KOMİSYON KONUŞMASI

AHMET ÜNAL ÇEVİKÖZ (İstanbul) - Çok teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, bakan yardımcıları, değerli basın mensupları; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Bugün burada, daha önce Avrupa Birliği Bakanlığı ve Dışişleri Bakanlığı olarak iki ayrı bakanlıkken şimdi tek bir bakanlık çatısı altında birleşen Dışişleri Bakanlığının bütçesini değerlendirmek için Cumhuriyet Halk Partisi adına söz almış bulunuyorum.

Öncelikle, Dışişleri Bakanlığının, dünyadaki temsil gücünü son derece önemsediğimizi belirtmek isterim. Emekli bir büyükelçi olarak burada bulunan tüm meslektaşlarımı da içtenlikle selamlıyorum.

Dışişleri Bakanlığı ve benim de içinden geldiğim hariciye geleneği, her zaman liyakate önem veren, kendine özgü gelenekleri olan bir kurum olarak bilinir. Bu özelliğiyle Türkiye hariciyesi uluslararası toplum nezdinde de en güçlü diplomasi geleneği ve yeteneğine sahip bir kurum olarak kabul edilirdi. Sayın Bakan, siz görevinizi yeniden üstlenmeniz dolayısıyla düzenlenen törendeki konuşmanızda "Gerçekten Türkiye'nin en iyi kadrolarının ve en çalışkan insanlarının bulunduğu iki bakanlıkta görev yapmak herkese nasip olmaz. Dışişlerindeki personel sadece Türkiye değil, dünyada herkesin saygısını ve takdirini kazanmıştır. Sizlerle beraber çalıştığım için kendimi her zaman şanslı sayıyordum." dediniz. Bu sözleriniz için çok teşekkür ederim. Bu duygu ve düşüncelerde olan biri olarak Dışişleri Bakanlığının teşkilatında yapılan düzenlemelerle ve dışarıdan atanan büyükelçilerle ilgili ne düşündüğünüzü gerçekten çok merak ediyorum. Bugün Türkiye'nin yurt dışındaki büyükelçilerinin yüzde 10'undan fazlasını meslekten olmayan kişiler oluşturuyor. Demek ki Dışişlerinin liyakat kıstası yüzde 90'ın altına düşmüş durumda. İlginçtir, bu meslekten olmayan büyükelçilerin geçmişte Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekilliği ya da Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın danışmanlığını yapmış olmaları dikkati çekiyor yani sadakat yeni bir liyakat kıstası olarak kabul ediliyor anlaşılan. Dolayısıyla, bakanlık görevini üstlenirken yaptığınız konuşmadaki ifadelerinizle çelişen bu duruma dikkatinizi özellikle çekmek istiyorum.

Sayın Bakan, Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Başkanlığı yapmış bir siyasetçi olarak Avrupa Konseyini ve bu kurumun önemini en iyi bilenlerden birisiniz. O göreviniz sırasında Dışişleri Bakanlığı kadrolarının takdir ve desteğine tam anlamıyla sahiptiniz. Bugün maalesef Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olan Türkiye gözetime tabi bir ülke konumuna indirgenmiştir. Acıklı olan Avrupa Konseyinin en önemli statüsüne sahip olmak için yıllarca uğraştığımız ve nihayet "grand payeur" unvanını kazanarak bir bakıma konseyin elit üyeleri kategorisine yükselmiş olduğumuz hâlde bu statümüzden kendi kendimize çekildik. Öfke ile kalkan zararla oturur sözleri boşuna söylenmemiştir. Avrupa Konseyine "grand payeur" olarak ödememiz gereken miktardan sağladığımız tasarruf ne kadardır? Bununla kaybettiğimiz statüyü, dış politikamızı daha etkin yapacak hangi faaliyete ödenek kaydırmak suretiyle yeniden kazandığımızı açıklamanızı merakla bekliyorum.

Türkiye'nin Batı'yla olan ilişkileri tümüyle bilinen seyrini kaybetmiştir. Avrupa Birliği Komisyonu Türkiye hakkında hukuk devleti olma özelliğini kaybettiği için, insan haklarına değer vermediği için, ifade özgürlüğü, basın özgürlüğü gibi temel hak ve özgürlükleri kısıtladığı için, Wikipedia'ya erişimi yasakladığı için, kısacası Kopenhag Kriterlerinden uzaklaştığı için, en sert eleştirileri yapıyor, Avrupa Parlamentosu da Avrupa Birliğiyle üyelik müzakerelerinin askıya alınmasını tavsiye ediyor. Bunlar gerçekten Türkiye'yi uluslararası toplum nezdinde küçük düşürecek gelişmelerdir. Kopenhag Kriterlerini küçümseyerek "Biz Ankara kriterlerini uygularız." avunmasını sadece dışarıda değil artık içeride kendi yurttaşlarımız da istihzayla karşılıyorlar. Bu aldatıcı avunmayı daha fazla kullanmayın, zira Ankara'nın da itibarını zedeleyeceksiniz.

Bakınız, bugün Avrupa Birliğiyle ortak ticaret politikası alanında herhangi bir ilerleme kaydedilmemiştir. Türkiye artan sayıda ithal ürüne ilave vergi uyguladığı için ortak gümrük tarifesinden sapmıştır. Avrupa Birliğinin Türkiye'ye bakışının siyasi olduğunu söyleniyor ama bu sapış, Avrupa Birliğiyle olan ilişkileri ekonomik yönde de etkilemektedir.

Türkiye'nin Orta Doğu politikasında da ivedilikle değişmesi gereken unsurlar var: İdeolojik dış politikadan derhâl arınarak tarafsızlık ilkesini yeniden kucaklamak, çatışmacı çözüm yaklaşımından derhâl vazgeçerek bölge halklarıyla kucaklaşan barışçı bir dış politika uygulamasına geri dönmek, kutuplaştırıcı yaklaşımlardan arınmış, bütünleştirici ve birleştirici projeler üretmek suretiyle bölgesel sahiplenmeyi güçlendirmek. Bunların hiç biri yapılmıyor.

Suriyeli mültecilerin barınması için önemli bir rol üstlendiğimiz söyleniyor. Bu önemli rol yüksek rakamlı bir bütçeyi gerektirmektedir. Türkiye bu konuda hem Avrupa Birliğinden hem de Birleşmiş Milletlerden fonlar almaktadır. Aralık 2017 yılı sonuna kadar 3 milyar avroluk toplam finansman, 72 projeyle sözleşmeye bağlanmıştır. Bu fonların kimler tarafından, ne çerçevede kullanıldığı konusunda sadece Avrupa Birliğine değil Türkiye Büyük Millet Meclisine de hesap verilmelidir. Ama böyle bir açıklamayı henüz göremedik. Ortada dolaşan bir laf var "35 milyar dolar harcama yaptık." deniyor. Nereye gitti bu harcamalar? Emeklilikte yaşa takılanların haklarını savunduğumuz zaman ona para bulunamayacağını söylüyorsunuz da 35 milyar doların hangi harcama kaleminden çıktığını şeffaf biçimde Türkiye Cumhuriyeti'nin vergi ödeyen vatandaşlarıyla paylaşmaktan neden kaçınıyorsunuz? Daha da ilginç olanı, Avrupa Birliği de sizden şeffaflık konusunda hesap soruyor. Avrupa Birliğinin mali durumunu denetlemekle yükümlü olan Avrupa Denetçiler Mahkemesi, Avrupa Birliğinin Türkiye'ye mülteciler için gönderdiği fonlarla ilgili bir rapor yayımladı. Avrupa Konseyinin Türkiye'ye mülteciler adına gönderdiği fonun nasıl kullanıldığını denetleyen kurum raporunda mülteciler için hızlı bir mekanizma geliştirilerek yanıt verildiği ancak bu mekanizmanın tam olarak iyi bir şekilde koordine edilmediği bildirildi. Geliştirilen projelerin yarısının amacına ulaştığı ancak yarısının beklenen etkiyi yaratmadığı söylendi ve sığınmacı kriziyle Türkiye'ye verilen 3 milyar euronun nasıl harcandığı konusunda bilgi alamamaktan şikâyetçi olundu. Bu da aslında Türkiye'nin şeffaflık ve hesap verilebilirlik bakımından dünya standartlarının gerisinde kaldığını, daha doğrusu sınıfta kaldığını göstermeye yetiyor da artıyor bile.

Suriye'de Astana ve Soçi sonrası bir dizi askeri etkinlik gerçekleştirildi. Bu da Dışişleri Bakanlığının bir misyon olarak belirlediği "insani dış politika" anlayışını eleştirilebilir hâle getirdi. Bu süreçlerin sonunda çatışmasızlık bölgelerinin kurulmasına karar verilmiş ve Türkiye garantör ülkelerden biri olmasına rağmen insani erişimin artmasını ve sivillerin ve sivil alt yapının yeterli düzeyde korunmasını sağlayamadı. Soçi sürecinin 15 Ekimde açıklanması beklenen silahsızlandırma sürecinin durumu ise hâlâ belirsiz.

Türkiye "Dış politikada sıfır sorun politikası." dediği günden bu yana tüm komşularıyla sorun yaşayan bir ülke hâline gelmiştir. Ülkemiz bölgesinde çözüm üreten bir ülke olmaktan hızla uzaklaşarak bölgesel krizleri üreten ve körükleyen bir ülke konumuna sürüklenmiştir. Orta Doğu'da bizden habersiz yaprak kıpırdamaz öz güveninden, Orta Doğu'nun en kritik ülkelerinde büyükelçisi bile olmayan ülke konumuna gelmiştir. Orta Doğu coğrafyası içinde Katar dışında Türkiye'nin iyi bir ilişki kurduğu bir ülke neredeyse kalmamıştır. İki yüz kırk dış misyonla dünyanın en geniş temsil ağına sahip beşinci ülke olmakla övünülürken en uzun sınırlara sahip olduğumuz güney komşumuz Suriye'de hiçbir temsilciliğimiz bulunmamaktadır.

Son olarak İtalya'da Palermo'da Libya hakkında yapılan toplantıda da Türkiye'nin ideolojik bir yaklaşım içinde olduğu gerekçesiyle toplantı esnasında düzenlenen ve Libya'da mevcut iki farklı yönetimin uzlaştırılması için çaba gösterilen küçük toplantıya Türkiye'nin davet edilmesi taraflardan birinin karşı çıkması nedeniyle mümkün olamamıştır. Buna tepki göstererek Palermo toplantısını tamamen terk etmek yerine böyle bir ayrıma tabi tutulmayan bir dış politika izlemek herhâlde diplomasinin ve sağlıklı bir dış politikanın gereği olmalıydı.

Sayın Bakan, değerli meslektaşlarım, değerli milletvekilleri; diplomasi bir liyakat işidir, dış politika uzmanlık işidir. Ancak bugün tek adam diplomasisi" Dışişlerinin liyakate ve uzmanlığa dayanan kurumsal yapısını tamamen bozmuş ve keyfî diplomatik atamalarla sürdürülür bir hâle gelmiştir. Bu anlayışın değişmesini, Plan ve Bütçe Komisyonundaki görüşmelerimizin de buna yarayan bir işlevi olmasını temenni ediyorum.

Saygılarımla.