KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL KONCUK (Adana) - Sayın Başkan, Değerli Bakanım, YÖK Başkanımız, değerli milletvekilleri, kıymetli bürokratlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Millî Eğitim Bakanlığının bütçesini siyasi saiklerden uzak bir şekilde değerlendirmek gerektiğine inanıyorum. Çünkü, eğitim davası bir milletin gelecek davasıdır. Siyasi saiklerle asla bakılmaması gereken bir alandır ki bu alanda kavgayı bitirmemiz lazım, önce bunu başarabilmemiz lazım. Çünkü, eğitimde başarılı olmadan Türkiye'nin, Türk milletinin geleceğini inşa edemeyeceğimiz çok açık.

Millî Eğitim Bakanlığı zor bir bakanlık. Tabii, Millî Eğitim Bakanlığının zor hâle gelmesi biraz da siyasetin bu alana yaptığı olumsuz müdahalelerden kaynaklanan bir durumdur. Öyle her türlü etkiye açık bir bakanlık doğru yapamaz, yapmak istese de doğruyu yapamaz. İşte Millî Eğitim Bakanlığı da maalesef siyasetin etkisine çok açık bir bakanlık. Dolayısıyla, ben bakanların istediği şekilde bakanlık yapabildiğini düşünmüyorum. Şimdi, Ziya Selçuk'a bakıyorum, son derece güzel şeyler söylüyor teoride ama uygulamada bunları göremiyoruz. "Acaba bir el Millî Eğitim Bakanını tutuyor mu, engelliyor mu?" diye aklıma geliyor. Çünkü, son derece doğru şeyler...

İSMAİL GÜNEŞ (Uşak) - Yok, aklınıza şeytani şeyler gelmesin.

İSMAİL KONCUK (Adana) - Tabii, şeytan size yakın bana değil. Benim söylediğimi anlamaktan bile uzaksın, ne diyeyim ki? Ben başka bir şey diyorum sen başka bir şey anlıyorsun.

Şimdi, Millî Eğitim Bakanlığıyla ilgili tabii saatlerce konuşabilirim ama stajyerlik döneminden, öğretmenin atanmasından sonuna kadar her alana dokunmak gereken bir Bakanlık hâline geldiğini Millî Eğitim Bakanlığının biliyoruz. Onun için, öncelikle bu alanlara sağlam vuruşlar yapmamız gerek. Mesela stajyerlik döneminde performans değerlendirmesine tabi tutuyoruz öğretmeni, ardından bir yazılı sınava alıyoruz. Ya performans sistemi, dönemi zaten ağır bir dönem, görsel bir imtihan dönemi. Ben zaman zaman Millî Eğitim Bakanlığı yetkilileriyle görüştüğümde "Ya Sayın Başkanım, bu zaten usulen yapılan bir sınav, önemli değil, her giren geçiyor." Usulen yapılan sınavsa bu sınavın ortadan kaldırılması gerekir. Çünkü performans değerlendirme dönemi yeterli bir dönemdir. Bunu mutlaka Sayın Bakandan bekliyorum.

Öğretmen istihdam politikası... Öğretmenlik mesleği bir uzmanlık mesleğidir. Öğretmenler arasında bir kast sistemi oluşturulmasına izin verilemez yani "sözleşmelilik", "kadroluluk", "ücretlilik" gibi âdeta bir kast sistemi, böylesine önemli bir mesleği ifa eden insanlar arasına sokulamaz. Yani öğretmenlik mesleğini -her meslek önemli ama- alelade bir meslek gibi gören bir anlayışın Türk millî eğitiminin problemlerini çözebilme ihtimali yoktur. Önce buradan anlayacağız, bu "sözleşmelilik" kavramını kaldıracağız. Âdeta millî eğitime mikrop gibi sirayet etmiş, öğretmenlerimizin motivasyonunu düşüren bir sistemi kaldıracağız. Bakın, Saadet öğretmen Antep'te intihar etti. Bugün annesinin açıklamaları vardı, Sayın Bakanım okumuşsunuzdur, görmüşsünüzdür. Okul müdürünün, müdür yardımcısının mobbing uyguladığını hatta -kimin attığını söylemiyor annesi ama- birinin yumruk attığını... Ya, öğretmenlik bu kadar ucuz bir meslek erbabı mıdır ki önüne gelen baskı yapacak? Öncelikle öğretmeni baskılardan ari bir meslek mensubu hâline getirmek lazım ki eğitim davasında bir iddiamız olabilsin. Bunu başaramadan istediğiniz kadar bütçe ayırın -ki bütçe de zayıf zaten- istediğiniz kadar övün, kutsayın, hiçbir anlam ifade etmez. Önce bunu çözmek zorundayız. Eğer eğitim davasında bir iddiamız olacaksa öğretmeni en tepeye taşımak zorundayız. Bunun başka bir çıkışı, başka bir formülü söz konusu bile değildir.

Sayın Bakanım, öğretmen alımında radikal tedbirler alınmak zorundadır, bütçe imkânlarını sonuna kadar zorlamak zorundayız. Bakın, hâlen, bugünlerde öğretmen ataması sayısı konuşuluyor. Sayın Bakan, işte davul başkasında, tokmak başkasında olunca böyle oluyor, bir sayı telaffuz edemiyor. 100 binin üzerinde bir öğretmen norm açığı olduğunu biliyoruz, bu Sayın Bakanın kendi ifadesidir ama bir öğretmen sayısı telaffuz edemiyoruz.

Dün engelli öğretmenler geldi yanıma. Dün Genel Kurulda da ifade ettim, şu anda Millî Eğitim Bakanlığı 5 bin engelli istihdam edebilir, kadro var, sistem öyle ama 1.200 engelli öğretmen adayı var, bunlar atanma bekliyor.

Sayın Bakanım, burada şubat ayında dişe dokunur bir öğretmen ataması yapmalıyız ki ücretli öğretmenlik sistemini kaldıracağız iddianız var, yok edileceği iddiası var Sayın Bakanım. O iddianın evvelemirde gerçekleşmesinin tek yolu öğretmen istihdamını artırmaktır, bunu başaracağız, bunu başarmak zorundayız.

Yönetici atama sistemi bana göre ilk düğmeyi iliklemedir, eğer siz sağlam bir yönetici atama sistemi uygulayamamışsanız, koyamamışsanız ortaya, iddianızdan da vazgeçtiniz demektir. Şimdi, bakın, Saadet öğretmenden bahsettik; ya, okul müdürünün, yönetimin görevi motivasyon sağlamaktır; tehdit etmek, tahkir etmek, üzmek, kırmak dökmek değil. İşte bu motivasyonu sağlayacak yönetici kadrolarını bulamadığımız sürece eğitimde hangi hedefleri ortaya koyarsak koyalım bunu başaramayız. Yıllardır dile getirdik, yıllardır söyledik, yönetici atama, yönetici atama, yönetici atama; bunu çözemedik. En kabiliyetsiz, en beceriksiz insanları bir sendikanın üyesi olması sıfatıyla okul müdürü yaptık, müdür yardımcısı yaptık. Sayın Bakanım, bakın, proje okulları var. 940 proje okulunun 829'unda bir sendikanın üyesi olanlar okul müdürü. Bu kabul edilebilir mi ya? Herhangi bir sendikayı övmek adına söylemiyorum ya da herhangi bir sendikayı korumak adına söylemiyorum; biz en becerikli insanları, en donanımlı insanları yönetici yapmak zorundayız. Ülkücü olabilir, solcu olabilir, dindar olabilir; ona bakmıyorum. En becerikli, en kabiliyetli insanları bulmak ve bunun yöntemini tespit etmek zorundayız. Yoksa eğitimde, emin olun, bir iddiamız kalmaz. İyi yönetici bulamazsanız öğretmeni motive edemezsiniz. Motive edemediğiniz öğretmenle de eğitim öğretimde başarı sağlayamazsınız. Bunlar zincir gibi birbirine bağlı konular.

Sayın Bakanım, eğitim öğretimin patronu Millî Eğitim Bakanlığıdır ama eğitim içerisindeki en önemli malzeme de öğretmendir ve öğretmen dışı unsurların Millî Eğitim Bakanlığına girmesine müsaade edilemez. Vakıf ismi vermeyeceğim tartışma yaratmasın diye, hangi vakıf olursa olsun, okulda ne işi var ya? Herhangi bir vakfın öğrenciyle ne işi olabilir? Eğer biz bir vakıfla, ne adına olursa olsun, bir sözleşme yapıyorsak 1 milyon öğretmenimizi alenen aşağılıyoruz demektir. Yani "Ben bu öğretmenle başaramadığımı, eksiklerimi bu vakfın elemanlarıyla tamamlıyorum." anlamı çıkar bundan. Buna asla müsaade edilemez hangi vakıf olursa olsun, adı sanı ne olursa olsun, hangi dernek olursa olsun.

Öğretmen meslek kanunu çıkarma konusunda Sayın Bakan çok iddialıydı, iddialı başladı ama herhâlde bütçe engellemeleri sebebiyle midir, nedir, bilmiyorum, öğretmen meslek kanununda biraz, böyle, zayıflık görüyorum yani o kadar iddialı cümleler duyamıyorum Sayın Bakandan. Öğretmen meslek kanunu mutlaka çıkmalı demin anlattığım problemleri çözmek adına, o, stajyerlikten başlayarak ta emeklilik dönemine kadar, yönetici atamaya kadar hatta öğretmenin öğrenciden korkmayacağı bir sistemi dizayn etmek adına.

Şimdi, teorik olarak çok güzel şeyler söyleniyor, konuşuluyor ama elimizdeki tek malzemenin öğretmen olduğunu düşündüğümüzde bizim yapmamız gereken nedir, biliyor musunuz? Otuz yedi sene öğretmenlik yapmış biri olarak söylüyorum: Eğer derslikte öğretmeni tek hâkim kılamıyorsanız, ne yaparsanız yapın, hangi parayı koyarsanız koyun hiçbir şeyi başaramazsınız. Onun için öğretmenin o derslik içerisinde mutlak hâkim olduğunu öğretmene hissettirmemiz lazım. Nasıl hissedecek? Öğretmen diyecek ki benim arkamda Millî Eğitim Bakanlığı var, benim arkamda devlet var, ben devleti temsil ediyorum. Dolayısıyla öğretmene böyle bir güveni, öz güveni vermek zorundayız.

Tabii, mahrumiyet bölgelerinde öğretmen tutamamak gibi birtakım gerekçeler hep önümüze çıkar ama bunun yolu orada çakılı kadrolar meydana getirmek değildir. Bu bölgeleri cazibe merkezleri hâline getirmek mümkün. İşte mahrumiyet bölgesi tazminatı uygulaması aslında yıllardır ortaya konulan taleplerdir, gerçekten de öyle. Şimdi, Mardin'in Derik ilçesinde görev yapan bir öğretmen ile gelişmiş bir ilçede görev yapan bir öğretmenin ek ders ücreti de maaşı da aynı olduğu sürece bu bölgeleri cazibe merkezi hâline getiremeyiz. İddia ediyorum, eğer bu, mahrumiyet bölgesi tazminatını dişe dokunur bir şekilde dizayn ederseniz bu bölgelere öğretmenler koşa koşa gidecektir, bunu iddia ediyorum.

Az önce bir tabloyu inceledim ben burada, işte "9'un 1'indeki öğretmen maaşı şu kadar, artı şu kadar ek ders" diye, sanki bütün öğretmenler "full" ek ders alıyor gibi bir tablo yapılmış; bu doğru değildir tabii. Yani haftada üç saat ek ders ücreti alan öğretmenler varken, altmış saat alanlar varken -hatta teknik öğretmenler biraz daha fazla alır- hiç almayanlar da var. Dolayısıyla o tablo doğruyu yansıtan bir tablo değildir.

Sayın Bakanım, bu, lise giriş sınavında bir yenilik yapamadınız, bir yenilik yok. Yani siz geldiğinizde hangi sistem varsa hâlâ aynı sistem devam ediyor. Bakın, bu yıl 4+4+4 sisteminin ilk mezunlarını veriyoruz. Bu ne demek, biliyor musunuz? Bu, geçen yıl TEOG dediğimiz yani lise giriş sınavına giren öğrenci sayısı 1 milyon 200 bin iken bu sene 1 milyon 900 bine çıkacak demektir yani liseye gidecek 700 bin öğrenci fazlalığıyla karşı karşıyayız. Peki, bu 700 bin nüfusu barındıracak dersliğimiz var mı? Bu 700 bin artı öğrenciyi eğitecek öğretmen kadromuz var mı? Bunun tedbiri alındı mı? Yani 4+4+4 sistemini getirdiniz ama "Bunun bir yıldaki öğrenci sayısı artışı 700 bine çıktığı zaman ne yapacağız?" sorusunu kendimize sorduk mu, cevabını verdik mi? Şimdi, geçen yıl bile lise yerleştirmede problemler yaşadığımızı göz önüne aldığımızda bu, artı 700 bin öğrenciyle lise yerleştirmede büyük sıkıntılar yaşayacağımız bellidir. Herhâlde burada özel okullara biraz gün doğar gibime geliyor. Yani lisede umduğunu bulamayan velilerimizin biraz daha özel okul arama konusunda telaşa düşeceğini de hepimizin bilmesi gerekir.

BAŞKAN - Sayın Koncuk, lütfen konuşmanızı tamamlayınız.

İSMAİL KONCUK (Adana) - Son cümlemi söylüyorum Sayın Başkanım.

Hizmet içi eğitim hep usulen yapıldı. Otuz yedi sene öğretmenlik yaptım, 2 kere katıldım; birinde fotokopi verdiler gönderdiler, birinde biraz eğitim aldım. 2 kere bakın...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İSMAİL KONCUK (Adana) - Sayın Başkanım, bir dakika daha.

BAŞKAN - Buyurun, tamamlayın.

İSMAİL KONCUK (Adana) - Dolayısıyla bu hizmet içi eğitimlerin gerçekten sonuç alıcı şekilde dizayn edilmesi lazım.

Mesleki eğitim: Ben 1985 yılından emekli olduğum tarihe kadar endüstri meslek liselerinde görev yapmış bir öğretmenim. Daha önceki hâlini biliyorum mesleki eğitimin. Daha iyi durumda değiliz. Yani ben iddia ediyorum, 1985 yılından daha iyi durumda değiliz meslek eğitimi noktasında. Sayı artabilir, vesaire. Kaliteyi söylüyorum. O kaliteyi tekrar yakalamak zorundayız. İşletmelerde 3308 sayılı Mesleki Eğitim Kanunu'nu daha uygulanır hâle getirmemiz lazım.

BAŞKAN - Lütfen tamamlayınız.

İSMAİL KONCUK (Adana) - Ben teşekkür ediyorum. YÖK'le ilgili bir şey söyleyemedim Yekta Bey. Başarılar diliyorum YÖK Başkanımıza da Sayın Bakanımıza da. Bakanlığımızın bütçesi hayırlı, uğurlu olsun.