KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Sayın Başkan, teşekkür ederim.

Bir kez daha Komisyonunuzu ve Komisyonu takip eden herkesi saygıyla selamlıyorum.

Dün geneli üzerinde konuşurken kısmen değinmiştik -bugün bu madde üzerinde görüşlerimi ifade edeceğim- son derece önemli bir madde. Daha doğrusu, hani "Zurnanın zırt dediği yer burası." derler ya, bu madde öyle bir madde ki siyaseten tartışılıyor, Türkiye'nin bundan sonraki siyasal döneminde önemli bir kilometre taşı, virajı olacak. Türkiye siyaset tarihini yazanlar bu ittifak girişimine Anayasa'ya uygunluk açısından, Anayasa'nın eşitlik ilkesine, Anayasa'nın 67'nci maddesine uygunluk açısından irdelemelerde bulunacaklar ve benim kanaatim odur ki gün gelip birileri geriye baktığında...

Dün bahsetmiştim, 1946 seçimlerinde liste usulü çoğunluğu benimseyen ve bu sayede çok partili rejime geçilse de çoğunluğun kendisinde olmasını düşünen veya aksini aklının ucuna dahi getirmeyen Cumhuriyet Halk Partisinin 1950 seçimlerinde aradaki oy farkı çok yüksek olmamasına rağmen -500 milletvekiline- 50 milletvekillik bir mağlubiyete uğrayıp Demokrat Partiye kaybettiği düzenleme gibi ya da Anavatan Partisinin çifte barajlı D'Hondt sistemini bulup, geliştirip, yaptırdığı kamuoyu araştırmalarından sonra "il barajı" diye bir kavram geliştirip, ilk seçimde kısmen sonuç alıp ama takip eden ilk seçimde o koyduğu barajları kıl payı geçen Doğru Yol Partisi ile kıl payı altında kalan ANAP çelişkisinden kendi kazdığı çukura düştüğü gibi, yapılan ilk seçimde Demokratik Sol Partinin, Anavatan Partisinin, Milliyetçi Hareket Partisinin kendi kaldırmadıkları barajın üçü birden altında kaldıkları gibi bu yapılan düzenlemenin de Adalet ve Kalkınma Partisi ve Milliyetçi Hareket Partisi açısından, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi açısından ne tarihî bir hata ne tarihî bir tuzak ne tarihî bir kasise düşmek olduğunun anılacağına, siyaset tarihine bugüne doğru, geriye doğru bakıldığında bu tespitin yapılacağına yürekten inanıyorum. Buraya oy verenlerin -Allah uzun ömür versin- ileride bugünler anıldığında, Bölükbaşı'na, 5-0 Demokrat Partiye kazandıran Kırşehir'in ilçe yapılmasına oy veren milletvekillerinin ya da Malatya'dan Adıyaman'ın bölünmesini Malatya'daki 12-0'lık Cumhuriyet Halk Partisine karşı bir cezalandırma olarak yapıldığında buna oy veren milletvekillerinin mahcubiyeti içinde ifade edeceklerini ve bunun çocuklara, torunlara da siyaset tarihî açısından "Ya, dede ne yapmış?" diye sorulduğunda, çok böyle "Ya, benim dedem şöyle yapmış." diye anlatılabilecek bir davranış biçimi olmadığını açıkçası düşünüyorum.

Bugün yapılan ittifak düzenlemesiyle ilgili siyasi, anayasal ve aritmetiksel birtakım tespit ve eleştirilerde bulunacağım. Öncelikle, Anayasa Komisyonuna Anayasa'nın eşitlik maddesini okumaya gerek yok. Anayasa Mahkemesine yapılan bütün başvurular ve bütün iptal, bozma kararlarında Anayasa'nın eşitlik ilkesi tüm yönleriyle ele alınmış, değerlendirilmiş, vurgu yapılmış, bütün siyasi partiler için, bütün Anayasa hukukçuları için ve anayasal bir düzende tartışan herkes için temel çıpalardan bir tanesi olmuş olan eşitlik maddesidir. Ayrıca, Anayasa'nın 67'nci maddesinin son fıkrası bugün gündemde değil yani "Yapacağınız değişiklikler bir yıl içinde yapılacak seçimlere uygulanmaz." maddesi Anayasa değişikliğinde kaldırıldı. Ola ki bir baskın seçim yapasınız veya ola ki Anayasa'yla bağlamış olmanıza rağmen uyum yasalarını yapamayıp geciktirdiğinizde en son evrede bile değişiklik yapsanız veya kazanmaya kilitlenmişsiniz, kaybettiğinizi gördükçe hamleler yapıyorsunuz, bu hamlelerde çırpındıkça çırpındıkça -dün söylemiştim- kaybeden bir toplam, aritmetik bir çaresizlik, büyük parçayla küçük parçayı topluyorsunuz, büyük kadar bile etmiyor, bu seçimlere yaklaştıkça onu da koyalım, bunu da koyalım, evet ama bir madde daha yukarıya gidelim, 67'nin sondan ikinci maddesi ek fıkra ne diyor? "Seçim kanunları temsilde adalet ve yönetimde istikrar ilkelerini bağdaştıracak biçimde düzenlenir." Yani "Anayasal bir göreviniz var, anayasal bir zorunluluğunuz var, seçim kanunu yaparken temsilde adalet ve yönetimde istikrarı gözetin." diyor. Bugüne kadar partinizin sözcüleri, yetkilileri, karar vericileri, sizler yaptığınız tüm değerlendirmelerde bunu hep söylediniz ve dediniz ki barajı.... Yani "Erdemliler Hareketi" diye yola çıktınız on yedi yıl önce, on altı yıl önce iktidar imkânına kavuştunuz. Size dediler ki: "Biz Erdemliler Hareketi'siniz ve ilk hedefler beyannamesi gibi ilk yüz günde, ilk beş yüz günde yapacağınız hedefleriniz var ve çok ciddi bir şekilde seçim barajını eleştiriyorsunuz, geldiğiniz siyasi geleneğin uzun süredir de seçim barajından yaşadığı mağduriyet de ortada, siz bunu kaldıracak mısınız?" Kaldırmaya söz vermiştiniz, erdemli siyaset, Erdemliler Hareketinden bu bekleniyordu. O günlerde dokunulmazlıklar da böyle soruluyordu, dokunulmazlıklara da aynı eleştirileriniz vardı, dokunulmazlıklara "Bu yargıyla mı?" demiştiniz. Baraja da "Temsilde adalet önemli ama yönetimde istikrar lazım, bunun için baraja biraz daha ihtiyacımız lazım." gibi cevaplar vermiştiniz. Bu, aslında güvenlik politikalarında güvenlik-özgürlük dengesi çelişkisi gibi bir şey. "Ya, özgürlükleri niye kısıtlıyorsun?" İktidarlar tarafından "Toplumun güvenliğini savunmamız lazım." diye cevap verilir, orada hep bir makul aranır, bir denge aranır. Bu da hep tarafınızdan barajı indirmeyen tüm siyasi partilerde olduğu gibi "Ya, yönetimde istikrar için bu lazım. Koalisyon dönemleri kötü, koalisyon olmasın..." 16 Nisan referandumuna gidiyoruz. Biz diyoruz ki bu, koalisyonları kaldırmaz, sadece öne çeker. "Hayır, haşa maşa." Geldiğimiz durum ortada; bir buçuk yıl var, koalisyonlar konuşuluyor, iki partinin mutlak çaresizliği birbiriyle önceden bir ittifak arayışına itmiş çünkü eriniyor, toplanıyor toplanıyor toplamdan küçük yapılıyor, tabanlar ikna edilmeli, kaynaştırılmalı, sıvaştırılmalı, birlikte bir şeyler yapmalı falan ama daha da ihtiyaç var, bir partinin kapısında yatılıyor. Bunların hepsi olabilir, yaşanabilir. E biz uyarmıştık, dinlemediniz, düştüğünüz mesele bu. Ama bir başka gerçeklikle karşı karşıyayız. İnanarak, savunarak güçlü bir argüman ortaya koyarak dediniz ki: "Bu Anayasa değişikliği yapılıp yeni rejimi uygulamaya başladığımızda artık yönetimde istikrar sağlanacak." Neden? "Bir kişiyi seçeceğiz, her şeyi o seçecek. Eleştiriye açık, çok eleştirdik, hâlâ eleştiriyoruz ama beş yıl boyunca yemini edecek, bir gidecek, bir daha gelmeyecek." Sırf kendisi mi? "Belirlediği bakanlar da, cumhurbaşkanı yardımcıları da. Ama istikrarlı bir yönetim, güvenoyu yok, güvensizlik oyu yok, gensoru yok, düşüremezsiniz." Nasıl bu hesap verecek? "E beş yılda bir millete verecek." ya da "Anayasa'da fevkalade yüksek nisaplarda seçimleri yenileyebilirsin ama iki ucu keskin bıçaktır, çift uçlu çalışan giyotin biçimindedir, oranın kafasını koparırsa senin de kafanı koparır, birlikte seçime gideceksiniz." Böyle bir tuhaf, savunulması zor, izahı zor işi anlattınız ama şununla anlattınız, dediniz ki: "Bu, yönetimde istikrarı getiriyor." O zaman yönetimde istikrar geliyorsa Anayasa'nın 67'nci maddesine göre inanıyorsanız, savunduğunuz şeye, oy verdiğiniz, verdirdiğiniz şeye inanıyorsanız bu sistem yönetimde istikrarı getirdi, o zaman temsilde adaleti sağlamamak için hiçbir bahaneniz yoktur. Baraj bugüne kadar koalisyon olmasın diye vardı. Küçük küçük partilerin oylarını daha büyükçe partilere devşirelim, iki yönlü, bir, baraja takıldığı için o geçemiyor, D'Hondt sistemiyle biz alalım, ikincisi daha büyük baraj seçmenin zihnindeki barajdı.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Diyor ki adam: "Ben Saadet Partisine oy vereceğim ama oyum boşa gitmesin. Beni temsil edecek bir başka siyasi partiye oyumu vereyim, beni o temsil etsin yoksa oyum Parlamentoda temsil edilmeyecek." Ben bizim arkadaşlara zaman zaman anlatıyorum. Ben Manisa'nın Hacıaliler köyündenim. Bizim köyde biz normalde 3'üncü partiyiz. İlk kez milletvekili adayı oldum, köyde müthiş bir şey, traktör konvoyları falan karşıladılar, bana da oy verdiler. Ama alışmışlar hep iktidar partisine oy vermişler, ANAP'ta ANAP 1'inci parti olmuş, Doğru Yolda Doğru Yol, 22'nci Dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi. Özgür Özel aday olmuş, oyu verdiler, 1.100 oyun 800 küsurunu aldık, seçildik. İlk teşekkür ziyaretini köye yapacağız, gittik köye, vallahi o coşku yok. Dedim ya teşekkür ederiz. "E yeğen olmadı ya." diyorlar. Ya, nasıl olmadı, milletvekili olduk, köyde 1'inci parti olduk, büyük başarı elde ettik, Manisa'da 3 milletvekili... "Ama biz muhalefette kaldık, oylar boşa gitti." diyor. Muhalefette kalmayı bile oyun boşa gitmesi olarak değerlendiren bir seçmen davranışı Parlamentoya oyunu yansıtamadığı noktada başka tercihlerde bulunuyor. Bu, zihinlere kurulmuş bir bariyer ve bugün sizden seçmenin beklentisi, mademki yönetimde istikrarı sağladınız, temsilde adaleti sağlayın. Bu baraj şimdi neyi koruyor? Bu baraj -size bir şey söyleyeyim- şu anda bir tek ve bir tek sizin iki partinizin barajı kendinden kaldırıp başkasına uygulayarak bu psikolojik bariyeri koruyor; öğrenilmiş çaresizlik. "Ben kendi partime oy verirsem benim partim Meclise gidemez, ben bir başka partiye, başka partilere oy vermek suretiyle gideyim." Eğer siz millî irade hırsızlığına niyetlenmediyseniz, siz bir siyasi yan kesiciliğe niyetlenmediyseniz -biraz daha rakamlarıyla söyleyeceğim- bu barajı nasıl savunabiliyorsunuz? Bu barajı savunmak için bir şey söyleyin. Hangi istikrar? "İstikrarsa Cumhurbaşkanı seçildi mi, istikrar tamam." diyordunuz, işte ortada. "Renkli bir Meclis, farklı farklı partilerden oluşmuş bir Meclis, güçlü Meclis." diyordunuz. Meclis 2 partiden oluşursa mı güçlüdür, örneğin, 6 partiden, 7 partiden oluşursa mı güçlüdür? Her fikrin temsilcisinin orada olmasını mı yeğlersiniz, fikrini söyleyecek insanların veya insanların kendilerinin temsil edildiği bir Mecliste partilerinin olmamasını mı yeğlersiniz? Sözde hepimiz demokratız, hepimiz demokrasiden yanayız, hepimiz çok seslilikten, hepimiz çoğulculuktan yanayız, tek seslilik istemiyorsunuz. Geçmişte neler söylüyordunuz. Bugün gelinen noktada Mecliste bir renkliliğin, yüzde 1'in üzerinde oy alan partilerin her birinin temsil edildiği bir sistemi neden istemezsiniz, neden korkarsınız? Bu baraj neyi koruyor, neyi sağlıyor şimdi? Bu baraj sizin korkularınız, sizin zoraki seçmenleriniz, sizin oy verirken eli titreye titreye başka türlü kendisi temsil edilemeyeceği için partisine değil bağrı yana yana size oy veren zoraki seçmenler muhtaç ettiğiniz kendinize seçmen dışında size ne sağlıyor? Peki, buna şimdi ne ihtiyaç var? Bu sorulara cevap vermeden oturup da konuşmamak lazım ve şunu görmek lazım: İki partili bir sistem dayatıyorsunuz Türkiye'ye dedik, itiraz ettiniz. Bugün gelinen noktada bir muhalefet partisi bugün Adalet ve Kalkınma Partisinin Cumhurbaşkanı adayı resmen açıklanmadı, beklenen bir aday var ama ben Başbakandan duymadım "Bizim adayımız Recep Tayyip Erdoğan." diye veya sizlerden duymadık. Haklı olarak belli bir kampanya içinde onu size en uygun zamanda, zeminde, şekilde açıklamak istersiniz. Buna bir itiraz yok ama bir siyasi partinin Cumhurbaşkanı adayı belli, bir siyasi partinin Cumhurbaşkanı adayı başka bir siyasi partinin genel başkanı ve o siyasi partiye biz bu iki partili bir sistem getirir, kepengi kapatırsınız dediğimizde itiraz ediyordu, bağırıyordu, çağırıyordu. Şimdi, kendi genel başkanını veya partisinden birisini veya kendi siyasi görüşünden birisini değil daha bir buçuk yıl önce "Seni yargılamazsam namerdim." dediği ve sen "Bu ülkede bir kişi Cumhurbaşkanı olamaz, o da sensin." diye ismini telaffuz ettiği kişiyi Cumhurbaşkanı adayı gösteriyor. Sistemin dayattığı, sistemin mahkûm ettiği, bu mahkûmiyetin de geniş kitlelerin önünde söyleyenleri mahcup ettiği bir süreci yaşıyoruz.

Şimdi, gelelim -Anayasa'nın eşitlik ilkesinden bahsettik- bir kanun getiriyorsunuz, bir Anayasa'ya uygun olduğunu iddia ettiğiniz kanun. Kanuna göre durum şu: Partiler "ittifak kuran" ve "kurmayan partiler" diye ayrılacak. İttifak kuran partiler de yüzde 1'lik bir parti. Bugün, hani o noktaya kadar gelmedi, 13-14'ten en son 6,2 gördük ama farzımuhal ittifakın iki tarafı belli, Adalet ve Kalkınma Partisi ile Milliyetçi Hareket Partisi açık deklare ettiler. Daha kanunu çıkmamış ittifakın adını da koydular. Bu ittifaktaki Milliyetçi Hareket Partisi yüzde 1 oy alsa -yani bu hızla erise, 3 mü alır, 2 mi alır, 1 mi alır- Meclise milletvekili sokacak, barajı geçecek ama bir başka siyasi parti yüzde 9,99 oy alsa baraja takılacak ve Meclise gelmeyecek.

Beyler, bunun matematiksel karşılığı şu: 550 bin seçmen sandıkta oy vermiş bir partiye ve Meclise milletvekili sokuyor. 550 bin seçmen, 55 milyonda 550 bin, 5,5 milyon seçmenin oy verdiği partiye diyoruz ki sen baraj altında kaldın kardeş. "Neden?" İttifak kurmadın. Şimdi, denebilir. E bu herkese açık, kursaydı. Ya düşünün ki 5,5 milyonun siyasi partisi var ve diğer partiler tarafından ittifak kurulmak istenmiyor partiyle, kimse kurmuyor, yanaşmıyor. O istiyor ama kimse onunla kurmuyor. Bir parti herkes tarafından, diğer siyasi partiler tarafından ötekileştirilmiş durumda. Ya, siyasi parti, sonuçta keşke siyasi parti olsa, bir binadan, birkaç tane araçtan falan ibarettir, ötekileştirilmesinde bir şey yok, 5,5 milyon seçmeni ötekileştiriyorsunuz arkadaşlar. Adam 5,5 milyon oy alacak, temsilcisini buraya yollayamayacak ama öbür taraftan bir başka siyasi parti 500 bin oyla Meclise adam sokabilecek, milletvekili sokabilecek. Bu sefer sistem şunu getiriyor, getirdiğiniz ittifak sistemi: Muhalefet partisi olarak makbul davran, iktidar partisi alsın seni, sen majestelerinin muhalefeti olarak bir sonraki dönem ödüllendiril, 500 bin, hiçbir bedel olmadan Meclise gir ama bir diğer muhalefet partisi iktidara aykırıysa, iktidarın duymak istemediği şeyleri söylüyor, yapıyorsa ona 5,5 milyon seçmen oy da verse, "Helal olsun." da dese o dışarıda kalacak. Onda 1'i kadar siyasi partiye, "Bana göre makbulsen, istediğim gibiysen, benim hoşuma gidiyorsan gel." öbürüne "Sen bana aykırısın, git."

Arkadaşlar, 5,5 milyon oy alan 3 tane, 4 tane siyasi parti de olabilir. Siz hepsini dışarı atıp 500 bin oy almış birisini 20 milyon oya tercih edip başınıza taç etmeyi, bu konuda bir sistem kurmayı kurgulamışsınız.

Bakın, bunda marifet yok. Geçen gün Haluk Hoca söyledi, itiraz geldi. O demiş ki "Şeytan ittifakı, şeytanca ittifak." demiş, Başbakan diyor. Ya, şeytanın bile aklına gelmeyecek bir mesele var ya, ondan bahsediliyor. Yapabilir, gelebilir. Oturun, daha fenasını tasarlarsınız ama tasarlanabilen her şey meşru değildir, doğru değildir, hukuki değildir, siyaseten ahlaki değildir ve yaptığınız, ittiğiniz, kaktığınız, bir köşede bıraktığınız, ittifaka zorladığınız ve o ittifaktan siyasi bir nema umduğunuz iş ayağınıza dolaşır. Bu yüzden siyasi partiler birbirine benzeyebilir, bazı yerlerde benzer ama ayrı siyasi partilerdeyseniz, ayrı fikirleriniz varsa çok çok birbirinize iki kardeş kadar benziyor olabilirsiniz ama tek yumurta ikizi gibi birbirine bu kadar benzeşip de sonra "Biz de muhalefet partisiyiz, biz de muhalefetiz." bu sözleri söylediğinizde insanlar işte ondan sonra size niye tepki gösteriyorlar, neden kızıyorlar, neden itiraz ediyorlar, niye başka parti kuruyorlar, niye başka yerler güçleniyor? Bütün tasarımın kazanmak üzerine yapıldığı bir süreç var ama şaşırmayın, şu değil mesele.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Sayın Özel, buyurun.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Teşekkür ederim.

Kesin kazanacaksınız demek değil bu, rakamlar da onun aksini gösteriyor. Ama şu var: Muhalefette kalmamaya kodlanmış, muhalefete düşmeyi kendi sonu gören, muhalefete düşmeyi bir anda her şeyin terse döneceği, kâbusu... Bir muhalefet mesela, bir genel başkan düşünün Ana Muhalefet Partisi Genel Başkanı olarak olması tahayyül edilemiyor. Onun için her şey deneniyor. Ucu ucuna kazanılacaksa, böyle kepçede dağıtılırken herkese, dipte kalan kendine. Böyle bir sistem kurgulayıp oradan ki, aşırtılan... Rakam verdi Sayın Kalaycı, dedi ki: "Biz tasarladık, çalıştık, bu iktidar partisine 20, bizim partimize 6 fazla getiriyor." Ya, böyle sistem mi olur? Bu milletvekili aşırmak... Öyle bir tasarım kuralım ki -şimdi göstereceğim- bunun üzerinden millî iradenin, aşkın temsiliyle gelmek. Ele geçirdiğiniz çoğunlukla millî iradeye karşı böyle bir tuzak kurmak, kumpas kurmak. Adam oyu başka yere atacak, siz alacaksınız. Bu, kabul edilebilir bir mesele değil.

Sözümü çok uzatmayacağım. Basit bir örnek göstereceğim ama bu örnek 2 milletvekili bir seçim bölgesi için basitleştirilerek tasarlanmıştır ama örneğin 10 milletvekilinin dağıtımında dağıtım 9'da 6'ya 3'ken 10'uncunun yer değiştirmesine de yani her seçim bölgesinde milletvekilinin yer değiştirmesine sebebiyet verecek örnektir. Örnek, bugün seçim olsa -örneğimiz bu- seçmen sayımız 85 bin, A partisi bu seçimde 30 bin, B partisi 25 bin, C partisi 14 bin, D partisi 12 bin oy alıyor. Bu maddeyi okuyarak ve temaslı maddeleri okuyarak yazdık. 30 bin ve 25 binlik partilerin 1'er vekil çıkaracağı aşikâr. Bakın, baraj ittifakında aynı 85 bin oy aynı partilere aynı şekilde dağıldığında A partisi yine 30 bin, B partisi yine 25 bin alırken baraj ittifakı 14 bin ile 12 binin toplamı olarak 26 bin oy alıyor ve milletvekilliği 26 bin oyunu baraj ittifakına geçiyor ve bir bir A partisi ve baraj ittifakı vekil alıyor. Birleşip de, tek pusulada, tek amblemle girseniz ve seçmeninizi ikna etseniz hiçbir itiraz yok, ayrı bir parti olarak girin. Baraj ittifakı bir milletvekili alıyor. Sonra beyefendilerin, hanımefendilerin partisi içeride D'Hondt sistemine göre bu milletvekilini kendi arasında paylaşacak, vekil 14 bin oy alan partiye düşüyor. Sonuç, 30 bin alan A partisi 1 milletvekili, 14 bin oy alan C partisi 1 milletvekili, 25 bin oy alan B partisi milletvekili yok.

Bakın, hani kul hakkı, mul hakkı bir hassasiyet var ya, burada yediğiniz kul hakkı bu gelmeyen B partisinin milletvekilinin özlük hakları, torunlarının "Benim dedem vekildi." diyememesi falan değil. Burada 25 bin seçmen "Benim ilimi şu vekil temsil etsin, şu parti temsil etsin..." Taban tabana zıt olabilirsiniz. Siyasi partiler bunun için var. Buradaki mesele siyasi yankesiciliktir beyler. Buradaki mesele 25 bin seçmenin oyunu 14 bin oylu partiye bir... Aytuğ Hoca'nın söylediği o, partilerden bağımsız sistemin kendi kirlilik üretiyor. Yarın bu kuyuya siz düşersiniz ama yarın bu geldiğinde o zaman işte dersiniz ki "Ya, biz bunu böyle düşünmemiştik." Ama bu bizim parti B partisi olsa da, C partisi olsa da C partisinin yaptığı siyasi yankesiciliktir, partilerden bağımsız söylüyorum, millî irade hırsızlığıdır. Bunun tasarımını yapmak için oturmak, konuşmak, hesap kitap yapmak, cetvelle, pergelle hesaplamak kadar ayıp bir şey yok. Basitleştireyim, Türkiye'de tek milletvekilliği seçim çevresi yok şimdi, yanlış bilmiyorsam, iki milletvekili en düşük. 100 bin oy aldı adam, 100 bin, tek milletvekili olsa. 51 binde 50 bin oy alan 2 parti daha var. Bunlar ittifak beyannamesi verdilerse, evlilik şartnamesini verdilerse seçimin 7'nci günü biz olduk 101 bin, o tek vekilli 100 bin seçmene diyorlar ki: "Siz durun, siz 100 bin oy vermişsiniz ama biz 51 bin ve 50 binlik olarak mutabakat zaptını verdik, biz aldık vekilliği." Sonra aramızda paylaşıyoruz 51 binliğe düştü. 100 bin kişinin oyu Mecliste yok, 51 bin kişinin oyu Mecliste var. Sonra biz deyince buna siyasi yankesicilik, biz deyince buna millî irade hırsızlığı "Yahu, efendim, bu ne biçim laf?" Bu, bu biçim bir laf.

Kimin lehine olursa olsun arkadaşlar, getirdiğiniz tasarım budur. Bu oy pusulasında kendi içinde makul, bu sizin baraj ittifakının oy pusulası. İlan ettiniz diye partilerin isimlerini yazdık. Sizin baraj ittifakının oy pusulası. Şimdi, mührü veriyoruz teyzemin eline, geçiyor bunun başına, titreye titreye geliyor, bir de korkutulmuş, dışarı taşarsan kayıp. Hakikaten de şu C ile D arasında kaçırsa böyle geçersiz. İtiraz edilirse itiraz edilenlere bakıyoruz. C'de mi, D'de mi, bilmem ne geçersiz, gidersin sandığa. Teyzem titreye titreye oy basıyor buraya. "Aman efendim, biz Cumhuriyet Halk Partisine oy verecek." Buraya oy basıyor. Hatta şunu da söyleyelim. Teyze şuraya da oy bassa geçerli olacak da bilmiyor da çünkü...

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - Bilerek böyle çizmişsiniz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Nasıl istiyorsan, al sen çiz. Vallahi ben sizden aldım.

KEMALETTİN YILMAZTEKİN (Şanlıurfa) - C D'nin yarısı. Manipüle etmişsiniz.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Ya, yarısı, 4 katı, birileri de gelir bu kadar yapar. 3 tane, 4 tane siyasi parti gelir yanınıza yerleşirler, bu kadar yer olurlar bakarsınız böyle. O da olacak ama benim anlatmaya çalıştığım şu: Teyze buraya oyu basıyor kaçırırsak geçersiz. Adam geliyor, C'ye ve D'ye basıyor, diyor ki: "İyi muhalefet yapamadınız namussuzlar. Ben hepsine bastım." diyen var. Görmüyor musunuz oylarda? Veya ikisinde de gönlü var, iki taneye basıyor C, D geçersiz. Hep geçersiz. Sizin ittifak hesabında geldi, buraya bastı geçerli, buraya bastı geçerli, buraya bastı geçerli, 9 tane vurdu geçerli, 2'sine birden bastı geçerli, 2'sine birden basmadı geçerli. Ne yapacağız? Nasıl sayacağız oyu? Barajı açıkça verilmiş, oylar sayılacak. Adalet ve Kalkınma Partisine verilen oylar sayılacak. 80 bin oy diyelim, 20 bin oy Milliyetçi Hareket Partisine verilmiş sayılacak. Sonra bir 20 bin de iki tarafa basılmamış ya da iki tarafa birden basılmış oylar bir yerde toplanacak, aldıkları 80 bine 20 bin -örnek olarak veriyorum- oranına göre bu muğlak oylar da partilere dağıtılacak ve bunlar geçerli olacak. Kendi içinde tutarlı mı? Valla tutarlı. Özgür Özel böyle bir şey tasarlar mı? Hani böyle bir şeytani fikir yarışması yapsanız daha âlâsını bulurum ama böyle bir şeyi getirmek, bu hesapla, bu mantıkla birleştirildiğinde, görüldüğünde ne yapıyor? Şunu yapıyor: Seçmen oy verirken bir tercihte bulunacak. Ben, o tercihi, kendisine müdahale mekanizmalarını ilk 9 maddede konuştum, yapacağım, yapamayacağım ama oylar sayıldıktan, döküldükten sonra, rahmetli Özal'ın il barajı gibi, 24 alan ile 26 alan arasındaki fark gibi, 1950'deki bir partinin bütün vekilleri çıkarması gibi veya bir başka seçimdeki bir başka adaletsizlik gibi bir iş yapılacak. Bunu hesaplamış Milliyetçi Hareket Partisinin saygıdeğer milletvekili "AKP 20, biz 6 tane fazla alıyoruz 1 Kasıma göre uyarlarsak." diyor. Yaptığınız iş bu.

Bu kanun teklifini, burada, tek başınıza, iki başınıza, bizim buradaki eleştirilerimizin varlığında falan değil, eğer gerçekten bir siyasi kültürünüz, geçmişten alınan bir ders, gelecekle ilgili bir endişeniz varsa, birazcık vicdanınız varsa şöyle davranmanız lazım: 8 tane daha siyasi parti bu yasaya göre seçime girecek. Bu siyasi partilerin görüşünü sormadınız. Biz gittik 8'iyle de konuştuk, yarın bunu kamuoyuna ve partinize de ifade edeceğiz ama sizin buraya, o 8 siyasi partiden, seçim işlerinden, hukuk işlerinden, teşrif ederlerse genel başkan düzeyinde temsilcileri çağırıp "Biz böyle bir şey yapıyoruz, ne diyorsunuz?" demek gibi bir mükellefiyetiniz var. "Ben aldım iktidarı elime, bildiğimi yaparım." Yaparsınız. 15 Temmuzda darbeciler başarsalardı bildiklerini yapacaklardı. İstedikleri gibi yapıp, mecburen demokrasiye de geçer gibi yapıp bir sürü böyle alengirli, FETÖ işi, şeytan işi numaralar bulup, kendilerine uygun bir demokrasi tasarımı yapmaya çalışacaklardı. Siz on yedi yıl önce "Erdemliler Hareketi" diye yola çıktıysanız, o gün verdiğiniz bir sürü sözü tutmamış olabilirsiniz ama bugün geldiğiniz noktada, elinize gücü geçirdiniz diye böyle bir tasarımı yapıyorsanız ve seçmene bunu yapacaksanız, bu vicdandan da döner, bu hesap Bağdat'tan da döner, gün gelir bu yaptığınız iş tamamen sizi tersten de vurur. Bugün buradaki karar sizin, yapabilirsiniz. Torunlarınızın övüneceği bir iş yapmıyorsunuz, reddedeceği bir iş yapıyorsunuz, sıkılacağı bir iş, utanacağı bir iş yapıyorsunuz. Biz kendi sorumluluğumuzu yerine getiriyoruz. Yapabilirsiniz. Bazı yerlerde bu bize de yarar, hatta öyle bir şey olur, rüzgâr öyle bir yerden eser, karşınıza öyle şeyler çıkar ki pişman da olursunuz. Gerçi onunla ilgili hazırlığınız, onunla ilgili çabalarınız da açıkça görülüyor.

Bir de şunu söyleyeyim: Büyük Birlik Partisine de gittik. Büyük Birlik Partisi diyor ki: "Ben de ittifakta olmak istiyorum. Cumhur ittifakına destek vereceğim." İttifak herkese açık, Büyük Birliğe kapalı. Siz diyorsunuz ki "Büyük Birlik olsun ama AKP listelerinden olsun, burada olmasın." Birileri Büyük Birlik Partisiyle kantara çıkmak istemiyor.

Bir atasözü geldi aklıma, bir tekerleme, bir atasözü: Misafir misafiri istemez, ev sahibi hiçbirini istemez. Misafir misafiri istemiyor, "Büyük Birlik olmasın, o, ittifakta olmasın, bir kantar olmasın, ben olayım, o olmasın, o senin listenden olsun." Misafiri istemeyen misafire, ev sahibinin sizi de istemediğini hatırlatırız. Ve ittifak, müttefik, partner, dereyi geçinceye kadar. Beş yıl yetki alırsın... Şu anda Türkiye'de bizim söylediğimiz tartışmaları yaşıyorsunuz. Anayasa değişikliği sırasında, ama televizyonlarda, ama burada, ama meydanlarda ne yaşanacak dediysek onlar var, ne olmayacak dediyseniz oldu.

Şimdi şunu söyleyeyim: Şu anda, Anayasa'nın, bir yeminine rağmen tarafsız olmayan cumhurbaşkanı maddesi uygulamada, bir de o diğer 2'nci madde. Diğerleri eski Anayasa'yla yönetiliyoruz. Hiç ümit etmiyorum, tahmin etmiyorum, endişe de ederim olmasından ama bir an için olduğunu düşünelim. Siz iktidarda beraber olsanız beş yıllığına, bugünler geldiğinde başka tükenmişlikler, başka sıkıntılardan başka ittifak arayışları olduğunda, siz o zaman göreceksiniz yönetimde istikrarı. Bugünün müttefiklerinin bir buçuk yıl önce birbirine söylediği sözlerle, bugün hepsini unutup, yalayıp, yutup susmuşken, o gün ne sözleri birbirlerine söylediklerini. Hangi yeni ittifak arayışlarına karşı bugünün müttefiki o günün ortağı ama tasfiye sürecinde, boşanma sürecinde bu birlikteliğin ne sonuçlar doğuracağını ve Türkiye'ye neler tartıştıracağını göreceksiniz. O geçmişte söylediklerimiz nasıl ortaya çıkıp arşiv sizi şimdi mahcup ediyorsa, o gün arşiv bizi haklı çıkarıp yine sizi mahcup ettiğinde, o zaman içinde bulunduğunuz durum bir kez daha bugünkü kadar olacak, bundan daha hazin olacak.

Son olarak sözüm, yaptığınız, kazdığınız bu çukur, millî iradeye karşı girişmiş olduğunuz bu girişim, geçmişte orduya karşı yapılan kumpaslarda -sorumluluğunu başka bir alt işverene attınız- biz "kumpas" derken "Ateş olmayan yerden duman çıkmaz." diye bizi fırçalarken, biz askerî casusluk meselesinde "Allah'ın bildiğini kuldan mı saklayacaksınız?" diye bağırırken, biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak "Balyoz Kumpası" kitabı yazdığınızda "Vay, sen bize kumpasçı diyemezsin." derken, altı ay sonra Yalçın Akdoğan basın toplantısında "Millî orduya kumpas kurdular."da bizde terminolojiyle ortaklaşmıştı ama görüyoruz ki vicdanda yine ortaklaşmamışız. O yapılan hatalardan ders yine alınmamış. Bugün yine bir kumpas var. Yarın "Beni şu kandırdı, bu kandırdı." falan filan demeyin. Bir terminoloji ortaklaşmak veya solun öz eleştiri kültürüyle benzeşip "Aldatıldım, kandırıldım, Rabb'im affetsin, yola devam." Aynı mantıkla devam ettiğinizde, öz eleştiri geliştirici değilse karşı tarafı aldatmak için savuşturucudur. Bizim kültürümüzdeki öz eleştiri tekrar etmemek üzerine, hatadan ders çıkarmak üzerine, öz eleştiri verdiğin konuda bir daha aynı hatayı yapmamak üzerinedir. Sizinki öz eleştiriden çok yeni bir kredi açılması ama doğru bildiği yolda burnunun dikine yürümesiyse, o zaman aynı hataları yaparak aynı sonuçları alacağınıza, aynı pişmanlıkları duyacağınıza, aynı felaketleri bu ülkeye yaşatacağınıza emin olabilirsiniz.

Çok teşekkür ediyorum Sayın Başkan.