| Komisyon Adı | : | ANAYASA KOMİSYONU |
| Konu | : | Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi (2/2137) (Alt komisyon metni) |
| Dönemi | : | 26 |
| Yasama Yılı | : | 3 |
| Tarih | : | 05 .03.2018 |
HALUK PEKŞEN (Trabzon) - Biraz kritik tabii. Yeni dönemde Trabzon'da parti meclisine seçilen arkadaşımız Sayın Yavuz Karan bir kalp krizi geçirmiş, hayatta tutmaya çalışıyorlar.
Başkanım nezaketiniz için size teşekkür ederim.
Saygıdeğer milletvekilleri, Sayın Başkanım, kıymetli Komisyon üyeleri; tabii, bizim Türkiye'de şu anda, mevcut durumumuzu, nerede olduğumuzu ve ne yapmak istediğimizi ortaya koyunca ortaya çıkan fotoğraf ile konuştuklarımızın çok da uyarlı olmadığını zaten görüyoruz. Hepimiz bildiğimiz bir şeyi farklıymış gibi görüyoruz. Hani çok kullanılan bir söz var ya: "Biz doğru bir şey mi yapıyoruz, bir şeyi doğru mu yapıyoruz." diye. Bakıyoruz, şimdi, bizim doğru bir şey yapmadığımızı, bir şeyi de doğru yapmadığımızı zaten hepimiz biliyoruz. Niye? Çünkü bir Anayasa tartışmasıyla başladı konu. Türkiye'de artık herkes biliyoruz ki, hepimiz biliyoruz ki, hepimiz vicdanımızla biliyoruz. Şimdi usulen dilimizle söylenen başka ama hepimiz vicdanımızla diyoruz ki: Evet, gerçekte bu böyle. Nedir o? İki tane anayasa var. Bir, matbaacıları bağlayan Anayasa var. Bir de Sayın Recep Tayyip Erdoğan Bey'in bildiği, hiçbirimizin bilmediği, koşullar geliştikçe ve onun Türkiye'nin gündemine angaje ettiği bir anayasa var. Bu anayasa öyle bir anayasa ki dakikalık, saatlik, günlük, psikolojimize göre de değişiyor. Hepimiz bir taraftan öbür tarafa doğru savruluyoruz. Doğal olarak hukuk güvenliğini tümüyle yıktınız ve inşa edemediniz. Evet, inşa ediyorsunuz, betonlar, yollar, otoyollar vesaire onların da içerisinde büyük sıkıntılar, sorunlar var ama bu ülkede güven inşa edemediniz, en büyük sorun da zaten güvendir. Hiç kimsenin hukuk güveni yok, hiç kimsenin gelecek güveni yok, hiç kimsenin seçime güveni yok. Seçim güvenliği yok, sandık güvenliği yok. Nasıl? İşte, bakın, evrak burada. Günlerdir konuşuyoruz. Şimdi, bu kişisel veriler... Burada çırpındık "Aman, sakın ha yapmayın bunları, etmeyin. Bu kişisel verileri bu şekilde yasal bir prosedürün içerisine konulmuş gibi yapıyorsunuz, bu tamamen uluslararası bu konudaki angaje olmuş kurumların sizin elinizle Türkiye'nin bütün kişisel verilerini ele geçirmelerine ilişkin bir yöntemdir, düşmeyin bu tuzağa." dedik. Türkiye'nin Amerika Birleşik Devletleri'yle yaptığı anlaşmalara bakın. "Siz, o anlaşmalar doğrultusunda bu kişisel verileri, belli kayıt altına alırsanız, yarın bunların hepsi Türkiye için stratejik tehlike olarak bize karşı kullanılır." dedik, dinlemediniz.
Geçenlerde kişisel veriler kamuya yansıdı. Hepimiz büyük bir merakla "Aman, dur, dedemin babasının adı neymiş? Sülale nereden gelmiş? Acaba bir sıkıntı var mı?" diye kişisel verilerin içerisine sataştık ama gördük ki durum daha farklı. Olan, bize sunulandan daha farklı bir fotoğrafla Türkiye gündemi değişmeye başladı. Ne oldu? Birçoğumuz orada, geçmişte ölmüş olan büyüklerimizin sağ gösterildiğini gördük. "Aman, bunlar olabilir, işte, bilgisayarlara yüklenirken teknik hatadır." falan diye bunu hepimiz bir şekilde mazerete büründürüp mazur göstermeye gayret ettik ama gerçek öyle değil. Niye? Şimdi, elimdeki belgede adamın adı Osman Fikret. Osman Fikret'in "t"si gitmiş "Osman Fikri" olmuş. "Adı hazır 'Osman Fikri' olmuşken bir de vatandaşlık numarası verelim." demişler, vermişler, bir de vatandaşlık numarası olmuş. Mesela belgede hanımefendinin annesinin adı Hatice Raife. Hatice Raife'nin "Hatice"si uçmuş "Raife" olmuş. Yani seçim ve kütük kayıtları üzerinde çok ciddi bir manipülasyon yapılmış. Artık "sağ/öldü" tartışmasından daha öte bir durum var. Bugün seçmen kütüklerinin tamamı üzerinde bilerek ve istenerek, iddia o ki, bu iddiaya mutlaka Parlamentonun el koyup, bir komisyon oluşturup araştırması gerekir. İddia o ki: 2 milyonu aşkın, ihdas edilmiş seçmen vardır. Doğru mu? Ben soracağım. Hani, ölmüş olup sağ gösterilenlerin sayısı nedir bilmiyoruz ama herkesin ailesinde benzer bir durum var. Peki, ölmüş olup sağ gösterilenlerin dışında, gerçekten hiç olmayıp vatandaşlık numarasıyla ihdas edilmiş olan ne kadar insan var? 1.000 mi, 500 mü, milyon mu, ne kadar?
Şimdi, böyle bir durumda seçim, sandık ve güvenliği konuşuyoruz. Hiç kimsenin Türkiye'de seçim güvenliğine inandığını düşünmüyorum. Bizim halkımızın zekâsıyla oynamak bu, hiç birimiz inanmıyoruz. Seçimlerin nasıl yönlendirildiğini, yönleneceğini ve sandıktan neyin çıkacağını hepimiz biliyoruz, herkes biliyor, bilmeyen hiç kimse yok, Anayasa Mahkemesinin Başkanı bile biliyor, hepiniz biliyorsunuz. Sandıklara gidip "Bu sandıkta boş oy kullanılacak, yüreği yeten sandık görevlisi varsa çıksın şimdi." denildiğini de biliyoruz ve bunları söyleyenlerin de ne yazık ki siyasetin içerisinde olduğunu da biliyoruz.
Şimdi buradan, Türkiye'de demokrasiyi inşa edeceğiz, hukukun üstünlüğünü inşa edeceğiz, güven inşa edeceğiz, bu ülkenin yurttaşları olarak birbirimize inanacağız ve diyeceğiz ki: Devlet düzenimizi bir arada, barış içerisinde kurduk, inşa ettik, rakip ülkelerle olabildiğince halkımızı güçlü bir şekilde yarıştıracağız, biz halkımızı mutlu edeceğiz ve refah içerisinde yaşayacağız. Arkadaşlar, buna bizim Temel bile inanmıyor, artık Temel bile fıkra anlatmaktan vazgeçti, yok yani. Bu yaşanan olayların hepsi Temel fıkralarından daha dramatik. Bakın, hiçbiriniz sataşmıyorsunuz "Ya, yok böyle bir şey Haluk Bey, insanlar sağ gösterilir mi?" demiyorsunuz. "Evet." diyorsunuz, maalesef. Hiçbiriniz "Ya, böyle sahte kimlik oluşturulur mu? Bu doğru değil." demiyorsunuz. Niye? Çünkü maalesef, bu, gerçek, siz de bunu biliyorsunuz. Ben, vicdanınızın benim söylediklerimin tamamıyla bire bir örtüştüğünü biliyorum. Hepiniz vicdan sahibi insanlarsınız. O zaman, lütfen vicdanla hukuk düzenini örtüştürün.
Türkiye'de seçim ve sandık güvenliği... Şimdi, böyle bir durumda, bunlar yapılmış, planlanmış... Ve bir şey daha söyleyeyim: Bunu sizin partinizin yapabileceğine de inanmıyorum. Bunu samimiyetimle söylüyorum. Bunu muhtemeldir ki çok profesyonel bir ekip yapmıştır. Bu ekibin kim olduğu konusunda benim bir öngörüm var. Hani "FETÖ" diyorsunuz ya, FETÖ kim? FETÖ'yü gerçek fotoğrafıyla görmediğiniz sürece hiçbir sonuç elde edemezsiniz. FETÖ, o bildiğiniz FETÖ, o 3-5 cemaat mensubu vesaire görüntüsünden başka bir şey. Bu coğrafya içerisinde bu ülkenin damarlarına kadar, hücrelerine kadar angaje edilmiş, enjekte edilmiş bir uluslararası örgüttür. O örgütün neleri yapabileceğini, neleri becerebileceğini bu kayıtlardan görün. Bugün size yazıyor, yarın kime yazacağını hiç kimse bilemez. Onun için, buradan durumu lehinize çıkarmayın, durumdan vazife çıkarmayın; vazifeye uygun durum üretelim. Bunu üretmediğimiz sürece ülkede hiç kimsenin güvenliği yoktur. Hukuk güvenliği, can güvenliği, mal güvenliği, seçim güvenliği, sandık güvenliği, hepsi bir bütün içerisindedir, hepsi bir güven konusudur. Maalesef, bizim şu anda ne birbirimize ne de bu ülkedeki düzene, sisteme güvenimiz kalmamıştır.
Bunun sonuçları hepimiz için ağır. Maliye Bakanına soruyoruz -Plan ve Bütçe Komisyonuna geliyor- bu ülkede yaşanan her hukuk sorununun arkasından Türkiye'nin uluslararası arenada borçlanmasından faiz oranları yükseliyor. Bedelini ağır ödüyoruz, hep beraber ödüyoruz, siz de ödüyorsunuz. Bu ülkede yaşanan her hukuk skandalından sonra Türkiye'deki yatırımcının yurt dışından aldığı kontrat sayısı azalıyor. Bakın, bir ölçü vereyim size: Şimdi, daha yeni, nükleer santral konuşuldu Plan ve Bütçe Komisyonunda. Türkiye'nin kurulu gücü 85 bin megavat, kullandığımız elektrik 40 bin megavat; 45 bin megavatımız atıl hâlde. Niye? Amerika Birleşik Devletleri iki gün önce Türkiye'ye demir çelikte vergi uyguladı. Hadi, yüreğiniz yetiyorsa gelin "Biz de size, ithal edilen ürünlere vergi koyuyoruz, şekere kota koyuyoruz, şekere vergi koyuyoruz; Avrupa koydu, ben de koyarım." deyin, tam olarak arkanızdayız. Yüreğiniz yetiyor mu? Yok.
Buradan, bu tür yöntemlerle iktidarda kalınmaz. İktidarı ele geçirebilirsiniz. İktidarı ele geçirmek ile iktidarda kalmak başka bir şeydir. İktidar vicdanlarda kalınır. Koltukları ele geçirdiğinizde iktidar olduğunuzu zannetmeyin. Onun iktidar olmadığını dünyadan çok örnekle anlatabilirim. Parlamentomuzun nezaketine yakıştırmadığım için dramatik örnekleri size vermek istemiyorum ama dünyada çok örneği var. Burada çok kıymetli hukukçular var, benim söylememe gerek yok, siz bunları zaten biliyorsunuz. Bildiğinizi yüksek sesle söyleme zamanınız geldi, daha fazla ısrar etmeyin bunlarda.
Çok söylemişler, sandığa atılan oyları kimin saydığına bakalım ama oylara kimin sahip olduğu da önemli. Bu sahte belgeyi küm düzenledi? Bu bilgisayar hangi bilgisayardır? Bu veriyi kim girdi? Bu bilgisayarlarla kaç tane girildi? Allah aşkına bunları sorun. Bunu sormadan, burada seçimlerde güvenlik... Ya, hiç yapmanıza gerek yok. Ben şahsi düşüncemi söyledim, partim benim düşünceme katılır, katılmaz bilmiyorum ama benim şahsi düşüncem, bundan öte yapılacak bütün seçimleri boykot etmektir. Bu seçim değil ki çünkü. Bu, bir yolsuzluğu, bu bir hukuksuzluğu meşruiyet zincirine taşıma gayreti. Böylesi bir düzen içerisinde, yarın toplumun her kesiminde, bu belgeleri billboardlara yükleyeceğiz ve soracağız, her yerde soracağız. Bunu birisi cevaplamalı. Sayın İçişleri Bakanı, Yüksek Seçim Kurulu... Sayın Parsak, siz sormalısınız, siz hukuk insanısınız, Anayasa Komisyonu Üyesisiniz. Bunun tarihî sorumluluğu hepimizin omzunda. Yarın, "Kim vardı Anayasa Komisyonunda, bu sahte belgeler Anayasa Komisyonunun önüne geldiğinde Anayasa Komisyonu üyeleri buna ne dedi?" dendiğinde bir şey söylemelisiniz. Ya bunun sorumlusunu yakalayıp gereğini yapmalıyız ya da bu kirliliği ortaya çıkarmalıyız. Bunlar ortaya çıkmadığı sürece sandığa gitmişiz, seçim yapmışız; bunun adı "seçim" değil. Ne istiyorsanız yapın ama bütün bu hukuksuzlukları 80 milyona meşruiyet diye anlatmaya kalkmayın; kimse inanmaz.
Emin olun, şu anda halk sizi seçiyor ama halk size inandığı, güvendiği ve sizin bu ülkeyi mutlu edeceğinize, refaha taşıyacağınıza inandığı için seçmiyor. Halk sizi, maalesef koşullar böyle olduğu için seçiyor. Koşulların ne olduğunu hepiniz biliyorsunuz. Size daha saatlerce anlatabilirim; keşke durum başka olsaydı, size birçok şey anlatsaydım, birçok örnek anlatsaydım ama izin isteyeceğim, kusura bakmayın, çok çok özür diliyorum. Sayın Beştaş az önce burada söyledi: "Bu yolla seçimlere hilenin yolunu açıyorsunuz." Ne alakası var? Yol kapanmış, dolmuş zaten, bundan sonra gereği yok ki. Her Suriyelinin eline bir tane sahte vatandaşlık numarası "Al, kimliğin de budur, babanın adı da Ahmet'tir, git, kullan kardeşim." derseniz, kullanır. Sokaktaki her vatandaş gidip oy kullanabilir. Özkan bana soruyor, diyor ki: "Yahu, niye muhtarı burada ayırmışlar?" E, muhtara da ihtiyaç yok ki canım, ne yapacak muhtar yahu? Muhtar kimin olursa olsun "Alo muhtar, gel." dedikleri zaman geliyor zaten. E, önemli olan, diğer siyasal zincir. Bu doğru değil, bu doğru değil.
Bunlar üzerinden iktidar inşa edemezsiniz, inşa edemediğiniz bu iktidarda da kalamazsınız. Meşru kurallarla yarışalım, meşru kurallar içerisinde bizi yenerseniz size saygı duyarız ama bu, yarışma yöntemi değildir, bu, ülkeyi daha büyük bir kaosa, kargaşaya sürükleme yöntemidir. Gelin, bu yollardan vazgeçin. Sizi her uyardığımızda bizi dinlemezlik etmeyin, lütfen dinleyin. Meşru, gerçekten bu ülkede demokratik, herkesin vicdanında yer eden bir seçim sistemi inşa edelim, buna ilişkin de var gücümüzle çalışalım, gece gündüz destek verelim Komisyona. Gerçekten Türkiye'de herkesin vicdanında yer edinmiş, herkesin kabul ettiği bir seçim sistemine niye direniyoruz, niçin hayır diyoruz, niye? Bence çocuklarınızın geleceğine söyleyeceğiniz en önemli söz, vicdanınızla inandığınız sözdür.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.