KOMİSYON KONUŞMASI

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Benim de hatırladığım ve Sayın Parsak'ın da doğruladığı konuşmada, bundan iki yıl kadar önce yani Milliyetçi Hareket Partisi bir muhalefet partisi konumundayken Adalet ve Kalkınma Partisini sosyal yardımları yoksulluğu yok etme planıyla değil, yönetme planıyla yaptığını sert bir dille eleştirdiğinde...

BAŞKAN - Sayın Özel, sizi gündeme devam ediyorum, madde gündemine.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - İşe gelmeyince gündeme...

Ben de mesela Sayın Parsak'a yaka mikrofonu teklif ediyorum sizi yormamak için, açıklama yapmak istediğinde konuşsun.

Şimdi, maddeye dönersek...

Tabii, bu arada samimi şeylerle Özkan Yalım'ın bu kanaatine katılmıyorum, bizim partide de son derece demokratik tartışmalar oluyor. Mesela, Özkan Suriyeli mültecilere oy kullandırma planından bahsediyordu, ben de diyordum ki: "O kazdıkları kuyuya düşerler çünkü sol ve sosyal demokrat bir partinin göçmen politikası her zaman göçmenlerin oyunu almaya yetecektir." Özkan diyordu ki: "Yok, yok, şu anda hepsi farklı düşünüyor olabilir." Ama süreç ne oldu? Bir baktık, bir anda geçmişte Cumhuriyet Halk Partisinin söylediği bazı sözlerin çok daha ilerisinde, fevkinde bir şekilde Suriyelileri memleketine yollama söylemleri Adalet ve Kalkınma Partisinde gelişti, Türkiye'de tutabilirsek AKP'ye oy vermeleri mümkün değil artık çünkü istenmeyen kişiler ilan edilmeye başlandılar.

ÖZKAN YALIM (Uşak) - Aman gitsinler Başkanım.

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Şimdi, bu maddede kısa konuşacağız, arkadaşlar önemli noktalara temas ettiler, 3 ve 4 için birlikte söylenmesi gereken bir şey var. Bu, sizin iktidara geldikten yirmi iki gün sonra kendiliğinden sona ermekte olan Tunceli'deki OHAL'i kaldırıp daha sonraki seçimlerde "Eskiden OHAL vardı, şimdi yok." diye billboard yaptırıp, o Tuncelili köylü amcanın resmini oraya koyup, oradan oy devşirip, ondan bir sivilleşme vurgusu yapıp, yıllarca böyle yaptıktan sonra bir buçuk aylığına ilan ettiğiniz OHAL'in üstüne oturup on sekiz aydır bunu sürdürmeniz ve küçük bir Tunceli'de yirmi iki günlük OHAL, 81 ilde, tüm Türkiye sınırları içinde on sekiz aylık OHAL noktasına taşıdığınız Türkiye'deki durumdan farklı değil. Bu uygulamayı yaptığınız sırada sivilleşmeden bahsediyordunuz, "Tamamı kamu görevlisi sandık denetimi, sadece ve sadece bürokrasinin egemen olduğu, devletin siyasi partilere güvenemediği, siyasi partilerin birbirine güvenemediği yarı demokratik rejimlerde olur." diyordunuz. İlk kez bu maddeyi uygulamak size nasip olmuştu, övünüyordunuz, biz de destekliyorduk maddenin böyle uygulanmasını. Örgütlenmiş bütün siyasi partilerin, örgütlenmesi tam siyasi partilerin lehineydi bu durum ve hepimiz ilgili sayıda sandık başkan adayı gösteriyorduk, kurayla çıkıyordu, adil de kuralar oluyordu ama bugün gelinen noktada başka bir yere geldiniz. Aldığınız ve bir noktaya getirdiğinizi söylediğiniz Türkiye'de sandık başındaki görevlilerin siyasi partilerden görevlendirilmesinde sorun yoktu, bu -tırnak içinde ve sözde- ileri demokrasiydi, bugün geldiğiniz noktada Türkiye'yi nereye getirdiyseniz şu anda "Artık bunu yapmayacağız, kamu görevlileri yapsın." diyorsunuz. Aksine, bir de paradoksal bir durum var. Paradoksal durum şudur ki sizin kamu görevlileri meselesini söylediğiniz dönemde o ne istediyse verdiğiniz cemaatin binlerce, on binlerce mensubu kamuda görevliydi ama bol sayıda, kendinize ait, kendinize sadık, sizinle birlikte yediği içtiği ayrı gitmeyen çok sayıda kamu görevlisi vardı. O dönemde siyasi partilere bu görevi vermeyi göze alıyordunuz, şimdi kamuda müthiş bir ayıklama, size sadakatinden emin olamadığınız, daha doğrusu size ihanet ettiğini düşündüğünüz, haddizatında ülkeye ihanet etmiş olan yüz binlerce kamu görevlisi ayrıldı, Manisa'da bir kaymakam üç tane ilçeye bakıyor çünkü kaymakam sayısı yetersiz, dünya kadar ihraç var, polisler gece gündüz uykusuz çalışıyorlar, hangisine gitsen diyor ki: "Ya, Vekilim, hiçbir şey değil de çok fazla çalışıyoruz, görevimizi de iyi yapamıyoruz; devletimiz de haklı, bu kadar ihraç oldu ama zor durumdayız." Her alanda bu tip zorluklarımız var ama bir bakıyorsunuz, sanki çok fazla kamu görevlisi varmış gibi geçen seçimde, 7 Haziranda, 1 Kasımda bu işin neresi aksamış, o dönemde de zaten siz iktidarsınız; diyorsunuz ki: "Şimdi, bu işi kamu görevlilerinin üstüne alacağız." Burada bir samimiyet eksikliği var. Biraz önce Sevgili Milletvekilim Sibel Özdemir konuşurken söyledi, niyetiniz ve gerekçe olarak yazdığınız şey belli değil. Bunu ya açıklıkla yazabilmek lazım ya da yazamadığınız şeyi yapmamak lazım. Yazamadığınızı biliyoruz ama o yazamadığınız mesele bir aczin itirafı, o da ayrı bir mevzu ama biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu düzenlemenin bir geriye gidiş olduğunun altını çiziyoruz. Bazı birliktelikler, bazı ittifaklar güce güç katar ama biraz önce geneli üstünde konuşurken de ifade ettiğim gibi büyük bir aritmetiksel çaresizlik var; büyük parça ile küçük parçayı topluyorsun, büyük parçadan daha küçük bir şey yapıyor; gelen, getirmesi gerekirken daha çok götürüyor; bu, öz güvende de aynı noktaya tekabül ediyor. Birlikte hazırladığınız teklif, tek başınıza bu ülkeyi yönettiğiniz zaman siyasi partilerden aldığınız -ki şu anda aslında iki siyasi parti birden, eskiden tek başına sizinkiydi- iki farklı siyasi partiden alabileceğiniz Meclis başkan adaylarının kuradan çıkma şansı eskiye göre her iki taraf için de 2 katı olmasına rağmen nasıl bir vehimledir bilinmez... İşte, bu, geriye gidiştir. Toplamınızın büyük parçadan küçük etmesi gibi burada da öz güveninizin toplamı dört sene, beş sene öncesinden geridedir. Başka da söylenecek bir söz yok.