KOMİSYON KONUŞMASI

EROL DORA (Mardin) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, Sayın Bakan, değerli milletvekilleri, sayın bürokrat arkadaşlar, değerli basın emekçileri; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Çağdaş demokrasilerin olmazsa olmazlarından biri ve yurttaşların gerek ülke yönetimine gerekse yerel yönetimlere katılımının, yönetimde söz sahibi olmasının önemli bir kanalı da demokratik, şeffaf ve güvenilir seçimlerdir. Elbette seçimlerin halk iradesini, yurttaş iradesini en doğru biçimde yansıtacak özgür, demokratik ve şeffaf koşullarda gerçekleştirilmesi kadar, güvenilir usul ve yöntemlerle gerçekleştirilmesi de demokratik siyaset bakımından hayati niteliktedir. Olağanüstü hâl altında gerçekleşen son referandumda görüldüğü gibi, usul ve yöntemlerdeki sakatlıklar seçimi bir bütün olarak zan altında bırakabilmektedir. Anayasa Komisyonu olarak bu dönem yasama dokunulmazlıkları, 16 Nisan Anayasa değişikliği, Meclis İçtüzüğü değişikliği ve son olarak, görüştüğümüz Yüksek Seçim Kurulu Teşkilat Yasası ve şimdi de 298 sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Diğer Bazı Seçim Kanunlarında Değişiklik Öngören Kanun Teklifi gibi önemli muhtevalara sahip ve sonuçları bakımından son derece ciddi etkiler yaratacak düzenlemeleri ele aldık, almaya devam ediyoruz.

Tabii, her yasal düzenlemeye ilişkin gerek Komisyon aşamasında gerekse Genel Kurul aşamasında dile getirdiğimiz bir gerçeklik var ve bu gerçeklik Anayasa Komisyonu gündemine gelen konular bağlamında çok daha çarpıcı niteliktedir. Şunun altını çizmek ve kabul etmek durumundayız ki maalesef bu çok önemli yasal düzenlemeleri bir buçuk yılı aşkın süredir devam ettirilen OHAL koşullarında yapıyor olmamız ülke demokrasimiz bakımından önemli bir sorundur.

Yine, bu Parlamentonun üçüncü büyük siyasi partisi olan Halkların Demokratik Partisinin 9 seçilmiş milletvekilinin, yine halk iradesinin sandığa yansımasıyla seçilen onlarca belediye başkanımızın cezaevinde tutulduğu bir süreçte bu denli önemli düzenlemelerin yapılması yine ülke demokrasimiz bakımından önemli bir kayıp, seçmen iradesinin itibarsızlaştırılması bakımındansa büyük bir skandal niteliğindedir. Geldiğimiz noktada, gerek milletvekili genel seçimleri gerekse yerel yönetimlerin şekillendiği, mahalli seçimlerin anlamını yitirdiği parlamenter sistemin âdeta askıya alındığı bir dönemdeyiz maalesef. Belediyelere kayyumların atandığı, milletvekillerinin tutuklandığı ve milletvekilliklerinin düşürüldüğü, bütün yetkilerin merkezileşmiş hükûmette toplandığı, atanmışların seçilmişlere tercih edildiği bir ortamda seçim yasalarına dair değişiklikler yapmak için -sözüm ona- yasama faaliyeti yapıyormuş gibi görünmeye çalışmak son derece trajikomik bir durumdur. Şüphesiz Türkiye'de demokrasinin güçlenmesi, Kürt sorunu başta olmak üzere temel demokratikleşme sorunlarımızın çözümü, tüm farklı siyasi görüşlerin bir arada buluştuğu, müzakereler yürüttüğü çoğulcu bir parlamenter zeminde mümkündür. Ancak şunu kabul etmek gerekir ki bugün gelinen noktada bu Parlamento aldığı kararların, yaptığı yasaların neredeyse hiçbirisini çoğulcu esaslara göre değil çoğunlukçu refleks ve uygulamalarla yapmaktadır. Ülke demokrasimizin geleceği açısından en önemli sorunlarından biri de bu tarz ve yöntemdir. Bu konu çözüme muhtaçtır; aksi takdirde, seçimlerin, seçilmiş olmanın, Parlamentonun önemi hızla kaybolmaktadır. Siyasi partiler ve seçim mevzuatına ilişkin tüm tartışmalar OHAL koşullarından bile ağır sonuçlar oluşturan bu tablonun tespitiyle ele alınmalıdır.

Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri; seçme ve seçilme hakları en temel hak ve özgürlüklerden olup bu hakların özüne zarar verecek koşullar altında seçim düzenlemeleri yapmak ve seçimlere gitmek bizatihi bu temel hakların hiçe sayılması anlamını taşıyacaktır. 15 Temmuz 2016'da yaşanan darbe girişimi ardından ilan edilen OHAL ilanı ve ardından çıkartılan çok sayıda KHK'yle hepimizin çok iyi bildiği gibi, Parlamento âdeta devre dışı bırakılmıştır.

OHAL koşularının ülkede yarattığı güvensizlik, kutuplaşma şiddet ve korku ikliminde seçimlere dair düzenlemelerin sağlıklı bir biçimde tartışılması elbette mümkün değildir. Yurttaşlar bu koşullarda fikirlerini özgürce dile getirememektedirler. Siyasetçiler, basın-yayın organları, gazeteciler, akademisyenler de bunun dışında tutulamaz. İnsanlar sosyal medyadan dahi fikirlerini beyan edemez duruma getirilmek istenmektedir.

Yürütmeye olağanüstü yetkilerin tanındığı OHAL KHK'leriyle yüzbinlerce kişi kamu görevinden ihraç edilmiş, vatandaşların faaliyet yürüttüğü pek çok dernek, vakıf, sivil toplum örgütü kapatılmış, vatandaşın haber alma araçlarından olan basın-yayın kuruluşları kapatılmış, muhaliflerin seçim propaganda araçları âdeta ortadan kaldırılmıştır.

Özellikle dokunulmazlıkları kaldırılan tüm milletvekilleri üzerinde sürdürülmekte olan gözaltı ve tutuklama tehdidi, seçimlerin özgür bir ortamda tartışılmasını dahi neredeyse imkânsız kılmaktadır.

OHAL koşulları altında yönetilen, toplumsal kutuplaşmanın had safhaya ulaştığı, muhalif olan hemen her fikrin, tutumun veya eylemin her an kriminalize edilebildiği günümüz koşullarında demokratik müzakerelerin yapılabileceğini varsaymak demokratik kültürü kavramamak anlamına gelmektedir.

Sayın Başkan, Komisyonun değerli üyeleri; şunu çok açık ve net bir biçimde belirtmek gerekir. Ülkemizde halihazırda yürürlükte olan seçim mevzuatında değişikliğe gidilmesi gereken temel düzeyde onlarca düzenleme bulunmaktadır. Ancak ne yazık ki bu kanun teklifi seçim mevzuatımızı daha demokratik bir temele oturtmak yerine, çoğulcu demokrasiyi, halk iradesinin ülke yönetimine daha fazla yansımasını sağlamak yerine, çoğunlukçu yapıyı daha da pekiştirmeye odaklanmış bir zihniyetle hazırlanmıştır.

Bir ülkede demokrasinin temel ölçütlerinden birisi de, halk iradesinin, yurttaş iradesinin engellenmeden yönetim şemasına dâhil olabilmesi ve böylece en azınlıkta olan fikirlerin dahi dillendirilebileceği imkânların yaratılabilmesidir. Elbette bunun sağlanabilmesi için seçim barajı gibi demokrasi önünde bir engele dönüşmüş mekanizmaların lağvedilmesi gerekir. Seçim barajı, siyasi partilerin Parlamentoda temsil hakkı elde etmesi için, ulusal veya yerel düzeyde toplam geçerli oyların belli bir yüzdesini almalarını zorunlu kılan düzenlemelerdir. Bu düzenleme belli bir sayının altında kalan toplumsal grupların ekonomik, siyasal, kültürel vesaire talep ve beklentilerinin Parlamentoda temsiline imkân vermemektedir.

Türkiye'de yüzde 10'luk ülke geneli seçim barajı uygulaması 1980 askeri darbesi sonrası yasalaştırılmıştır. Her ne kadar yönetimde istikrar gerekçesiyle savunulsa da seçim barajının muhalif siyasal hareketlerin Parlamentoda temsil edilmelerini engellemek için uygulamaya konulduğu bilinmektedir. Yüzde 10'luk seçim barajına uygulamaya konulduğu tarihten bugüne kadarki partilerin tamamı dört elle sarılmaktadır. Seçim barajı antidemokratik bir uygulama olup temsilde adalet ilkesine zarar vermektedir.

Diğer ülkeler incelendiği zaman seçim sistemlerinden nispi temsil sistemini uygulayan ülkelerde baraj uygulamasının söz konusu olduğu görülmektedir. Fakat bu ülkelerdeki baraj yüzde 1 ile yüzde 6 arasında değişmektedir. Türkiye'de ise 1983'ten bu yana uygulanan yüzde 10'luk ülke seçim barajı Avrupa ülkelerindeki en yüksek barajdır. Dolayısıyla seçim mevzuatında anlamlı bir değişikliğe gidilmek isteniyorsa, işe seçim barajını kaldırmakla başlanmalıdır.

Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; seçim mevzuatımızda problem oluşturmaya devam eden bir diğer temel mesele ise seçimlere katılabilme yeterliliğine ilişkin düzenlemedir. Bu kanun teklifinde ne yazık ki bu temel soruna dair de hiçbir değişiklik öngörülmemekte ve bu antidemokratik uygulama sürdürülmek istenmektedir. Siyasi Partiler Kanunun 36'ncı maddesinde belirtildiği üzere Türkiye'de siyasi partilerin milletvekili genel ve ara seçimlerine ve belediye başkanlığı ile belediye meclisi, il genel meclisi üyelikleri genel ve ara seçimlerine katılabilmeleri için illerin en az yarısında, oy verme gününden en az altı ay evvel teşkilat kurmuş ve büyük kongrelerini yapmış olmaları veya Türkiye Büyük Millet Meclisinde gruplarının bulunması şartını aramaktadır. Bu maddeden de anlaşıldığı üzere, bir siyasi partinin seçime katılım hakkı kazanabilmesi için illerin en az yarısından bir fazlasında örgütlenme zorunluluğu bulunmaktadır.

Buna ilişkin gelişmiş Avrupa ülkelerindeki uygulamalara baktığımızda böylesine antidemokratik bir uygulama görmek mümkün değildir. Örneğin, Avusturya'da siyasi partilerin seçimlere katılabilmesi için 3 milletvekilinin imzasıyla ulusal seçim kurumuna kayıt yaptırmaları yeterlidir. 3 milletvekili imzası şartını yerine getiremeyen partiler ise eyaletlere göre 100 ile 400 arasında değişen sayıda seçmenin imzasıyla seçimlere girme yeterliliğini sağlayabilirler. Yine, Belçika'da, İsveç'te, Polonya'da ve İsviçre'de yürürlükte bulunan uygulama bununla çok benzerdir. Danimarka'da yine benzer kolaylaştırıcı bir uygulama vardır. Fransa'da siyasi partilerin seçime girmek için kayıt yaptırmalarına dahi gerek yoktur. 1901 tarihli Dernekler Kanunu'na uygun olarak kurulmuş olmaları ve adayların kimlik belgeleriyle başvurmaları yeterlidir. İtalya'da siyasi partilerin seçimlere katılabilmeleri için kayıt yaptırmaları ve en az 1.500 seçmenin imzasıyla başvuruda bulunmaları şartı vardır. Norveç'te siyasi partilerin seçimlere girebilmeleri için zorunlu tutulan seçmen imza sayısı 5 bindir. En ağır şartlar Portekiz'dedir. Portekiz'de siyasi partilerin seçime katılabilmeleri için seçmen olabilme yeterliliğine sahip en az 7.500 kişinin imzasıyla başvuru yaparak Anayasa Mahkemesine kayıt yaptırmaları yeterli görülmektedir.

Özetle verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere siyasi partilerin ülke yönetimine talip olmak için seçimlere girebilmeleri önünde Türkiye'dekine benzer demokrasiye uymayan bir uygulamayı Avrupa ülkelerinde görmek mümkün değildir. Dolayısıyla bizler de yasama organının birer üyesi olarak öncelikle seçimlere katılabilme önündeki temel engelleri kaldırmakla işe başlamalıyız.

Seçim mevzuatımızın temel asli sorunları bunlardır. Zarfın rengi, ebadı, pusulanın ebatları vesaire bunlar sonraki hususlardır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; seçim mevzuatımızda çeşitli değişiklikler öngören bu teklifin görmezden geldiği bir diğer temel soruna da özellikle değinmek isterim.

Bakınız, geçtiğimiz yıllarda anlamlı bir yasal değişikliğe imza attık ve siyasi parti genel başkanlığının tercihen "eş başkanlık" biçiminde de oluşturulabileceğine dair yasal engeli bu Parlamentoda kaldırdık. Ancak bu uygulamanın yasal zeminde sadece genel başkanlık düzeyinde sınırlı bırakılması toplumsal yaşamı da sınırlamakta ve kadınların siyasette aktif roller üstlenmesi önünde önemli bir engel olmaya devam etmektedir. Dolayısıyla siyasi partilerin il ve ilçe teşkilatları düzeyinde, yerel yönetimler bağlamında il ve ilçe belediye başkanlıkları düzeyinde de bu yasal sınırlamanın bir an önce ortadan kaldırılması gerekmektedir.

Halkların Demokratik Partisi olarak, bizler, fiilen tüm il ve ilçe teşkilatlarımızda fiilen bir kadın ve bir erkekten oluşan eş başkanlık uygulamasını fiilen yürütmekteyiz. Bizler bunu kadın ve erkeklerin ortak yaşamlarının önemli bir mihenk taşı olarak görmekteyiz. Toplumun yarısı kadınlardan oluşuyor ise, yönetimin de en az yarısını kadınlarla paylaşmak durumundayız. Çoğulcu anlayış bunu zorunlu kılar. Demokratik siyaset anlayışının olmazsa olmazlarından kabul ettiğimiz eş başkanlık sisteminin hem siyasi partilerin tüm teşkilatlarında hem de yerel yönetimlerde uygulanması gerekir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; bu kanun teklifinin hâlen yürürlükte olan seçim mevzuatımızın yurttaş iradesinin ülke yönetimine yansıması noktasındaki bir kaygıdan hareketle hazırlanmadığı ortadadır. Bunun en büyük kanıtı, az önce dile getirmeye çalıştığım, temel meselelere dair hiçbir düzenlemenin bu teklif içerisinde yer almamış olmasıdır.

Bu yasa teklifi, 2 siyasi partinin olası seçimlerde gerek iktidarda kalabilmek gerekse baraj altında kalmamak gibi kaygılarıyla diğer siyasi partilerle ortaklaşmadan, müzakere etmeden, herhangi bir uzlaşı aramaya dahi gerek görmeden Türkiye Büyük Millet Meclisine sundukları bir "seçim mühendisliği" olarak adlandırılabilecek bir torba düzenlemeden ibarettir.

Elbette maddelere ilişkin görüşlerimizi sırası geldikçe burada savunacağız ancak seçim sistemi gibi önemli bir konuda, daha amiyane bir tabirle oyunun kurallarına ilişkin yapılacak düzenlemelerde bütün oyuncuların dikkate alınması ve sağlıklı bir müzakerenin yürütülmesi demokratik olandır, çağdaş ve etik olan da budur. Yani en azından, asgari düzeyde, Yüksek Seçim Kurulunun geçtiğimiz ay mevcut mevzuata göre deklare ettiği seçimlere girme yeterliliği bulunan 10 siyasi partinin şu an bu masada bulunması ve seçim mevzuatına dair düzenlemeleri birlikte müzakere etmeleri gerekirdi, bizim demokrasi anlayışımız budur. Ancak bu yapılmadan, 2 siyasi partinin kendi menfaatleri doğrultusunda hazırladıkları torba kanun paketini çoğunluk esasına yaslanarak muhalefette bulunan siyasi partilere kabul ettirmeye çalışmaları, 21'inci yüzyılda terk edilmesi gereken bir anlayıştır. Bu anlayış, gelecek kuşaklara aktarabileceğimiz nitelikte kaliteli bir anlayış değildir.

Daha sonra sırası geldikçe görüşlerimizi dile getireceğimizden, şimdilik burada noktalıyorum.

Tekrar hepinizi saygıyla selamlıyorum.