KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan, teşekkür ediyorum.

Sayın Bakanım, ben de benden önceki arkadaşlarım gibi sizin şahsınızda teşkilatınızı, yardımcılarınızı, kadrolarınızı saygıyla selamlıyorum.

Sunumunuzda şunu söylediniz, dediniz ki: "Eğitim, zamanın ruhuna uygun olarak değişen ve gelişen birikim ve tecrübeler ışığında yenilenen bir süreçtir. Eğitim, insani ve ulusal hedeflere ulaşmanın, tüm alanlarda gelişme sağlamanın ve toplumsal adaletin vazgeçilmez bir unsurudur. Eğitimin temel amacı duygu, bilgi ve becerilerin bir parçası olmak suretiyle insanın kişisel ve mesleki gelişimine yardımcı olmaktır. Bir nesil yetiştirmenin bir medeniyet inşa etmek olduğu gerçeğinden hareketle inisiyatif alan, eleştirel düşünen, iletişim becerisi yüksek, girişimci ve yapıcı bireyler yetiştirmek toplumsal kalkınmanın en önemli dinamiğini oluşturmaktadır." Yüzde yüz katılıyorum ve ben salonda bunun altına imza atmayacak hiçbir kişinin olduğunu da düşünmüyorum fakat bizim toplumumuzda maalesef şöyle bir hastalık var: Bu hastalık ele geçirme hastalığı, gençlerin beynini nasıl kontrol edebilirim gayreti. Bu perspektiften hareket edince burada yazılan ve herkesin de altına imza atmakta hazır olduğu ve kabul ettiği şey maalesef bir türlü gerçekleşmiyor.

Hukuk ve eğitim sisteminin siyasal görüşlerden yüzde yüz bağımsızlaştırılması pek mümkün değil fakat bunu yüzde yüze yakın olarak gerçekleştirmiş insanlar var, toplumlar var, topluluklar var ancak bu, kalkınmış ülkelerde bir ölçüde biraz önce dediğim gibi başarılmıştır. Oradaki siyasetçiler, politikacılar uzun zaman içinde edindikleri tecrübeler ışığında siyasal görüşü ne olursa olsun iyi tasarlanmış bir hukuk ve eğitim sisteminin uzun dönemde yaratacağı değerin farkındalar ama biz toplum olarak henüz bu farkındalık noktasına gelebilmiş değiliz. Biz atı kendimize göre kişnetmenin yollarını arıyoruz, bunda da çoğu kez başarılı oluyoruz ve sonuçta da geldiğimiz noktada tahterevalli oynuyoruz. Birileri yetkiyi eline alıyor, yasaları kendine göre kişnetiyor ve karşı tarafa birtakım olumsuz eylemler yüklüyor ve biz bundan şikâyet ediyoruz, gün geliyor hesap değişiyor, bu kere biz şikâyet ettiklerimizin şablonunu aynen uyguluyoruz, onlara uyguluyoruz. Böyle bir kafa yapasıyla, böyle bir ele geçirme kültürüyle biz bir yere varamayız.

Sayın milletvekilim biraz önce söyledi, 28 Şubat döneminde beş yıllık ilkokul eğitimi sekiz yıla çıkarıldı ve biz bunlara itiraz ettik; arkasından 28 Şubat gibi -aynı dönemde oldu- bir süreç yaşadık. Ben Atatürk Orman Çiftliği'nin etrafında "El Ele Zinciri" diye eyleme katıldığımı hatırlıyorum; ben de başörtülü mağdur 2 kız babasıyım fakat maalesef geldiğimiz nokta itibarıyla biz şu anda beyefendinin dediği gibi buralardan ders çıkarıp da bu toplumu nasıl daha demokratik hâle getirebiliriz, nasıl aynı düzlemde buluşabiliriz ve yaşarızın hesabını kitabını yapabilmiş, aynı noktaya gelebilmiş değiliz. Benim o "El Ele Zinciri" eyleminde bağıra bağıra bağıra boğamızın telleri şişti YÖK Kanunu'nu eleştirirken fakat bekliyordum ki bu şey değiştiğinde YÖK Kanunu değişecek. Fakat maalesef YÖK Kanunu noktası, virgülü değiştirilmeden uygulandı; demek ki mesele YÖK Kanunu değilmiş, mesele zihniyetmiş, YÖK Kanunu'nu kendime göre nasıl kişnetebilirimmiş mesele; mesele buymuş. Dolayısıyla varabildiğimiz, gidebildiğimiz bir yer yok. Aynı şeyi yine imam-hatiplerde görüyoruz; bu ülkenin ekonomisi, üretimi ve iş gücünü imam-hatip okullarının nârında yaktı. Onların puanını aşağıya çekmek suretiyle bütün meslek okullarının puanını aşağıya çekti ve Türkiye'deki mesleki eğitimi tarumar etti ama bugün geldiğimiz noktada da o gün geldiğimiz noktadan çok farklı bir noktada değiliz. Ben, yeryüzünde hiçbir öğretinin "Hırsızlık yap, aldat, aldan, kamu malını çal." dediğini düşünmüyorum, böyle bir sistem yok; ne herhangi bir dilde ne herhangi bir felsefi sistemde ne ahlak sisteminde böyle bir şey yok. İnsanoğluna bütün inançlar "Çalma." diyor, "Çaldırma." diyor, "Öldürme." diyor, "Aldatma." diyor, "Aldanma." diyor. Bunlar evrensel değerler. Ama biz, Müslümanlar olarak -kendi adıma konuşayım, içimizde farklı arkadaşlar var- bunları yaparken Allah adına yaptığımız için, onu tanıdığımız, bildiğimiz için cennete gitmek istediğimiz için, bu evrensel değerleri Allah adına yaptığımızı düşünüyoruz ve aklımıza sürekli not ediyoruz. Ama etrafımda benim Hristiyan da var, Musevi de var, ateist de var, onlarda da bu evrensel değerler var. Dolayısıyla bu evrensel değerlere gelindiğinde, ben dünyada bunun faydasını görüyorum. Ahirette onun hesabını soracak olan Allah, onu ben bilmiyorum. Ama bu dünyada bunun faydasını görüyorum. Ateist bir komşumda eğer bu ahlak varsa canımı, malımı, ırzımı rahatlıkla koruyabiliyorum, bir Ermeni varsa koruyabiliyorum, bir Hristiyan varsa koruyabiliyorum. Bunlar evrensel değer.

Nitekim, ben size bir şey okuyacağım, Bismillahirrahmanirrahim, Kur'an-ı Kerim'den Maûn suresi: "Gördün mü o hesap ve ceza gününü yalanlayanları? İşte o, yetimi itip kakan, yoksula yedirmeyi özendirmeyen kimsedir. Yazıklar olsun o namaz kılana ki onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar namazlarıyla gösteriş yaparlar. Ufacık bir yardıma bile engel olurlar." Bu, Kur'an'ı Kerim'de Cenab-ı Hakk'ın söylediği...

MEHMET BEKAROĞLU (İstanbul) - Şehir Üniversitesini yıkarlar.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bu ayet niye indi, nasıl indi? Elmalılı Hamdi Yazır'ın tefsirinin son cildinde uzun bir bölüm var, oradan herkes bakabilir. Dolayısıyla söylemek istediğim şey şu: Bu ele geçirme kültürü bizde olduğu sürece bizim demokratik bir toplum yaratmamız, yaşatmamız mümkün değil. Bütçeyle ilgili olarak tabii, söylenecek çok şey var fakat bizim asıl meselemiz bu. Eğer bu sorunu dört başı mamur çözüp demokratik bir toplum yaratamazsak... Demokrasi mükemmel bir sistem olmayabilir ama insanoğlunun bulduğu en kötü olmayan sistemlerden bir tanesi, kavga, dövüş etmeden, iktidarın el değiştirmesinin başka bir yolu yok burada; belli sürelerle millet iradesini ortaya koyuyor. Millet yanlışta birleşir mi? Birleşir. Doğruda birleşir mi? Birleşir. Ama kavga etmememin yolu, belli süreyle, dört yıl süreyle iktidara, bir siyasi görüşe yetki veriyoruz ama dört yıl sonra beğenmezsek değiştirme hakkımız var. Dolayısıyla bizim ne yapıp yapıp bunu... Dolayısıyla ben Bakanlık bütçesine bu açıdan bakıyorum. Eğer Bakanlık milletten aldığı, topladığı vergilerle yaptığı bu harcamaların sonucunda böyle bir değerler sistemini benimsemiş, özümsemiş toplumsal yapı oluşturamazsa harcadığımız paraların hepsi çöpe gitmiş demektir.

Bütçenin yapısına baktığımızda çok şey söylenebilir. İşte, eğitimin bütçenin toplamından aldığı paya bakabiliriz, bütçenin millî gelirden aldığı paya bakabiliriz. Onlarda azalmalar var, eksilmeler var, vesaireler var. Bunların üzerinden gelinebilir. Ekonomiyi rayına oturturuz, büyümeyi sağlarız. Bu 724 milyarı gelecek sene 950 milyara çıkarırız, bunları daha da iyileştirebiliriz. Fakat bu iyileşmenin olabilmesi için bunun, başta söylediğimin mutlaka ve mutlaka olması lazım.

Nereden başlamamız lazım? Aşağıdan yukarıya doğru mu, yukarıdan aşağıya doğru mu? Bence ikisinin birlikte gitmesi lazım dolayısıyla işin öğretmenden başlaması lazım. Bu bağlamda, öğretmen arzında da bir sıkıntı var şu anda, öğretmen talebinde de bir sıkıntı var. Biraz önce söylediğim konuya geri dönecek olursam değerler eğitimi verilmesine ilişkin iş birliği protokolüyle varılmak istenen hedef eğer öğretmen yetiştiren kurumlarda o öğretmenlere verilemiyor ise günde sekiz saat, altı saat öğretmen sınıfta bu değerleri aktaracak kabiliyete sahip değil, eksik geldiyse bunu da dışarıdan başka kurumlarla, başka derneklerle vesairelerle... Biz maalesef, cemiyeti böldük ve cemaatten böldük. Cemiyetin bölünmemesi lazım, cemiyetin birlik olması lazım.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Lütfen tamamlayınız efendim.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Lütfen bir iki dakika daha verin.

BAŞKAN - Buyurun efendim, buyurun.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla bu varılmak istenen değerler sisteminin verilmesine ilişkin iş birliği protokolü çerçevesinde yapılmak istenen şeyin öğretmen yetiştiren müesseselerde öğretmenlere verilmesi lazım, biraz önce ilk konuşan arkadaşım da aynı şeyi söyledi. Eğer onu vermezsek biz yine, dışarıdan ele geçirmeyi reform sanan bir zihniyetle devam edeceğiz. Bugün biz varız, o kurullar gelirler, öğrencilerin beynine, aklına hükmetmeye; yarın siz gidersiniz, biz geliriz, biz de başka bir şey yaparız; döner dururuz, kısır bir döngünün içerisine gireriz. Onun için bence bunların ortadan kaldırılması lazım.

Üniversitelerle ilgili de bir iki şey söylemek istiyorum. Rahmetli Necip Fazıl şunu derdi: Üniversiteler akla gelebilecek en olmazın bile söylenebileceği yerler. Orada insanlar savaşırlar. Neyle savaşırlar? Makaleleriyle ve kalemleriyle savaşırlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Ben bir makale yazarım, bir akademisyen yazar, bir akademisyen ona cevap verir, bir başka akademisyen onu eleştirir ve sonuçta, üç ay sonra, üç yıl sonra, beş yıl sonra o makaleden hareketle çıkan en akla gelmedik, en saçma fikir bile bir yerde şeyini bulabilir. Dolayısıyla üniversiteye bu zihniyetle yaklaşmadığımız sürece üniversitelerin üniversite olması mümkün değil. Dünyada her ülkede baktığımızda bilgi üreten 3-5 tane üniversite var. O bilgiyi üreten diğer üniversiteler, o üniversitelerin ürettikleri bilgileri toplumun diğer kesimlerine öğretiyorlar, aktarıyorlar ve oradan da işte teknolojiye dönüşüyor, müteşebbise dönüşüyor. Dolayısıyla bizim şu anda bilgi üretebilecek 3-5 tane üniversitemizin olması lazım fakat maalesef ortalıkta böyle bir şey söz konusu değil. Eğer en -yani tırnak içinde söyleyeyim- saçma fikrin bile tartışılamadığı bir üniversite varsa o üniversite "üniversite" adını hak etmiyor, edemez.

BAŞKAN - Evet, lütfen tamamlayınız efendim.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla benim sizden istirhamım şu: Eğer üniversitelerin başarılı olmasını istiyorsak bir, üretilen makale ve o makalelere verilen referanslar ve o referanslardan hareketle hangi üniversite nereye geldi ve kaynakların da ona göre tahsis edilmesi gerekiyor. Şu anda böyle bir şey yok.

Ben son olarak şunu söyleyeyim: 2010 yılında iktisat alanında, Amerika Birleşik Devletleri'ndeki "citation index"e göre Türkiye'de ekonomi konusunda üretilen makalelerde en fazla referans verilen makalenin üretildiği yer Koç Üniversitesi idi, ikincisi Sabancı ile Bilkentti, üçüncü Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Araştırma ve Para Politikası Genel Müdürlüğüydü. Dolayısıyla eğer biz, bize gelecek yıl ve ondan sonraki yıllar üniversitelerin bu üretkenliğiyle ilgili, ürettikleri makaleler, o makalelere verilen referanslar ilgili sıralamaya girmezse yani yaptığınızın "Şu kadar harcadık." "Bu kadar harcadık." "Şu müesseseyi kurduk." bunların hiçbir kıymeti yok.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Evet, lütfen tamamlayalım.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Eğer bu ülke vatandaşından topladığı şeyi yerine getirecek ise, onun kıymetini alacak ise o zaman bütün bunların yapılması gerekir diye düşünüyorum.

Sayın Başkanım, biraz daha süre istirham ediyorum.

Sayın Hocam, 1416 sayılı bir Yasa var. Ben 1416 sayılı Yasa'ya göre elli yıl önce İngiltere'de okumuş birisiyim, yaşım 72 ve beni siz okuttunuz, Millî Eğitim Bakanlığı okuttu, Ticaret Bakanlığı adına okudum ama Merkez Bankasına geçtim, on yıllık mecburi hizmetimi devretmedikleri için ben 14 bin sterlin karşılığı olan 342.926 lirayı kanuni faizleri, avukatlık ücretleriyle birlikte 615 bin lira olarak devletime geri ödedim. Şu anda sizin aracılığınızla yurt dışına master ve doktoraya gönderilmiş öğrenciler var, onlar şu anda bu koridorlarda sürekli dolaşıyorlar ve çok mağdurlar.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - 200-250 bin dolarlık yükleri var, gelirleri şu anda ortalama 24-25 bin dolar. Dolayısıyla gerçekten aileleri vesaireleri parçalanmış durumda. Bunların içinde haklı olanlar olabilir, haksız olanlar da olabilir. Ben şimdi bunu size vereceğim, lütfen buna bir eğilirseniz memnun olurum. Memnun olurum derken, Türk milletinin bir sorununu çözmüş olursunuz.