KOMİSYON KONUŞMASI

İSMAİL KONCUK (Adana) - Sayın Bakanım, öncelikle hoş geldiniz.

Tabii, Millî Eğitim Bakanlığı yönetilmesi en zor bakanlık çünkü Türkiye'de herkes eğitim öğretimden anlıyor. Yani eğitimin problemleri herkesin meselesi, eğitimle ilgili, yoldan geçen vatandaşa bile sorsanız söyleyeceği üç beş cümle ortaya çıkar. Aynı zamanda bu da bir problem yaratan bir durum aslında yani herkesin anladığı bir alanda böyle, bir şeyler yapmak da zor, onun için Sayın Bakanın işi de zor. Çünkü Sayın Bakana da böyle bir atmosfer içerisinde birtakım böyle yol gösterici baskıların, vesairelerin olması da mümkün.

Şimdi, Sayın Bakanımızın konuşmalarını çok dikkatle dinledim, dedim ki: Ya, eyvah, bizim on altı yılımız boşa gitmiş. Yani burada her ne kadar Sayın Bakanım "Ya, bu e-okul sistemi de bayağı güzel, bizden öncekiler de güzel şeyler yapmış." diye bir örnek verse de ama diğer anlattıklarından hareketle hiçbir şey yapılmamış on altı yılda, on altı yıl boşa gitmiş. Öğretmen yetiştirmeden, efendim, yurt dışındaki Türklerin eğitimine kadar Sayın Bakanımızın projeleri olduğunu kendisi burada ifade etti. Doğrudur, olması gereken budur ama keşke daha önce bir sistem olsa da Sayın Bakan onu -o olumlu sistem neyse- geliştiren bir tavırla meseleleri burada ifade etmiş olsaydı ama demek ki Sayın Bakanımın da bu on altı yıl boyunca öyle elle tutulur bir şey göremediğini görüyoruz ki ben de göremedim yani Sayın Bakan görememiş de ben de bir eğitimci olarak yıllardır bunu göremedim. Keşke olsaydı.

Şimdi, tabii, bunlar önemli şeyler, burada teorik olarak söylediği bu konuların hayata geçmesi son derece önemli. Bunlar yılladır konuşulan şeylerdir aslında. Aslında hep portfolyo ifadesiyle... Türkçe bir kelime kullanmakta daha fayda var Sayın Bakanım, size yakışan da odur, Türkçeyi öne çıkarmamız, yani "portfolyo" değil de başka bir kelime orada bulalım, "kişisel" denilebilir, "e-kişisel" denilebilir. Onu yapmakta fayda var. Aslında bir yönlendirme sistemi. Aslında öğrenciyi merkeze alan, onun birtakım ilgi ve istidatlarını ortaya çıkarmaya yönelik... Benim anladığım bu. Bu yapılırsa son derece güzel çünkü zaten yıllardır aslında yapmamız gereken ama bir türlü metodunu, yolunu yordamını bulamadığımız bir durum, inşallah Sayın Bakanım bulur, biz de o konuda kendisini destekleriz; fikren de destekleriz, pratik olarak da destekleriz.

Ama tabii tüm bunları yapabilmek için elimizdeki manivelanın çok sağlam olması lazım Sayın Bakanım, bizim problemimiz burada. Problem burada yani elimizde yükü kaldıracak iken böyle bükülen, eğilen, arıza yapılan bir manivela varsa o yükü kaldırabilmemiz mümkün değil. O manivela, öğretmen yani öğretmen yetiştirmeden tutun, sonraki dönemlere ve öğretmenlerimizin içinde bulunduğu psikososyal durumların hepsini ilgilendiren bir durum. Yani biz o manivelayı yani öğretmeni kazanmadan eğitimde herhangi bir alanda bir başarı hikâyemiz olamaz, mümkün değil, bunu sağlayamayız. Bir kere bunu sağlamamız lazım. Nasıl yapacağız?

İyi bir yönetici atama sistemi getiremedik Sayın Bakanım. Siz iddialı girdiniz ama son açıklamalarınız o iddialarınızla maalesef çelişen bir durum, yani "Müktesep haktır." filan... Müktesep hak olur mu? Bir gecede bir kanunla 16 bin okul müdürü görevden alındı bu ülkede. Yani onların niye müktesep hakkı yoktu da bunların var? Dolayısıyla burada bizim, gerçekten, liyakati, beceriyi, donanımı, yönetici atama sisteminde önceleyen bir sistemi kurmamız lazım. Bunu ilk düğmeyi iliklemek olarak görmek lazım. İlk düğmeyi bir türlü ilikleyemedik, hep üçüncü düğmeden başladık, ikinci düğmeden başladık. Dolayısıyla, bu yönetici atama sistemini, efendim, şu dünya görüşündeymiş, bu dünya görüşündeymiş filan ayrımına gitmeksizin -bunu ben yapacağınıza, buna sizin de inandığınıza inanıyorum, biliyorum da- inşallah bunu başarırsınız yani bunu başarmamız lazım, ilk adım budur Sayın Bakan. İyi bir yönetim ve öğretmen verimliliğini artıran bir yönetim aynı zamanda kurmamız lazım. Hani bir "At yiğide göre kişner." sözü var. Atalarımızın son derece güzel sözleri var. Dolayısıyla burada iyi bir yönetici atama sistemi ve öğretmen verimini artırmak... Aslında Türkiye'de öğretmen meslek kanunu içerisinde... Ben hep şöyle düşünmüşümdür biraz da: Ya, bir öğretmen koruma kanunu da mı çıkarmak lazım? Gerçekten. Çünkü şu anda öğretmen kendisini sahipsiz görüyor ve öğretmenlerimizin birçoğu geçmiş dönemlerin tam aksine öğrenciden ürker bir hâlde sayın milletvekillerim. Maalesef böyle bir durum var, bunu üzülerek ifade ediyorum. Öğretmenin öğrenciden korktuğu, ürktüğü, veliden korktuğu, ürktüğü bir ülkede "Biz bu öğretmenle başarıyı nasıl sağlayacağız?" sorusunu gerçekten samimiyetle sormak lazım. Yani politik bir soru değil. Bunun mutlaka cevabını bulabilmemiz gereken bir soru. Dolayısıyla burada bir öğretmen koruma kanunu gerçekten ciddi bir şekilde düşünmemiz lazım veya öğretmen meslek kanunu içerisinde mi bunun bir... Yani öğretmen desin ki "Kardeşim, benim arkamda devletin gücü var, Millî Eğitim Bakanlığının gücü var, ben böylesine güçlü bir insanım." Aksi takdirde bunu düşünemeyen bir öğretmenle biz okullarımızda öğretmen verimliliğini artıramayız, öğretmen etkisini de artıramayız. Artıramadığımız zaman bunun öğrenciye yansıması zaten söz konusu olmaz.

Tabii, öğretmeni de tek kaynaktan kadrolu bir sistem içerisinde mutlaka yapmamız lazım. Bu tartışılmaz bir konu. Yani öğretmenler odasına girdiğimiz zaman bütün öğretmenlerin özlük hakkı, ekonomik hakkı, tayini, terfisi, izni hepsinin aynı olması lazım. Bu asla kabul edilemez. Hiçbir gerekçe öğretmenler odasında farklı hukuki normlara, haklara sahip öğretmen gruplarının oluşmasını doğru bulamaz, hiçbir anlayış. Onun için, bu, savunulamaz bir durumdur. Onun için, bu sözleşmeli öğretmenliğin kaldırılması lazım.

Tabii, hep ifade ettik, kurallı bir Millî Eğitim olmalı, kurallı. Yani öğretmen tayin olduğu zaman orada ne kadar görev yapacağını bilmeli, o yıl sonunda mutlaka tayininin çıkacağını bilmeli, "Belli bölgelere -belli bir yıl olmayabilir- mutlaka benim tayinim gerçekleşecek." diyebilmeli ama bunu diyemiyor.

Şu anda, mesela Sayın Bakanım, geçende -sizin de bilginiz vardır- 958 öğretmenin özür tayinleri gerçekleşmedi ki bunun içerisinde sağlık özrü falan da var. Yani istirham ediyorum, bu konuya bir el atarsanız, 958 kişi. Bu, Millî Eğitim Bakanlığının çözemeyeceği kadar büyük bir problem değil. Bu 958 kişi için bir talimat verirseniz beş dakikada çözülecek bir konu. Aslında bu küçük dokunuşlar Millî Eğitim Bakanlığına ve dolayısıyla size olan güveni de artırıcı adımlar anlamına gelir. Küçük dokunuşlar... Yani öğretmen sarıp sarmalanmak istiyor yani bunu görmek istiyor, bunu Millî Eğitim Bakanlığından görmek istiyor. Sizin için çok küçük gibi görünen bir olay öğretmen için çok büyük. Dolayısıyla bütün bunlar başarılabilir.

Aslında stajyerlik meselesini de ele almamız lazım. Stajyerlik gerçekten ağdalı bir dönem. Aslında performans değerlendirmesinde başarılı olan stajyer öğretmenin bir sınava alınması kadar abes bir şey olamaz. Performans değerlendirmesi yani bir yıl boyunca yapılan değerlendirmede başarılı çıkmış öğretmen, Millî Eğitim, okul müdürü tarafından değerlendirilen başarılı bir öğretmenin "Gel seni bir de yazılı yapayım kardeşim." deyip uydurma bir yazılıyla "kaldın, geçtin" gibi değerlendirilmesi de son derece yanlış ve yazılının kaldırılması lazım Sayın Bakan. Performans değerlendirme sürecini daha verimli hâle getirebiliriz, yazılıyı kaldırırız. Yani bir saatlik yazılıyla öğretmen stajyerliğinin "kalkar" ya da "kalkmaz" duruma düşmesi asla doğru bir yaklaşım değildir. Bunu kaldırmamız lazım.

Yıldırım Başkanım burada ifade etti, Sayın Vekilim, bu mülakat sınavlarında öğretmenlere KPSS'de aldığı kadar puan veriliyor. Doğru bir yöntem mi? Hukuken doğru olmayabilir ama vicdanen doğru bir yöntem çünkü KPSS'nin üzerinde puan verildiği takdirde haksız bir rekabet ortaya çıkıyor. KPSS kadar puan veriliyor. Tabii, aslında bu, mülakatı şu hâle getiriyor: Mülakat, güvenlik soruşturması sonucunda işte, FETÖ'cü, PKK'lı, DHKP-C gibi gruplarla irtibatı olan insanları elemenin bir yolu olarak görülüyor.

Şimdi, geçen bir dostum aradı; milliyetçi, ülkücü bir kardeşim. Dedi ki: "Benim kızım 93 ya da 83 KPSS'yle girdi mülakata ama 55 puan verildi." Dedim ki, bu normal bir durum değil. 55 verildiyse mutlaka güvenlik soruşturmasında bir arıza çıkmıştır. Araştırdım Sayın Bakanım -isim burada mevzubahis değil- kızın DHKP-C'yle bağlantısı olduğu söylendi bana. İstanbul-Ankara hattında da bayağı aktifmiş DHKP-C'de, böyle bir güvenlik soruşturması. "Ben "Allah Allah, bunun babası milliyetçi, ülkücü bir adam. Bunun DHKP-C'yle ne alakası var." dedim ama söyledim kendisine, böyle bir şey çıkmış. Şimdi, baba da bilmeyebilir çocuğunu, doğru da olabilir bu, bu yanlış bir sonuç demiyorum ben, ille babası gibi bir siyasi ya da ideolojik gruba girmesi gerekmez fakat burada şöyle bir sakatlık yok mu? Siz başvuruyorsunuz, umuyorsunuz ki öğretmen olarak atanacaksınız ya da memur olarak atanacaksınız size zayıf veriliyor. Allah Allah, benim KPSS'm 90, bana bu puan nasıl layık görüldü? Bilmiyorsunuz ya, güvenlik soruşturmasından haberdar da değilsiniz Sayın Bakanım. Acaba burada bir yol bulunabilir mi? Yani bu vicdanı kanatan bir durum aynı zamanda. DHKP-C'yle belki ilgisi yok ama öyle çıkmış. Şimdi, kişinin kendisiyle ilgili güvenlik soruşturmasını bilme hakkı var mı yok mu? Var. Ne çıktıysa çıksın. Onun doğru olduğunu yüzde yüz doğru kabul etmek de devlet yönetme anlayışıyla bağdaşan bir durum değildir. Doğru bir devlet yönetim anlayışı değildir. Yani insanlara "Kardeşim, seni de biz araştırdık, şöyle bir şey bulduk. Bunu bir şekilde söyleyebilmek lazım ki yani var mı, yok mu... Şimdi, FETÖ'cü diyoruz. Gerçekten FETÖ'cü mü? Bu dahi tartışılabilir. Yani bu güvenlik soruşturmalarının nasıl yapıldığını hepimiz biliyoruz aşağı yukarı, ne kadar güvenli olup olmadığını da hepimiz biliyoruz.

Çok şey söylenir, fazla sözü de uzatmak istemiyorum Sayın Başkanım. Ben tekrar teşekkür ediyorum. Elbette doğru işlerinizde her zaman yanınızda olduğumu ama elbette yanlışları da dile getireceğimizi tekrar söylüyorum.

Teşekkür ederim.