KOMİSYON KONUŞMASI

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Ben de başta Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcımızı ve ülkemizin değerli ekonomi bürokratlarını, sayın basın mensuplarını, herkesi; saygıyla selamlıyorum.

Ben bütçeyle ilgili değerlendirmeme geçmeden önce, benden önce konuşan arkadaşımın bir konudaki değerlendirmesi üzerine bir iki söz söylemek istiyorum, o da şu: "Geçen yıl ağustos ayında ortaya çıkan kur saldırısını geri püskürttük ve dolayısıyla da şu anda gelinen noktada böyle bir tehlike yok" dedi. Şu bir gerçek: Evet, 2018 yılı Ağustos ayında ortaya çıkan kur hareketleri zamanında 7 liradan, 6,5 liradan, 7,25'ten pozisyon oluşturan vatandaşlarımız şu anda çok önemli ölçüde zarar yazıyorlar. Fakat buna rağmen, bu döviz tevdiat hesabı bakiyesi bir türlü çözülmüyor zarar etmesine rağmen. Kur 5,45'lere, 5,35'lere kadar gelmesine, düşmesine rağmen geçen zaman içerisinde bu stok giderek artıyor. 22 Aralık 2016'da "Döviz tevdiat hesaplarınızı bozdurun." deyip döviz hesabı açtıranların hain vesaire ilan edildiği dönemde, portakalların bıçaklandığı vesaire edildiği bir dönemde 137 milyar dolar döviz tevdiat hesabı bakiyesi vardı yurt içinde yerleşik özel ve tüzel kişilerin. Geçen zaman içerisinde bugün geldiğimiz nokta itibarıyla, zannedersem geçen ayın 25'i itibarıyla stok 194 milyar dolara geldi ve şu anda bu hesapların sahipleri önemli ölçüde zarar yazıyorlar. Bu zarara rağmen, bir türlü bu çözülmüyor. Ben yetkilileri buradan uyarmak istiyorum, eşeğin aklına karpuz kabuğu getirmek istemem çünkü böyle bir şey yazıldığı, söylendiği zaman alnınıza hemen hain damgası yazılıyor ama burada önemli bir enerji birikimi var, buradan bu ülke bir zarar görebilir, o nedenle dikkat edin. Geçen hafta içerisinde torba yasa şeklinde gelen ve kambiyo gider vergisini yüzde 1'den yüzde 2'ye çıkarıp orada döviz tevdiat hesaplarına ödenen stopajın binde 2'ye çıkarılıp oradan bu insanları caydırmak gibi bir tedbir alınması, bunlar tedbir değil. Bunun üzerinde dikkatlice düşünün, burada önemli bir fay hattı var, önemli bir enerji var, hiç beklemediğiniz bir noktada buradan bu ekonomi "hit" yiyebilir ve bunun mekanizmasının nasıl olabileceğini de düşünüyorum ama burada bunu söylemiyorum yani eşeğin aklına karpuz kabuğu getirip de alnıma "hain" yazdırmak istemiyorum açıkça söylemek gerekirse. Dolayısıyla bunun üzerinde dikkatlice durulması lazım. Burada da önemli olan husus, her konuda olduğu gibi burada da bir şeffaflık yok, o da şu: Merkez Bankası döviz gelirleri ne olduğu belli. Merkez Bankası şu anda Türk lirası olarak reeskont kredisi veriyor ve bunu döviz olarak tahsis ediyor dolayısıyla rezerv biriktirdiği en önemli kalemlerden birisi bu. Artı, Merkez Bankasının döviz gideri olarak kamu enerji KİT'lerine sattığı dövizler var, onun dışında birtakım başka işlemler var fakat bunun en önemlisi "swap" işlemleri. Bu "swap" işlemlerini Merkez Bankası Ulus'taki binasının 12'nci katındaki Piyasalar Genel Müdürlüğü portalları üzerinde açık ve net olarak yaparken ve Merkez Bankasının bilançosunda açık ve net, şeffaf olarak görülürken bunlar bugün itibarıyla sıfırlandı ve Borsa İstanbuldaki "swap" piyasasına kaydırıldı. Orada şeffaflık yok, kim kiminle, ne yapıyor, ne satıyor, Merkez Bankası aldığı dövizler karşılığında verdiği Türk lirasına ne kadar TL faiz istiyor, bu konularda hiçbir bilgi yok. Piyasa şuna inanıyor: "Merkez Bankası piyasayı bu iç borçlanma meselesinden dolayı kendi bir haftalık repo faizinin altında fonluyor." diye bir kanaat var, dedikodu var. Doğrudur, yanlıştır, yanlışsa bile bu yanlışa sebep olanlar bu şeffaflığı kaybettikleri için bunun cevabını vermeliler. Yine de uyarıyorum, buradan size çok büyük -size demiyorum, ben de dâhil olmak üzere, bu ülkede yaşıyorum- bir sıkıntı ortaya çıkabilir. Hesaba, kitaba baktığımızda, ülke rezervlerinin aşağı yukarı 29 milyar dolar artması lazım fakat öyle bir artış yok. Dolayısıyla ortada bir büyük kardeş var "brother" var, o bu dövizleri bir şekilde piyasaya satıyor ve dolayısıyla şu andaki kurdaki istikrar buradan geliyor. Biz bilmiyoruz, eğer biliyorsanız bunu bizimle de paylaşın. Ortada bir şeffaflık yok, bir sıkıntı var. Bunu not olarak düşüyorum ve buradan bu ekonomi bir "hit" yiyebilir, bir sıkıntı çıkabilir. Bu, son derece önemli. Burada şeffaf olmanızı talep ediyorum ve sayın AK PARTİ milletvekilleri de yönetiminizden mutlaka bunu isteyin. Siz de bunu bilmiyorsunuz, biz de bilmiyoruz ve el yordamıyla ekonomik politika yürütülüyor bu ülkede.

Bunu böyle söyledikten sonra bütçeyle ilgili değerlendirmeme geliyorum. Şimdi, bir ülkede makroekonomi politikalarını yönetebilmek için birtakım araçlar lazım. Bu araçlardan bir tanesi faiz. Faiz, Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankasının elindeki bir araç ve iç borçlanma açısından Türkiye Cumhuriyeti hazinesinin elinde bir araç. Başka ne var? Kur var. Kur nedir? Kurun rejiminin belirlenmesi Hükûmet ile Merkez Bankasında ama kur rejiminin uygulanması Merkez Bankasının elinde bir araç. Başka ne tür araçlar var? Vergi politikaları var. Vergi politikaları maliye politikasının, bütçenin en önemli araçlarından bir tanesi. Dolayısıyla da bütçe politikalarının temel hedefi... Siyasi iktidarın milletten aldığı yetki çerçevesinde, ekonomi politika tercihleri çerçevesinde uygulayacağı birtakım bölüşümle ilgili, üretimle ilgili, istikrarın sürdürülmesiyle ilgili tedbirlere yön verir bütçe. Fakat ben bugün itibarıyla 2020 bütçesinde şunu görüyorum ki bu bütçede böyle bir hedef yok; ne gelir dağılımını hedefleyen bir öncelik var ne kaynakların etkin dağılımını önceleyen bir hedef var ne de istikrarın sürdürülmesine yönelik bir hedef var. Bu bütçenin özü, esası içine düşülen borç krizinin yeniden yapılandırılması ve ödenmesiyle ilgili. Dolayısıyla affınıza sığınarak söylüyorum, bu bütçe IMF'siz bir IMF programıdır. Eğer IMF'ye gidilseydi ve bir program yapılsaydı onların da size söyleyecekleri, size dizayn ettirecekleri bütçe şu andaki dizayn ettiğiniz ve bizim önümüze koyduğunuz bütçeden çok farklı bir bütçe olmayacaktı. Bununla ne demek istediğimi biraz sonra tekrar söyleyeceğim. 31 Aralıkta, Türkiye Cumhuriyeti Hazinesi 2020 yılı için borçlanma politikasını ve borçlanma genel çerçevesini açıkladı. Biraz önce benden önceki konuşmacılar da söyledi, bu rakamları tekrar etmenin bir anlamı yok ama şunu görüyoruz ki: 2020 yılında Türkiye Cumhuriyeti Hazinesinin çevireceği toplam borç tutarı 351 milyar TL, bunun 222,6 milyarı anapara, 128,4 milyarı faiz. Bu rakamlar oradan alınmış bir rakam, dediğim gibi ayın 31'inden. Dolayısıyla 2020 yılında buradan hareketle borç çevirme oranı yüzde 104'e geliyor. Aslında bence bu tutmayacak, bunu biliyoruz. Son bir buçuk yıl öncesine gelinceye kadar Türkiye Cumhuriyeti hazinesi net borç ödeyicisiydi. Biz merkezî Hükûmetin yüzde 74'lere, 75'lere baliğ olmuş borç/millî gelir oranını bugün yüzde 32'lere düşürdük; tamam fakat borç çevirme oranlarına baktığımızda, son bir buçuk yıldır bu yüzde 100'lerin üzerinde. Vadesi gelen her 100 TL'lik borca karşılık siz şu anda 125 dolar borç alıyorsunuz ve bu giderek de büyüyor. Dolayısıyla bu rakamın genelini de Hazinenin 31 Aralıkta açıkladığı programda görebiliyoruz.

Bizim ekonomimiz iç taleple büyüyen bir ekonomi. Ekonomimizdeki toplam millî geliri gruplara ayırdığımızda, iç talebin bu millî gelirden aldığı pay yüzde 70'e yakın, 65 ile 70 arasında gelip gidiyor. Dolayısıyla iç talebi büyüttüğümüz zaman ekonomimiz büyüyor. İç talebin bileşenine baktığımızda ne var? İç talebin bileşeninde -en önemli- istihdam ortamının yarattığı gelirler var. İstihdam ediliyoruz, maaş alıyoruz, ücret alıyoruz. O, iç talebin önemli bir bileşeni. Peki, başka ne var? Bir de bunu kredi müessesiyle takviye ediyoruz. Bankalardan kredi alıyoruz ve geleceğimizden alarak bugüne harcıyoruz. Dolayısıyla bu da bir büyüme modeli. Gelecekten borç alarak, bugün harcayarak büyümeye çalışıyoruz. Bence bu yanlış bir politika. Biz bugün yatırım yapıp gelecekte bu yatırımdan elde ettiğimiz gelirle büyüsek çok daha sağlıklı olacak ama şu andaki model bu. Dolayısıyla istihdam azalıyor, emek piyasasına yeni çıkanları istihdam edemediğimiz gibi var olan istihdamı da muhafaza edemiyoruz. İstihdamda 2 milyona yakın bir düşüş var. Dolayısıyla bu, gelirlerde bir azalış ve dolayısıyla da iç talepte bir daralmadır.

Kredi kanalına geldiğimizde ise... Kredi kanalı da artık çalışmıyor çünkü şu anda bankacılık sistemindeki kredi mevduat oranına baktığımızda bu da yüzde 120'lerde, yüzde 130'larda. Biraz önce yukarıda söylediğim, Hazinenin 2020 yılında çevireceği borcu da dikkate aldığımızda, 2018 ve 2019 yılında yetkililerin bankacılık sistemi üzerine kurdukları baskıda "Kredi ver, kredi ver, kredi ver." demeleri bence 2020 yılında tersine dönecek ve diyecek ki: "Artık onlara kredi verme, bana kredi ver, benim ihtiyacım var." diyecek Hükûmet. Böyle bir sıkıntıyla karşı karşıyayız. Dolayısıyla kredinin genişlemesinde birincisi, bankaların kredi mevduat oranlarında bir sıkıntı var çünkü kaynak yok; ikincisi de karşılarında kredi verilebilecek müşteride sıkıntı var. O sıkıntı da şu: Bir kere, hane halkı borçlu. Hane halkının borcunun millî gelire oranı şu anda yüzde 20'lerde fakat mutlak değer olarak baktığımızda 600 milyar TL'ye yaklaşmış, herkes borç içerisinde. Reel kesim de borçlu, sonuç olarak burada kamu kesimi de borçlu. Dolayısıyla kamu kesimi 2020 yılında ekonomideki önemli kaynağı kendisine alacak ve dolayısıyla "crowding out" dediğimiz, özel sektörün yatırım ve üretimle ilgili kredi imkânlarını kendisine aktaracak. Böyle bir sıkıntıyla karşı karşıya geleceğiz. Bunu da bir kenara lütfen yazın. Dolayısıyla başta söylediğim IMF'siz IMF programı budur.

Bizim ekonomimizin iç talep kompozisyonuna baktığımızda, düşük gelirli, orta alt düşük gelirli bir grup var. Bu grubun harcama eğilimi yüksek, kabiliyeti yüksek ama geliri yok, harcayamıyor. Orta üst ve üst gelir gruplarının ise iyi kötü gelirleri var ama onların da harcama kabiliyetleri düşük, onlar harcamıyorlar çünkü borçlular. Borçlu oldukları için ellerine geçen parayı ya tasarruf ediyorlar ya da borçlarını ödemekte kullanıyorlar. Eğer, yine dediğim gibi, IMF'yle bir programa gidilseydi de böyle bir bütçe durumu ortaya çıkacaktı. Dolayısıyla biz IMF'ye gitmediğimize göre şu yapılabilirdi, hâlâ da imkân var: Merkez Bankasından 80 küsur milyar TL'lik bir kaynak aldı. Bu kaynağı, arkadaşlarımın da sürekli söylediği, işte ekonomiyi ele geçirmiş olan 5 tane büyük şirket için, inşaat şirketlerini kurtarmak için bu paraları harcamak yerine biraz önce söylediğim harcama eğilimi yüksek ama geliri olmayan gruplara, kamuda çalışanlara 3+3, 4+4, 5+5 yerine daha fazla zam yapılsaydı ve de bu insanlar gelirlerini bu işlere harcasaydılar... Türkiye'de para politikasının aktarım mekanizmasına baktığımızda görüyoruz ki bu üç ay ila dokuz ay arasında değişiyor. Bugün aldığınız bir kararın sonucunu en erken üç ayda, en geç de dokuz ayda görüyorsunuz. Eğer bu parayı düşük gelirli memura, işçiye, köylüye biz verseydik onlar bu parayı harcayacaklardı ve şu anda yüzde 65 seviyelerinde olan atıl kapasite yüzde 80'lere, 90'lara gelecekti ve yılın 9'uncu ayından itibaren ekonomide bir büyüme olacak, millî gelir artmaya başlayacak ve de bunun sonucunda vergi tabanı genişleyecek ve kamu bundan daha fazla vergi toplayacak ve ekonomide düzelme başlayacaktı ama siz bu parayı götürdünüz, birtakım zenginleri kurtarmak için verdiniz ve onlar da bu paraların bir kısmını yurt dışına götürdü ve dolayısıyla şu anda bir cenderenin içerisine sıkışmış kalmış vaziyetteyiz.

Buradan gelmek istediğim nokta şu: Bugün gelinen nokta itibarıyla bir belirsizlik var fakat bu belirsizliğin en önemli sonucu kesin bir belirlilik ortaya çıkarmasıdır. O belirsizliğin çıkardığı belirlilik şu: Ekonomi daralıyor, güven yok, elinde imkânı olan harcamaktan imtina ediyor. Dolayısıyla biraz önce arkadaşımın rakamları uzun uzun söylediği "Efendim 2020'de yüzde 5 büyüyeceğiz, cari açık sıfır olacak." falan... Eğer bunlara inanıyorsanız ben de dua ediyorum, inşallah sizin dedikleriniz çıkar, biz yine utanırız, hiç problem değil ama değil, gerçekten değil. Dolayısıyla lütfen, bu tür kararları alırken o kararların oturduğu veri tabanıyla ilgili olarak toplumda bugün itibarıyla var olan tereddütleri ortadan kaldırın. Sağlığımıza kavuşabilmek için ilaç kullanmak zorundayız ama doktorun doğru ilacı yazabilmesi için doğru teşhis koyması lazım, doğru teşhisle doğru analiz yapması lazım. Şu anda böyle bir şey yok. Türkiye'de -veri güvenliği demiyorum- veri güvenilirliği neredeyse sıfır. Bunun maliyeti bize çok yüksek. Bu bize yüksek maliyet olarak dönüyor, yüksek faiz olarak dönüyor, düşük ve değersiz TL olarak dönüyor.

Bütün bu söylediklerimin hepsi yanlış olabilir, bir an için hepsinin yanlış olduğunu kabul edelim ama toplumda böyle bir algı var ve bu algının bir maliyeti var. Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcım, dolayısıyla size düşen görev iletişiminizi güçlendirmek ve toplumdaki bu algıyı ortadan kaldırmak ama ben şahsen şuna inanıyorum ki bu algı yanlış bir algı değil çünkü şu anda Türkiye'deki verinin kalitesi son derece düşük. Özellikle son üç beş yıldır oldu bu iş.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Algıyı düzeltmeye buradan başlayalım, sizden başlayalım.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Evet, buradan başlayın işte.

HASAN SUBAŞI (Antalya) - Bu, size düşüyor.

UĞUR AYDEMİR (Manisa) - Hepimize, hepimize.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla yapılması gereken şey iletişiminizi güçlendirmek.

Biraz önce söyledim, şu anda borç/millî gelir oranı... Diyoruz ki: Mali alan var mı? Kamuda çalışan düşük gelirli insanlara 4+4, 3+3 zam yapmak yerine, işçilere daha düşük zam yerine daha yüksek zam vermek yerine... Tabii, mali alan var mı sorusu soruluyor. Bugün elimizdeki veriye baktığımızda, merkezî Hükûmetin borç/millî gelir oranına baktığımızda yüzde 32'lik bir borç yükü çıkıyor. Bu, Maastricht Kriterlerine göre son derece olumlu, dünya standartlarında bizim gibi ülkelere göre de son derece olumlu, burada bir problem yok fakat bu rakam ne kadar güvenilir, mesele bu. Gerçekten bu son derece önemli. Bizim yollardan, köprülerden, hastanelerden dolayı ne kadar koşullu yükümlülüğümüz var acaba? Bu ekonomiyi siz bu yatırımlardan dolayı dolarize ettiniz. Şu anda ülkede Türk lirası sistemden kovuldu ve Türkiye'deki bankacılık sistemindeki mevduatın yüzde 57'si -yüzde 60'a yakını- biraz önce de söyledim, borç. Buradan dediğim gibi... O nedenle biz bunu bilmiyoruz. Buradan da şeffaflık istiyoruz, istediğimiz şeffaflık şu: Biz hangi kalem nerede, bütçenin neresinde; Muhasebat Genel Müdürlüğü nereye ne yazıyor, bunu görelim. Mesela, ben Strateji ve Bütçe Başkanlığından şunu isterim: Bu kadar zor mu? Bir menü hazırlayın. Mesela Cumhurbaşkanlığı bütçesine baktığımızda 3'üncü kişilere ödenen kalem, bir sürü kalem var. Vatandaş bana soruyor, Cumhurbaşkanı 3'üncü kişiye ne ödemesi yapar? Bunun anlamı nedir? Dün Mecliste bir arkadaş sordu: "Sermaye giderleri diyor..." yani bu kadarını bilmesi lazım, yatırımı kastediyoruz burada ama Meclisteki milletvekili sermaye giderinin ne olduğunu bilmiyorsa bütçenin diğer kalemlerinin ne anlama geldiğini, altında ne olduğunu bilmesi lazım. Bu bir ekonomik sürtünmedir, bu bir maliyettir. Dolayısıyla bir menü hazırlasanız, o bütçedeki kalemlerin ne anlama geldiğini, içinde ne olduğunu ve dolayısıyla vatandaşın Muhasebat Genel Müdürlüğünün internetine girdiğinde o harcamaların nerede, hangi kalemde olduğunu görülebileceğini anlasa, görse ve buna göre de bir tavır geliştirse ve dolayısıyla da bu dedikodular ortadan kalksa, şeffaflık olsa daha iyi olmaz mı?

Biz geçen sene, 2018 seçimleri yapılırken kredi kartları borçlarının affedilmesiyle ilgili "Türkiye Dayanışma Fonu" diye bir program geliştirdik ve orada da 24-25 milyon adet icraya giden kredi kartı dosyası vesairedeki insanların, en düşük gelirli insanların borçlarının affedilmesi için program hazırladık. Bize soruldu "Bu kaynağı nereden bulacaksınız?" dendi. Ben de o zaman dedim ki: Muhasebat Genel Müdürlüğünün sitesine girdiğimde şöyle bir kalem var: "Satın alınan danışmanlık hizmetleri ve 3'üncü kişilere yapılan ödemeler" başlığı bu. Ben de dedim ki herhâlde...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Yılmaz, ek süre veriyorum.

Lütfen tamamlayınız.

DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bitiriyorum.

Bunun bakiyesi, üç yıllık bakiyesi o zaman 40 milyar TL'ydi. Yani bizim bu kredi kartlarının affıyla ilgili maliyet de 8 milyar TL. Biz bunu buradan buluruz dedik. Fakat zamanın Maliye Bakanı bana dedi ki: "Merkez Bankası Başkanı olmuş olmak bu işleri biliyor olmak..." Bana hakaret etti, tamam, onu da sineye çekiyorum hiç problem değil. Dedi ki: "Bu kalemin içinde de böyle bir şey yok. Bunun içinde aile hekimliği ödemesi var, NATO'yla ilgili ödemeler var. Bunun içinde Millî Eğitim Bakanlığındaki sınav ödemeleri vesaireyle ilgili ödemeler var. Efendim, yargıyla ilgili ödemeler vesaire var." Özrü kabahatinden büyük bir şey. Eğer bu ödemeler, bu kademenin altında bunlar varsa bunlar niye gidip ilgili yerlerine yazılmıyor da şeffaflık ortaya çıkmıyor ve vatandaşla doğru bir iletişim kurulmuyor da bu tür yollara sapılıyor? Biraz önce arkadaşlarım da söyledi, Bülent Bey de söyledi, bütçede büyük bir sapma var. Belki bazı şeyler gizleniyor, sosyal güvenlik sisteminin açığı azaltılıyor vesaire vesaire. Ben bunu söylemekle vatan hainliği yapmış olmuyorum, ben bunu söylemek zorundayım. Eğer yanlış düşünüyorsam, yanlış yere vardıysam, bunun sorumlusu beni bu yanlışa itenler. Doğruyu bize söylesinler, biz onda ısrar edersek, o zaman bize deyin ki hayır senin niyetin kötü ama durum meydanda.

Dolayısıyla bu bütçeyle ilgili olarak söyleyeceğim şey şu: Bu bütçe, aynen 2002 yılında iktidara geldiğiniz dönemde devraldığınız ortamın bir benzeridir. Bu bir borç ödeme bütçesidir ve dolayısıyla bunun içerisinden nasıl çıkacağınız konusunda da kendinizin açık ve net bir eylem planınız da yok. Onun için tekraren şöyle bitiriyorum: Bu döviz tevdiat hesaplarıyla ilgili olarak çok iyimser olmayın, bunu aklınızın bir kenarına yazın. Burada büyük bir deprem enerjisi; 7,8-8-10 gücünde bir deprem enerjisi birikmiş vaziyette.

Teşekkür ediyorum.