KOMİSYON KONUŞMASI

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Teşekkür ediyorum.

Sayın Başkan, çok değerli milletvekili arkadaşlarım ve çok değerli Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının sayın bürokratları; hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Böyle bir önemli konuda bana söz verilmiş olmasından dolayı hepinize, başta Sayın Başkanımıza olmak üzere, teşekkürü de bir borç biliyorum.

Güzel bir konu, üzerinde durulması gereken, özellikle sosyolojik bir konu. Şimdi, efendim, biz İnsan Hakları Komisyonu üyesi olarak kadına ve aile bireylerine şiddetin sosyal, ekonomik ve hukuki yapısının incelenmesi, ulusal ve uluslararası yasal düzenlemelerin gelişimi ve uygulamasının takibi maksadıyla 3686 Sayılı Kanun'un 6'ncı maddesinin ikinci fıkrası gereğince Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu tarafından bir alt komisyon kurulması kararlaştırılmıştır.

Kadınların toplum içinde ve aile içinde maruz kaldığı şiddet, onların insan hak ve hukuk ilkelerinden gerektiği şekilde yararlanamaması sonucunu getirmektedir. Bu konuda İnsan Hakları İnceleme Komisyonumuza çok çeşitli müracaatlar olmuştur. Bu gerekçeyle Alt Komisyon, devlet desteğinin artırılması, ilgili kuruluşlarla koordineli olarak yeni projelerin geliştirilmesi, alınması planlanan önlemler, kanuni düzenlemeler, uluslararası uygulamalar konusunda çalışmalar yapılmasının faydalı olacağını düşünmüştür.

Bu sebeple, biz kurmuş olduğumuz Alt Komisyonda şöyle bir başlıkları bir araya getirerek bir plan program çerçevesinde çalışmalarımızı tamamladık. Öncelikle bir, bu incelemenin konusu üzerinde durmak istiyorum, biraz belki derinlemesine olacak ama özellikle durulması gereken bir konu. Tarihî gelişim içinde insanlığın ilk dönemlerinden itibaren, kadının toplum içindeki yeri konusunu incelediğimiz zaman, karı-koca arasında daima bir dayanışmanın mevcut olduğunu müşahede ediyoruz.

O günkü toplumlarda görülen bu dayanışma, özellikle beslenme ve ekonomik ağırlıklı, üretime dönük sosyal ve siyasi hayatta, millî mücadelede ve devlet temsilinde uygulanmıştır. Ancak ilk dönemlerde görülen bu ekonomik, sosyal ve siyasi iş birliği, tarihî değişim ve gelişim içinde ülkelerin sosyal yapısına örf ve adetlerine bağlı olarak değişiklik göstermiştir. Bu değişim, ülkelerin sınırlarının kaybolması ve dünya ülkelerinin siyasi, ekonomik ve sosyal açılardan birbirlerinin tamamlayıcısı durumuna girmeleri sonucu ortaya çıkmış, dolayısıyla ülkelerin bünyeleri içinde toplum dayanışmasını, kadın-erkek, karı-kocanın hak ve hukuk yapısını değiştirmiştir.

Bugünün dünyasında bilimin, teknolojinin, sanayinin ulaşım ve haberleşme araçlarının süratle değişmesi, gelişmesi, uluslararası her türlü ilişkilerin artarak sınırların kaldırıldığı, ülke ekonomilerinin birbirinin içine girdiği bir düzende, nesillerin küçük yaşlardan itibaren düşünme ve algılama yeteneklerinin gelişmesini tetikleyerek ortaya hak ve hukuk açısından bir dengesizlik çıkarmıştır.

Uluslararası alandaki bu değişim, farklı ülkelerde farklı uygulamaları getirmiştir. Dünya ülkelerinin kadının hakları ve hukuku konusuna verdikleri önem ülkenin toplum yapısı, örf ve âdetlerine göre de farklılık arz etmektedir. Günümüzde dünya ülkeleri süratle demokratikleşme eğilimi içine girmiş ve kadının toplum içindeki pozisyonu, dünya ülkelerinin bu değişimine paralel olarak yeniden yapılandırılmasına çalışılmıştır.

Kadının toplum içindeki rolü ve pozisyonunun artırılması demokratikleşmenin bir sorunu mudur? Daha önceki toplumlarda böyle bir sorun yok muydu? Batı ve Doğu kültürleri, bu konuda aynı tarihî süreci onlar da yaşamışlar mıdır? Bu soruların cevabını düşündüğümüz zaman konunun, erkek ve kadın eşitsizliğinin, demokratikleşmenin bir problemi olarak değil küresel tüketici kitlelerin öğütücü bir unsuru olarak "kendisinin kölesi olan insan" modelinden kaynaklandığını düşünmek mümkün müdür? Eğitimin ve demokratikleşmenin bu süreçteki rolü nedir? Biraz önce söylediğim gibi bu sorulara cevap bulabilmek için çok çeşitli çalışmalar, araştırmalar ve uluslararası alanda bu konuda ortaya çıkarılmış, yazılmış, pek çok yapılmış araştırmaları inceleyerek ve toplumumuz içinde gerçekten bu konuda otorite olan kurumlarla, kamu kurumlarıyla da görüşmeler gerçekleştirilerek bu sorulara cevaplar bulunmaya çalışılmıştır.

Bu çalışmamızın temel felsefesi ailenin bütünlüğünü, saygınlığını ve devamını sağlamak olmuştur. Bu hedefe erişmenin yolu sadece kanuni düzenlemelerden geçmemelidir. Aile müessesesinin önemini geliştiren bir anlayış çerçevesinde, karı-kocanın, kadın ve erkeğin eğitimi saygı, sevgi, şefkat ve insan odaklı bir kültürün yerleştirilmesini hedef almalıdır. Ayrıca unutulmamalıdır ki kadın anadır ve nesil yetiştirmektedir. Yetişen nesil ise milleti meydana getirecektir. Bu milletin en küçük birimi olan ailenin yapısı ne kadar güçlü, temelleri ne kadar sağlam olursa milletin geleceği olan nesiller de o kadar iyi yetiştirilecektir.

Son günlerde toplumumuzda görülen kadına karşı şiddet ve hak, hukuk konusundaki ayrımcılık uygulamaları bu sosyal problemin kadının insan hakları çerçevesi içinde incelenmesini gerektirmiştir. Nitekim bu haksız ve adaletsiz uygulama, İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu tarafından bugüne kadar kapsamlı bir çalışmayla ele alınmamıştır. Ancak, özellikle son dönemdeki Türkiye'nin demokratikleşme ve insan hakları alanında kaydettiği gelişmeler ve örf, âdet ve toplum kültürümüz çerçevesinde etkin bir şekilde mücadele edilmesi ihtiyacını ortaya çıkarmış ve bu çalışmalarımız tamamlanmıştır.

Çalışmalarımız kamu sektörü, üniversite, sivil toplum kuruluşlarının ve baro yetkililerinin görüşleri alınmak suretiyle tamamlanmaya çalışılmış ve bazı sonuçlara erişilmiştir. İnceleme konusuna yönelik bilgilerden ve tecrübelerden yararlanmak üzere sivil toplum kuruluşları, üniversite öğretim görevlileri, akademisyenler, Adalet Bakanlığı, yargı organları, baro mensupları, İçişleri Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ve Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı yetkilileriyle görüşmeler tamamlanmıştır.

Şiddete maruz kalmış kadınların şiddet öncesi ve sonrasındaki yaşadıkları zorluklar sebebiyle sığınma evleri sayesinde elde edilen imkânlara yerleştirilmiş ve bu sığınma evlerine ziyaret gerçekleştirilerek haber verilmeden, oradaki sığınan kadınlarımızın durumlarını daha yakından bir komisyon olarak değil de arkadaşmış, bir ziyaretçiymiş gibi girip onlarla görüşmeler yapılarak problemleri ve bunların çözüm yolları onlardan öğrenmeye çalışılmıştır.

Ayrıca 81 ilin valiliklerine bir yazı gönderilmiştir. Gönderilmiş olan bu yazıyla 2008 ve 2012 tarihleri arasında kadına ve aile içi şiddet kapsamında il sınırları içinde polis ve jandarma merkezlerine intikal etmiş başvuruların istatistiki bilgileri talep edilmiştir ve burada şunu ifade etmek istiyorum ki her ilin kendine göre bazı envanter çalışmaları yaptıkları tespit edilmişse de bu konuda bu çalışmaların çok daha iyi bir şekilde yapılmasına ihtiyaç olduğunu biz gözlemlemiş olduk. Özellikle üniversitelerde ve kamu kurumlarıyla yapmış olduğumuz çalışmaların sonuçlarından size bahsetmek istiyorum, çok fazla detaylara girmeden çünkü bütün bu kamu kurumlarıyla yapılan çalışmaların hepsinin detayları raporumuzda yer almaktadır. Arzu edilirse incelendiğinde detay bilgiler elde edilebilir.

Özellikle üniversite hocalarıyla yapmış olduğumuz toplantıda bu konunun evrensel bir konu, evrensel bir problem olduğu üzerinde durulmuştur. Kadına yönelik aile içi şiddet her şeyden önce evrensel bir hak ihlali sorunudur. Yaşam hakkı ihlalinin ötesinde haysiyet ve onura yönelik bir sorundur. Böyle olduğu için her zaman evrensel düzeyde hukuksal düzenlemeler gerektiren bir hak arayışıyla alakalı olmuştur.

Yine bu konu bir zihniyet meselesidir. Kadınların erkeklerle eşit haklara sahip oldukları kabul edilmeden önce ev ve aile içinde kadına yönelik şiddet kamusal düzeyde hukuki bir sorun olarak kabul edilmemektedir. Konu özel bir aile meselesi olarak algılanılmaktaydı. Dolayısıyla, hak kazanma talepleri neticesinde kadına yönelik şiddetin özel bir aile içi mesele olmaktan çıkıp kamusal hukuk niteliği kazanması, bir toplumsal mesele olarak ortaya konulması, öncelikle evrensel düzeyde büyük çaplı bir zihniyet dönüşümünün sağlanmasıyla mümkün olabilir.

Özetle, kadına yönelik aile içi şiddetin nedenlerinin öncelikle bir zihniyet meselesinde aranması gerektiği görülmektedir. Bu zihniyetin kadınları bağımsız bireyler olarak görmeyen, kadınların erkeklerin vesayeti altında yaşaması gerektiğini öngören ve kadınların erkeklere tabi olmasını doğal karşılayan ataerkil bir zihniyet olduğu ifade edilmiştir.

Daha sonra bir kadın hareketi başlamıştır. Ben biraz sonra size tarihî bir çerçevede kadınlara bütün dünya ülkeleri arasında verilen hakların tarihî bir kronolojisini de açıklamak istiyorum. Türkiye'de bu konunun, 1980 sonrası İkinci Dalga Kadın Hareketi tarafından 17 Mayıs 1987'de İstanbul'da gerçekleşen "Dayağa Karşı Dayanışma Yürüyüşü"yle gündeme gelmiş olduğu ifade ediliyor.

Yine aynı kadın hareketini, bundan da önce 1986'da Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Tür Ayrımcılığın Önlenmesi, Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi'nin -biliyorsunuz CEDAW'ın- fiilen uygulanması için geniş kapsamlı bir imza kampanyası düzenlenmesi şeklinde görüyoruz. Bu türden dayanışma kampanyalarıyla bir araya gelen kadınların, o zamana kadar işitmeye alışık olmadığımız "cinsel taciz" kavramını da toplumsal söyleme dâhil etmiş ve kadınların bedenlerine, kimliklerine ve emeklerine sahip çıkmaları adına toplumsal bir uyanışın ortaya çıkması için çalışmalara başladığını görüyoruz.

Daha sonra bu kadın hareketleri, çeşitli toplantılarla, 1970'li yıllarda, 1975 yılında, Birleşmiş Milletler bünyesi içinde "kadının on yılı" şeklinde ilan edilerek çalışmalar ve birlikte karar alma yöntemlerini geliştirmeye çalışmışlardır ve CEDAW Sözleşmesi gündeme gelmesi suretiyle de devletlerin kadın-erkek eşitliği konusunda bağlayıcı kararlar almaları sağlanmıştır.

Ülkemizde yıllarca cinsel taciz "Kol kırılır, yen içinde kalır." diyerek hep bir aile konusu olarak görülmüş, dışarıdan hiç kimsenin karışması istenmemiş ve bu bir aile meselesidir, kimseyi bu çalışmaların, bu şeyin içine alamayız diye düşünülmüş. Tabii bu tamamen bir toplumsal problem diye düşünülüyor. Bunun için bir zihniyet değişiminin belki gerçekten önem kazanması gerekiyor diye düşünüyoruz.

Daha sonra sivil inisiyatif ve devlet iş birliğini görüyoruz, bu tek tek çalışmalardan sonra. Bu sivil inisiyatif ve devlet iş birliği -sizler de çalışmalarınızda daha sonra göreceksiniz- 1990'larda İstanbul'da Mor Çatı Kadın Sığınağı Vakfı, 1991'de Ankara'da Kadın Dayanışma Vakfı özellikle şiddet meselesine çözümler bulmak üzere kurulmuş sivil toplum kuruluşları olmuşlardır.

Daha sonra 1997'de KAMER, bu bölgede sadece aile içi şiddete karşı değil, tümüyle şiddet karşıtı bir dil geliştirme konusunda çok etkin bir kurum hâline gelmiş, pek çok çabalar göstermiştir. Bu arada Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumunun, Kadının Statüsü ve Sorunları Genel Müdürlüğünün pek çok çalışmalar yaptığını görüyoruz Bunların detaylarına inmek istemiyorum. Hepinizce malumdur.

Ve daha sonra 1998'de 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Son Gün çerçevesinde Kadın Sığınakları Kurultayı tespit edilmiş. Yani burada yavaş yavaş konu topluma indirgenmiş, toplum içinde sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarıyla bir dayanışma oluşturulmaya çalışılmış ve devletin de bu sivil toplum kuruluşlarıyla iş birliği neticesi gerçekten faydalı adımlar atılmıştır diyebiliriz.

Tabii bu arada aile içi şiddete dair birtakım araştırmalar yapılmıştır. Bu araştırmalar üniversitelerin bünyesinde yapılmıştır ancak şunu daha açık bir şekilde ifade etmek istiyorum: Bu çalışmalar, sivil toplum kuruluşlarının yanında üniversitelerimizde akademik yönden ve sosyolojik ağırlıklı, toplumun sosyoekonomik yapısını ortaya koyucu tam bir çalışmanın yapılmadığını ifade ediyor. Bundan sonraki çalışmalarımızda eğer bu çalışmalara, yani toplumun sosyoekonomik bünyesinin envanterinin çıkarılarak üniversitedeki ilmi araştırma ve çalışmalarla bir arada yürütülmesini sağlayabilirsek, birtakım hocalarımızın bu konuda araştırmalar yaparak bizim karar alma mekanizmamızda etken rol oynayabilecek birtakım verileri önümüze koyabilirlerse çok daha sağlam adım atılabilir diye düşünüyorum.

Sonuç olarak, kamu kurumları, sivil toplum kuruluşları ve üniversitelerle yapmış olduğumuz bütün görüşmelerin detaylarını sizlere burada anlatarak vaktinizi de almak istemiyorum. Hepsi açık ve net, çalışma çerçevesinde bulunuyor. Yalnız, sonuç olarak, bu görüşmelerin sonucu olarak birkaç noktayı belirtmek istiyorum.

Kadına yönelik şiddet sorunuyla mücadele için önemli olan ilk nokta, devlet-sivil inisiyatif iş birliğinin, kadın örgütlerinin bağımsızlığı korunarak sürdürülmesidir. İkinci olarak, kadınların erkek desteğine, ön yargısız erkeklerin iş birliğine ihtiyacı vardır. Üçüncü önemli adım, kadın sığınaklarının yerel yönetimlerle birlikte yaygınlaşmasını sağlamaktır. Bu konuya ayrılacak kaynak israf değil, tam tersine toplumun daha verimli hâle gelmesi için önemli bir etkendir ve Türk kadınının toplumsal hayata katılım konusunda çok istekli olduğunu da unutmamak gerekir. Yapılan çalışmalar kadınlarımızın toplum içinde daha söz sahibi olabilme, daha aydın bir kişi olarak, daha saygın bir kişi olarak görülebilme duygusu ve anlayışı içinde olduğunu da yapılan çalışmalarda tespit etmiş bulunuyoruz.

Çok değerli arkadaşlarım, ben size bu çalışmayı yaparken sadece Türkiye boyutlu kalmayalım istedim. Biraz da çalışmalarımızı uluslararası alanda, uluslararası boyutta neler yapılmıştır, acaba gelişmiş ülkelerde durum nedir, az gelişmiş ülkelerde durum nedir, kadına şiddete sosyal açıdan veya ekonomik açıdan nasıl bakıyorlar? Bu konu da bizim çalışmalarımız arasına girmiştir. Birleşmiş Milletlerin ve UNICEF'in bu konuda yapmış olduğu çok çeşitli istatistiki verileri de tespit etmiş bulunduk.

Müsaade ederseniz, ben, size Türkiye'deki durumdan önce bahsetmek istiyorum. Kadınımıza ne gibi haklar, tarihî gelişimi içinde verilmiş? Bir defa sadece eğitim ve hak konusuna giriliyor tabii. 1843'e kadar uzanıyor. İlk defa Tıbbiye Mektebi bünyesinde kadınlar ebelik eğitimi almaya başlamıştır, sene 1843, o dönemlerde Avrupa'nın içinde bulunduğu tarihî şartları sizler çok iyi değerlendiriyorsunuz diye düşünüyorum. 1847'de kız ve erkek çocuklara eşit miras hakkı tanıyan İrade-i Seniye, yani eşit miras hakkı alma tanınmış. 1856'da köle ve cariye olarak satılıp alınmaları önlenmiş ve bu yasaklanmış. Yine, kadınlara, 1858 yılında mirastan kız ve erkek çocukların eşit pay alma hakları verilmiş, sene 1858. Yine 1858'de kız rüştiyeleri açılmış, kız öğretmen okulları 1970'te açılmış ve 1871'de Osmanlı Medeni Kanunu Mecelle'nin uygulanması için çıkarılan Hukuku Aile Kararnamesi'yle evlilik sözleşmesinin resmî memur önünde yapılması ve evlenme yaşının erkeklerde 18, kadınlarda 17 olması, zorla evlendirmenin de karşısında olunması bir hükme bağlanmıştır

Daha sonra kadınlarımız 1897'de ücretli işçi olarak çalışmaya başlamıştır. Yani kadınlar, üretime, topluma işçi olarak haklarını vermek suretiyle sokulmuş ve 1913 yılında kadınlar ilk defa devlet memuru olarak çalışmaya başlamışlar. 1914'te tüccarlık, esnaflık başlamış ve yine 1914'te hanımlarımız için yüksek öğretim kurumu açılmıştır ve 1921'de karma öğretime geçilmiştir. Yine 1922'de tıp fakültesi eğitimi başlamıştır, 29 Ekim 1923'te cumhuriyetin ilanıyla kadınların kamusal alana girmesini sağlayan yasal ve yapısal reformlar hazırlanmıştır. Yine 3 Mart 1924'te...

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Pardon, özür dilerim, böldüm.

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Hayır, ben Hocam size kısaca açıklayayım. İnsan Hakları Komisyonu bünyesi içinde bir alt komisyon kurulmuştur. O Alt Komisyon Başkanlığını yaparak ben raporumu hazırlamıştım. Değerli Başkanımız ve heyet üyelerinin, Komisyon üyelerinin daveti üzerine bu açıklamaları yapmak üzere raporum yayımlanmıştır. Yasama döneminin birinci yılında olmuştur bunlar. Bu çalışmaları anlatırken Türkiye'de kamu kurumları, sivil inisiyatif ve toplumun değerlerini, bakış açısını tespit ettikten sonra tarihî bir gelişimle, Türkiye'de ve uluslararası alanda kadının hak ve hukuku nasıl gelişmiştir diye bir kronolojiden bahsediyorum şu anda.

3 Mart 1924'te Tevhidi Tedrisat Kanunu, öğrenim birliği çıkarılıyor ve eğitim laikleştirilerek tüm eğitim kurumları Millî Eğitim Bakanlığına bağlanıyor, kız ve erkekler eşit haklarla eğitim görmeye başlıyorlar.

17 Şubat 1926'da Türk Medeni Kanunu'nun kabul edildiğini ve kadın ve erkeğin çok eşliliği ve tek taraflı boşanmasına ilişkin düzenlemelerin yapıldığını görüyoruz.

1930'da belediyeler yasası çıkarılıyor. Yasayla kadınlara belediye seçimlerinde seçme ve seçilme hakkı veriliyor. 1930'da doğum izni düzenleniyor birtakım başka haklarla.

Yine, 1933'te kız çocuklarına mesleki eğitim vermek üzere Kız Teknik Öğretim kuruluyor.

5 Aralık 1934'te Anayasa değişikliğiyle kadınlarımıza seçme ve seçilme hakkı tanınıyor. 8 Şubat 1935'te, Türkiye Büyük Millet Meclisi Beşinci Dönem seçimleri sonucunda 17 kadın milletvekili olarak ilk defa Meclise giriyor. Ara seçimlerde de bu sayı 18'e ulaşıyor. Yani, sene 1935.

Daha sonra, kadınları iş hayatına sevk eden, çeşitli -onlar da var ama detaylandırmayayım- üretimde ve istihdamda ve iş hayatında yer alabilmesini sağlayan çok çeşitli kanuni düzenlemeler yapılmıştır. Bunların yanında, 45'te, 49'da, 50'lerde, kadınların...

Mesela, 1950'de ilk kadın belediye başkanı Müfide Hanım Mersin'den seçilmiştir. 1952'de Sağlık Bakanlığı bünyesinde ana çocuk sağlığı hizmetleri verilmeye başlanmıştır.

Yine, ilk kadın bakan 1971 yılında atanmıştır.

Daha sonra, 75'te, 85'te, biraz evvel bahsettiğim "Kadının On Yılı" ve CEDAW anlaşmaları gündeme gelmiştir. 1985'te, Beş Yıllık Kalkınma Planı'nda kadın konusu ilk defa sektör olarak yer almış, plan programda bulunmuştur. Yine, aynı şekilde, üniversitelerimiz devreye girmişler, kamu kurumları, idari yargı, İçişleri Bakanlığının almış olduğu çok çeşitli düzenlemelerle bugünkü şartlarımız...

Bugünkü düzenden de bahsedeyim.

1990'da yerel yönetimlerde kadınlarımızı görüyoruz. İlk defa 1991'de bir kadın vali Muğla iline atanmıştır. Aynı şekilde, 1998 yılında Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu Genel Müdürlüğü tarafından kadın konukevleri, hizmetin tür ve niteliğine dair çalışmalar gerçekleştirilmiştir. Vergi kanunlarıyla, kadınlarımızın çalışma hayatında yine daha sağlıklı çalışma imkânı elde edebilme şartları geliştirilmiştir. Dolayısıyla, 2005'te, 2006'da yapılan düzenlemelerin hepsi sizlere rapor olarak da sunulmuştur. Böylece, neticede 2009'da Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Kanunu çıkarılarak, 2010'da çıkarılan Başbakanlık genelgesiyle kadınların sosyal ve ekonomik konumlarının güçlenmesi içiş iş ve toplumsal hayatta kadın erkek eşitliğinin sağlanması için bir Kadın İstihdamı Üst Kurulu oluşturulmuş ve çalışmalara devam etmişlerdir.

Şimdi, efendim, uluslararası durumdan da biraz size bahsetmek istiyorum.

BAŞKAN - Alt Komisyon olarak bu alanda çözüm önerileri oldu mu, sizin raporunuzda?

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Sonuç kısmında anlatacağım. Yapılması gerekenler ve 20 tane tavsiye kararımız var. Bu tavsiye kararımız...

Şimdi, eğer sizi çok sıkmamışsam, uluslararası alanda yapılan çalışmalardan biraz bahsedip ondan sonra da sonuç bölümüne...

BİNNAZ TOPRAK (İstanbul) - Sonuç kısmı daha önemli...

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Arzu ederseniz rapordan okuyabilirsiniz ama...

BAŞKAN - Sonuç kısmını özet olarak alalım, daha sonra da önerileri alırız.

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Evet, verelim.

BAŞKAN - Zaten, basılı olan komisyon raporu üyeler tarafından da detaylı olarak incelenebilir. Bilmiyorum makamlara geldi mi, gelebilir de, sizler de Meclis arşivinden alabilirsiniz.

Teşekkür ederim.

Buyurun Sayın Güzel.

ÜLKER GÜZEL (Ankara) - Kadına ve aile bireylerine yönelik şiddet konusunda uluslararası alanda yapılan çalışmaların büyük çoğunluğu Birleşmiş Milletler çatısı altında yürütülmektedir. Birleşmiş Milletler Güven Fonu teşkil edilmiştir. Bu Güven Fonu 2015 yılına kadar bir vizyon getirmiştir. Bu vizyonla, kâğıt üzerinde verilen sözlerin uygulamaya sokulabilmesi, kadına yönelik şiddete karşı bilgi temelli bir politika yapılması, Birleşmiş Milletlerin küresel, bölgesel ve ülke bazındaki politikalarının güçlendirilmesi ve ülkelere kadına yönelik şiddete karşı strateji uygulamalarında yardım edilmesi hedeflenmiştir.

Ancak, hâlâ uluslararası alanda da kadına yönelik şiddet aynı derecede ciddiyetini muhafaza etmektedir. ABD kongresi için hazırlanan bir rapora göre, kadına yönelik şiddetin ekonomik maliyeti zor da olsa bazı gelişmiş ülkeler tarafından hesap edilmektedir ve bu maliyetler, sağlık ve yasal maliyetler, iş gücü kaybı ve verimlilik azalışından kaynaklanmaktadır. Üzüntü ve acı gibi soyut olayları da hesaba kattığımızda, kadına yönelik şiddetin topluma maliyeti bir hayli fazla olarak görülmektedir.

Birleşmiş Milletlerin bünyesi içinde 2011 yılına kadar 86 ülkeyi kapsayan veri mevcuttur. Bu verilere göre, kadınların yüzde 70'i fiziksel veya cinsel tacize maruz kalmaktadır. 15 ile 44 yaş arasına düşen kadınlarda şiddetin, kanser, trafik kazaları, sıtma ve savaşların tamamının sebep olduğu ölüm ve sakatlıklardan daha fazla ölüm ve sakatlığa sebep olduğu görülmüştür.

Aile içi şiddetin maliyeti Kanada'da 1,16 milyar dolardır. ABD'de 5,8 milyar dolar, Avustralya'da ise yılda 11,38 milyar dolar olarak tespit edilmiştir.

Şimdi, değerli arkadaşlarım, bu çalışmaların tarihî gelişim içindeki detaylarını yine raporda bulmanız... 20'nci yüzyıl başından itibaren uluslararası alanda kadınlar için neler yapılmıştır? Yine, 20'nci yüzyılın içinden günümüze kadar, 2011'e kadar bir kronoloji çıkarılmıştır. Çıkarılan bu kronolojide kadınlara verilen haklar ve yapılması gereken, alınmış olan kararlar açıklanmaktadır.

Fakat, ben size, çok enteresan gelen, özellikle az gelişmiş ülkelerde uygulanan bir iki örnek olaydan bahsettikten sonra sonuç kısmına geçerek, biz Komisyon olarak, ne gibi tedbirlerin alınması gerektiğini ifade ederek konuşmamı tamamlamak istiyorum.

1997 yılında kurulmuş olan bir fon 2010 yılı sonuna kadar 24 ülkede 317 program ve 60 milyon dolar destekte bulunarak çalışmaların yapılmasını sağlamış. Bu çalışmalar üç alanda yoğunlaşmış: Şiddeti önleme. Şiddet sonrası hizmetlere erişim imkânlarının genişletilmesi. Kadına yönelik şiddetin sona ermesi için kanunların, politikaların, eylem politikalarının uygulanması ve güçlendirilmesi.

Şimdi, genç kızlar için bu önleme politikaları neler olmuş, neler uygulanmış, birkaç önemli konuyu da açıklamak istiyorum.

Mesela, genç kızlar için güvenli yerler oluşturulması Zambiya'da uygulanmıştır. Okullarda özel yerler tahsis edilmiştir. Yine, Guatemala'da GPS sisteminden yararlanılarak genç kızların nerede saldırıya uğradıkları, nerelerin güvenli bölgeler olduğu haritalarda gösterilmiştir.

Genç ve yetişkin erkekler sürece dâhil edilmiştir. Özellikle Brezilya, Güney Afrika, Şili, Hindistan ve Ruanda'da uygulanan bir sistemdir. Özellikle, Brezilya'da ve Güney Afrika'da kadına yönelik şiddetin önlenmesi için futboldan yararlanılmıştır.

Brezilya'da düşük gelir grubundan gelen erkeklerin katıldığı dört aylık bir futbol turnuvası "Kadına Yönelik Şiddete Son" başlığı altında yapılmaya başlanmıştır.

Yine, Lübnan'da "Beyaz Kurdele" kampanyası uygulanmış. Bu uygulama 1991'de Kanada'da kadına yönelik şiddet mücadelesine erkeklerin dâhil edilmesi amacıyla uygulanarak 55 ülkeye yayılmıştır.

İngiltere'nin sivil toplum kuruluşu Oxfam'ın desteklediği erkeklerin kadına yönelik şiddet kapsamında düzenlenen aktivitelere dâhil olması Bahreyn, Yemen ve Ürdün tarafından da benimsenmiştir.

Makedonya'da 2008-2011 Aile İçi Şiddetin Önlenmesi Ulusal Stratejisi kapsamında bir poster oluşturularak gençlere ulaşılması hedeflenmiştir. Bu posterde, 3 erkek sporcu (boksör, hentbolcu ve futbolcu) vardır. Posterde "Erkek adam kadına vurmaz." mesajı yer almıştır.

Hindistan'da bir dakikalık "Kapıyı Çal, Zile Bas" klibi çekilmiş ve televizyonlarda, YouTube'da yayımlanmıştır. Bu klip Hindistan'da 130 milyon kişiye ulaşmış ve 2010 Cannes Film Festivali'nden ödül almıştır. Klipte, mahallede maç yapan ve aile içi şiddete maruz kalan kadının sarhoş kocasıyla olan kavgasını duyan gençlerin şiddete maruz kalan kadının evinin ziline basarak kocaya gözdağı vermesi ve utandırması konu edilmiştir.

Bu hizmetler tecavüz sonrası acil tıbbi müdahale ve polis koruması gibi kısa dönemli hizmetleri ve hukuki yardım ile güvenli ev sağlama gibi orta, uzun dönemli hizmetleri de kapsamıştır.

Değerli arkadaşlarım, buna dönük daha birtakım çalışmalarımız ve araştırmalarımızın bilgileri araştırma raporumuzda yer almaktadır. Ben sizlere, Komisyon olarak yapmış olduğumuz çalışmaların sonunda "Neler Yapılmalıdır?" şeklinde bir sonuç bölümünü sizlerle paylaşarak konuşmamı tamamlamak istiyorum.

Bir defa, kadına ve aile bireylerine yönelik şiddetin sonlandırılmasında önemli mesafe kaydedebilmek için bir stratejik eylem planının hazırlanması gerekmektedir. Uluslararası en iyi uygulamaları da gözeterek hazırlanacak bu plan 2012 yılında hazırlanıp 2013 yılından itibaren beşer yıllık dönemler itibarıyla uygulamaya konulmalıdır. Çünkü, bu plan ve program, özellikle bir zincirleme şeklinde devam eden plan ve program yirmi yıllık bir perspektifi içine aldığı zaman, o yirmi yıllık dönemde bir nesil yetiştirmesi ve toplumun sosyoekonomik boyutunun, kültürel boyutunun da dikkate alınmasıyla bu plan ve programa yansıtılarak bir zincir şeklinde geleceğe önemli ilkeleri, prensipleri, hedefleri tespit ederek taşınması mümkün olabilecektir.

Toplumdaki bu sosyal problemin çözümü için bir yol haritası olan bu plan kapsamında yıllık programlar hazırlanarak ilgili kurumların sorumlulukları belirlenmelidir. Eğer ilgili kurumlar tespit edilmezse, sorumluluk verilmezse koordinasyon yeterli olmayacaktır. Bu koordineli çalışmanın bir ayağı kırık olabilir. Mutlaka sorumlu kurumlar tespit ediliyor. Bu kurumların koordineli çalışma kurumlarının da tespit edilmesi gerekir. Böylece, belki 2023 vizyonu bu plan ve programla daha yerine oturabilir.

Toplumun temelini teşkil eden aile müessesinde görülen çözülme ve zaaf toplumsal çözülmeye sebep teşkil edecektir. Kadına karşı şiddet ve aile içi şiddet konusu her ne kadar çözüm getirilmesi gereken önemli bir toplumsal problem ise de burada dikkat edilmesi gereken en önemli husus aile müessesesinin korunmasıdır.

Milletimizin geleceği, örf ve âdetlerimizin gelecek nesillere intikalinin sağlanması açısından çocukları yetiştirmekle yükümlü olan aile fertlerini birbirlerine yabancılaştıracak, kadın ve erkeği aileden uzaklaştıracak, dolayısıyla, aile yapısını bozucu ve sonucunda aile fertlerini yalnızlığa sürükleyecek uygulamalardan kaçınılması gerektiği tavsiye edilmiştir.

Aile fertlerinin eğitimi önemlidir. Ancak, bu eğitimin temelinde, değer yargılarının geliştirilmesi, vicdani ve ahlaki karakterlerin sağlamlaştırılması, ekonomik gücün artırılması, tatmin edici iş imkânlarının temini ve geniş dünya görüşünün verilmesi hedef alınmalıdır.

Karı ve kocanın ekonomik refah seviyelerinin yükselmesi, birlikte meydana getirdikleri aile müessesenin dağılmasında etken bir faktör olmamalıdır. Refah arttıkça huzur ve mutluluğun artacağı düşüncesinin eğitimini vermek gerekmektedir.

Aile içinde kadın dışında şiddete maruz kalan diğer aile bireyleriyle birlikte projeler hazırlanmalı, şiddet uygulayan koca ile diğer aile bireylerini bu yola sevk eden sosyal, psikolojik ve ekonomik faktörlerin tespiti gerekmektedir.

Basın ve medya kuruluşlarının basılı ve görsel yayınları ile aile bireylerinin eğitilmesi konusundaki yayınların kaliteleri üzerinde hassasiyetle durulmalıdır. Birleştirici, yapıcı, birlik ve beraberliği teşvik edici, ahlak ve vicdani duyguları ön plana çıkarıcı, yanlışlıkları düzeltici, eğitici, öğretici yayınlar...

Yine, ailemizin korunması ve şiddetin azaltılması için ana sınıfından itibaren başlayacak bir eğitim ve hukuk fakültelerinin ders programlarına konulacak "kadının ve aile fertlerinin insan hakları" dersleriyle konuya duyarlı hâkim, savcı ve avukatların yetiştirilmesi sağlanmalıdır.

Kadınlarımız toplumumuzda özellikle örf ve âdet uygulamaları sebebiyle karakola müracaat etmekten kaçınmaktadırlar. Bu sebeple, sorunlarını çözebilecek bir ön mekanizma tesis edilebilir.

Yine, aile birliği ilkesinden hareketle, kadın koruma altına alınırken, şiddet uygulayan erkeğin hiçbir psikolojik ve sosyal telkine tabi tutulmadan mahkeme önüne çıkarılması problemini çözme, konuyu yerinde çözme... Çünkü, karakola gitmek onlara çok büyük zül gelebiliyor. Şiddeti daha doğmadan önlenmek üzere neler yapılabilir?

Emniyet ve yargı teşkilatlarında stratejik bir yapılanmaya ihtiyaç kamu kurumlarıyla yapmış olduğumuz çalışmalarda tespit edilmiştir. Kadına yönelik şiddetin başvuru noktası burada önem arz etmektedir.

Karakol ve mahkeme süreci başlamadan önce, aile müessesesinin yüceliği ve devamlılığını korumak için kurulacak olan ön mekanizma, sosyolojik ve psikolojik desteklerin sağlanması açısından önem arz etmektedir.

Yine kamu kurumları tarafından, aralarında sağlıklı bir iş birliği mekanizmasının kurulması gereklidir. Kumu kurumlarımız bu iş birliği mekanizmasını kuramadıkları takdirde, her kamu kurumu "Ben söz sahibiyim." derse olmuyor. Adalet Bakanlığı, Millî Eğitim Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü yani İçişleri Bakanlığı mutlaka birbirleriyle koordineli çalışma mecburiyetinde olan bakanlıklardır. Tabii, bu arada, toplumun sosyokültürel yapısının bunlar tarafından çok iyi bir şekilde envanterinin çıkarılarak bildirilmesinde de fayda görüyorum. Yani, sağlıklı bir veri akışının yapılması...

Yine, birçok ekonomik gelişmişlik açısından ülkemizden çok daha geride bulunan birçok ülkede bu konularda çok kapsamlı ve gelişmiş ulusal eylem planları uygulanmaktadır. Bunlarda incelemeler yaparak bunları ortaya çıkarmak, eksikliklerimizi görmek, fazlalıklarımızı onlarla paylaşmakta fayda vardır diye düşünüyorum. Evlilik öncesinde eşlerin evlilik ve eş olma sorumluluklarının verileceği bir sosyal politika, bir eğitim politikası mutlaka uygulanmaya çalışılmalıdır. Burada mutlaka toplumun daha refah, daha mükemmel bir hâle gelebilmesinde kadın ve erkek mutlaka bunların eğitim, eğitim, eğitim, olmazsa olmazları budur. Ama, bunun yanında zihniyet dönüşümünü sağlayacak -ki en önemli etken, faktör bu olacaktır- yapılanmanın sağlanması ve yan birtakım destek hizmet kurumlarının göz ardı edilmemesi gerektiği düşüncesindeyim.

Sözlerime burada son vermeden önce, katılmış olduğum uluslararası bir toplantıda -Fransa'da, Paris'te yapılmıştı. Dünyadaki ülkelerin kadından sorumlu bakanlarının katıldığı bir toplantıydı. Her ülke bakanı kendi ülkesindeki uygulamaları gündeme getirerek toplantıyı yürütmüşlerdi- Fransız bakanın söylemiş olduklarını sizlerle paylaşmak istiyorum. "Dünya ülkeleri içinde kadına şiddetin en fazla olduğu ülke Fransa'dır. Biz bunun temellerini araştırdığımızda aile müessesesinin olmadığından dolayı bunun gerçekleştiğini gördük, tespit ettik. Evlilik dışı çocuklar doğmakta, evli olan aileler kısa sürede boşanmakta ve ortada kalan çocuklar, sefil olan erkek ve kadın ama en fazla sıkıntı çektiğimiz konu çözüm getirmede, çocukların eğitimi ve çocukların psikolojik yapılarıdır." dedi. Bunlara çözüm getirmek için el birliğiyle çalışmamız gerekiyor. Yani, toplumun sosyolojik yapısını ileriye yanlış şekilde taşıyan genç nesillerin rehabilite edilmesi konusu.

Ben hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle bir fırsatı verdiği için Sayın Komisyon Başkanımız ve üyelerine teşekkür ediyorum. Hepinizi sıktıysam, konuşmalarım belki uzun oldu... Bu konu üzerinde ne kadar konuşulursa azdır diye düşünüyorum çünkü toplumumuzun temeli kadındır. Mutlaka saygı ve sevginin o ailede olmasını sağlamak mecburiyetindeyiz. Kadına şahsiyeti kazandırmak mecburiyetindeyiz. Sadece erkek değil, kadın da onurlu, gururlu ve ayakları yere sağlam basan bir kadın olarak eğitimde, üretimde ve onun bu konulardaki istihdamını sağlayıcı, ekonomik imkânları verici çalışmaları yapmamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Saygılarımı sunuyorum hepinize.