| Komisyon Adı | : | PLAN VE BÜTÇE KOMİSYONU |
| Konu | : | 2019 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanun Teklifi (1/276) ile 2017 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Tasarısı (1/275) ve Sayıştay tezkereleri a)Millî Eğitim Bakanlığı b)Yükseköğretim Kurulu c) Türkiye ve Orta Doğu Amme İdaresi Enstitüsü ç)Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı d)Yükseköğretim Kalite Kurulu e)Üniversiteler |
| Dönemi | : | 27 |
| Yasama Yılı | : | 2 |
| Tarih | : | 07 .11.2018 |
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, Komisyonumuzun değerli üyeleri, Sayın Bakan, değerli bürokratlar, hoş geldiniz.
Sayın Bakan, hayırlı olsun.
Aynı zamanda Millî Eğitim Bakanlığının tabii ki bir özelliği var, özelliği de şu: On beş yıllık AK PARTİ döneminin başarılı alanları var sağlık gibi, ulaştırma gibi ama çok başarısız alanları da var millî eğitim gibi, adalet gibi.
Doğrusu ben sizin daha önce o meşhur vizyon konuşmalarınızı izledim ama hem bugünkü bütçenizde bu vizyonu göremedik hem de doğrusu bu heyecanı sizde ve bütün kadronuzda hissedemedik. Muhtemelen de bu ağırlıktan çünkü millî eğitim güve girmiş kumaş gibi, neresini alsanız elinizde kalıyor çünkü geçmişte gördük, bir bakan, sayın bakanlardan birisi sistem değişikliğini taksi durağında öğrendi. Gerçekten milleti yoran bir alan oldu Millî Eğitim Bakanlığı.
Kamu harcamalarına baktığımızda, doğrudur, AK PARTİ döneminde yüzde 5 civarında ortalama bir artış söz konusu. 2002'de yüzde 10'luk bir pay var YÖK'le beraber. Bugün yüzde 15'lik bir payı var toplam bütçeden, doğrudur. Ama tabii ki takdir edersiniz ki harcama kompozisyonunu zaman değiştiriyor yani zamanla harcama kompozisyonu değişiyor kişilerin, ailelerin ve devletin. Nasıl bizim aile bütçelerimizin de kişisel bütçelerimizin de kompozisyonu değişti.
Daha önce, bundan çeyrek yüz yıl önce bütçemizin yüzde 10'unu bulmayan iletişim masraflarımız belki de bugün bütçemizin, normal bir memur bütçesinin üçte 1'ini bulan oranlara geldi. Bu nedenle bu artışta bir zorunluluk söz konusu. Ama sabit harcamalara ve kişi başına baktığımızda maalesef bunu göremiyoruz. Mesela Millî Eğitim Bakanlığı 2002'de öğrenci başına 2.121 dolar harcarken bugün yarısını kaybetmiş. YÖK öğrenci başına 4.200 dolar harcarken bugün dörtte 3'ünü kaybetmiş yani öğrenci başına 1.060 dolar harcayan bir YÖK var. Hâlbuki 2002'de öğrenci başına 4.245 dolar harcayan bir YÖK vardı. 2002'de 2.121 dolar harcayan bir Millî Eğitim Bakanlığı vardı, bugün 1.317 dolar harcayan bir Millî Eğitim Bakanlığı söz konusu. Ben doğrusu konuşmanızı, bu vizyonla başlamanızı biraz o yüke bağlıyorum.
Ayrıca, Iraklı bir arkadaşım vardı, uluslararası kalkınma planlarıyla ilgilenirdi. Bu doktora teziydi, şöyle bir sözünü hiç unutmam: "Bizim gibi ülkelerde her plan bizi Amerika, Japonya yapıyor ama plana baktığımızda biz bu plan bitiminde Amerika, Japonya olacağız ama plan bittiğinde aynı yerden devam ediyoruz.
Maalesef bütçe görüşmelerinde ve sizin bütçe sunuşunuzdan da millî eğitime baktığımızda gerçekten böyle bir perde açılıyor ama gerçeğe döndüğümüzde bununla yüzleşemiyoruz.
Mesela bir şeyi daha burada daha önce de belirttim, sizinle de paylaşmak istiyorum: Özensizlik de var bu bütçe hazırlamalarında belki de zaman nedeniyle. 2023 hedefi ve ilk 10 diyorsunuz. Şimdi ciddi olarak bir hedef koyduğunuzda artık ruhu kaçmış, rengi solmuş hedefleri buralara iliştirirseniz gerçek hedeflerinizde de aşınma oluyor. Yani bugün birbirimizi kandırmanın ve "-mış" gibi yapmanın anlamı yok. O zaman, sizin millî eğitimle ilgili koyduğunuz hedeflerde de bir aşınma söz konusu.
YÖK'le ilgili bir şey söyleme istiyorum: Sağ tarafınızdaki Sayın Denemeç -çok değerli bir siyasetçi ve bürokrat- bilir, AK PARTİ de Sayın Erdoğan önderliğinde siyasete başladığında "YÖK yok olacak." diye bir kampanyayla çıkmıştı. Her ne hikmetse bu YÖK'e karşı çıkmayan yok ama iktidara geldiğinde de bunu kullanmayan yok. Ama ben bu konuya bir öğretim üyesinin, siyasal bilgilerden ayrılan bir öğretim üyesinin bir sözüyle son vermek istiyorum bu tarafa, dedi ki istifa eden öğretim üyesi: "Beni kovmadılar ama çalıştığım kurum üniversite olmaktan çıktı." Gerçekten, bu, Türkiye'nin yarınıyla, bugünüyle çok alakalı. Çünkü çok güzel bir sözle bitirdiniz konuşmanızı, "Millî eğitim ortak memleket meselesi." dediniz. Gerçekten, hepsi ortak memleket meselesidir ama millî eğitim baş ortak memleket meselesidir. Bu nedenle de bir vizyon gerektirir ve ciddi olarak arkasına düşmek gerekir.
Bakın, 21'inci yüzyılı kaybedemeyiz Türkiye olarak. 21'inci yüzyılın ilk çeyreğinde yeni dünyadaki pozisyonlarımızı da güçlendirmek zorundayız. Siyasal hareketler ve siyasal kadrolar yaşadıkları coğrafya ve çağı kavrayabilmelidir. Eğer bu coğrafyayı ve çağı kavrayabilirsek biz o zaman doğru bir Türkiye ve doğru bir dünya okuması yapmış oluruz ve o zaman pozisyonumuzu doğru değerlendiririz. Türkiye'yi ve her toplumu ileriye taşımanın temel şartı bu doğru okumadır.
Zamanın bu kadar hızlı aktığı ve etkileyici olduğu bir dönemde zamanın ruhunu yakalamak bir mecburiyettir, buna siz de değindiniz, zamanın ruhuna. Ama bugün sizin sunumunuzda aktardığınız gündemden ve içeride dolaştırılan gündemden kafamızı biraz kaldırıp dünyaya baktığımızda şaşırtıcı bir seyir izlediğini görüyoruz dünyadaki gelişimin Türkiye'den farklı olarak. Yaklaşık beş asırda gerçekleşen zenginliğin Batı'ya transferi şimdi yarım yüzyıl içerisinde Doğu'ya doğru akıyor. 90'ların sonunda Uzak Doğu ve gelişmiş ülkelerle ilgili karşılaştırma yapıldığını hatırlayın: "Çin ne zaman Amerika'ya yetişecek?" İnanın, daha çeyrek yüzyıl geçmeden bu projeksiyonların hepsi değişti. "2050'lerde Amerika'yı yakalar." denilen Çin 2020'de artık Amerika'yı yakalamış oluyor. Yavaşlayanın geri kaldığı eski dünya değil, yavaşlayanın kaybettiği yeni bir dünyayla karşı karşıyayız. Bunu en iyi siz takdir edersiniz. Bugün artık yıla asır sığabiliyor. Son otuz-otuz beş yıllık gelişmenin bütün geçmiş bin yıllara değer olduğunu söylersek abartmış olmayız. Dünyanın düzleştiğini açıklayanlar çok haksız değiller. Düz bir dünyada yaşıyoruz. Zenginler kulübü G7 şimdiden değişti. Önümüzdeki on yılın sonunda Almanya dışında G7'den kimse kalmıyor. Dünyada böyle bir kompozisyon değişikliği söz konusu. Bir taraftan 20'nci yüzyılın zenginleri düşüşü yavaşlatmaya çalışıyorlar, diğer taraftan da 21'inci yüzyılın yeni zenginleşen güçleri var ve bu güçler dünya siyasetine yeni aktörler olarak ağırlığını koyuyorlar. Mesela Çin gibi. Çin artık bir zengin değil, aynı zamanda siyasi gücü olan bir ülke olarak karşımıza çıkıyor. Türkiye olarak da buralarda olmak istiyoruz tabii ki.
Zenginlik kaynağının servetten bilgiye geçişi çoktan tescil edildi. Bakın, dünyanın en büyük 6 şirketinden 5'inin 80'li yıllarda adı yok, kaydı yok. 2006'da ilk 10 büyük şirketin kompozisyonu değişmiş ve bugün ilk 6 şirketin içerisinde imalat yok, tamamen teknoloji ve iletişim şirketleri. 1 trilyon doları geçen 2 tane şirket var, firma var, Apple ve Amazon. Amazonun doğru dürüst mağazası bile yok. Bu gelişmeleri dikkate alan, bunu destekleyecek bir eğitim vizyonumuzun olması gerekiyor. "Start up" şeklinde tanımlanan yeni iş alanları dünya ortalamasından onlarca kat hızlı artıyor. Gelişmekte olan ülkeler 5,4, gelişmiş ülkeler 2,1 artarken "start-up"lar bunun yüzde 70, yüzde 80 hatta yüzde 128 oranında artışı söz konusu.
Yaşları 30'un altındaki dolar milyarderlerin sayısı çok hızlı artıyor ve bizim gibi gençleri olan bir ülke için büyük fırsat. Artık dünyayı gençler taşıyor, ülkeleri gençler zenginleştiriyor. 25 milyon, sadece, öğrencimiz var, öyle değil mi? Ve bu bizim büyük gücümüz. Dünyanın merkezi Pasifik'e doğru kayarken genç milyarderler her gün artıyor. Bizim de milyarder gençlerimiz ve küresel markalarımız olması lazım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Tatlıoğlu, buyurunuz, tamamlayın.
İSMAİL TATLIOĞLU (Bursa) - Buraya hiçbir atıf ve fokuslanma yok. Eğitime kalite gelmezse kalkınmada fazla ileriye gidemeyiz, bunu hepimiz biliyoruz. Neden? Çünkü teknoloji üretmek lazım. Bakın, son ihracatımızdaki teknoloji oranı yüzde 3'e düşmüş. Bizim gibi bir ülkeye uymayan bir tablo. Bunu yükseltmemiz lazım. Nasıl olacak? Evet, sizin liderliğini yaptığınız eğitimle olacak, elbette ki eğitimle olacak. Bugün dünyanın birçok merkezinde, Silikon Vadisi'nde, Japonya'da, Almanya'da birçok Türk genci yüksek teknoloji üreten AR-GE merkezlerinde çalışıyor. Türkiye'nin ortamını onlarla iş birliği hâlinde yüksek teknoloji üretecek hâle getirmek zorundayız. Ama bu, fiziki mekânlarla alakalı değil; bu, atmosferle alakalı. Atmosferi özgürleştirmedikçe bunda hiçbir mesafe alamayız. Milyon yıllık dünya tarihi bunun şahidi.
Bakın, en güçlü olduğumuz dönem Fatih dönemi, dünyanın en özgür bir ülkesi. Çok renkli, çok milletli bir İstanbul yapabilmek için verdiği gayreti dillere şayandır Fatih'in ve belgesellere konu olmuştur. Dünyadaki hızlı gelişimle rekabet edeceksek bu, yüksek donanımlı gençlerimiz sayesinde olacaktır. Kupon beyinler kupon arazilerden çok daha kıymetlidir ve çok daha fazla kazandırmaktadır.
70'lerin modasına dönerek otomobil kampanyasını konuşuruz ama otomobilin ne olduğunu keşke bir "brief"le öğrensek. Artık bu otomobil bildiğimiz otomobil olmaktan çıktı, bir bilgi birikimi oldu. Artık bugün sürücüsüz otomobillerin, kamyonların ve "drone" taksilerin ulaşım ve lojistik sektörünü nasıl etkileyeceği tartışılıyor. Millî markalarımızı, küresel firmalarımızı yeni teknoloji içerisinde yaratmak mecburiyetindeyiz. Bunların dışında her yol çıkmaz yoldur, her yol çıkmaz yoldur.
Dün ülkeler arasındaki gelişmişlik düzeyi bugün artık bir zihniyet farkı olarak tanımlanmaktadır. İktisatçılar dün ve belki de bugün tasarruf eksiğini konuşuyor ama bu artık zihniyet yetersizliğiyle yer değiştiriyor. Tasarrufunuz da bir şeye yaramaz eğer zihniyet yeterliliğiniz yoksa. Artık gelişim paradan ve servetten ziyade bilgiye oturmuş durumda. Siyasal liderliklerin temel görevi zamanın ruhuna uygun, sağlıklı dönüşümün önünü açmaktır.
2018 Türkiyesinde toplumun önüne konan gündemle, maalesef, dünyanın bu gündemi örtüşmemektedir Sayın Bakan. Ne yazık ki aradaki fark da açılmaktadır. Türkiye dünyanın bu gelişimini iyi okuyamamıştır, özellikle millî eğitim açısından. Dünyadaki gelişmeler âdeta Kapıkule'de durdurulmaktadır. Bugünkü şartlarda Türkiye'nin tarihin gerisinde kalacağı konuşulmaktadır. Biz buna müsaade edemeyiz. Türkiye, tarihinin gerisine düşemez, düşmemelidir. Türkiye olarak, Türk siyasetçi olarak buna müsaade edemeyiz, etmemeliyiz. Türkiye'nin gelişen dünyadan ve gelişmeden kopmasına asla müsaade etmemeliyiz. Buna seyirci kalamayız. Birinci işimiz, gelişmenin ve ilerlemenin peşinde koşacak bir Türkiye olmalıdır. Zamanın ruhuna hâkim olan şey, bildiğiniz gibi inovasyondur. İnovasyon da bilgi demektir, inovasyon düşünen ve düşündüğünü paylaşan beyin demektir.
40 milyonu 30 yaşın altında 50 milyon genci var Türkiye'nin. Bu 50 milyon, 164 ülkeden daha kalabalık. Türkiye'de 25 milyon öğrencimiz var, değerli arkadaşlar, 142 ülkeden daha kalabalık. Çok büyük bir zenginlik. Peki bunu nasıl değerlendiriyoruz, bu zenginliği? Bakın, on altı yıldır devlet daha fazla para aktarıyor bütçeye, bu gerçek mi? Gerçek. AK PARTİ daha fazla... Ama aileler de daha fazla para koyuyor çocuklarına, harcıyor bütçelerimizden ve bizim çocuklarımız Almanya'nın, Hollanda'nın, Kanada'nın çocuklarından yüzde 50 daha fazla vakit geçiriyor okullarda. Dershanelerde renkleri kaçıyor. Peki, sonuç ne? On yılda on basamak geri düşmüşüz. İşte uluslararası ölçütler, PISA.
Bakın, başka bir şey söyleyeyim size Sayın Bakanım, bunu ben bizzat size yakın bir basından aktarıyorum: Ortaöğrenim yöneticilerinin okuyup anlamadaki puanları 100 üzerinden 35. Bu dehşet bir düşüş. Bakın bakalım siyasetin ve hepimizin çocukları ve torunları özel okula mı gidiyor, devlet okuluna mı gidiyor. Yani biz kendimiz özel okulları referans edip oralarda ikbal ararken halkın çocuklarını buralarda perişan etmenin anlamı yok. Emekli aylıklarını artık torunlarının eğitimlerine harcıyorlar. Yani hem paramızı hem zamanımızı hem de çocuklarımızı boşuna harcıyoruz. Lütfen, Türkiye'nin bundan daha büyük bir savaşı olamaz ve artık eskisi gibi bir zaman aralığı yok gelişmiş ülkelerle aramızda. Düşersek farklı eksenlerde dönmeye başlayacağız. Bu hepimizin Türkiyesi.
Bu yüzden, Neşet Ertaş güzel bir şey söylemiş: "İlimsizlik, bilgisizlik yüzünden cehalet hortlayıp çıkar mı? Çıkar. Sevgisizlik, saygısızlık yüzünden insan insandan bıkar mı? Bıkar." Bakın, iç çatışmalar cehaletin yüksek olduğu yerlerde oluyor, başka yerde olmuyor. Bu yüzden, insanımızın beyinlerine sınırlar çizmeyelim, gençlerimizden ve kendi evlatlarımızdan korkmayalım. İyi eğitim, hür ortamlar verelim, bırakalım onlar hayaller kursun, tartışsın, üretsin, bu Türkiye'nin yakalayabileceği yegâne zenginliktir. Bunun için biz gerçekten bilim ve teknoloji alanında yapılan bütün reformları destekleriz ve bunların bir mecburiyet olduğuna inanıyoruz. Medeniyet yarışında geri kalmayacaksak yüksek donanımlı insan sermayemiz üzerinden olacaktır.
Bu umutsuzluk perdesini -özellikle gençlerimizin üzerinden- bıkkınlık perdesini lütfen yırtıp atalım. Bunun için ne gerekiyorsa nasıl bir ortaklık varsa yapalım. Hatta ben bütün parlamenter arkadaşlarıma şunu teklif ediyorum: Gelin, bu iki alan başarısız alansa, bunu hepimiz kabul ediyorsak sembolik olarak siz ve gerçek olarak biz bu Millî Eğitim Bakanlığının bütçesine bir defa ret diyelim ve buna uyandığımızı söyleyelim. Belki sizin tekrar revize edeceğiniz görüşlerinizle yenileyelim bunu burada.
Teşekkür ederim, saygılar sunarım.