, mezhepçi, saldırgan ve yayılmacı politikalarla tanımlanan ve son yıllara egemen olan dış politikanın tam tersidir.
2002 yılından bu yana, cumhuriyetin temel değerlerinden uzaklaşarak, Türkiye'yi Avrupa Birliğine tam üyelik yolundan kopararak, Suriye başta olmak üzere Orta Doğu'da müdahaleci bir politika izleyerek, Dışişleri Bakanlığı da dâhil olmak üzere dış politikayı yapan kurumları partizanca yapılandırarak, Amerika Birleşik Devletleri ve Rusya arasındaki denge siyasetini terk ederek ve Türkiye'nin dış politikasını iç politikanın bir uzantısı gibi kurgulayarak sürdürülen yanlış uygulamalar tamiri neredeyse imkânsız bir enkaz yaratmıştır.
Dış politikamızın ne hâle getirildiğine ilişkin son beş hafta içinde tanık olduğumuz üç olayı hatırlatmak isterim:
1) Mülteci meselesi konusunda Almanya, Fransa, İngiltere'yle yapılacak 4'lü zirveye ilişkin 30 Ekimde Sayın AKP Genel Başkanı "Bu toplantının yapılacağı üç yer var, ya Şanlıurfa ya Gaziantep ya İstanbul. Sen beni Berlin'e çağırıyorsun. Ben turist miyim ya, ne işim var benim orada?" demiştir. Yaklaşık bir hafta sonra, bu defa Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü kameralar karşısına geçip zirvenin Londra'da yapılacağını duyurmuştur.
2) Amerika Birleşik Devletleri Başkanı Trump'ın Sayın Erdoğan'a hakaretler içeren ve ekinde Suriye Demokratik Güçleri lideri Ferhat Abdi Şahin'in yazdıkları da bulunan 9 Ekim tarihli mektup yine Trump tarafından 16 Ekimde basınla paylaşılmış; bu konuda bir hafta boyunca hiçbir şey yapmadan sessizce bekleyen Sayın Erdoğan, önce "Mektubu çöpe attık." demiş, sonra da 13 Kasım tarihinde Amerika Birleşik Devletleri ziyaretinde mektubu Trump'a iade edememiş ancak takdim etmiştir.
3) 1950'den bu yana üyesi olduğumuz Avrupa Konseyinin "Gazetecilere yönelik saldırılar" başlıklı paneline iktidar muhalifi bir gazeteci konuşmasın diye müdahale eden Türkiye, müdahalesi boşa çıkınca büyükelçisine paneli protesto ettirmiştir. Avrupa Konseyinde gazeteci beğenmeyen iktidarın hangi gazetecilerden hoşlandığını 13 Kasımda Washington'da ABD Başkanı Trump açıklamıştır. AKP iktidarına çalışan dostane gazetecileri dünyaya tanıttığımız için gurur mu duymalıyız hicap mı; açıkçası bilemiyorum.
Değerli arkadaşlar, Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinin durma noktasına gelmesi, iç politikayı dizayn etmek maksadıyla dış politikada atılan adımların ülkemize maliyetlerinden biridir. İdam cezasını sürekli gündemde tutan, Avrupa Birliği ülkelerini mültecilere kapıları açmakla ve IŞİD militanlarını göndermekle tehdit eden, IŞİD'le etkin mücadele ettiğimize dair neredeyse bütün Batılı ülkelerde şüphe uyandıran bir söylem, Avrupa Birliğiyle müzakerelerin her an bitebileceği hissini uyandırıyor. Böyle bir algı oluşması çok tehlikeli ve zararlıdır. Avrupa Birliği ve AKP iktidarı arasındaki anlaşmazlıklar basit, kolay çözülebilir, gündelik anlaşmazlıklar değildir. Aradaki makasın asıl sebebi, dünyaya bakış ve medeniyet farkıdır. Kısaca, ilericilik ve otoriter tutuculuk arasındaki farktır. Bu nedenle, Türkiye'de Avrupa Birliğiyle ilişkileri yeniden yoluna koymak için, her ne olursa olsun diplomasi kanalının açık tutulmasını ve müzakerelerin devam etmesini savunuyoruz.
Avrupa Birliğinin Türkiye'ye tepki gösterdiği başlıca konulardan biri de Doğu Akdeniz'deki hidrokarbon faaliyetleridir. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz için yürütülmesi gereken diplomasinin zayıf ve etkisiz kaldığını üzülerek gözlemliyoruz.
Türkiye'ye yaptırım uygulamaya hazırlanan Avrupa Birliğine karşı Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin haklarını Avrupa Birliğinden uzaklaşarak mı savunacağız? Yoksa Doğu Akdeniz'e kıyısı olan Suriye, İsrail, Mısır'a büyükelçi göndermeyerek mi? İktidar haklarımızı kavga ederek ve ülkemizi yalnızlaştırarak savunmak niyetindeyse şunu belirtmek isterim: Değerli yalnızlık politikası, değersiz bir dış politika doğurmuştur.
Bütün dünya bilmektedir ki, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki Halkbank davası ve Senatodaki Sayın Erdoğan'ın malvarlığını da kapsayan yaptırımlar tasarısı Türkiye'nin üzerinde âdeta Demokles'in kılıcı gibi ciddi bir tehdit oluşturuyor. Rusya'nın elindeki IŞİD dosyalarının da bu tehditlerden aşağı kalır bir yanı yok. Bu yüzden dış politika Washington ve Moskova arasında kıvranıyor, kıvrandıkça daha da sıkışıyor.
Sayın Bakanım, her fırsatta "Sahada ve masada güçlü diplomasi." diyorsunuz. Sahadaki güçten kastınız Suriye'de olduğu gibi sahadaki askerî varlığımızı artırmaksa, Türkiye'nin bölgedeki askerî varlığını genişleterek masadaki gücünü artıracağı düşüncesinin çok tehlikeli olduğunu vurgulamak isterim. Masada güçlü diplomasiyi ise Dışişleri Bakanlığını partizanlarla doldurarak, dışarıdan kariyer dışı büyükelçiler atayarak sağlamak mümkün değildir.
2018 Yılı Faaliyet Raporu, 2019-2023 Stratejik Planı ve 2020 Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı gösteriyor ki iktidarın dış politikamızı düzeltmek için kapasitesi ve ufku yetersizdir. Cumhurbaşkanlığı tarafından yayımlanan yıllık program, dış politikanın otoriter tek adam rejiminin hedefleri doğrultusunda gerçekleştiğini, Dışişleri Bakanlığının kurumsal olarak içinin boşaltıldığını göstermektedir. Kamu diplomasisi faaliyetlerinde lobiciliğe önem verildiği raporlardan anlaşılıyor. Lobicilik faaliyetleri iktidar için büyük ve özel bir anlam ifade ediyor, bunu biliyoruz. Ama, bunca dökülen paralara ve yapılan masraflara rağmen Amerika Birleşik Devletleri Temsilciler Meclisinin Türkiye karşıtı kararları geçirmesi çalışılan lobi firmalarının ne kadar yetenekli olduğunu da ibret verici şekilde gösteriyor. Raporlarda ne Venedik Komisyonunun eleştirilerini giderecek ne de Avrupa Birliğiyle ilişkileri düzeltecek adımlara rastlanmakta. Raporlarda Orta Doğu'ya ilişkin hedefler arasında, Kahire, Şam ve Tel Aviv büyükelçilerinin yeniden görevlendirilmesi söz konusu edilmemekte. Bunlar, Orta Doğu ve Doğu Akdeniz'de itibar ve mevzi kaybetmekten rahatsız olunmadığının belgeleridir.
Sayın Bakanım, değerli milletvekilleri; Orta Doğu'dan söz etmişken, Suriye politikasına gelmek isterim. Cumhuriyet Halk Partisi olarak 28 Eylülde bir Suriye konferansı düzenledik. Beklerdik ki, sizler de iştirak edin, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri dışında Suriye'de neler yapılabileceğini içeriden dinleyin, dinleyin ki; Adana Mutabakatı'na dönüş çağrısını biz aylar öncesinden söylediğimiz hâlde, Putin'in aylar sonra dikkatinize getirmesi sayesinde keşfetmeyin.
Suriye konusunda bazı öneriler yapmak isterim: Suriye'nin toprak bütünlüğünü, siyasi egemenliğini ve bağımsızlığını Gaziantep merkezli geçici Suriye Hükûmeti kurarak, bu oluşumun başkanını da televizyonlara çıkararak, bu oluşumun Suriye'den alınan diplomalara denklik vermesine izin vererek, Afrin'de ÖSO'nun çaldığı zeytinlerden üretilen zeytinyağlarını Türkiye üzerinden ihraç ederek, Suriye'de fakülte kurarak sağlamak mümkün değildir. Bütün dünya, Suriye'deki askerî varlığımızın giderek azaltılmasını beklerken, görülen odur ki AKP'nin Suriye'den çıkmaya niyeti yoktur. Olsaydı, Suriye toprakları üzerinde Türkiye merkezli olarak kurumsallaşmaya çalışılmazdı.
Cumhurbaşkanlığı Yıllık Raporu'nda, kamu diplomasisinin İletişim Başkanlığıyla koordineli yürütüleceği yazıyor. İletişim Başkanlığı, sizin yerinizi aldı Sayın Bakan. Dışişleri Bakanlığına yıllarca hizmet vermiş bir emekli diplomat olarak size bu konudaki tespitlerimi anlatmak ve sizi devre dışı bırakanlara karşı dikkatli olmanızı hatırlatmak benim görevim. Kamu diplomasisi Dışişleri Bakanlığının elinden çıktı, farkında mısınız?
Değerli milletvekilleri, biliyorsunuz, Birleşmiş Milletlerin raporlarında Afrin bölgesine ilişkin Özgür Suriye Ordusu kaynaklı ağır insan hakları ihlalleri vurgusu yapılıyor. Buna rağmen, terörle mücadele gerekçesiyle başlatılan Barış Pınarı Harekâtı'nda neden bu cihatçı unsurlara alan açıldı? Bunlar yüzünden Türkiye'nin hangi ithamlarla karşı karşıya olduğundan haberiniz olmadığını düşünmüyorum. "Güvenli bölge" adı verilen topraklara Türkiye'de bulunan ve bugüne kadar orada yaşamamış Suriyeli Araplar yerleştirilmeye çalışılıyor. Buna dünyanın birçok ülkesinde "etnik temizlik" dendiği bilmiyor olamazsınız. (Gürültüler) Bizler halkların eşitliğine inanan bir partiye mensubuz. Etnik, dinî ve mezhebi temellere dayalı dış politika anlayışı çökmüştür. Türkiye'de mevcut iktidar döneminde dış politikamız batağa saplanmış bir hâldedir, her gün de yeni bir duvara çarpmaktadır. Dış politikamızın içine sokulduğu darboğazdan kurtulması için güven duyulacak bir dış politikaya ihtiyaç vardır.
Sayın Bakanım, sözlerime son vermeden önce iki hususa ilişkin gözlem ve endişelerimi paylaşmak isterim. Birincisi şahsınızla ilgili. Sizin itibarınız bizim için önemli. Zira siz Türkiye Cumhuriyeti'nin Dışişleri Bakanısınız, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığı yaptınız. Ancak sizin itibarınıza yönelik ciddi ithamlar ve iddialar gündeme getirildi. Bunları üzüntüyle izledik. Açıkçası sizin bu tür itham ve iddialar hakkında nasıl bir hukuki tedbir almayı düşündüğünüzü, davacı olmayı düşünüp düşünmediğinizi sormak isteriz. Zira -dediğim gibi- sizin itibarınız önemli ve bunun mutlaka düzeltilmesi, iddiaların cevapsız bırakılmaması gerekiyor.
İkinci olarak şunu belirtmek isterim: Sayın Bakanım, ben son birkaç yılın bütçesine baktığımda şöyle bir tespitte bulunuyorum: Millî Savunma Bakanlığının genel bütçe içindeki payı sürekli olarak artarken Dışişleri Bakanlığının genel bütçe içindeki payı azalıyor. 2017 yılından itibaren bu istikrarlı bir şekilde görülüyor. Aynı şekilde, 2018 yılından itibaren de Millî Savunma Bakanlığının bütçesindeki yıllık artış Dışişleri Bakanlığınınkinden fersah fersah önde gidiyor ama bence en çarpıcı olan işte şu üzerinde konuştuğumuz 2020 yılının bütçesi. Millî Savunma Bakanlığının bütçesinde geçen yıla oranla artış yüzde 15,92 iken Dışişleri Bakanlığının bütçesinde geçen yıla oranla artış sadece, evet, sadece yüzde 1,76. O zaman ben bu tespitten şöyle bir sonuç çıkarıyorum: Türkiye artık diplomasiye değil, askerî güce dayalı bir dış politika uygulaması içine girmiştir. Böyle bir dış politikanın "Hem sahada hem masada güçlü olacağız." söylemiyle bağdaştırılması mümkün değildir. Sahada güçlü olmak da dış politika değil, askerî politikadır. Türkiye artık yumuşak gücünü kullanamamaktadır.
Sayın Bakanım, sizden beklentim Dışişleri Bakanlığımıza sahip çıkmanız, dış politikamıza sahip çıkmanız, diplomasiye sahip çıkmanızdır. Sizin diplomasiyi geri plana atan bir dış politika anlayışının uygulayıcısı olarak anılmanızı Bakanlığımızın eski bir mensubu olarak asla istemem, birlikte çalıştığınız mesai arkadaşlarınız da istemez. Umarım bu gidişi tersine döndürecek fırsatı bulur, en kısa zamanda da hayata geçirirsiniz. Bunun için muhtaç olduğunuz kudret beraber çalıştığınız gerçek Dışişleri Bakanlığı kadrolarında mevcuttur, dışarıdan empoze edilenlerde değil.
Hepinize saygılarımı sunarım.