| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Ticaret Bakanlığı b)Gümrük Ve Ticaret Bakanlığı c)Ekonomi Bakanlığı ç)Rekabet Kurumu d)Helal Akreditasyon Kurumu |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 09 .11.2018 |
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Sayın Başkan teşekkür ediyorum.
Ben de Ticaret Bakanımızı kutlayarak ve bürokratları da aynı şekilde kutlayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Sadece Ticaret Bakanlığı olarak bir önceki yıldaki bütçesine baktığımızda Ticaret Bakanlığımız çok fazla büyük bir Bakanlık değil, 1 milyar TL'nin üzerinde bir bütçesi var ama bugün diğer bakanlığı da devralınca ortaya 5 milyar TL'lik bir bütçe çıkıyor ve dolayısıyla orta büyüklükte bir Bakanlık. Dolayısıyla, Bakanlığın görevlerine, vazifelerine şöyle bir göz attığımda ben şunu görüyorum: Bakanlık aslında özü itibarıyla düzenleyici bir kurum. Ekonomik hayatın, iktisadi hayatın önemini ortaya koyan ticari hayatı düzenlemekte önemli yetkileri olan bir kurum. Ayrıca, tabii, kendisine bağlı, daha doğrusu bağlı değil de ilişkili olan, bu ticari hayatı düzenleyen bağımsız, denetleyici, düzenleyici kuruluşlar da var.
Ayrıca, Bakanlığın ikinci görevi veri toplamak, veri toplayıcı bir kuruluş. Dolayısıyla, bu veri toplayıcılık görevine baktığımda önümüzdeki yılarda veyahut da bundan sonra gelecek olan dönemde bugünden itibaren toplanacak olan sağlıklı veriler akademik dünya için, ülkemizde sağlıklı ve doğru kararlar alınabilmesi için son derece önemli. Fakat son birkaç yılda toplumda şöyle bir endişe var: Üretilen rakamların güvenliği demiyorum -yani güvenlikte yabancı buraya müdahale eder, şu yapar- güvenilirliği konusunda bir endişe var. Dolayısıyla, üretilen rakamların doğru olup olmadığı konusunda endişeler var ve eğer bu endişe giderek daha da yoğunlaşırsa uzun vadede biz bunun bedelini ödeyeceğiz ve bize yol, su olarak gerek dönecek bu. Dolayısıyla, 2012 ve 2013 yıllarındaki -burada şununla ilişkilendirmek istiyorum- altın ticareti ve ithalatıyla ilgili olarak şu anda bizim dış ticaret rakamlarımızdaki serilerin doğru olduğuna ben şahsen inanmıyorum. Dolayısıyla, o 2012 ve 2013'teki özellikle altın ticaretiyle ilgili olan serilerin tekrar gözden geçirilmesi ve bunların düzeltilmesi gerektiğini söylüyorum çünkü...
TAHSİN TARHAN (Kocaeli) - 10 milyar dolar fark var.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Dolayısıyla, şuradan hareket ediyorum: Zamanın dış ticaretten sorumlu bakanı ile ekonomiden sorumlu bakanı arasında altın ticaretiyle ilgili bir tartışma çıktı ve bu tartışma basına da yansıdı. Ekonomiden sorumlu bakan bunun bir ödeme aracı olduğunu, dolayısıyla bunun ihracat, ithalat olarak yazılmayacağını, yazılmaması gerektiğini burada çifte muhasebeleştirme "double count"un olduğunu söyledi ama ilgili bakan dedi ki: "Ne münasebet, altın geliyor, gümrüğe giriyor, gümrükten çıkıyor ve dolayısıyla bu da bir ithalattır, ihracattır." O dönemde yaşananları biliyoruz, detaya girmeye gerek yok. Ben şahsen o dönemdeki dış ticaret rakamlarının özellikle altınla ilgili olan unsurların doğru olduğuna inanmıyorum. Dolayısıyla, keşke elimizden gelse de önümüzdeki dönemde, bu yıllarla ilgili ekonometrik model çalıştıracak olan akademisyenlerin vesairenin elindeki bu verilerin doğru olduğunu ortaya kayabilsek diyorum. Dolayısıyla, önümüzdeki dönemde... Sayın Bakanım, 2017 yılını biz altın ithalatı ve ihracatı tartışmasıyla geçirdik. Dolayısıyla, dış ticaret rakamlarımızı analiz ederken irdelerken altın dâhil, altın hariç diye baktık zaman zaman ve bu, bizi de çok doğru bir yere götürmedi. Gerçekten, bu konuda çok şeffaf olunursa topluma doğru bilgi verilirse buradan hepimiz sağlıklı bir sonuç çıkaracağız, ülkemizin faydasına olacaktır diye düşünüyorum. Çünkü külçe altının alış ve satış fiyatı arasındaki marj çok dar yani İsviçre'den, Londra'dan, New York'tan külçe altın getirip Türkiye'den bunu alıp bir Körfez ülkesine satmanın... Arasında çok fazla bir kâr marjı yok, standart bu. Körfez ülkesinde eğer bu işle uğraşan bir ticarethane, bir şahıs vesaire varsa... İsviçre'den gelecek altın Türkiye'ye geliyor da veyahut da Londra'dan geliyor buradan tekrar üstüne marj konularak Körfez ülkesine gidiyor. Belli bir miktar altın bir miktar, belki de 5-6 kere geldi gitti, geldi gitti, geldi gitti; o arada insanlar şunu düşünmeye başlar: "Yahu acaba İstanbul'da bir depo var da o depoda altın duruyor, dolayısıyla belgeler mi gelip gidiyor, bu rakamlar doğru mu?" Herkes bu soruyu sordu. Eğer bu soruyu sormak yanlışsa kabahat bence bu soruyu soranlarda değil, bu sorunun sorulmasına sebep olanlarda; dolayısıyla burada bir şeffaflık olması lazım. Dolayısıyla tekrar başa dönecek olursam Bakanlık olarak görevlerinizden bir tanesi düzenleyicilik, denetlemekse ikincisi de veri toplayıcısı olmaktır. Verilerde lütfen titiz olun, özellikle bu yıldan itibaren altın ticaretiyle ilgili olarak girişlerin, çıkışların şeffaf bir şekilde verilmesini sağlayın.
İkinci bir husus, Dış Ticaret Müsteşarlığı iken veyahut da Ekonomi Bakanlığıyken bile o koltukta oturan insanların görevi sanki sadece ihracattan sorumlu olmakmış gibi bir durum var, ithalatın bakanı olanı ben hiç görmedim, duymadım da. Şu anda "170 milyar dolar yıl sonu itibarıyla ihracatımız olacak." diyorsunuz. Sayın Bakanım, sizden istirhamım şu: Biz 81 milyon vatandaş olarak kaç milyar dolara amelelik yapıyoruz? Yani bunun gerçekten katma değeri nedir, bunu bir öğrenelim, bilelim. Ben bunu bütçenin geneliyle ilgili sunum yaparken Bakan Bey'e de söyledim ama bunun cevabını alamadım. Yani her ay kimin bir ile gidip orada "Şu kadar ihracat yaptık." diye sunum yapması çok doğru bir şey değil. Şu anda TİM'in bence elinde yeterli kaynak da var Türkiye'de yetişkin insan kaynağı da var, o ayın ihracatını yapabilmek için biz ne kadar ithalat, girdi sağladık? Yani bu ülkenin ekonomik büyüme modelinin ne olduğunu hepimiz biliyoruz, biz ithalat yapmadan büyüyemiyoruz. Bizim imalat sanayimizin ithalata bağlılığı, 2010 yılında Dış Ticaret Müsteşarlığının yaptığı bir çalışmaya göre girdi, ara malı ve ham madde olarak yüzde 82 yani 1 dolarlık imalat yapabilmek için, üretim yapabilmek için bu ülkede 82 centlik girdi sağlamamız lazım. Dolayısıyla bizim katma değerimiz nedir, neye çalışıyoruz? O dönemde yine söylenilen rakamlar vardı, 750-800 milyon dolarlık beyaz eşya ihracatımız vardı, 700 milyon dolarlık komponent ithal edip aradaki 100 milyon dolara çalışıyordu bu ülke, bu rakamlar... Dolayısıyla sizden istirhamım, sadece ihracatın değil, ithalatın da bakanı olun ve bu insanlara bu rakamları bulmadan basın toplantısı yaptırmayın lütfen, toplumu aydınlatsınlar, biz neye talim ettiğimizi, neye hamallık ettiğimizi bilelim.
Bir başka husus... Benden önce konuşan Komisyon üyesi arkadaşlarım Sayıştay raporlarına değindiler, Sayıştay raporları gerçekten -özür dileyerek söyleyeyim, saygıda kusur etmeyeyim- bir facia, özellikle Ekonomi Bakanlığı keyfine göre davranmış yanı başıboş bırakılmış. Dolayısıyla buralara eğilip bu işlerin düzeltilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Şimdi, bir başka husus, enflasyonla mücadelede yüzde 10'luk bir indirime gidilmesi ve bu kampanya. Şimdi, bu, eşyanın tabiatına aykırı; eğer bir ülkede toptan eşya fiyatı yüzde 45-46'ya geldiyse, tüketici fiyatı da yüzde 25'lere geldiyse ki şunu sizinle açık yüreklilikle paylaşayım: Biz bugün enflasyonla olan mücadelemizde AK PARTİ 2002'de ne devraldıysa o noktaya maalesef geri döndük yani az gittik, uz gittik, bir arpa boyu yol gittik, yine aynı yere geri döndük, koşullar yine aynı. 2001 yılında yani AK PARTİ iktidara gelmeden önce IMF'yle yapılan ilk anlaşmanın sonucunda Merkez Bankası bağımsızlığı kanunu geçirilip Merkez Bankası enflasyon hedeflemesine geçtiğinde yıllık tüketici enflasyonu yüzde 68 idi, 2002 yılında AK PARTİ iktidara gelip görevi devraldığında bu oran yüzde 29,75 idi ki biz buraya 2001'deki yüzde 68 seviyesinden geldik. Şu anda toptan eşya en son ay itibarıyla 45,01; 46'yı gördük, tüketici de 25,4. Şimdi, eğer maliyetler buraya geldiyse üreticinin ürettiği ve satmak istediği malın karşısında bir talep varsa üretici bunu tüketiciye yansıtır, bundan hiç şüpheniz olmasın ama iç talep zayıfsa, alıcı yoksa o zaman bunu sineye çeker ve "EBITDA"sından yer yani kârından yer. Eğer gerçekten ekim ayında toptan eşya fiyatı hâlâ 45,01 ise ve bir de biz bunu zirve olarak görüyorsak...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun tamamlayın Sayın Yılmaz.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - 45,01 bize konkordato olarak yansıyor, yangınlar olarak yansıyor ve dolayısıyla bir sıkıntının içerisine girdiğimizin işaretidir. Dolayısıyla bence yasal düzenlemeyle veyahut da sosyal bir anlayışla olabilir fakat karşı taraf bunu kabul ederse, toplumun genelinde böyle bir kabul olursa hani yüzde 10 indirim belki enflasyonu düşürmekte iş görebilir diyeceğiz fakat burada asıl önemli olan husus şu: Siz bu tür politika tedbirleriyle... Çünkü bunlar kurala dayalı tedbirler değil, bunlar duruma dayalı tedbirler, "ad hoc" tedbirler, sabah böyle gerekiyordu, öğleden sonra böyle gerekiyor politikaları bunlar. Hâlbuki kurala göre şey olduğu zaman, politikanın kendisini, işlevini sürdürüp sonuç alacağı bir zaman aralığı var, o zaman aralığına uyulmuyor ve burada da beklenti bozuluyor. Ben şuna adım Durmuş Yılmaz olduğu gibi inanıyorum: Eğer Türkiye'de enflasyonla mücadelede özellikle 2013 yılından sonra Merkez Bankasının yaptığına itibar edilseydi ve de Merkez Bankasının uyguladığı politikaların altı oyulup boşa çıkarılmasaydı yani siyasi söylemle bu işler boşa çıkarılmasaydı vallahi de yemin ediyorum, billahi de yemin ediyorum, belki nokta tarifi yapamam ama bugün yüzde 10'un biraz üzerinde enflasyonumuz, onun biraz üzerinde faizimiz olacaktı. Şu anda bu lüzumsuz yere konuşmalar... Alınan doğru kararları etkisiz hâle getirmek bizim her defasında masamızdan fakirin fukaranın sofrasındaki 5 zeytinden 2 tanesini aldı gitti. Aynı hatayı yapıyorsunuz, iletişimde çok büyük bir sorununuz var, bunun üstesinden gelmediğiniz sürece bu enflasyonun düşmesi vesairesi de mümkün değil. Dolayısıyla benim siyasetten istediğim şey şu...
Bana bir iki dakika daha verir misiniz Sayın Başkanım? Şu bağımsızlık konusuna da değineyim.
BAŞKAN - Buyurun.
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Bununla ilgili şunu söylemeye çalışıyorum: Demokratik bir sistemde bağımsız bir kuruluş varsa orada mutlaka demokrasi açığı vardır. Siyasetçi toplumu yönetmek üzere milletten yetki almış kişidir, dolayısıyla son tahlilde de millete hesap vermek zorunda olan siyasetçidir ama siyasetçi zaman içerisinde tecrübesiyle şunu görmüş, demiş ki: "Benim üzerimde kısa vadeli baskılar var, hâlbuki bazı kararların uzun vadeli sürdürülmesi lazım, dolayısıyla bunlar sürdürülemediği zaman... Benim üzerimde milletin emaneti var, benim görevim onun refahını artırmak, aşını, işini temin etmek ama kısa vadeli düşünürsem ben bunu yapamıyorum." Onun için gönüllü olarak siyasetçi bazı kurumları bağımsız olursa milletin aşının işinin artacağını düşünerek bu kanunları geçirmiş, yoksa şu anda burada oturan arkadaşımız Rekabet Kurumu Başkanı tankla, tüfekle Meclise gelip "Bana bağımsızlık verin." demedi. Siyasetçi durumu okumuş, akademik birikime bakmış "Eğer piyasanın düzgün işlemesini istiyorsak rekabetin düzenli olması gerekir, onun için de bizim böyle bir kurum oluşturmamız lazım." demiş ve kendi iradesiyle, isteğiyle, arzusuyla kurumu kurmuş ve ilgiliye "Sen bağımsızsın." demiş. Elbette bunun içerisinde bir demokrasi açığı var yani atanmışlar elbette seçilmişlerin üstünde olamaz, bu mümkün değil ama işin mantığı da bu. Dolayısıyla eğer burada bir sıkıntı varsa beyefendinin sizin yanınızda veya Merkez Bankası Başkanının ilgili bakanın yanında oturmasının bir problemi yok, problem şu: Sizin siyasetçi olarak bunu içselleştirmeniz lazım. Ben siyasetçi olarak dünyayı böyle okudum, amacım da refahı artırmak, bunun artması için de bu kurumun böyle çalışması lazım deyip kanunu siz geçirmişsiniz ve bunu içselleştirip onun bağımsızlığına saygı duymanız lazım. Eğer siz saygı duymuyorsanız beyefendi de o siyasetçinin ona tanıdığı, kanunun hareket alanının içerisinde kalmak koşuluyla bunu içselleştirip duruşunu ortaya koyamıyorsa, ister beyefendiyi Kafdağı'nın arkasına gönderin, siz burada olun, siz ona bir şekilde ulaşır, dersiniz ki şunu şöyle yap, o da yapmaya razı olursa yapar ve hep birlikte bundan zarar görürüz. Dolayısıyla, bağımsızlık böyle bir şey. Bağımsızlık, Hükûmet içinde, Hükûmetle dirsek teması hâlinde olmak, dolayısıyla... Çomak bağımsız kurumun elinde, davul benim boynumda diye bir şey yok. Bu, oturup anlaşılarak, toplumun uzun vadeli refahını düşünerek siyasetçinin vazgeçtiği birtakım haklara... Burada bir demokratik açık var, tamam, yani atanmış buna uymak zorunda fakat bu işlerin olabilmesi için sizlerin, siyasetçilerin -siz siyasetçi değilsiniz, siz de bizim gibi atanmışsınız, siz şu anda sekretersiniz- bunun olabilmesi için...
TİCARET BAKANI RUHSAR PEKCAN - Nasıl yani?
YAŞAR KIRKPINAR (İzmir) - Siz de mi atandınız?
DURMUŞ YILMAZ (Ankara) - Kabinede sekretersiniz, Amerikan sisteminde olduğu gibi, adınız "bakan" Dolayısıyla, bunu içselleştirmeniz lazım, bu bağımsız kurumların bağımsızlıklarına güvenmeniz lazım, bunu korumanız lazım. Yani söylemek istediğim bu.
Teşekkür ediyorum, sağ olun.