KOMİSYON KONUŞMASI

ARSLAN KABUKCUOĞLU (Eskişehir) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.

Sayın Başkanım, değerli üyeler, Sağlık Bakanlığının kıymetli yardımcıları, kıymetli bürokratlar ve sevgili davetliler; hepinize teşekkür ederim.

Hakikaten çok gergin ve sıkıntılı bir yasa çalışması yapıyoruz. Burada hep de ciddiyet olunca insanların sinirleri çok geriliyor, çok yıpranıyorlar. Arada bir espri yapılmasını falan hoşgörüyle karşılamamız lazım.

Şimdi, sağlıkta şiddet, hakikaten, böyle bir maddeyle geçirilecek bir şey değil. Şu görüştüğümüz kanunun hepsi sağlıkta şiddet olsa yine de bunun üstesinden gelmemiz çok zor ama maalesef Sağlık Bakanlığı bir şeyler yaparak işiyle ilgileniyormuş gibi gelip gösterip savsaklamaktadır. Rahmetli Hacı Osman vefat ettiğinde, Sağlık Bakanı "Bu böyle gitmez. Gerekeni yapacağız demişti." biz zannetmiştik ki Bakanlığımız hakikaten bir şeyler yapacak.

2002'den günümüze kadar 11 sağlık çalışanı hayatını kaybetti. Sağlık çalışanlarının sağlıkta şiddeti dile getirmeleri, yalnızca bir kişisel güvenlik meselesi değildir; bu, aynı zamanda, Türk sağlık sisteminin bir kan kaybetmesidir, güvenini kaybetmesidir, hizmetin aksamasıdır. Bunu biraz sonra daha da örnekleriyle açıklayabiliriz.

Konuşmacıların da dile getirdikleri gibi, sağlıkta şiddetin pek çok nedeni var. Bu ceza vermekle ya da savcının ifade almasıyla ya da hâkimin on yıla mahkûm etmesiyle çözülecek bir şey değildir. Önce olayı iyi tespit etmemiz lazım. Burada hekimlerden beklenti çok yüksektir. Hekimler hastaneye geldikleri vakit her şeylerini doktor katında çözmeye çalışmaktalar, hastanenin suyu akmasa, sağlık kurumunun suyu akmasa, elektriği yanmasa burada da doktoru sorumlu tutmaktadırlar ve "Siz bu işi niye halletmiyorsunuz?" demektedirler. Aşırı iş yükü, personeli ezmektedir. Bir acil serviste sabaha kadar 200 hasta bakmak bir insanın takatinin üstündedir. Sağlık Bakanlığımız bunlarla ilgili tedbirleri, düzenlemeleri kesinlikle yapmalıdır. Gerekirse bir hekimin ne kadar hasta bakabileceğini söylemelidir. Dünya standartlarında bir hasta için ayrılması gereken zamanın yirmi dakika olduğunu hepimiz biliyoruz ama Türkiye'de yirmi dakikada 20 hasta bakılıyor ve Sağlık Bakanlığı toplumun karşısına çıkıp da konuşmaya başladığı zaman bunlardan hiç bahsetmiyor, sürekli insanların sırtını sıvazlıyor, sırtını sıvazladıkça oyları artıyor, oyları arttıkça da "Bu düzen devam etsin." deniyor.

Bir diğer konu: Toplumda yaygın bir şiddet kültürü vardır. Şiddet olan bir dünyada insanlar tutunmak için, kendilerini daha kuvvetli hissetmek için ve bir işe yaradıklarını göstermek için daha da şiddete müracaat etmektedirler, şiddeti yaygınlaştırmaktadırlar. Bu yalnız Sağlık Bakanlığının falan değil, tabii ki tüm toplumun, tüm Türkiye'nin yapması gereken bir şey. Özellikle yöneticilerimizin bu konularla ilgili yani yalnız bu konularla ilgili değil, günlük pratikle ilgili de yumuşak bir dil kullanması lazım.

Son yıllarda maalesef öyle oldu ki son on yılda, on iki yılda, bir kapıdan geçerken 10 yaşındaki çocuk dahi size omuz verip geçiyor. İnsanlarda saygı yok, hürmet yok, birbirini dinlemek yok. Bunlar olduğu zaman ne oluyor? Sağlık personelinin motivasyonu bozuluyor. Geldiği vakit neşe içinde, güler yüzlü hastaya bakacağı yerde, işte "Bugün ne problemle karşılaşırım?" "Bugün nasıl başım ağrır?" bunlarla uğraşmaktan ve bu tür olaylardan korunacağım, sakınacağım diye işini yapmaktan âciz kalıyor, onlarla uğraşamıyor.

Yine, sağlık personeli ne yapıyor? "Hastalarla karşı karşıya kalmayayım, bir komplikasyon çıkmasın." Biliyor komplikasyon çıktığı zaman büyük sıkıntıya giriyor. Ayrıca, sağlık personeli ister özel hastanede olsun ister resmî kurumlarda olsun, şiddete uğradığı zaman ne olursa olsun kurumun o sağlık personelinin yanında olması lazım. Ona hukuki destek vermesi lazım, idari olarak ne destek gerekiyorsa onu vermesi lazım. Bir sağlık personeli şiddete uğradığı zaman otomatikman bir avukatı kurum yanına ayırmalı ve sağlık personelini oralarda yalnız bırakmamalıdırlar.

Hastaları savsaklamak için başka ne yapıyorlar? Gereksiz tahliller yapıyorlar. Örneğin, biri geldi, hastayı muayene etti, diyelim üriner enfeksiyon buldu. Ondan sonra diyor ki: "Ya, üriner enfeksiyonun yanında bir de acaba "PID"si mi var" "Acaba bir enderit başlangıcı mı?" "Acaba bir prostatı mı var?" Bunları araştırmak için tahlillere dalıyor, radyolojiye dalıyor ve gereğinden fazla konsültasyon yapıyor. Bu da bizim hastalar üzerindeki etkimizi azaltıyor ve hastaları verimli bir tedaviden mahrum bırakıyor.

Diğer bir konu: Hekimler hastalarla yüz yüze olmaktan kaçıyorlar, yüz yüze olan branşları tercih etmiyorlar, komplikasyon yaratan branşları tercih etmiyorlar. Bunun yerine daha rahat, başının ağrımayacağı, hastayla yüz yüze gelmeyeceği, istediği zaman 10 tane preparata bakacağı bir patoloji gibi ya da anında kontrol edebileceği bir radyoloji gibi ya da laboratuvar gibi branşlara kayıyorlar. Zaten TUS sınavlarında puanlar gittikçe bunun böyle olduğunu gayet bariz bir şekilde göstermektedir. Daha önceleri, ben biliyorum, kadın doğum ilk sıralardayken şimdi kadın doğum son sıralarda, radyoloji daha bir gözde branş. Bu, şartların zorladığı bir şey, şartlara karşı insanların tedbir almasından başka bir şey değil. Eğer ki Sağlık Bakanlığımız bu konuya gereği kadar ilgi göstermez, üzerine düşmez ve ufak tefek değişmelerle, değiştirmelerle, palyatif tedbirlerle işi geçiştirmeye çalışırsa bir beş yıl sonra, on yıl sonra Türk tıbbını daha ciddi problemler bekliyor. Bunlar neden? Hastalara hoş gözükmek için, vatandaşa hoş gözükmek için, vatandaşı memnun etmek için.

Teşekkür ederim.