Komisyon Adı | : | İNSAN HAKLARINI İNCELEME KOMİSYONU |
Konu | : | Mülteci Hakları Alt Komisyonunun hazırladığı Göç ve Uyum Raporu'na ilişkin görüşmeler |
Dönemi | : | 26 |
Yasama Yılı | : | 3 |
Tarih | : | 07 .03.2018 |
SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Tekrar merhaba.
Yarın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü. Buradan hem kadın arkadaşlarımızın hem de bütün emekçi kadınların gününü kutlayarak konuşmama başlamak istiyorum.
Raporu, evet, inceledim. Çok emek verilmiş. Öncelikle raporda emeği geçen arkadaşlara teşekkür ederim.
Lakin şöyle bir problem var: 4 kamp olarak görüyorum ama herhâlde 2 kampa gidilmiş, inceleme yapılmış, öyle mi Başkanım? Çok emin değilim ama 2 kampa mı gittiniz?
ATAY USLU (Antalya) - 3'e gittik herhâlde.
SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - 4 milyona yakın mülteciden bahsediyoruz, 4 milyon insandan bahsediyoruz. Kampta bulunan kişi sayısı da yüzde 10'a denk geliyor, yanılmıyorsam yüzde 10.
ATAY USLU (Antalya) - Daha az.
SİBEL YİĞİTALP (Diyarbakır) - Ya da yüzde 8, yani o civardaki bir incelemeden bahsediyoruz. Bu durumda ne kadar, yani herhâlde bir 3 milyonu dışarıda olan, nasıl yaşadığını hepimizin az çok bildiği, çoğu zaman basına düşen, çoğu zaman hepimiz için bir dram olarak tariflenen bir gerçeklikle de karşı karşıyayız. Kampların durumuna ayrıca gireceğim.
Şimdi burada, yüzde 8'in durumunu anlatmışsınız. Yüzde 8'in durumuna baktığımda, ne kadar bir inceleme yapıldığı orada, ben o dönemde burada olmadığım için, sadece raporlar üzerinden, okumalar üzerinden sizinle birkaç şey paylaşmak istiyorum, eleştirilerim olacak. Mesela, özellikle, çok az sayıda görüşmeden bahsediliyor ve çok fazla hani açık, şeffaf bir görüşme konusunda çok yeterli bir mekân sağlanmadığı sorunu var. Kamplarla ilgili çok fazla spekülasyonlar var yani çoğu adliyeye de yansıdı: İstismar olarak, küçük yaşta çocukların evliliğe zorlanmasından tutun ucuz iş gücü olarak tariflenen, kampta bulunan binlerce insandan da bahsediliyor. Şimdi şunu söyleyebilirsiniz: Evet, milyonlarca insanın sorumluluğunu almak ve onların yaşamını sağlamak, güvence altına almak, çalışma ortamını sağlamak ve onlara bir statü sağlamak gerçekten çok zor bir durum ama sadece kampların durumuna bile baktığımızda, geri kalan milyonların dışarıda olan bir durumla karşı karşıyayız ve bizim aslında işimiz çok fazla ve sorumluluk çok ağır ve buna dair de çok sağlam bilgilere ve yüzleşmelere ve açık açık konuşmalara ihtiyacımız var. Yani eğer bir kadın tecavüze uğrayıp, dokuz aylık bir kadın tecavüze uğrayıp öldürülüyorsa ki oldu, bunun aslında kullanılan günlük nefret dilinden de bağımsız olmadığını da bilmemiz gerekir. Bunu tariflerken, o insanları nasıl tariflediğimize de bağlıdır. "Suriyeli" diye tariflemek, bir defa yanlış bir yaklaşımdır. Hani biz "mülteci" mi diyoruz, "göçmen" mi diyoruz, "geçici koruma" mı diyoruz? Bence bizim bu kavramları da bir netleştirmemiz gerekiyor. Yani "Suriyeliler burada." dediğimizde bile, ötekileştiren bir dil olarak kullanmış oluyoruz. Burada günlük yaşam dilimizden tutun, nereden baktığımız, nasıl baktığımız, onlara nasıl bir imkân sağladığımız veya nasıl onları değerlendirdiğimizin aslında açık bir tarifini söylemek mümkün.
Şimdi, kampların güvenliğinden bahsedeceğim, kamplarla ilgili çok fazla problem var. AFAD Başkanı da burada, Genel Müdürü de burada, onlara sormak istiyorum, kamplara dair sorularım olacak. Kamplarda yaşayanların güvenliğiyle ilgili hiç problemler size yansıdı mı? Yansıdıysa neler yaptınız? Ve sonrasında ne gibi işleme tabii tutuldu? Ve nasıl bir güvenlik alındı? O insanların, özellikle travmatize olan çocuklar var, kadınlar var, istismar edilen kadınlar var, onlara dair nasıl bir çalışma yürütüyorsunuz? Bunu da sorarak, orada çalışan insanların çalışmaları var mı? Güvencesiz çalıştıklarını biliyoruz, ucuz iş gücü olarak görüldüklerini de biliyoruz, onların mevcut durumu nedir? Yani kamplarda olanların çalışan kişi sayısı, mevcut durumlarını da öğrenmek istiyorum.
Kadınların durumu öncelikle çok vahim ve orada kadınlara nasıl bakıldığını, nasıl istismar edildiğini de biliyoruz. Hem kamp dışı hem kamp içi, özellikle kampların dışında milyonlarca kadından bahsediyoruz. Gelenlerin büyük bir kısmı kadın çünkü, kadın ve çocuk. Kadın ve çocukların bulunduğu alanın siz güvenliğini sağlamadıkça, onların mekânlarının güvenliğini sağlamadıkça, çalışma ortamı sağlamadıkça, yaşam güvencesini sağlamadıkça, her türlü istismarı görmek, izlemek, uygulandığını pratik olarak görmek çok mümkün ve biz bunu çok yaşadık. Her gün bir dramla karşı karşıyayız ve bu dramın da bire bir sorumlusu biziz aslında. Yani geliş biçimi nasıl oldu, nasıl "git" diyecekler ve bunlara dair biz ne yapacağız? Pratik olarak ne yapıldı, bundan sonra ne yapılacak, bunu konuşmak gerekiyor. Çünkü bu, siyasetüstü bir durumdur, bir dramdır ve insanlık dramıdır. Hani, Suriye bizim hemen yanı başımızda olan bir komşu ülkedir ve mezhep çatışması, inanç çatışması, etnik çatışmalar, aklınıza gelen her türlü çatışmanın olduğu bir alandır. O çatışmaları besleyip daha çok derinleştirmek mi ya da o insanların orada kalmasını sağlayacak politikalar mı izlemek gerekir köklü çözüm olarak? Bence bunu da tartışmak gerekiyor. Mültecilerin gelmesini sağlayan bir yerden mi bakıyoruz biz göçmenlere, mültecilere; yoksa, mültecilerin gelmesini engelleyecek politikalar mı izliyoruz, buna da bakmak gerekiyor. Bu, çok büyük bir problem ve bu problemin siz kökenine inmedikçe, mevcutta, sadece kampta kalan 100 kişiyle, 500 kişiyle görüşerek bu raporu hazırlamak, mevcut göçmenlerin, mültecilerin ya da geçici koruma olarak sağlanmış olan insanların ne problemlerini anlatabilir ne de problemlerin çözümüne yönelik sağlam, pratik uygulamalar getirebilir. Bir, bunu da söylemekte fayda var.
Ben yine ısrarla, kadın olmak, kadın milletvekili olmam sebebiyle hem de 8 Martın da getirmiş olduğu o duyguyla tekrar söylemek istiyorum: Suriyeli kadınların mevcut durumunu sağlayacak, güvence altına alacak nasıl bir uygulama ve pratik önermeleriniz var? Çünkü burada çok fazla pratik önermeler görünmüyor. Buradan özellikle çok sağlam, köklü bir tartışma yürütmemizi öneriyorum ve önerirken de bunları söylerken de yargılayan, eleştiren, tahakküm eden, tahkir eden değil; gerçekten sorunları konuşabilecek cesarette ve yüzleşebilecek cesarette olma tarzıyla yaklaşmak gerektiğine inanıyorum. Çünkü bu sorun, hepimizin sorunudur. Orada olan, yaşayan, ölen, tecavüze uğrayan, hırsızlık yapan, istismar edilen, birtakım mafyatik örgütlerin içinde zorla tutulan binlerce, hatta yüzbinlerce insandan bahsedebiliriz çünkü elimizde hiçbir veri yok. Sokağa çıktığınızda, ışıklardan, herhangi bir kırmızı ışıktan geçtiğimizde, siz orada çok rahat mültecilerle karşılaşabiliyorsunuz. Buna dair hiçbir planlama var mı, onu bilmiyorum. Ya da gittiğinizde dilenen insanları görebiliyorsunuz, buna karşı bir yaklaşımınız var mı, oradan da açıkçası bir şey yok. Bu ve bunun gibi binlerce sorun var ve bu binlerce sorunun belki de okyanustaki bir su damlası gibi bir durumla karşı karşıyayız. Tabii, gücümüzü de biliyorum. Yani ben bunu söylerken "Hepsini çözelim, hepsinde çok pratik çözümler geliştirelim." demiyorum ama süregiden dış siyasetten tutun, bu ülkenin dış politikası da bundan azade değil. Bu mültecilerin oluşturulmasından belki bire bir sorumludur, aslında belki değil, birebir sorumludur. Hem onu, hem mevcutta elimizde olan 4 milyon kişinin ne durumda olduğu, nasıl bir yaşama mahkûm edildiği, onlarla birlikte bu ülkenin kendi vatandaşlarıyla karşı karşıya gelen nefret dili ve bu ülkenin kendi vatandaşlarını gün olacak ki biz bunu hepimiz umarım görmeyiz ama güvenliğini de sarsacak birtakım politikaların izlendiğini de şimdiden görmek mümkün. Bunların hepsini bir bütün olarak tartışabilmeyi ve konuşabilmeyi umut ediyorum ve öneriyorum.
Teşekkür ediyorum emeği geçen arkadaşlarımıza.